Özlenen Rehber Dergisi

33.Sayı

Varis-i Nebi Nin Ehl-i Beyt Sevgisi

Mustafa ULUM Özlenen Rehber Dergisi 33. Sayı
Yüce Rabbimiz kullarını kendi Zât’ına yakın kılmak için bazı vesileler halk etmiştir. Bu vesilelerin en mühimlerinden birisi de ’Ehl-i Beyt-i Rasûl? sevgisidir.
Ehl-i Beyt kavramının sözlük anlamı, ’ev halkı?dır. Istılah olarak ise Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’in ailesine denilir.
Dar anlamda Ehl-i Beyt kadrosuna Hazret-i Peygamber (s.a.v) ile birlikte Hazreti Fatıma, Hazreti Ali, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin (r.anhüm) dâhil edilmektedir. Bunun sebebi, Hazreti Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’den nakledilen şu hadis-i şeriftir:
Rasûl-i Ekrem (s.a.v), torunları Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’i abasının içine almıştı. Bu sırada Hazreti Fatıma ve Hazreti Ali de arkalarında bulunuyorlardı. Rasûlullah (s.a.v) onları kasd ederek; ’İşte benim ehl-i beytim.? buyurdular.(1)
Geniş anlamda ise Efendimiz (s.a.v.)’in iman ehli olan akrabaları, soyundan gelenler ve tüm muttakilerdir.
Cenâb-ı Hak (c.c.) Kur’ân’da ’Ehl-i Beyt?i meth etmiş ve ’Ey Peygamber ailesi! Allah (c.c.) günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.?(2) buyurarak onlardan her türlü ricsi giderip günahlardan tertemiz kılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.): ’Allah’a yemin olsun! Ehl-i Beyt’imi Allah için ve bana olan akrabalıkları için sevmeyen kimsenin kalbine iman girmez.?(3) buyurmuşlardır. Yine İbni Abbas (r.a.)’dan rivayetle Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz: ’Nimetleriyle sizi beslediği için Allah’ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beyt’imi de benim sevgim için sevin.? buyurmuşlardır.(4) Bu hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz hayatının devamını sağlayan gıdamızı Allah’ın verdiğini hatırlatarak ihtiyaçlarımızı gören Rabbimizi sevmenin tabiî ve fıtrî bir şey olduğunu bildiriyor.
Allah’ı (c.c.) sevdik mi, Peygamberimiz (s.a.v.)’i de seveceğiz. Çünkü O, Habibullah’tır (Allah’ın sevgilisidir). Dostun dostu da sevilir. Ayrıca Kur’ân’da Allah’ı sevenlere, Rasûlullah’a ittiba ve onu sevmek emredilmiştir. Rasûlullah’ı (a.s.) sevince, O’nun sevdikleri ve sevilmesini emrettikleri de sevilecektir ki; Ehl-i Beyt, Mevlâ Teâlâ ve Habîb-i Zîşân’dan sonra sevmemiz gerekenlerin başında gelir.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin Ehl-i Beyt’e ilgisi sadece akrabalık bağının bir sonucu değildir. Bu aynı zamanda risalet vazifesinin de bir icabıdır. Zira kendisinden sonra kıyamete dek ümmetine; ilim, maneviyat, cihat gibi cemiyetlerin dinamiği olan, milletlerin ayakta kalmasını sağlayan ve devamları için şart olan dini hususlarda onların daima önde olacaklarını hadislerinde müjdelemiştir. Öyle ki, onların sevilmesi ve sayılmasının ümmetî birliğe, toplumsal felaha ulaşmada temel teşkil edeceğini haber vermiş ve ’Ehl-i Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir. Ona binen (tutunan tufandan, fitnelerden) korunur. Ayrı düşen helak olur?(5) buyurmuştur.
Büyük Âlim İmam-ı Şafiî (rh.a.), Ehl-i Beyt’e olan sevgisini şöyle ifade etmiştir: ’Ey Ehl-i Beyt! Size olan sevgim, Rabbime yakınlık vesilemdir. Onlar yüzü hürmetine kıyamet gününde sahifemin sağ tarafımdan verilmesini umarım. Ey Rasûlullah’ın Ehl-i Beyti! Sizi sevmek Allah’ın inzal buyurduğu Kur’an’da bize farz kılınmıştır. Size şu büyük şeref yeter ki; size salâvat getirmeyen kimse namaz kılamaz.?
Ehl-i Beyt’e duyulan sevgi insanı Rasûlullah’a, Allah Rasûl’üne sevgi de insanı Cenâb-ı Hakk’ın rıza ve sevgisine kavuşturur. Hem Ehl-i Beyt soyundan olup, yukarıda bahsettiğimiz vasıflara da haiz Ehl-i Beyt âşıklarından biri de, Mübarek Üstadımız Abdullah Faruki el-Müceddidi Hazretleridir.
Üstad’ımız (rh.a.), Ehl-i Beyt sevgisinin, her Müslüman’ın kalbinde bulunması farz olan bir sevgi olduğunu, fakat böyle olmasına rağmen Ehl-i Beyt’in, Müslümanlar tarafından yeterince tanınmadığını, sevilmediğini ve İslâm âlimlerine verilen değer kadar dahi değer verilmediğini anlatarak, yazdığı eserlerinde ve sohbetlerinde bu hususta büyük yanılgıya düşüldüğünü her fırsatta dile getirirdi. Bir ölçü olması sadedinde sohbetlerinde, İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin Mektubat’ adlı eserinin 349. mektubunda yer alan ’Ehl-i Beyt’e muhabbetin olmayışı hariciliktir. Ashab-ı Kiram’dan yüz çevirmek rafizîliktir. Bütün ashaba saygılı olmak ve Ehl-i Beyt’i sevmek ise Ehl-i Sünnet olmaktır.? sözünü sık sık okurlardı.
Kamil bir insan yetiştirebilme yolunda tasavvufun takip ettiği belli başlı metotlarından birisi de ’fenâ makamlarını kat etme? yoludur. Sâlik bu yolla öncelikle rıza-yı ilâhîden uzak sevgileri, arzuları terk etmeyi öğrenir, kalbinde hevâî ve nefsânî sevgiler azalarak gider; yerine kendisini sülûkünün nihayetinde rızaya, hakiki sevgiye taşıyan ilâhî bir sevgi gelir. Bu mertebelerinden ilki ihvanda fenâ olmak, ihvan kardeşlerini hatta tüm Müslümanları kendi nefsine tercih edebilmek makamıdır. İkincisi ise mürşid-i kâmilin sevgisine kavuşabilmektir ki, mürşit sevgisi insanı, varisi bulunduğu Peygamberimizin mübarek sevgilerine taşır.
Abdullah Farukî Hazretleri zahirde Ârifibillah Alâaddin Fersâfî (k.s.) Hazretlerinin nezaretinde yetişse de tasavvufta veysîlik olarak tabir edilen hususî bir nimete kavuşmuş ve manen rical-i gayb, Hz. Abdulkadir Geylânî, On İki İmamların irşatlarından istifade etmiş, Ehl-i Beyt’in babası Hz. Ali (k.v.) Efendimizde ise ’Fenâf’i-Şeyh? makâmına ermiştir. Mübarek Üstadımızın Hz. Ali (k.v.)’de fena olması elbette, daha evvelden ona duydukları büyük bir sevginin de bir eseri olmakla beraber bu fenâ makamına ulaşmaları tüm Ehl-i Beyt’in sevgilerini kendisine açmış ve onlar tarafından da sevilmiştir.
Makalemizin başında değindiğimiz üzere Ehl-i Beyt’in sevgisi insanı Rasûlullah’a, Aleyhisselâtü ve’s-Selâm’ın sevgisi de Cenâb-ı Zü’l-Celâl’in sevgisine taşımaktadır. İnsanı hakiki kul yapmakta ve Allah’ın kullarını irşada memur eden kapıları aralamaktadır. İşte Üstad’ımızın yüksek Ehl-i Beyt sevgisi onu ’fenâfi’r-Rasûl?e, bu sevgi de onu ’fenâfillah ve bekâbillah? makamlarına iletmiştir.
Onun, gerek dualarında, gerek sohbetlerinde ve gerekse gözyaşlarında Ehl-i Beyt’e beslediği özel sevgisine şahit olan kimi insanlar, ’Abdullah Faruki Hazretleri Ehl-i Beyt’ten başka kimseyi sevmiyor? zannederlerdi. Ziyaretinde bulunan kimi alevi bilim adamları, ’Efendim, sizi görünce kendimizden utandık. Sevginize şahit olunca, Ehl-i Beyt’i gerektiğinden çok çok az sevdiğimizi gördük. Bizler gerçekten sadece sevgi iddiasında bulunuyormuşuz, keşke sizi tüm alevi kardeşlerimiz tanısalardı.? itirafında bulunmuşlardır. Ama onun sevgisi ölçüsüz bir sevgi değildir. İslâm’ın ahkâmıyla bütünleşmiş, Allah ve Rasûl’ünün işaret ettikleri yönde şer-i şerifle bütünleşmiş bir sevgidir. O (rh.a.), Ehl-i Beyt’i asla ne Rasûlullah’tan ne de Ashâb-ı Kiram’ın sevgisinden ayırmıştır. Onları bir bütün kabul etmiş ve itaatsiz bir sevgiyi boş saymıştır. Medine-i Münevvere’de bulundukları bir hac vaktinde, galat-ı şiadan bir gurubu Rasûlulah (a.s.)’a sırtlarını dönmüş bir vaziyette Cennetü’l-Baki’de Ehl-i Beyt’in makamlarına yönelerek dua edip ağladıklarını görünce ’Şu insanların itikatları düzgün olsa, vallahi bu sevgileriyle cennette kimseye yer bırakmazlar.? vecizesini ifade buyurmuşlardır. Az sözle çok manaları anlatma vasfına haiz olan Hocaefendi (k.s.), bu nükteleriyle hem Rasûlullah olmaksızın, itikadî bozukluklarla bir sevginin makbul olmayacağını ifade etmiş hem de ehl-i sünnet üzere itikat ve amale sahip olan bir kimsenin Ehl-i Beyt’e duyacağı sevginin cennete kendisine çok âli dereceler kazandıracağını işaret etmiştir. Zira kişi cennette sevdiğiyle beraberdir ki cennette Ehl-i Beyt’in makamı Rasûlullah’ın yanıdır. Hz. Fatıma annemiz cennet kadınlarının seyyidesi, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de cennet gençlerinin efendileridir. Onlar Rasûlullah’ın (a.s.) cennet gülleridir.
Hocaefendi’nin (k.s.), Ehl-i Beyt’in anası Hz. Fatıma’ya özel bir sevgileri vardı. Onu anınca ’Yâ Ümmî... Yâ Ümmî.../ Ey anacığım..Ey anacığım? diye göz yaşı dökerlerdi. Daha önceleri birçok defa rüyasında, yüzü peçe ile kapalı olduğu halde gördüğü annemizi bir rüyasında gerçek nur çehresiyle müşahede ettiğini anlatmışlardı da saatlerce ağlamışlardı. Zira Hocaefendi (rh.a.) ’Fatıma benden bir parçadır, onu üzen beni üzer; onu sevindiren beni sevindirir? hadis-i şeriflerinde zikredilen ’bid’a yani parça? ibaresini sadece bedenden bir parça olarak değerlendirmiyor, onu Rasûlullah (s.a.v.)’in her yönünü yansıtan bir cennet seyyidesi olarak kabul ediyordu ki hayâ ve edeb incisi olan Fatımatü’z-Zehra annemiz hayatında ailesinden olmayanlara karşı daima tesettürüne dikkat etmiş, yüzünü dahi yabancılara göstermemiştir. İşte bu incelik hasebiyle rüyasında kendisine asıl şekliyle görünmesini Hocaefendi, kendisi için bir yakınlık alameti addetmiştir. Zira annemiz ancak evladı saydığı bir kimseye cemalini gizlemeyecektir.
Mübarek Efendimizin Ehl-i Beyt’e duyduğu sevgiyi anlatmakla bitiremeyiz gerçekten. Ancak bu hususta, takatler üstü bir sevginin eseri olabilecek çok dikkat çekici bir ibret tablosu ise şöyledir: Üstad’ımızın ahir ömründe talebelerine anlattığı, lakin otuz yıldır sinelerinde sakladıkları bir sırrıdır. Bir sohbetlerinde buyurdular ki:
’Evlatlarım! Hz. Hüseyin (r.a.) Efendimiz Kerbela faciasında günlerce ehliyle birlikte susuz bırakıldığını, aile efradının şehit edildikten sonra da savaşarak ulaştığı Fırat nehrinin sularından da kana kana bir yudum su bile içmesine fırsat verilmeden şehit edildiğini yıllar önce okuyunca, üzüntümden onların sıkıntısını bir nebze olsun hissetmek gayesiyle otuz yıl boyunca kana kana hiç su içmedim. Fakat sünnet olduğu için zemzem istisnadır.? Hakikaten de bu hâli kendisine yıllarca hizmet etmiş kardeşlerimizce fark edilse de, hikmeti kendileri ifade edinceye kadar bilinememiştir.
Efendi Hazretleri Ehl-i Beyt sevgisine o kadar aşina olmuştur ki, mânada kendilerine, bizzat Rasûlullah (s.a.v) tarafından talim buyrulan, içerisinde Allah Rasûl’ünün ebeveyninin, Ehl-i Beyt’inin ve tüm yakınlarının da hususi olarak zikredildiği bir salâvat-ı şerifesi mevcuttur. Bu salâvat-ı şerife şöyledir:
Elhamdülillahi Rabbi’l-Âlemin, ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Seyyidina Muhammedin ve alâ âli Seyyidina Muhammedin ve eshabihi ve ezvacihi ve evlâdihi ve etbaihi ve ehl-i beytihi ve ümmehatihi ve ebihi biadedi külli şeyin fi’d-dünya ve’l-âhireti ve kezalik. Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-Âlemin.
Onun Ehl-i Beyt sevgisinin tezahürlerinden bir diğeri de bu konuda yazmış oldukları ’Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar? adlı güzide eseridir. Ehl-i Beyt’in örnek hayatından tablolar sunarak, sahasında en geniş ve en kapsamlı, güvenilir kaynaklardan sayılabilecek çok kıymetli bir eserdir. Eserin içeriğinde Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in yanı sıra Ehl-i Beyt soyundan gelen On İki İmamların hayatları çok geniş bir şekilde anlatılmaktadır. Ehl-i Beyt sevgisinin bir Müslüman’da nasıl olması gerektiği ve Ehl-i Beyt’in Ehl-i Sünnet anlayışı üzere ifrat ve tefritten uzak bir şekilde nasıl anlaşılması gerektiği hususunda yazmış olduğu bu eser her Müslüman’ın mutlaka okuması gereken bir kitap olup, ilim erbâbı kimselerce de takdire şayan görülmüş nadide eserlerindendir. Rahmetli büyüğümüz, yazdığı bu eserle sahasında büyük bir boşluğu doldurmuştur.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz veda hutbesinde: ’Sizlere iki şey bırakıyorum onlara uyduğunuz zaman asla sapıtmazsınız. Bunların birincisi Kur’an, ikincisi ehl-i beytimdir.? buyurmuşlardır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz vefatından önce Ehl-i Beyt sevgisini ümmetine emanet ettiği gibi; hayatı boyunca Ehl-i Beyt sevgisini gönlünde buram buram yaşamış ve talebelerine de bu sevdayı yaşatmaya çalışmış olan Mübarek Efendimizin (k.s.) de, vefatından önce bizlere vasiyet ettiği yolumuzla ilgili üç ana esasın birisini Ehl-i Beyt sevgisi oluşturmuştur. Buyurdular ki:
’Ey Salik! Bilesin ki bizim yolumuz üç esasa bağlıdır.
Birinci esas: Tevhid akidesinin hâkimiyetidir.
İkinci esas: Sünnet-i Seniyyenin yaşanmasıdır.
Üçüncü esas ise Ehl-i Beyt sevgisini yaşamaktır.?
Zeyd b. Sabit (r.a.)’den rivayetle Peygamber Efendimiz (s.a.v): ’Bu iki şey (Ehl-i Beyt ve Kur’an), kıyamet günü Kevser Havuzu’nun başında toplanıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır.?(6) buyurmuşlardır. Bazı âlimler bu hadis-i şerife istinaden kıyamete kadar dünyanın her tarafında, Kur’an’la amel etmeyi kesmeyecek Ehl-i Beyt’e mensup Allah dostlarının bulunacağına hükmetmişlerdir. Bu Allah dostları, arz ehline bir garanti teşkil etmişledir. Onların tamamen tükenmesi arz ehlinin sonu demektir.
Osmanlı Âlimlerinden Molla Cami Hz.’leri: ’Nefahatü’l-Üns? adlı eserinde ’Allah... Allah... Diyenler var olduğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır.? hadis-i şerifini te’vil ederken şöyle demiştir: ’Allah... Allah... Diyenlerden maksat, yeryüzünde yaşayan ve Ehl-i Beyt’ten olan Allah dostlarıdır. Onlar yeryüzünde yaşadığı müddetçe kıyamet kopmayacaktır. Ne zaman ki onlardan kimse yeryüzünde kalmazsa o zaman kıyamet kopacaktır.?
Baba tarafıyla Hz. Ömer (r.a.), anne cihetiyle de Hz. Ali’nin (k.v.) neslinden olan Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretlerinin; ilim, irfan, takva ve aşk nimetlerinden hisseyâb olabilmeyi ve O’nun bıraktığı düsturlara sımsıkı sarılmayı Rabbim cümlemize nasip etsin...

Kaynakça:
1. Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.), ’Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar?, Mukaddime.
2. el-Ahzab, 33/33.
3. İmam Suyûtî, ’İhyâü’l-Meyyit bi Fedâil’ü âlel Beyt? H.No: 4, Kahire; Ayrıca İmam Ahmed, Tirmizî, Nesâî, Hâkim, Heysemî sahih isnatla rivayet etmiştir.
4. Tirmizî, Menakıb, 3792.
5. Hâkim, Müstedrek; İmam-ı Suyûtî, Camiu’s-Sağir’de İbn-i Abbas’tan.
6. İmam-ı Suyuti, Cemu’l-Cevâmi; İ. Canan, K.Sitte, c.12, s.420.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.