Yaz tatiline yaklaştığımız şu günlerde, yine bir umre heyecanı sardı kardeşlerimizi. Rabbim bu mukaddes yolculuğa nail olacak kardeşlerimizin ibadetini şimdiden kabul buyurarak Efendimizin (s.a.s.) hayattayken sevgi ve hoşnutlukla ‘kardeşlerim’ diye yâd ettiği salih kimseler arasına ilhak eylesin. Tabi ki, o mukaddes beldeleri görebilme şerefine nail olma çok güzel bir duygudur. Bu duygu atmosferini hemen hemen her kardeşimizde görmek mümkündür. Gönülde duyulan bu heyecanla karışık sevinç ve neşe daha oralara gitmeden başlamaktadır. Ama duyulan tüm bu hissiyat hususunda gözden kaçırmamamız gereken bazı noktalar vardır ki, bunlar da çok önemlidir. Söyleyeceklerime katılmayacak kardeşlerim de olabilir; ancak maksadım mü’minler olarak özeleştirimizi vermek ve Rasûlullah (s.a.s.) Efendimizle kopan bağlarımızın idrakiyle eksikliklerimizi ikmal etmektir. Yoksa yapılan amellerimizi küçümsemek değil.
Diğer ülkeleri bilmiyorum ama son zamanlarda Türkiye’den umreye rağbet edenlerin sayısında dikkate değer artış görülmektedir. Daha önceleri tatillerini sahillerde ve tatil köylerinde değerlendiren magazin dünyasının ünlülerinden alın Türkiye’nin sosyete ve zenginlerine kadar herkesi orda görmek mümkün. Tabiî ki toplumun her kesiminden insanların bu mukaddes beldeleri ziyaretleri çok sevindiricidir. Ancak ziyaret edilen yer bir antik kasaba veya müze olmadığı için ziyaret edenlerinde maddeten olduğu gibi ruhen de bir hazırlık içerisinde olmaları gerekmez mi? Öncelikle bizler, daha oraya gitmezden ‘nereye gidiyoruz ve ne amaçla oralardayız?’ bu gibi soruların cevaplarını gerçek manada verecek ruh haletine sahip olmalıyız. Zira ruhen bir hazırlığı olmayan insan o mübarek beldelere vardığında ilk olarak isteyeceği şey geride bıraktığı ülkesindeki rahat ve konfor olacaktır. Havanın sıcaklığı, otobüslerin konforu, kalacağı otelin soğutucusunun iyi çalışıp çalışmadığı, odasındaki televizyondan kaç kanal izlediği, şayet Türk televizyonlarından gösteren kanal yoksa neden göstermediği, yemeklerin hep kendi arzularına uygun olup olmadığı gibi pek çok önemsiz konular gittiği günden itibaren nefsini ve kalbini sararak meşgul edecektir. Hâlbuki kendimize ‘biz bunun için mi buradayız yani buraya tatil yapmaya mı geldik’ diye bir soru yöneltse gerçekler güneş gibi ortaya çıkacaktır.
Şimdiye kadar olan bu mukaddes yolculuklarda öncelikle Medine’yi ziyaret, daha sonra da Mekke’de umre yapıp ve Kâbe’yi tavaf ederek ibadetlerimizi eda etmiştik. İman beldesi Medine’de daima hatırımızda tutacağımız bir husus vardır ki, ’Kabrimi ziyaret eden şefaatimi hak eder’, ’Beni vefatımdan sonra ziyaret eden sağlığımda ziyaret etmiş gibidir’ buyuran Rasûlullah (s.a.s)’in beldesinde bulunma güzelliğidir. İnsan bu atmosfere manen hazır değilse oradaki rahmetten nasıl istifade edebilecek? Hâlbuki İmam-ı Azam, Efendimizi (s.a.s) ziyarete gittiğinde çadırını Mescid-i Nebevî’nin dış tarafına kurar ve Efendimiz (s.a.s)’den kendisinin manen de davet edileceği zamanı beklerdi. Yine İmam Mâlik, Medine’nin tozu gözüne kaçan bir adam; ‘o tozun gözüne rahatsızlık verdiğini’ söyleyince o adama 30 sopa vurdurtur. Çünkü İmam Mâlik Medine’nin tozu toprağı insana şifadır, berekettir, demekte ve Medine’de bulunduğu dönemlerde ihtiyarlığında bile bineğine binmez. Çünkü ona göre bu yerlerde Allah’ın Rasûlü (s.a.s) ayak basmıştır ve kendisi Medine’de daima yaya olarak dolaşmayı tercih eder. Rasûlullah (s.a.s) sevdalılarının gözünde Medine’nin tozu toprağı bile bu kadar kıymetlidir. Peki, günümüz insanı yani avam seviyesindeki kimselerin durumları nasıl? Mescid-i Nebî’de namazlardan sonra mescidin içerisinde, Türkiye’deki siyasi meselelerden, dünyalık işlerinden, bağlı bulunduğu cemaatin ne kadar mübarek olduğundan kendilerinin dışındakilerin yanlış olduğu gibi gıybet, nemime, bühtan, iftira içeren konuları Efendimizin (s.a.s) huzurunda konuşmaktan hiç hayâ etmeyenlerin oluşturduğu grupları görmek mümkün. Ben çok merak ediyorum; ‘Acaba bu insanlar kimin huzurundalar ve onlar bu denî sözleri müslüman kardeşleri hakkında söylerlerken onları kim dinlemekte?’ Hâlbuki Kur’an, Efendimize saygıyla alâkalı onun huzurunda sesimizi yükseltmekten bile men etmişken acaba bu çeşit konuşmalardan Rasûlullah (s.a.s)’ı ne kadar incittiklerinin farkındalar mı?
Mekke’de de durum bu anlatılanlardan farklı değil, nasıl mı? Birkaç örnekle izah edelim. Kâbe Müslümanlar için en kutsal mekândır. Yapılan bir iyiliğin sevap hanesinde en az yüz bin olarak kıymet bulduğu bir yerdir. Orası rahmetin merkezi olması hasebiyle Kâbe’ye bakmak bile gözün nurunu artırır. Sürekli rahmetin indiği bir mekâna saygı hususunda hangi konumdayız? Hz. Aişe annemizin azadlısı ve İmam-ı Azam’ın hocalarından olan Mesrûk Kâbe’de kaldığı zamanlarda şayet uykusu gelmişse ayaklarını uzatıp da yatmak yerine oraya saygısından secdeye kapanır o şekilde dinlendiği anlatılır. Günümüz insanından zaten böyle bir hal bekleyen yok ama en azından Kâbe’yi tavaf ederken bari şehrin caddelerinde dolaşıyor gibi veya parkta gezinti yapıyor gibi bir ruh haletinde olmasınlar yeter. Çünkü orası eline zemzem alıp diğer eliyle de eşinin elinden veya belinden tutarak aheste aheste yürüme parkuru değildir. Orada kılınan iki rekât namaz ve yapılan iyilikler nasıl ki çok daha fazla misliyle değer buluyorsa oranın saygınlığını yok eden ahlâklarda insanı o derece günahkâr yapar ve sevap işliyoruz diye günah kazanıp da memlekete dönülür.
Bu mukaddes beldelerin çarşı ve pazaryerleri de rengârenk vitrinleriyle insanın nefsini okşayan ayrı güzelliklerle süslenmiştir. Bizler, çok kısa bir zaman diliminde orada bulunacağız ve buna göre zamanlarımızı alışveriş yerine Kur’an okuyarak, ibadetle, tefekkürle, salâvatla ve zikirle doldurmalıyız. Şayet nefsanî ahlâklarımızın fısıltılarına engel olamıyorsak bizleri, o mukaddes beldelere beraberinde götürme nezaketinde bulunan büyüklerimizi örnek alalım. Bu bize yeterli olacaktır. Çünkü onlar, bir anını bile boş geçirmemekte, oralara saygının nasıl olacağını canlı bir şekilde bizlere göstermektedir. Aksi halde kendi keyfimize göre yapacağımız ziyaret, ibadet, alışveriş ve gezip dolaşma Efendimizi de sıkıntıya sokacaktır.
Aklımıza şöyle bir fikir gelebilir; ‘benim param var ve o miktarı yatırdığım için de gitme hakkına sahip oldum.’ Gönülde böyle bir inanışın var olması zaten gitmeden kaybettiğinin bir alâmetidir. Kendi karanlık dünyalarımızla Rasûlullah (s.a.s) sevdalısı kimselerin gönül dünyalarına da rahatsızlık vermeyelim. Çünkü onların orada bulunma gayeleri Allah’ın rızasını kazanma ve Rasûlullah (s.a.s.)’a vefa ve teslimiyetlerini ifade içindir. Ya senin bulunma gayen...
Kulluk ve Şükür..umre Sadece Turistik Bir Gezi Midir?
Özlenen Rehber Dergisi 51. Sayı
s.a. Hocamızın bu aylarda ve bu zamanda yani umre mevsiminin yüksek düzeyde olduğu zamanda bu yazının eftaliyetli kadar bir güzellik olamaz. Bu manada yazıda geçen biz bunun için mi burdayız, bu şablonu her tarafa koyabiliriz. Gerçekleri görme adına. selam ve dua ile.