Özlenen Rehber Dergisi

11.Sayı

Haccın Dinimizdeki Yeri ve Önemi

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 11. Sayı
Hac lügat manası itibariyle kastetme, yönelme manalarına gelir. Şer’î ıstılahta ise belirlenmiş vakitte Arafat’ta bir miktar durduktan sonra, Kâbe-i Muazzamâ’yı usûlüne uygun olarak tavaf etmek suretiyle ziyaret etmekten ibarettir.

Hac İslam’ın temelini te?kil eden be? rükünden (esastan) birisi olması itibariyle her Müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır. Haccın farziyeti Kur’ân, Sünnet ve ümmetin icmasıyla sabittir. Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Hakimde:

“...Oraya gitmeye gücü yeten kimselerin, beyti (Kâbe) haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hak ve vecîbesidir.’ (1) buyurmaktadır. Bu âyet haccın farziyetine açıkça i?aret etmektedir. Haccın farziyetine sünnetten delil ise Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen ?u hadis-i ?eriftir:

“Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) bize ?öyle hitap etti: ‘Ey insanlar! Size hac farz kılınmı?tır. O halde haccı eda edin.’ Cemaatte bulunan bir adam: ‘Her sene mi ey Allah’ın Rasûlü.’ diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) cevap vermedi. Adam sorusunu üç kez tekrarladı. Bunun üzerine: ‘Ben sizi bıraktıkça siz de beni bırakın (madem ki sukut ettim, öyleyse sormada ısrar etmeyin).

Şayet sorunuza evet deseydim her yıl haccetmek farz olurdu ve siz de buna güç yetiremezdiniz...’ buyurdular.”(2) Bu hadisten de anla?ıldığı üzere ki?i ömürde bir sefer bu mübarek beldeleri erkan ve ?artlarına riayet ederek ziyaret etmekle hac farizasını eda etmi? olacaktır.

Hiç ?üphesiz hac ibadeti kulların Allah’a yakın olmasına vesile te?kil eden sâlih amellerin en faziletlilerinden birisidir. Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildi?ine göre ?öyle demi?tir: “Nebî (s.a.v.)’e hangi amel daha faziletlidir (üstündür)?” diye soruldu. Rasûlullah (s.a.v.): ‘Allah’a ve Rasûl’üne îman etmektir.’ buyurdu. ‘Sonra hangisidir?’ diye soruldu. Rasûlullah (s.a.v.):

‘Allah yolunda cihat etmektir.’ buyurdu. Yine: ‘Sonra hangisi?’ diye sorulunca, Nebî (s.a.v.): ‘Hacc-ı mebrûrdur.’(3) buyurdu.” Bu hadiste zikredilen hacc-ı mebrûrdan maksat ise; rükün ve adaplarına uygun bir ?ekilde yapılan ve içerisine hiçbir günahın karı?madı?ı hacdır. Di?er bir ifadeyle hacc-ı mebrûr; kabul edilmi? yani Allah katında kabul görmü? hac demektir.

Şurası bir gerçektir ki usûllerine ve erkanlarına riayet edilmeden yapılan ibadet ve ameller Allah katında kabul görmeyece?i gibi, kalbî temizli?e eri?ilmeden edâ edilen, ibadet ruhuna yakı?mayan söz ve hareketlerle kirletilen bir amele de Allah katında de?er ve kıymet verilmez. Zira Allah (c.c.)’nun, kullarının ibadetlerinde kıymet verdi?i husus; kulun bu ibadete ba?larken hedefledi?i amacın (niyetin) mahiyeti, bu ibadeti edâ ederken içinde bulundu?u ruh hali ve bu ruh halini yansıtan hareketlerdir. Şayet ki?inin niyeti Allah’ın rızasını kazanmak dı?ında bir ?eyse, yine ibadet esnasında Cenâb-ı Allah’tan gafil bir haldeyse ve hareketleri de bu yöndeyse bu ?ahıs yapmı? oldu?u ibadetler neticesinde hiç bir sonuç elde edemez. Bu durum tüm ibadetlerde geçerli oldu?u gibi hac ibadetinde de ziyadesiyle geçerlidir.

Cenâb-ı Allah el-Bakara Sûresinde: “Hac bilinen aylardır (?evval, zilkade, zilhicce’nin ilk on günü). Her kim bu aylarda hacca ba?layıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yakla?mak (cinsel ili?ki), günah i?lemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne i?lerseniz Allah onu bilir. Kendinize azık edinin. ?üphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri Allah’tan korkun.”(4) buyurarak biz kullarına hac ibadetinin ruhunu beyan etmi?tir.

Her Müslüman hac esnasında ?ehevî isteklerden nefsini tutmalı, günah sayılan i?lerden kaçınmalı, ba?kalarına eza verecek her türlü hareketlerden uzak durmalıdır. Ki?i yapmı? oldu?u hac ibadetinden ancak bu ?ekilde istifade edip, netice alabilir. Bu netice de her Müslüman’ın arzulayıp temenni etti?i büyük-küçük tüm günahlardan arınma, tertemiz bir kul olmadır. Hac sonrasında bu neticeye ula?ılabilinece?ini müjdeleyen bir hadiste Peygamber’imiz (s.a.v.):

“Kim hac yapar, hac esnasında kadınlara yakla?maz (cinsi münasebette bulunmaz) ve fâsıklık addedilen i?leri yapmazsa memleketine anasından do?du?u günkü gibi günahlardan arınmı?, tertemiz oldu?u halde döner.”(5) buyurmu?lardır. i?te bu vasıflarla eda edilen hac ve umre kulun günahlardan arınmasına bir vesiledir. Bu hususu de?i?ik bir vecihle ifade eden bir hadiste ise: “Hacla umrenin arasını birle?tirin. Zira bunlar günahı, tıpkı körü?ün demirdeki pislikleri temizlemesi gibi temizler.”(6) buyurulmu?tur.

Hac, âyet-i kerîmenin ifadesiyle; yola gücü yeten, yani; sıhhat üzere olup da aslî ihtiyaçlarından fazla olarak hacca gidip gelinceye kadar kendisinin, dönünceye kadar ailesinin nafakalarını kar?ılayacak kadar parası olan her Müslüman’a farzdır. Burada akla gelen bir soru var ki, o da haccın farz olmasını gerektirecek ?artlara hâiz olan bir kimsenin fevren (hemen), o sene haccını eda etmesi farz mıdır, yoksa tehir etmesi yani ileriki senelere ertelemesi caiz olur mu?

Bu meselede Hanefî mezhebi içerisinde iki görü? mevcuttur. Bir görü?e göre üzerine hac ibadeti farz olan kimse bu ibadeti hayatta oldu?u müddetçe, diledi?i senede yapabilir. Sonraya bıraktı?ından dolayı günahkar olmaz; ancak kuvvetli olan ve daha çok tercih edilen görü?e göre ise ?ahıs hac farizasını, hac üzerine farz oldu?u sene edâ etmesi gerekir.

Her hangi bir sebep olmaksızın haccın edasının geciktirilmesi, sonraki senelere bırakılması günah sayılır. Dolayısıyla hac ibadeti üzerine farz olan bir kimse acele davranıp, daha fazla geciktirmeden edâ etmelidir. Zira ölüm, hastalık, fakir dü?me gibi insanın önceden kestiremedi?i arızî sebepler ortaya çıkabilir. Bu yüzden ki?i hac gibi büyük bir farzı eda edemeyebilir. En do?ru ve akılcı olanı ise bu sebeplerden birisi meydana gelmeden ki?inin elindeki nimetin kadrini bilip bu farzı edâ etmesidir. Bir hadiste bu hususa i?aret edilerek: “Hacca gitmeyi arzulayan kimse acele davransın.” buyurulmu?tur.(7)

Hadisin Beyhâkî’nin Süneni’ndeki ziyadesinde ise: “Zira sizden hiç kimse ba?ına ne gelece?ini bilemez. Hastalanacak mı, fakir duruma mı dü?ecek.” buyrularak bu hususta acele davranmanın ne kadar ehemmiyetli oldu?u beyan edilmi?tir

. Ayrıca Tirmîzî’nin tahric etti?i bir hadiste ise ?öyle buyrulmaktadır: “Kim kendisini Beytü’l-Haram’a ula?tıracak kadar azık ve bine?e sahip oldu?u halde haccetmezse onun Yahudi veya Hıristiyan olarak ölmesi arasında bir fark yoktur. Zira Cenâb-ı Allah ?öyle buyurmu?tur: ‘Oraya yol bulabilen insana Allah için Kâbe’yi haccetmesi gerekir.’(Âl-i İmrân 3/97).” (8)

Her ne kadar da hadis alimleri bu hadisten kastedilen kimselerin, haccın farziyetini inkar eden veya bu farzı hafife alan kimseler oldu?unu beyan etmi?lerse de, bu hadis mevzûnun ciddiyetine i?aret etme bakımından güzel bir delil sayılabilir.

Yine Hz. Ömer (r.a.)’in: “Hacca gidecek güçte-kuvvette oldu?u halde hacca gitmeyen kimseleri ö?renip evlerini ba?larına cayır cayır yakmayı kastettim. Vallahi ben onları Müslüman olarak görmüyorum. Vallahi ben onları Müslüman olarak görmüyorum. Vallahi ben onları Müslüman olarak görmüyorum.”(9) dedi?i rivayet edilmi?tir. Hz. Ömer (r.a.) gibi Cenâb-ı Hakkın ilhamına mazhar olan bir ?ahsiyetin bu ?ekildeki ifadesi biz Müslümanlar için bir ?eyler ifade etmelidir kanısındayım.

Hac farizasını eda eden dünya Müslümanlarına baktı?ımızda ya? ortalaması olarak en ya?lı hacıların Türkiye’den giden hacılar oldu?unu mü?ahede etmekteyiz. Hatta hac ibadeti hususunda ço?unlu?un aklında yer eden dü?üncenin, bu ibadetin ya? kemalini bulduktan, dünyadan el etek çekildikten sonra eda edilece?i dü?üncesidir. İslam tarihindeki tatbikata baktı?ımızda ise bu dü?üncenin ne kadar yanlı? oldu?unu görürüz. Zira pek çok sahâbî, âlim ve büyük zât bu ibadeti genç ya?larda hem de bir çok kereler eda etmi?lerdir.

Yukarıda da beyan etti?imiz gibi insanın önüne hesaba katmadı?ı bir çok mâniler çıkabilmektedir. Ayrıca hac menâsiklerinin edasının zorlu?u, kalabalık, havanın a?ırı derecede sıcak olması gibi sebepler bu ibadetin genç ya?larda edâ edilmesini zorunlu hale getirmektedir.

Tüm ibadetlerin insanlara kazandırdı?ı fâideler ve semereler oldu?u gibi hac ibadetinin de müminlere kazandırdı?ı mânevî güzellikler vardır. Hacc-ı mebrûr sayesinde ki?i ruh temizli?ine, kalp safiyetine kavu?ur. Hac menâsiklerinin edâ edilmesi sayesinde müminin kalbi imanla dolar, mânevî huzura erer. Gönlü Allah ve Rasûl’ünün sevgisiyle dolup ta?ar. Dünyalık zevk ve e?lencelerden sıyrılıp bütün külliyatıyla yüce Allah’ın rızasına yönelir.

Hacca gitmeye niyetlenen bir ?ahıs daha ilk adımda dünyaya ve ona ait olan ?eylere sırt çevirir. Ehlini, âilesini, vatanını terk eder. Dünya hayatı ve ziynetlerinden yüz çevirir. Allah ve Rasûl’üne hicret eden bir sahâbe gibi, beraberinde yol azı?ından ba?ka dünyalık yoktur. O, artık bedeniyle, ruhuyla, aklıyla, tüm hisleriyle hakkın rızasına yönelmi?tir. Mikāt yerine geldi?inde Rabbine yürüyen bir meyyit gibi dünyalık elbiselerinden sıyrılıp iki parça beze bürünür. Dilinde ve kalbinde sadece Allah’ın zikri vardır. Onun, İbrahim (a.s.)’ın asırlar öncesinden insanlı?a yapmı? oldu?u davete icabeti, tüm mahlukatın İsrafil (a.s.)’ın ikinci dirili? için yapaca?ı davete icabetlerine benzer ki, her iki durumda da asıl davet eden Hz. Allah’tır.

Zengin-fakir, siyah-beyaz farkı gözetilmeksizin tüm hacılar beyaz ihramlarıyla saflar halinde Kâbe’yi tavaf ederler. Kâbe’yi tavaf esnasında hacıların bu halleri insana semada Beytü’l-Ma‘mûr’u tavaf eden meleklerin hallerini anımsatır. Her ?avtta hacılar Haceru’l-Esved’i selamlarlarken sanki Cenâb-ı Allah’a kulluk üzere biat ediyor gibidirler. İnsanlar için kurulan ilk mabet, Mekke’de bulunan, pek mübarek ve bütün alemlere hidayet kayna?ı olan, oraya girenin emniyete kavu?tu?u Kâbe’yi tavaf etmek hakikatte tevhîd inancının bir tezahürüdür.

Safâ ile Merve arasını sa‘yetmek ise hacılara Hacer Anamızın kıssasını, onun o?lu İsmail’le beraber ya?adıkları zorluk ve darlıktan sonra Allah’ın rahmet ve inayetiyle nasıl rahata ve bollu?a kavu?tuklarını hatırlatmaktadır. Âyet-i Kerîmelerde: “Muhakkak ki Safâ ve Merve Allah’ın ni?anlarındandır.”(10), “Kim Allah’ın ni?anlarına saygı gösterirse bu kalplerin takvasındandır.”(11) buyrularak bu yerlerin hakkın katındaki de?er ve kıymetlerine i?aret edilmi?tir.

Hele hacıların Arafat’a akın akın toplanıp da bir mah?er havasına bürünmeleri insana âhirette ya?anacak hadiseleri anımsatmakta ve ki?iyi asıl yurdu olan âhirete yöneltmektedir. Haccın en önemli hikmetlerinden birisi olan, dünya Müslümanlarının bir araya gelmeleri, birbirleriyle tanı?ıp yakınla?maları, İslamiyet ve Müslümanların hayrı için hep beraber el açıp dua etmeleri hep Arafat’ta gerçekle?mektedir. Burada vakfe durmanın önemini beyan sâdedinde Peygamberimiz (s.a.v.):

“Hac Arafat’ta vakfe durmaktır.” buyurmu?lardır. Peygamberimizin tabiriyle ?eytan Müslümanların nazarında hiç bir günde Arefe Günü’nde oldu?u kadar hakir ve zelil olmamı?tır. O günde insanların aynı cins elbiseye bürünmü? halleri, bir araya gelip Cenâb-ı Hakka niyazda bulunmaları sanki mah?er gününün bir provası gibidir. O günde hacılar bütün benlikleriyle Allah’a rücû‘ ederler. Hâlis bir niyetle tevbe-i nasûh yaparlar. Bu tevbeyle eski hayatlarını tamamen kapayıp yeni bir hayata ba?langıç yaparlar.

Şeytan ta?lamaya geldiklerinde ise burada tamamen Allah’ın emrine ittibâ etme söz konusudur. Atılan her bir ta? aslında ?eytanın vesvese ve oyunlarıyla yoldan çıkmı? nefislere atılmaktadır. Her ta?la beraber ?eytanın ve nefsin tabuları bir bir yıkılmaktadır. İmâm-ı Gazâlî’nin ifade etti?i gibi ?eytan ta?lamada maksat; Allah’ın emrine ittibâ ve ubûdiyeti izhar etmektir. Zira burada aklın ve nefsin bir hissesi yoktur.

Haccın insana kazandırmı? oldu?u maddî ve mânevî bir çok faydalar mevcuttur. Herhalde bunların en önemlisi ki?inin hacdan sonra hayata bakı? açısının de?i?mesidir. Hacdan gelen bir insan dünyaya eskisi kadar ba?lanmaz. Dünyalık emel ve istekleri azalır. Artık daha çok âhireti için çalı?ır. Kalbinde o mübarek beldelere duymu? oldu?u sevgi ve özlem onu dünyaya dalmaktan alıkor.

Tüm bu güzel haller insanın hacc-ı mebrûr sayesinde elde edebilece?i hallerdir. Şayet ki?inin hacdan sonraki hâli hacca gitmezden önceki halinden daha müspetse, günahlara kar?ı nefsinde mukavemet hissediyorsa, îmanında kemâl bulabiliyorsa - ki bunun tezahürü güzel ahlaktır - bu onun haccının kabul oldu?una i?arettir. Lakin o kimsede bunun aksine haller zuhur ediyorsa, bu o kimsenin haccının kabul olunmadı?ına delildir. Şunu söyleyebiliriz ki bu hac, o kimseye yorgunluktan ba?ka bir ?ey kazandırmamı?tır.

Hac menâsiklerinin eda edildi?i belde olan Mekke, Cenâb-ı Allah’ın yeryüzünde mübarek kılıp, hususî tecellilerini indirdi?i bir beldedir. Cenâb-ı Allah bu beldeyi kıyâmete kadar emniyet ve huzur kayna?ı kılmı? ve bu topraklarda kan dökülmesini haram kılmı?tır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bu ?ehri çok severlerdi. Medine’ye hicretleri esnasında bu ?ehre do?ru dönerek: “Sen ne ho? beldesin. seni ne kadar seviyorum! E?er kavmim beni buradan çıkmaya mecbur etmeseydi, senden ba?ka yerde ikamet etmezdim.”(12) buyurarak bu beldeye olan sevgilerini beyan etmi?lerdir.

Özellikle Kâbe’de kılınan namazlar fazilet bakımından pek üstündür. Bir hadîs-i ?erifte Peygamberimiz (s.a.v.): “Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz yüz bin namaza bedeldir. Mescidimde kılınan bir namaz bin namaza bedeldir. Beytü’l-Makdîs’te kılınan bir namaz be? yüz namaza bedeldir.”(13) buyurmu?lardır. Nebî (s.a.v.) di?er bir hadislerinde: “Ziyaret için sadece üç mescide seyahat edilebilir. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî, Mescid-i Aksâ.”(14) buyurarak, tüm Müslümanları adeta buraları ziyaret etmeye te?vik etmi?lerdir.

Şâyet imkan elveriyorsa her Müslüman ki?i bu mübarek mekanları ziyaret etmelidir. Gaflet bata?ına saplanmı? kimseler gibi Allah’ın kendisine vermi? oldu?u maddî imkanları hevâ ve heves u?runa tüketmemeli, bu imkanları hakkın rızanı kazanmak u?runa kullanmalıdır. Yukarıda zikretti?imiz âyetlerde görüldü?ü gibi yüce Rabbimiz gücü yeten Müslümanları bu beldeleri ziyarete, hac farizasını edâ etmeye davet etmi?tir. Bu davete icabet etme, hac farizasını eda etmede Müslümanlar için maddî-mânevî bir çok faydalar vardır.

(15) Şayet kim de gücü yetti?i halde bu davete icabetten yüz çevirir, Hakkın emrine ittibâ etmezse, ?üphe yok ki Hz. Allah (c.c.) bütün âlemlerden müsta?nidir (kimseye muhtaç de?ildir, bilakis herkes ona muhtaçtır). (16)

Kaynakça:
1- Âl-i İmrân 3/97.
2- Buhârî, i‘tisâm, 4.
3- Buhârî, 1 /26.
4- El-Bakara 2/197.
5- Buhârî, 3/1521.
6- İbn-u Mâce, Menâsik 3, (2886).
7- Ebû Dâvûd, Menâsik, 6, (1732).
8- Tirmîzî, Hac, 3, (812).
9- Mevkûfât, Mülteka Tercümesi, c.1, s. 375.
10- El-Bakara 2/158.
11- El-Hacc 22/32.
12- Tirmîzî, Menâkıb, H.No:3922.
13- Bezzâr.
14- Buhârî, Fezâilu’s-Salât, 6.
15- El-Hac 22/28.
16- Âl-i İmrân 3/97.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

3 kişi yorum yazdı.