’Fıkıh; kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir.’İmâm-ı A’zam (rh.a.)
Geçen ayki makalemizde ’ef’âl-i mükellefîn/mükellefin fiilleri’ bahsiyle ilgili olarak farz konusunu işlemiştik. Bu sayımızda ise vacip ve mendup kısımlarını ele almaya çalışacağız.
2- Vacip:
Sözlükte; ’sabit, lâzım, var ve gerekli olan şey’ anlamına gelen vacip, Hanefi mezhebine göre; zannî delillerle sabit olan hükme denir. Hanefîlerde, farz ile vacibin arasında fark vardır. Buna göre; bir fiilin yapılması, kesin ve bağlayıcı bir şekilde istendiğini gösteren kat-i bir delille emredilmiş ise farz; zannî bir delille emredilmiş ise vaciptir.
Mesela; kesin delillerle sabit olmuş olan beş vakit namaz, Ramazan orucu, rükû, secde gibi ameller farzdır. Zannî delillerle sabit olduğu için vitir namazı, fıtır sadakası gibi ameller de vacip olarak belirlenmiştir.
Hanefî mezhebi dışındaki fakihlerin çoğunluğuna göre ise vacip; ’farz ile eş anlamlı’ olup Şâri’in, mükelleften yapılmasını kesin olarak istediği hükümlerdir.
Hanefîlerin, farz ile vacip arasında ayrıma gitmelerinin sebebi, daha çok delilin kuvvetini ve inkârının dinî sonuçlarını göstermeyi hedefler. Şöyle ki:
1- Farzı inkâr eden kişi dinden çıkar, tekfir edilir. Fakat inanmakla beraber tembellikten dolayı terk eden kişi ise fasık olur. Vacibin inkârı ise, tekfiri gerektirmez; fakat kişi delilsiz bir şekilde inkâr edip hafife alırsa zındık olur. Görüldüğü üzere her iki kısmın da terki, uhrevî cezayı gerektirse de vacibin cezası farza göre daha hafiftir.
2- Farzı terk etmek ameli batıl (geçersiz) kılar. Vacibi terk ise, ameli batıl yapmaz, bir şekilde telafi edilmesine imkân sağlanmıştır. Mesela; hac ibadeti sırasında haccın menasikleri içinden ’safa ve merve arasında sa’y’ terk edilse, vacip terk edilmiş olur ve kurban cezası ile bu terk telafi edilebilir. Fakat ârefe günü farz olan vakfeyi yerine getirmeyen bir kişinin haccı batıl olur ve tekrarı gerekir.
Buradaki diğer önemli bir nokta ise; Hanefiler, vacip’in, farz gibi kesin olarak yapılması gerektiği görüşündedirler. Bu sebepledir ki Hanefi mezhebi âlimleri vacip’i çoğu yerde ’ameli farz’ olarak adlandırmışlardır.
Burada konuyu pekiştirme babından, namaz ibadetinin vaciplerinden bazılarını sayalım:
Namazın Vacipleri: İmamın arkasında "Sübhaneke’ den başka bir şey okumamak, farzlar arasında sıraya riayet etmek, Fatiha’yı zammı sureden önce okumak, Ka’de-i ûlâ (ilk oturuş)da oturmak, ka’de-i ûlâda tahiyyat okumak, Ka’de-i ahîre (son oturuş)da ’Tahiyyat’ okumak, ’Selâm’ lafzı ile namazdan çıkmak, vitir namazında ’Kunut’ duasını okumak, Bayram namazını kılarken zait (ilave) olan tekbirleri almak, Surelerin gizli okunacağı yerlerde gizli okumak, açıktan, sesli okunacak yerde sesli okumak, Ta’dîli erkân* üzere kılmak, dört rekât olan farzlarda ilk oturuşta ’Tahiyyat’ okuduktan sonra beklemeden kalkmak…
3. Sünnet:
Sünnet, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in söz, fiil ve ikrarının genel adı olup fıkıh usulünde Kur’an ile birlikte İslâm’ın aslî iki kaynağını ve delilini teşkil eder. Teklîfî hüküm açısından sünnet ise, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in farz ve vacip kapsamı dışında kalan söz ve fiillerinin genel adıdır. Yapıldığında sevap, terkinde ise günah olmayıp ta’zir ve şefaatten mahrum bırakılma vardır.
Sünnet kendi içinde üç kısma ayrılır: Müekked sünnet, gayr-i müekked sünnet, zevâid sünnet.
1- Müekked sünnet: Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in devamlı yaptığı, sırf bağlayıcı ve kesin bir emir olmadığını göstermek için nadiren terk ettiği fiillere müekked sünnet denilir. Bunlar bir bakıma dinî vecîbeler için koruyucu ve tamamlayıcı bir nitelik de taşımakta olup önem yönüyle farz ve vacipten sonra üçüncü sırayı işgal eder.
Meselâ; abdest alırken ağza ve burna su verme, sabah namazının sünneti, ezan, kamet, cemaatle namaz böyledir. Bu nevi sünneti yerine getiren Allah katında hoş karşılanır, övgüye lâyık görülür, sevap kazanır. Terk eden cezaya ve günaha çarptırılmasa da dinen azarlanmayı ve kınanmayı hak eder. Öte yandan farz namazların cemaatle kılınması, ezan gibi dinî şiârlardan olan sünnetin fert planında terki câiz olmakla birlikte toplum olarak terk ve ihmali câiz görülmez.
2- Gayr-i müekked sünnet: Hz. Peygamber’in ibadet ve taat türünden olup bazen yaptığı bazen da terk ettiği fiil ve davranışlara gayr-i müekked sünnet denilir. Nafile ve müstehap, hatta mendup tabirleri de çoğu kez bu anlamda kullanılır. İkindi ve yatsı namazlarının farzlarından önce kılınan dörder rekâtlık namazlar, vâcip kapsamında olmayan infak ve yardım böyledir. Bu tür sünneti yerine getiren sevap ve övgüye lâyık görülür.
Bu iki sünnet (müekked ve gayr-ı müekked) çeşidine "hüdâ sünneti" de denir.
3- Zevâid sünnet: Hz. Peygamber’in, Allah katından bir tebliğ veya Allah’ın dinini açıklama niteliği taşımaksızın insan olması itibariyle yaptığı normal ve beşerî davranışlara ise zevâid sünnet veya âdet sünneti denilir. Hz. Peygamber’in giyim ve kuşam tarzı, yeme ve içme tarzı, kına ile saç ve sakalını boyamış olması böyledir. Bir Müslüman, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bu tür davranışlarını ona olan sevgi ve bağlılığından dolayı yaparsa sevap ve övgüye lâyık olur. Misvak tutunmak, Cemaat ile ve yalnız kılan rükûdan kalktıktan sonra "rabbenâ leke’l-hamd" demek, Rükûda beli ile başı beraber tutmak, Secdede üç kere "sübhâne Rabbiye’l-a’lâ" demek, Kıyamdan secdeye giderken "Allahu ekber" demek, Rükûda üç kere "Sübhâne Rabbiye’l-azîm" demek, İmam ve yalnız kılan rükûdan kalkarken "semiallâhu limen hamideh" demek, Rükûda ellerini dizlerinin üzerine koyup parmaklarını açmak namazın bazı sünnetlerindendir. Yine; sahuru geç yemek, İftarı hurma veya su ile namazdan önce ve acele ile yapmak, Zevalden sonra misvâk kullanmamak, Ramazan ayında cömert olmak, Kur’an’ı çok okumak, her Ramazan’ın son on gününde itikâfa girmek de orucun sünnetlerindendir.
4- Müstehap:
Sözlükte, "sevimli olan, tercih edilen ve güzel bulunan iş" demektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bazen işleyip bazen terk ettiği, âlimlerin ve sâlih kulların öteden beri yapageldikleri ve tavsiye ettikleri fiil ve davranışlara dinî terminolojide müstehap denilir. Müstehaplar ibadetlerin ve beşerî ilişkilerin daha güzel ve verimli olmasını sağlayan âdâb ve ahlâk kuralları niteliğindedir.
Meselâ; sabah namazının ortalık aydınlanıncaya kadar, sıcak mevsimlerde öğle namazının serin vakte kadar geciktirilmesi, akşam namazında acele edilmesi böyledir. Müstehabın terki dinen evlâ ve güzel olanı terk manası taşır. Müstehap çoğu kez mendup, nâfile, tatavvu, âdâb gibi tabirlerle eş anlamlı olarak kullanılır ve yapılması terkinden evlâ olan fiiller arasında en alt sırayı işgal eder. Bundan sonra yapılması ile terk edilmesi eşit olan mubah fiiller gelmektedir.
Sünnet ve müstehap fiiller, farz ve vacip grubundaki dinî görevlerin daha anlamlı ve verimli olmasına yardımcı olan, bir bakıma onları koruyan, onlara maddeten ve ruhen hazırlık niteliği taşıyan yardımcı fiillerdir. Bir yönüyle Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in güzel ahlâkını, tavsiye ve teşviklerini, bir yönüyle de İslâm toplumlarının ibadet hayatıyla ilgili olumlu çizgisini ve tecrübe birikimlerini yansıtır. Müstehap ve sünnetlerin terki, vaciplerde ve farzlarda da tembellik ve ihmale yol açacağından doğru bulunmamıştır. Yine Hanefî mezhebindeki tanıma göre de ’şefaatten mahrum bırakılma’ bir mü’min için zaten büyük bir acı, sonsuz bir azaptır. Nitekim âlimlerimizden bazılarına göre hiç kimsenin şefaatsiz cennete girecek kadar ameli yoktur. Şu halde şefaate muhtaçken sünnetleri bırakanın hâli terazinin (mîzânın) hükmüne göre olacaktır…
En doğrusunu Allah (c.c.) bilir.
*Ta’dîl-i erkân: Namazı belli tertip ve düzene uygun olarak kılmak, namazdaki bedenî hareketlerin ve okumaların hakkını vermek, aralıkları düzgün yapmak demektir.
Efâl-i Mükellefin-islâm Dininde Kulların Âmellerinin Hükümleri - II
Özlenen Rehber Dergisi 109. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.