?Sevgiye Dâir?
Bir yolculuktu; ama ne kutlu bir yolculuk? Gidiyorduk Allah’ın lütfü ile? Âlemlere rahmet Efendimiz (s.a.v)’e gidiyorduk. Ğanî olan Rabbim, bizlere de bu nimeti bahşediyordu; ama bir korku, bir ürperti vardı içimizde. Çünkü gideceğimiz yer Medine idi. Sevgili’nin yurduydu. Allah’ın Rasûlü’ne gidiyorduk. Nasıl çıkardık bu kadar günah ile O’nun huzuruna. Bu kara yüz ile Ravza’sında nasıl selâm verirdik Allah’ın selâm verdiği Nebi’ye?
Korkuyorduk; Rasûlullah bizim selâmımızı ya almazsa, ya bize itibar etmezse, ya bize ’ümmetim? nazarı ile bakmazsa? Nasıl derdim ’Yâ Rasûlallah, ben geldim, ümmetin geldi!? diye? Ama lütufkâr Rabbim bu perişan hallerimize ve nice günahlarımıza rağmen Rasûlü’nü ziyaret nimetine kavuşturuyordu?
Dudaklarımızda uçuklar çıkmıştı, sanki günahlarımızın yüzümüze vuruluşu idi, ama her şeye rağmen gidiyorduk. Çünkü O’nun kapısından başka nereye gidebilirdik ki?
Korkumuz vardı, ama ya sevincimiz? Ne kadar günah dolu olsa da şu kalbimiz, Rasûl’ü özlüyordu. O’na daha yakın olmak arzusundaydı. Ne kadar hamd etsek azdı Âlemlerin Rabbi’ne? Ve varmıştık, ayaklarımız Nebi’nin bastığı topraklara basıyordu. Başlarımız kurban O’nun bastığı yerlere?
İlk durağımız otel olmuştu. Rasûlullah’a çok yakındık; ama daha da yakın olmak istiyorduk... Gece inmiştik Medine’ye. ’Mescid-i Nebevî kapalıdır; yatın uyuyun, dinlenin de öyle gidersiniz!? deniyordu; ama Rasûlullah’a daha yakın olma imkânı varken yapamazdık, gözlerimize uyku girmezdi ve çıktık Ravza’ya doğru? En azından içeri giremesek de Yeşil Ravza’sını görelim, Efendimiz’in şefkat dolu kollarına kendimizi bırakıverelim, kademinden öpelim, O’na daha yakın olalım diyorduk.
Ve o an idi. Yeşil Ravza, Habibullah’ın Ravzası gözlerimize göründü. Yaklaştık, yaklaştık? En yakın olabildiğimiz yere kadar geldik? Allah’a hamd ettik; ancak içimizde bir burukluk oluştu. Evet, bedenlerimiz yakındı, ama bunca yıldır O’nun güzel ahlâkı dışında geçirdiğimiz vakitlerin, masiyetlerimizin gözümüzün önüne gelmesi yok mu!? Âh o samimiyetten, aşkullâhtan, hubb-u Rasûlullah’tan uzak gönüllerimiz, âh... Nasıl yakın olsun ki gönlümüz, günahla geçen yıllar ve Rasûlullah’ın emirlerine itaatsizlikle dolu bir yaşayış ile gelmiştik huzura. Sevmiyor muyduk yoksa Allah’ın Habîbi’ni!..
Hani Efendimiz (s.a.v) Hz. Ömer’e diyordu ya; ’Yâ Ömer! Beni canından da çok sevmedikçe iman etmiş olmazsın!?
Biz çok kolay söyler olduk; ’Yâ Rasûlallah! Seni canımızdan, malımızdan, evladımızdan daha çok seviyoruz!? diye; ama O’nun sünnetlerine ittiba edemedik canlarımızı verircesine. Malımızdan geçemedik, canımızı veririz dediğimiz Rasûl-i Kibriyâ için?
Bu helak olunacak hâl ile gelmiştik Rasûlullah’ın huzuruna. Gönlümden aşkla şevkle söylemek geliyordu; ’Yâ Rasûlallah! Seni canımdan da çok seviyorum?? diye; ama utanıyordum. Madem beni o kadar çok seviyorsun bu günahlar ne? Benim ahlâkımdan uzak şu yaşantın ne? Allah için değerlendirilmemiş şu zamanların nedir? diye sorarsa Efendimiz, ne derdim?!
O’nun örnek ahlâkına ahlâkını benzetmeyecek, emirlerini yerine getirmeyecek ve daima yasaklarla iştigal edecek? Böyle bir sevgi, sadece sözde kalmış olurdu.
Ancak bütün bu mahzun halet-i ruhîyeye rağmen Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in huzurunda olmak çok güzeldi. Nedamet halinin doruklaştığı o mübarek mekânda yeni bir başlangıca niyet etmek, yeniden ümmet olma şuuruyla irkilmek, ’Af yâ Rabb, bizleri huzuruna cem eylediğin Habîbin hürmetine!? diye gönülden niyaz etmek, kadem-i şerifte gerçekten unutulmaz ve lezzetine doyulmaz anlardı. Efendimiz (s.a.v), iki-üç metre ilerdeydi... O Allah’ın Habibi’ydi, Kâinatın Efendisi’ydi, salât ve selâm O’na ve sevdiklerinin üzerine olsun! Her ne kadar da gönlümüz, bedenimizin yakınlığına ayak uyduramasa da O’nun huzurunda olmak, bu dünyada ancak cennet nimeti olarak tarif edilebilirdi.
Huzur-u Rasûlullah’a her gidişimizde, O’nun mübarek müjdeleri aklımıza geliyordu sık sık. ’Ben şefaat edeceğim!? diyordu büyük günah işleyen ümmetine ve yine ’Beni ziyaret edene şefaatim vacip olur.? buyuruyordu ve umutla, sevinçle ziyaret ediyorduk Âlemlerin Efendisi’ni? O şefaat ederse, biliyorduk ki affedecektir Rabbimiz?
’Allah’ım, uzak eyle bizden, sadece sözde kalan Peygamber sevgisini ve sevgilerimizi hakikat kıl, Peygamberimiz’i sevmeyi kendisinden öğrendiğimiz büyüklerimiz hatırına! Rasûlü’nün sünnetine uyan amellerimizle, sözümüzü kuvvetlendir!? duası dilimizden düşmüyor ve her geçen gün teneffüs ettiğimiz o Kutlu Nebî’nin Münevver Medine’de dalgalanan nefesi ruhlarımızı tezkiye ediyor ve artık bizden gitgide uzaklaşan dünya ve içindekilere dair sevgi ve sâir varlıkların yerine; yüreğimizde tatlı, sükûn dolu, buram buram Peygamber aşkı doluyordu; ancak gidiş gününün gelip çatması daha huzurdan ayrılmadan sevgilerimizi hasrete tebdil etmişti bile?
Varoluş Nedenimize Bir Yolculuk
Özlenen Rehber Dergisi 49. Sayı
MEVLAYA HAMD OLSUN Kİ BÖLE GÜZELLİKLERİ BİZLERE AÇMIŞ.KIYMET BİLENLERDEN EYLESİN İNŞ.DOĞRU YOLDAN AYIRMASIN MEVLAM.NE GÜZEL VE NE KADAR İÇTEN YAZILMIŞ BİR YAZI İDİKİ OKURKEN KENDİMDEN UTANDIM.BU KADAR GÜZELLİK VARKEN BU KADAR AÇIK İKEN BU GÜZELLİKLER BU GAFLET NE DİYE..GÜZEL ALLAHIMIZ BİZİM AYAKLARIMIZI SABİT KIL.SANA LAYIK KUL RASULLAH EFENDİMİZE S.A.V LAYIK ÜMMET EYLE...MUHABBETLE..CANIM KARDEŞİM TEKRARDAN YÜREĞİNE SAĞLIK..
bu yazıyı okuyunca bir an gecmişim gözümün önüne geldi acaba bizler onun kac sünnetine uyduk hayatımızın ne kadarı onun örnek yaşantısıyla uyum sağlıyor ona layık olmuşmuyuz kalbımız onun aşkıyla hasretıyle yanarken bizler onun şefaatıne layık bir yaşam sunuyormuyuz cevabını alamadıgım bunca sorular karşısında acizliğimi gördum ALLAH ım (c.c) bizlerı aff et ya ResulAllah (a.s) bizlere şefaat et senin özleminle sevdanla yanan bu ümmetını de kabul eyle ALLAH razı olsun cok içten yazılmış bir yazı okuyunca cok etkılendim elinize yüreginize saglık selam ve dualarımla