“...Yoluna gücü yetenlerin beyt’i (Kâbe) hac ve ziyaret etmeleri, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır...”*
Bizleri islâm ve onun güzellikleri ile donatan Hz. Allah’a sonsuz hamd-ü senâ, âlemlerin rahmet pınarı olan Nebî (s.a.v.)’e ve onun Ehl-i Beyti’ne ve Ashâbına salât-ü selam olsun.
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Hz. Allah (c.c.), Hayrü’l-Beşer Rasûl-i Kibriyâ Efendimizi bizim için sarsılmayan bir bağlılıkla tutunulacak bir dal, en güzel örnek, Allah’a kavu?mayı uman ve âhiret gününe inananlar için mutlak rehber kılmı?tır.
Allah-ü Azîmü’?-Şân Hazretleri ?öyle buyuruyor:
“Allah’a ve âhiret gününe kavu?mayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için, muhakkak ki Allah’ın Rasûlü’nde pek güzel bir örnek vardır...” (1)
İçerisinde bulunmu? oldu?umuz, Hac mevsimi münasebetiyle Peygamber Efendimizin (s.a.v.), yüz bini a?kın sahâbesiyle yapmı? oldu?u ve misli bir kez daha tekrar etmeyecek olan, o ilk ve son haccından bahsetmek istiyorum.
Yukarıda zikredilen âyet-i celîlenin do?rultusunda Nebî (s.a.v.):
“Hac menâsikini (Hac ili ilgili ibadetleri) benden ö?reniniz. Benden gördü?ünüz gibi hac yapınız.”(2) buyurmu? olup, Arafat’ta irad etti?i Vedâ hutbesi’nde de: “Belki bu seneden sonra sizinle beraber olamayaca?ım...” demi?tir.
Hicretten sonra Peygamber Efendimiz daha önce mü?riklerle olan mücadelesinden dolayı hac etme imkanı bulamamı?tı. Mekke’nin de fetih edilmesi ile bu engel de kalkmı?tı. Nebî (s.a.v.) hicretin onuncu yılında Hacca gitmeye karar verdi ve bu kararını bütün müminlere ilan etti. Efendimiz ile beraber hac etmek isteyen müminler her taraftan kâfileler halinde gelmeye ba?ladılar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medine’den hareketinden önce bir hutbe okuyarak toplanan insanlara Hac ile ilgili ibadetleri ö?retti ve mîkāt mahallerini gösterdi. Medine’de kılınan ö?le namazının ardından ihrama girmenin sünnetlerinden olan gusül abdesti alıp, ihramı giydiler. Bu hal üzere Zülhuleyfe denilen mîkāt mahalline vardılar. Peygamber Efendimizin yanında Ezvâc-ı Mutahharât’tan bazıları da bulunmakta idi. Ayrıca Efendimiz’e, imanla bezenmi?, sevgi ve itaatleriyle kendilerinden sonrakilere örnek bir nesil ve muhte?em bir kervan da e?lik ediyordu.
Burada ihramın sünneti olarak iki rekat namaz kıldıktan sonra kendisi ile beraber olan Sahâbe Efendilerimize ?u ?ekilde niyet etmelerini bildirdi:
“Hacca niyet ettim ve onunla Allah Azze ve Celle’nin rızası için ihrama girdim. Buyur ey Allah’ım! Buyur, emrine hazırım. Buyur Allah’ım, senin ?erikin yoktur! Buyur Allah’ım! Hamd ve nîmet senindir. Senin ?erikin yoktur.”
Bu telbiyeyi üç defa tekrar ettiler. Nihayetinde de Nebî (s.a.v.)’e salât-ü selâm getirdiler. Sonra ?u duayı bir defa okuyarak telbiye duası yaptılar:
“Allah’ım senden rızanı ve cennetini talep ediyorum. Azap ve ate?inden sana sı?ınıyorum.” Harem-i Şerîf’e (Mescid-i Haram)’a varıncaya kadar bu duaya devam ettiler.
Önlerinde Kâinatın Efendisi, arkada ise daha dünyada iken cennetle müjdelenmi? güzide insanların bulundu?u ve adete meleklerin dahi gıpta etti?i e?siz kervan. Öyle bir yolculuk ki; Peygamber Efendimizin rehberli?inde ba?layıp kıyamete kadar bitmeyecek olan bir yolculuk... Ve her yolcusunu Rasûlullah’ın izinde, mâsivânın çirkinli?inden affın berraklı?ına ta?ıyan bir yolculuk...
Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz, telbiye getirerek devam etmi? oldu?u bu yolculu?u esnasında Ebvâ’ya da u?radı. Mekke-i Mükerreme’ye girerlerken Peygamber Efendimiz ve Sahâbe Efendilerimiz telbiye getirdiler. Yüksek bir mahal olan Kudas Seniyyetü’l-Ulyâ’dan Mekke’yi te?rî ederek Mescid-i Haram’a gelinceye kadar yürüdüler. Benî Şeybe kapısından içeri girdiler. Peygamber Efendimiz ‘Beytullah’ı görür görmez tekbir getirip ?öyle dua ettiler:
“Allah’ım sen selam ve selamet kayna?ısın. Selama erdirecek olan da ancak sensin. Ey Rabbimiz! Bizi selam içinde ya?at.”
“Allah’ım bu Beytin ?eref, azamet, terkim ve heybetini artır. Onu hac ve umre ile ziyaret edenlerin de ?eref, azamet, terkim ve sevabını ziyadele?tir.”
Bu dualardan sonra Hacer-i Esved’ten ba?layarak Beytullah’a teveccüh ettiler. Tekbir getirip onu selamlayarak izdihama mahal bırakmadan tavafa ba?ladılar. Tavafın nihayetinde Makâm-ı İbrâhîm’de iki rekat namaz kılıp zemzem suyundan içtiler. Büyük bir imtihanın Mümessili olan Hazreti Hacer ve İsmail (a.s.)’ın, Hazreti Allah’a teslimiyetlerinin ?ahitlerinden olan Safâ tepesine yöneldiler. Bütün Hac ibadetlerini Peygamber Efendimiz tek tek yerine getirirken onu takip eden Ashâbı da büyük bir hassasiyetle aynı ?eyleri tatbik ediyorlardı. Say‘ı, ta?ıdı?ı ilâhî hikmetle tamamlarken her ?avt içinde de ?u âyet-i kerîmeyi okuyordu:
“Şüphesiz Safa ile Merve Allah’ın ?iarlarındandır. Artık kim Kâbe’yi Hac eder veya Umre yaparsa, bu ikisinde tavaf etmesinde bir beis yoktur...” (3) âyetini okudular.
Zilhiccenin 9. günü Arafat’ta vakfe günüdür. Efendimiz de Ashâbı ile beraber, Zilhiccenin 9. günü güne? do?duktan sonra Arafat’a yöneldiler. O yıl 9 Zilhicce Cuma güne tevafuk etmi? ve Müslümanlar iki bayram birden ya?amı?tı. Efendimiz (s.a.v.) Me?’ar-i Haram’a u?rayıp Nemîre denilen yere gelip, Ashâbı ile telbiye getirdiler. Ö?leden sonra devesinin üzerinde yüz bini a?kın ashabına Vedâ Hutbesi diye maruf beli? hutbesini îrâd ettiler. Hutbesinin son kısmında Peygamber Efendimiz:
“Size Benden soracaklar. Ne diyeceksiniz?”
buyurdu?unda, Ashâb-ı Kirâm hep bir a?ızdan: “Peygamberlik vazifesini yerine getirdi.” diyece?iz, dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Şahit Ol Yâ Rab! Şahit Ol Yâ Rab! Şahit Ol Yâ Rab!..” buyurdular.
Ö?le ve İkindi namazlarını birlikte kıldıktan sonra vakfe yapacakları yere geldiler. Burada Hazreti Allah’a açılabilecek en kıymetli eller bütün bir samimiyet, tazarru ve hu?û ile yaratana açıldı ve Peygamber Efendimizin duasına candan, samimiyetle i?tirak edildi. Efendimiz duasına ?öyle devam ediyordu:
“Allah’ım! Namazım, haccım, hayatım ve ölümüm senin içindir. Dönü?üm sanadır. Allah’ım Kalbimi nur ile doldur. Gözlerimi nur ile doldur. Allah’ım! Sadrıma geni?lik, i?lerime kolaylık ver. Allah’ım! Kalp vesvesesinden, hal perî?anlı?ından ve kabir azabından sana sı?ınırım.”
Arafat, Peygamber Efendimizin hürmetine Hazreti Adem (a.s.)’ın affedildi?i yerdir. Bu yüzden bu ulvî yolculu?a çıkan müminlerin dua ederken Adem (a.s.) gibi, Peygamber Efendimizi vesile yaparak af ve ma?firete nâiliyeti talep etmeleri bu mekanın yüksek bereketlerindendir.
Îmân’ın ve İslâm’ın ?artlarının neler oldu?u âyet ve hadislerle zamanla bildirilmi?ti. Kur’ân’da, îmân’ın ?artının be? tanesi (Allah’a, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara, Âhiret Gününe Îman) direk olarak, bir tanesi de (Kadere îman) Kur’ân’ın genel rûhuna serpi?tirilmi? olarak zikredilmi?ti. Bu altı Îman esasını Efendimiz (s.a.v.) hadîs-i ?eriflerinde hep birlikte zikretmi? olup Mekke döneminden itibaren bu altı esas vaz‘ edilmi?ti. Fakat İslâm’ın ?artı diye bilinen be? esas ise Medîne döneminde tamam olmu?, onların tümüne birden ittibâ etmemiz Medine döneminde bildirilmi?tir.
Şöyle ki İslâm’ın ilk ?artı olan kelîme-i ?ehâdet risâletin ba?lamasıyla emredildi. Namaz ibadeti be? vakitli olarak miraçtan sonra yani risaletin 10. yılından sonra, oruç ve zekat da hicretten iki üç yıl sonra emredilmi?ti. İslam’ın ?artlarından en son emredilen ise hac olmu?tu. Artık, Îman’ın ve İslâm’ın ?artları emredilmi? olmasına ra?men “...Bu gün dininizi kemale erdirdim.
Üzerinizdeki nimeti tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçtim...”(4) âyet-i kerîmesi, Efendimiz (a.s.) haccını îfâ edip de ümmetine de onun menâsiklerini, farzını, vacibini, haramını, mekrûhunu ve tüm sünnetini talim ettikten sonra inzal olmu?tur. Buradan da açık bir ?ekilde anla?ılmaktadır ki Rabbimizin emirlerini Efendimiz (s.a.v.) olmadan layıkıyla kavramamız ve îfâ etmemiz imkan dahilinde de?ildir. Efendimiz olmadan kulluk etmek imkansızdır.
Rabbimizin en temel emirlerini bile layıkıyla yerine getirebilmek mümkün de?ildir. Yine Efendimiz olmadan, onun sünnetlerine hakkıyla ittibâ etmeden, âyette bildirildi?i üzere dinimizin ikmal olması, kemal bulması da mümkün de?ildir.
Rasûlullah Efendimizin sünnet ve ahlâklarına uygun olmayan bir biçimde ve bilinçsizce Allah’a ibadet edilmeye çalı?ıldı?ı için, Müslümanlar yaptıkları ibadetlerden itminan olmamakta ve ibadet ettikleri halde, çok rahat bir biçimde günah i?leyip Allah’a âsî olabilmektedirler. Bu isyanlarından da hiç rahatsızlık duymamaktadırlar. Müslümanların üzerlerine farz olan pek çok dînî vecibe de yapılması gerekti?i zamanda de?il de hep sonraya tehir edilmektedir.
Namazını hep vaktin sonunda eda etmekte veya ‘ihtiyarlarınca ne i? yapaca?ım’ deyip gâfilâne bir biçimde gençli?i heba etmektedir. Konumuz olan hacda da durum bundan farklı de?ildir. Çevremize baktı?ımız zaman özellikle Anadolu insanı haccını yapmaya imkanları oldu?u halde gitmemekte veya, ‘ihtiyarlayınca giderim’ edasıyla Müslümanlar için en önemli farzlardan birisi olan haccı sürekli tehir etmektedir.
Nasıl ki namaz müminler üzerine vakitli olarak, tadil-i erkânına uyarak, bütün farz, vacip ve de sünnetlerin edâ edilmesiyle kâmil manada namaz sayılmaktaysa, İslâm’ın di?er bir erkânı olan haccında muteber olması ve kabûl görmesi için Efendimiz’in bu husustaki sünnetlerine uymakla mümkün olacaktır.
Zira Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.): “Hac menâsikini benden alın, benden gördü?ünüz gibi yapın.”(5) buyurmu? ve yine: “Kim Allah için hacceder de (bu esnada Allah’ın rızasına uymayan) kötü söz ve davranı?lardan ve Allah’a kar?ı gelmekten sakınırsa (kul hakkı müstesna) annesinin onu do?urdu?u günkü gibi (günahlarından arınmı? olarak hacdan) döner.”(6) buyurarak, bu ?ekilde haccını eda eden müminlere müjde vermi?tir.
Kaynakça:
* Âl-i İmrân 3/97.
1. El-Ahzâb 33/21.
2. Müslim, Hac 310.
3. El-Bakara 2/158.
4. El-Mâide 5/3.
5. Müslim, Hac 310.
6. Buhârî, Hac 4 ; Müslim, Hac 438.
Efendimiz (s.a.v.)'in İlk ve Son Haccı
Özlenen Rehber Dergisi 11. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.