Özlenen Rehber Dergisi

149.Sayı

İslam Hukukunda Adalet - 1.bölüm

Mehmet DENİZ Özlenen Rehber Dergisi 149. Sayı
’Adl’ kökünden gelen adalet kelimesi sözlükte; ’insaflı olmak, doğru davranmak ve doğru olmak, zulmetmemek, eşit tutmak ve olmak, her şeye hakkını vermek, mutedil olmak, her şeyi yerli yerinde yapmak’ anlamlarına gelir.
’Adl’ kökü Arapçada
- ’an’ harfi ile kullanıldığında; doğruluktan ve yoldan sapmak ve meyletmek,
- ’ilâ’ harfi ile kullanıldığında; dönmek,
- ’be’ harfi ile kullanıldığında; denk ve eşit tutmak anlamına gelir.
’Adl’ ve ’adalet’ kavramı dinî terim olarak;
- ifrat ve tefrit arasında orta yolu takip etmek,
- hak yol üzere dosdoğru olmak,
- dinen haram kılınan şeyleri terk etmek,
- farzları yapmak,
- içi ve dışı, özü, sözü ve davranışları eşit olmak,
- haklıya hakkını, haksıza cezasını vermek,
- suç ve cezada eşit davranmak,
- şirk, küfür, nifak ve zulmü terk etmek
anlamlarına gelir.
Adaletli davranmak, bir işi hakkaniyet ve insaf ölçülerine göre yapmak demektir. İslâm hukukunda adalet, toplum içerisinde bir arada yaşamaktan ve insanlar arası ilişkilerden ortaya çıkan insan hakları temeline dayanır. Adalet, bu hakları hakkı olanlara vermek demektir. Adaletin zıddı ise zulümdür ve bir şeyi yerli yerine koymamak anlamlarına gelir.
Kur’ân-ı Kerim’in üzerinde durduğu en önemli konulardan birisi de adalettir. Adaletle ilgili olarak Allah Teâlâ (c.c.):
’Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, takvaya en yakın olandır…’ (el-Mâide, 5/8)
’Muhakkak ki Allah, adaleti ve ihsanı emreder.’ (en-Nahl, 16/90)
buyurarak adalete verdiği önemi kullarına anlatmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim tetkik edildiğinde onda, günümüz hukuk sistemlerinde mevcut adaletin esas ve ilkelerinin bulunduğu ve bunların herkes tarafından kolayca anlaşılabilecek şekilde ifade edildiği görülür.
İslam’da gerek kanunların tatbikinde ve gerekse günlük hayatın her alanında adalet ilkesine büyük ehemmiyet atfedilmiştir. İslâm hukukunda adalet, kanunlar önünde her ferde eşit davranmayı, kişilerin kültür, bilgi ve mevkileri ne olursa olsun farklı davranmamayı gerektirir. Yüce dinimiz İslâm, bu manada her birey ve toplumun hukuki muamelelerinde maalesef değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış olan keyfi tutum ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık bağlarına göre ayarlanmamış, zengin - fakir ayrımı gözetmemiştir. Toplumda yaşayan her kesimin hukuka ve adalete güvenirliğini sağlayan genel kaideler koymuş, ister Müslüman ister gayrimüslim olsun tüm insanların güvenliğini teminat altına alan bir düzen kurmuştur. İşte bundan dolayıdır ki İslam hukukunda adaletli davranışın dünyadaki karşılığı kıymetlidir; ancak ahiretteki mükâfatı ise muhteşemdir. Bu hususta müjdeyi Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
’Muhakkak ki adaletle iş görenler, (yani) hükümlerinde, aileleri ve mütevellisi oldukları (şeyler ve kimseler) hakkında adaletli olan kimseler, Allah katında nurdan minberler üzerinde Rahman Azze ve Celle’nin yemîni’nde (olacaklar)dır…’ (Müslim, İmâra, 5) buyurarak haber vermektedir.
Allah Teâlâ’nın ve Peygamberimizin (s.a.v.) Müminlerden adalete yönelik talebi hayatın her anına şamildir. Fakat adaletin öncelikle olması gereken bazı hususlar vardır ki biz bunları kısaca ele almaya çalışacağız.

İdarede - Yönetimde Adalet
İslam hukukunda adalet ilkesinin öncelikle uygulanması gereken alan yönetimdir. İslam hukukunun ana kaidelerinden biri de, ’Adalet mülkün temelidir’ ilkesidir. Adaletin hâkim olmadığı yerde zulüm hâkim olur. Kur’ân’ın hükümlerinin yaşandığı toplumlarda bireylere zerre miktarınca zulüm yapılmadığı gibi bu hükümlerin ikame edildiği topraklarda adaletin; yönetimde, hukuk alanında ve insanlar arası ilişkilerde gereğince uygulanması asıl amaçlanan hedeftir. Bu hükümlerin toplum içerisinde uygulanmasında ve denetlenmesinde önemli bir yere sahip olan yöneticilik, insana tevdi edilen emanetlerden biri, hatta en mühimidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:
’Muhakkak ki Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.’ (en-Nisâ, 4/58) buyrulmaktadır.
Ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ’Muhakkak ki kıyamet günü insanların Allah’a en sevgili olanı ve konum (mertebe) bakımından O’na en yakın bulunanı adil idarecidir. İnsanların Allah’a en sevimsiz olanı ve konum (mertebe) bakımından O’na en uzak bulunanı ise zalim idarecidir.’ (Tirmizî, Ahkâm, 4)
Bu itibarla ayrıcalık gibi görünen yöneticilik aslında son derece ağır bir yüktür. İslam Hukukunda idareciler, emri altındakilerden mesuldürler.
Adalet, Allah (c.c.)’nun isimlerindendir. Adaletin uygulanabilmesi için önce hakkı hak sahibine eksiksiz verebilecek idarecilerin olması gerekir. İslam’da ’adaletli idareci’ dediğimizde akla ilk gelenlerden olan Hz. Ömer, Fırat nehri kenarında bir koyun zayi olarak ölse Allah’ın (c.c.) bunun hesabını kendisinden soracağı düşüncesiyle hareket etmiştir. (Bkz., Ebû Nuaym el-Esbahânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, c.1, s.53) Adaleti dünyaya yayan anlayış işte bu ruh halidir.
Müslüman bir yöneticinin asıl görevi İslam Hukukuna uygun olarak adaleti tesis etmek, idare ettiği topraklarda hak sahiplerine haklarını vermektir. İdareciler, adaletin olmadığı yerde zulmün olacağına; kültür, ırk, akrabalık ve mevki farklılıklarından dolayı adaletin tesis edilemediği yerde yöneticilerin helak olacağına inanarak toplumu yönetmelidirler. Peygamberimiz (s.a.v.): ’Bir kul ki, Allah onu (idare etmek üzere) bir tebaaya idareci kılar da, (o idareci), hayırhahlıkla on(lar)ı gözet(ip muhafaza et)mezse, cennetin kokusunu kesinlikle bulamaz (koklayamaz).’ (Buhârî, Ahkâm, 8) buyurmaktadır.
Kur’an ve Sünnet’e uygun, adaletli bir yönetim uygulayan idareciler, adaletin ikamesi ve devamlılığını hayatlarının en önemli gayesi bilip bu doğrultuda yaşamlarını feda etmişlerdir. Allah Teâlâ, adil bir yöneticinin ruhuna; hak ve adaleti yerleştirip sevdirmiş; zulmü ve batılı kalbinden atıp bunlardan nefret ettirmiştir. Böylelikle dört halifenin, başta Osmanlı Devletindeki ecdadımız olmak üzere diğer Müslüman idarecilerin adaletli yönetim ilkesini benimsedikleri, zayıf da olsa mutlaka haklının yanında yer aldıkları herkes tarafından bilinmektedir.
Osmanlı devletinde Hüsrev Paşa’nın Mısır beylerbeyliği sırasında Mısır vergisi her zamankinden fazla gönderilince (9 yük yerine 12 yük) Divan-ı Hümayun derhal toplanmış ve Hüsrev Paşa’nın hükümeti memnun etmek için halka baskı yaparak fazla vergi alabileceğinden şüphe edilmişti. Durum Mısır Beylerbeyliğinden sorulmuş, kanallarının açılması ile mahsulün artması ve gümrüklerde yapılan ıslahat fazla vergilere sebep olarak gösterildiği halde durumun tam tetkiki için Mısır’a müfettişler gönderilmiş, onlar da Hüsrev Paşa’nın lehinde rapor verdikleri halde fazla vergiler Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yeni kanalların açılması emriyle iade edilmişti.
Osmanlı zamanında müşterinin ununa, buğdayına zarar gelir düşüncesiyle değirmenlerde tavuk beslenmesinin yasaklanması Müslüman bir Devlet yönetiminin adalet anlayışının en güzel örneklerindendir.

Yargıda Adalet
Peygamberimiz (s.a.v.), yargıda adalet ilkesine büyük önem vermiş, fethedilen yerlere, yöneticinin yanı sıra sırf yargıya ait işlerle görevli hâkimler de tayin etmiştir. Yargı görevi, Hz. Ömer döneminde bütünüyle idarecilerden ayrı ve bağımsız hâkimlere devredilmeye başlanmıştır. Abbasiler döneminde günümüzdeki Adalet Bakanlığına benzer bir müessese olan ’Kâdı’l-Kudâtlık’ teşkilatının kurulmasıyla yürütme ile yargının ayrılma süreci tamamlanmıştır. Osmanlı Devletin’de ise davalara kadılar bakmakta olup dini ve mezhebi ne olursa olsun herkes kanunlar önünde eşit sayılmıştır. Yüksek davalara kazaskerler bakmış, kadılar da yetki bakımından kazaskerlere bağlı olmuşlardır. Kadıların verdiği kararlara itiraz olduğunda, bu kararı ancak kazaskerler bozabilirdi.
Peygamberimiz (s.a.v.) ve Hulefâ-i Râşidîn (r.anhüm), toplumda bilgili ve ferasetli kimselerin hâkim olarak görevlendirilmesine büyük önem atfetmiş ve bu hassasiyet sonraki zamanlarda da korunmaya çalışılmıştır. Çünkü yargıda adaletin sağlanması için iyi kanunlar kadar onları uygulayacak iyi hâkimlerin varlığı da önemlidir. Mecelle’de hâkimin ’hakîm, fehîm, müstakîm, emîn, mekîn ve metîn’ olması gerektiği vurgulanarak (Mecelle, md. 1792) bu husus özellikle anlatılmak istenmiştir.
Hâkimin, davalarda vereceği hüküm, hak ve adaletin sağlanması açısından son derece önemlidir. Hâkim önüne gelen uyuşmazlıkta taraflara eşit muamele etmeli, ayrım yapmamalıdır.
Peygamberimiz (s.a.v.), toplumda adaleti hâkim kılmak için mücadele etmiş, gerek Müslümanlar gerekse gayrimüslimler arasındaki muamele ve hükümlerde adaletin en güzel örneklerini vermiş, adaleti temel hak ve özgürlüklerin korunması, toplumsal huzur ve barışın sağlanmasının teminatı olarak görmüştür.
Urve b. Zübeyr anlatıyor: ’Muhakkak ki Rasûlullah (s.a.v.)’in zamanında, (Mekke’nin) Feth(i) gazvesi (sırasın)da (Mahzumoğullarından) bir ka¬dın hırsızlık yaptı. Bunun üzerine kadının kavmi (elinin kesilmemesi için Rasûlullah’ın yanında) şefaat etmesini istemek üzere ¬Üsâme b. Zeyd’e gidip iltica etti(ler). Üsâme, o kadın hakkında Rasûlullah’la konuşun¬ca, Rasûlullah (s.a.v.)’in yüzünün rengi değişti ve: ’Allah’ın (belirlediği) hadlerinden (cezalardan) bir had hususunda mı benimle konuşuyorsun?’ buyurdu. Üsâme: ’Yâ Rasûlallah, benim için (Allah’tan) mağfiret dile!’ dedi. Öğleden sonra olunca Rasûlullah (s.a.v.), hutbe vermek üzere kalk¬tı ve Allah’ı layık olduğu şekilde sena etti, sonra: ’Bundan sonra; sizden önceki insanları ancak (şu) helak etti: Muhakkak ki onlar, içlerinde şerefli (nüfuzlu) kimse hırsızlık ettiği zaman onu (cezasız) bırakırlardı. İçlerinde zayıf kim¬se çaldığı zaman ise ona had uygularlardı. Muhammed’in canı yed(-i kudret)inde olan (Allah’a) yemin olsun ki, şayet Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık etseydi mutlaka onun elini de keserdim!’ buyurdu.’ (Buhârî, Meğâzî, 53)
Hâkim, insanların menfaat vaatlerine veya baskılarına itibar etmeden adalet neyi gerektiriyorsa bu doğrultuda karar vermelidir. Bu mevzu ile ilgili Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
’Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yapanlar, adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Artık (haktan) dönerek hevâya tabi olmayın. Eğer (şahitlik ederken dilinizi) eğer bükerseniz veya (şahitlikten) yüz çevirirseniz şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.’ (en-Nisâ, 4/135)
Ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde: ’Muhakkak ki Allah (rahmeti ve yardımıyla), zulmetmediği sürece hâkimle beraberdir. (Hâkim) zulmettiği zaman ise (Allah) onu kendi nefsi ile (baş başa) bırakır. (Ona yardım etmez.)’ (İbn-i Mâce, Ahkâm, 2) ’Ve şeytan ona yoldaş olur.’ (Tirmizî, Ahkâm, 4) buyurmuşlardır.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.