İnsanoğlu boşu boşuna yaratılmış sıradan bir varlık değildir. O, en keremli varlık, yeryüzünde Allah’ın halifesi (vekili), sonsuzlukların şanlı yolcusu, geçici dünya hayatında aziz bir misâfirdir. Sağlık ve zaman gibi Allah tarafından insana bahşedilen iki nimet vardır ki; onlar sayesinde hem dünyasını hem de ahiretini Cennet’e çevirmelidir.
En kıymetli sermayemiz olan ömrümüz yaz sıcağında güneşin altına konan buz gibi eriyerek yok olup gitmektedir. Bu yüzdem hayat, dönüşü olmayan bir yolculuk, akıp giden bir sudur. Bir nehirde, aynı suyla iki kere yıkanmak mümkün değildir. Bu hakikat bizi ’ân bu ândır, dem bu demdir’ sırrını yakından anlamamıza yardımcı olmaktadır. Yani geçen geçmiş, gelecek de henüz gelmemiştir. Öyleyse kullanılabilir sermâyemiz, sâdece içinde bulunduğumuz ândır. Şu hâlde bütün mesele bu ’ân’ın, Mevlâ’nın rızasına en uygun, dünyada ve ahirette yüzümüzü en çok güldürecek cinsten ameller olmalıdır. Onların en başında da Kur’an tahsili ve onunla meşguliyet gelmektedir. Zira hem içerisinde bulunduğumuz mübarek üç aylar hem de okulların yaz tatiline girmesi vesilesiyle çocuklarımızın Kur’an’la olan münasebetlerini artırabilmemiz daha da kolaydır.
Kıyamete kadar ümmetin öncüsü ve rehberi konumundaki Ashab-ı Güzin (r.anhum) bu mevsimde daha fazla Kur’an’a yönelmişler, Kur’an’ı daha çok okuma gayretinde olmuşlardır. Onların bu çabaları, bizlere de örnek olmalı ve bizleri de gayrete getirmelidir. Anlayarak veya anlamadan da olsa Allah kelamı ile hemhal olup gözümüzü ve gönlümüzü o nurdan faydalandırmalıyız.
Tabiin neslinin büyük velisi Hasan Basri (k.s.) sahâbenin Kur’an’a bağlılıklarını ve ona gösterdikleri hürmeti tasvir ederken şöyle buyurur: ’Sizden evvel yaşayanlar Kur’an’ı, Hak’tan kendilerine gönderilen bir mektub olarak bilirdi. Gece üzerinde düşünür, gündüz de gereğine göre hareket ederlerdi. Siz ise sadece onu okuyor, ama ona göre amel etmiyorsunuz.’
Hasan Basri hazretleri günümüz insanını görseydi, ne derdi bilemiyorum. Ümmetin konumunu ifade edecek kelimeleri belki de bulamazdı. Zira zamanımızda insanların kafasına öyle bir felsefe yerleşmiş ki, bunun çıkarılıp atılması her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. Sadece bir misalle anlatmak konuyu daha açık ifade etmek istiyorum. Yakın zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı yirmi iki bin kişi üzerinde Kur’an bilenlerin veya onu okuyanların sayılarının takriben ne olduğunu anlama adına bir anket yapıyor. Spiker mikrofon elinde insanların kalabalık olduğu çarşı pazarlarda rastgele insanlara soruyor. ’Kur’an okuyor musunuz veya okuyorsanız okuduğunuzu anlıyor musunuz?’ İnanır mısınız bilmem ama alınan cevaplar çok ilginç...
Hergün minarelerden beş vakit ezan dinleyen bu toplumda belli yaşın insanı olup da Kur’an’ı hiç eline bile almayanların sayısı azınsanmayacak derecede çok! Ama esas çoğunluğu dışardan bakıldığında dindar gibi göründüğü halde Kur’an okumayı bilmeyenlerin sayısı! Okumayı bilenlerden ise anlayarak okuyanlar yüzdelik dilimde görünmeyecek derecede azınlığı göstermektedir. İşin tuhaf yanı ise insanlar, Kur’an’la hiç tanışmamaktan, onu okuyamamaktan veya bildiği halde okumamaktan hiç de rahatsızlık duymamaktalar.
Ümmet olarak Kur’an’dan öyle bir koparılmışız ki bu yara nasıl tedavi edilir, onun farkında bile değiliz. Zira insanlar, bunun ciddi bir manevi hastalık olduğunun farkında değildirler. Bundan dolayı önce kendimiz ve daha sonra da yakın çevremizden başlayarak bir Kur’an seferbeliği düzenleyelim. Yaz tatili olması hasebiyle ülkemizin dört bir yanında Kur’an öğretimi için camilerde ve özel Kur’an kurslarında dersler yapılmaktadır. Onlara katılalım. Bu mübarek aylar, dünyevî meşguliyetler içinde kaybolan, hayat standartlarını yükseltmek için bir ömür tüketen bizlere bir muhasebe fırsatı versin. ’Şifa kaynağı olan yüce kitabımız Kur’an’la’ buluşmamıza vesile olsun. İnşaallah.
Sizin İçin Seçtiklerimiz; Editörden...
Özlenen Rehber Dergisi 111. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.