Özlenen Rehber Dergisi

28.Sayı

İnkârcının Psikolojisi

Döndü ERDAL Özlenen Rehber Dergisi 28. Sayı
Lügatte, bir şeyi örtmek, gizlemek demek olan küfür; îmanın karşıtıdır, yani inançsızlık demektir. Küfür, kalpte başlayıp gerçekleşen bir olgudur. İnkâr ise, îmansızlığın ötesinde daha katı, yoğun ve karşı tavır alan bir tutumdur.

Kur’ân-ı Kerim’de inanmayan insan tipiyle birinci derecede kâfirler kastedilmektedir. Îman edilmesi gereken hususlardan birini veya hepsini inkâr edip yalanlayan ve bunu dil ile söyleyen kimse kâfirdir. Manevî yönünü görmezlikten gelerek kalbini îman ile bezemeyen insanlar, Allah katında manevî değerden mahrumdur. Bunlar, bazı geçici prensiplerle dünya hayatlarını düzene koyabilirler; fakat onların ahiretten bir nasipleri yoktur. İnanmadan yapılan hareketler değersizdir ve ahlâkî değildir. Bu tip inançsızlık, dinin insana yönelttiği emir ve isteklere bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır. Toplumsal bir kurum olan din, bir inançlar ve ibadetler sistemi olduğuna göre, böyle bir sistemin inkârını ifade eden davranışlara dinsizlik ’irreligion’ denir. Kâfir, davranışlarında hiçbir minnettarlık ifadesi taşımayan ve hatta yaratıcısına karşı isyankâr davranan kişidir. İnsanın Yaratıcıyı reddi olarak küfür; en tipik biçimde küstah, hoyrat olup, çeşitli eylem ve davranışlarla da kendisini belli eder.

İnanmayan kimselerin davranışlarında istikrar yoktur. Ne zaman, nerede, nasıl davranacaklarını tahmin etmek adeta imkansızdır. Çünkü davranışlarını kontrol eden bir inanç mekanizmasından mahrumdurlar. Bunun için dilimizde, ’Kork Allah’tan korkmayandan.’ deyimi meşhurdur. Kalpte inançsızlık olunca kişiyi şüphe, tereddüt ve davranışlarını da dengesizlik istila etmektedir. Dolayısıyla küfür, sadece kalpteki inançsızlıktan ibaret değildir; onun, insanın tutum ve davranışlarına akseden ciddi boyutları mevcuttur.

İnanmayanlar küfürleri sebebiyle olduğu gibi, davranışları sebebiyle de sorumluluk taşımaktadırlar. Çünkü, cezanın ve mükâfatın sebebi, aynı zamanda inançlarla beraber insanın fiilleridir. Dolayısıyla, kâfirin bâtıl inancı kadar sözleri ve faaliyetlerinin boyutları da önemlidir.

İnkârcıların en önemli özelliklerinden biri olan umursamama ve aklını kullanmama, psikolojik bakıdan en zehirli, en öldürücü ortamı yaratır. Hiçbir şeye değer vermeyen tavır ve tutum, insanî değerleri de ortadan kaldırmaya yeterlidir. Onların bu duyarsız tutumunu Rabbimiz: ’Andolsun ki, cinden ve insten çoklarını cehennem için yarattık, onların kalpleri vardır ki onlar ile anlayamazlar ve onların gözleri vardır ki onlar ile göremezler ve onların kulakları vardır ki onlar ile işitemezler. Onlar hayvanlar gibidirler, belki onlar daha sapıktırlar. İşte gâfil olanlar onlardır.’(el-Âraf, 7/179.), ’Ve kâfirlerin misali, o hayvanların misali gibidir ki çağırmadan, bağırmadan başka bir şey işitmeksizin haykırır durur; Onlar sağır, dilsiz ve kördürler, onun için düşünmezler.’ âyetleriyle haber vermektedir.(el-Bakara, 2/171.)

Kur’an’ı dinlemeye tahammülsüzlük, inanmayanların önemli vasıflarındandır. Bu tahammülsüzlük, fizikî kulaklarla dinlemeye karşı olduğu gibi hükümlerinin kabul ve tatbiki noktasında da olabilir. Bunlar vahye kulak tıkayan kişilerdir. Başkalarının dinî hükümlerle kucaklaşıp barışık olmaları dahi onları, rahatsız eder. Bu noktada fizikî, fikrî ve fiilî engeller koymaya çalışırlar. Çünkü inanmayanlar, Hak’tan hoşlanmazlar. Hakk’ı kabullenmeme ve taassup, akan bir sel gibi iradeyi alıp götürür, insanın Hakk’ı görüp kabullenmesini engeller. Eğer onlara faydalı olunamayacaksa; ’Rabb’inden sana vahyolunana uy. O’ndan başka ilâh yoktur. Müşriklerden yüz çevir.’(el-En’âm, 6/106.) âyetine göre hareket etmek gerekir.

Bilhassa günümüzde çok dikkat edilmesi gereken ve tehlikeli bir durum olan helâli haram, haramı helâl kabul etme küfür sebebidir. Çünkü bu husus, Allah’a ve O’nun Rasûl’üne ait bir tasarruftur. Dinî hükümleri iptal etmeye çalışmak, dini hafife almak da küfür tehlikesini doğurur. Allah bu hususta, ’Gayur’dur. Yani bu nevî insanlardan razı değildir.

İnkâr eden, şirk koşan ve delilsiz iş yapanlar korkak olurlar (el-Münafikûn, 63/4.) Her bir beyan ve yaklaşımın, onların foyalarını çıkaracağından çekinirler. Nitekim bir ayette: ’Allah’tan başka varlıklara -O’nun hiç zaman yetki tanımadığı şeylere- ilâhlık yakıştırdıklarından dolayı, hakîkati inkâr edenlerin kalbine korku salacağız.’ denilmektedir. (Âl-i İmrân, 3/151)

Allah’a karşı hesabını verebilecek olan kimsenin, diğer insanlara veremeyeceği bir hesabı olmaz. İnkâr ve ilâhi bir güce bağlı olmamanın meydana getireceği başı boşluk, endişe ve kaygılar, insanın zihin gücünü olumsuz yönde etkileyerek, davranışların dengesizleşmesine sebep olur. Endişe, tereddüt ve kaygılar insanın bütün performansını etkilediği gibi beyin gücünü kullanmasını da engeller.

İnkâr eden insanlar, Allah’ın nice delillerini görmezlikten gelerek dünya hayatında akıllarını kullanmamaktadırlar. Bu hallerinden dolayı inanmadıkları için; öteki dünyada cennet, ilâhî rıza ve ödülün dışında kalacaklardır. Dünyada yaptıkları bazı iyilik kabilinden şeylerin karşılığını istediklerinde de: ’İnkâr edenler ateşe arz olunacakları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz, bu gün ise yer yüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap göreceksiniz!’ (el-Ahkâf, 46/20.) şeklinde onlara cevap verilecektir. İşte gerçek iflas tablosu budur.

İnkâr edenler; Allah’ın belirlediği ölçülerde dahi, inkârlarını meşrulaştırma gayreti içinde, bazı şeylerde eksiklik bulmaya çalışırlar ve: ’Şöyle olmalı değil miydi? Böyle olmalı değil miydi.’ diye sık sık itiraz ve tenkitte bulunma yollarına giderler. Bu tenkitleri helâli haram, haramı helâl kabul etmeye kadar gidebilir. ’Üzümün kendisi helâl, niçin suyu haram olsun? Gibi geçersiz benzetmeler ileri sürerek mantık oyunu yaparlar. Helâli haram, haramı helâl saymak ise insanı küfre götüren tehlikeli bir durumdur. Îman edip, bu îmanları kalplerinde yer edenler ise yaratılmış olmanın gereği üzere Hâlık’tan geleni itirazsız kabul ederler. Bu yaklaşım tarzı, insanların kabulleri, dünyaya ve hayata bakış açısıyla yakından ilgili bir durumdur. Hak ve hakîkati kabul etmek istemeyene hiçbir delil kâr etmez.

İnanmayanlar, Hakk’ı reddetmekte inatçı bir tutum içindedirler. Bu tavırlar inkâr edenleri, meselelerle zalim bir düşünce sistemiyle yaklaşmaktan alıkoymaktadır. Bundan dolayı, inanmayanların hakîkâti sezmeye, düşünüp bulmaya, yahut dinleyip işitmeye ve onu güzelce algılamaya istekleri olmaz. Artık onlar kendi heva ve heveslerinden, nefsin isteklerinden başka bir şeye yönelmezler. İnançsızlık onların içine iyice yerleşmiş, tabiat ve huyları haline gelmiştir. İslâm’ı yaşamaya çalışan insanlara düşmanca duygular besleyerek, onlara; çağ dışı, kara cahil, gerici gibi yaftalar takarlar. Bunlar, Kur’ân’ı dinlemeye de tahammül edemezler. Onların, Kur’ân’a karşı çıkmaları ve ona karşı tavır almaları çok yönlü ve sistemlidir. Dünyayı ahirete tercih etmek, düşmanlıkta acımasızlık, ön yargılı olmak ve delilsiz sözlerle insanları saptırmayı istemek de kâfirlerin tipik özelliklerindendir.(el-İsrâ, 17/73; İbrahim, 14/2, 3.)

Bu genel değerlendirmelerden sonra inanmayanları bazı ayırt edici özelliklerini incelemeye çalışalım.

A. TEKEBBÜR

İnanmayanların en belirgin vasıflarından birisi, kendilerini bir yaratıcıdan müstağni sayarak büyüklük taslamalarıdır. Bu büyüklenme ve tekebbür, onları Allah’ın otoritesine boyun eğmekten alıkoyar. Müstekbir kâfir, Allah’ın âyetleri kendisine okunduğu zaman, kibirle sanki onları hiç işitmemiş gibi küfründe ısrar edip direnmektedir. (el-Câsiye, 45/8.) Bu ısrarlarından dolayı fıtratları bozulmuş, kalpleri katılaşmıştır. Hakk’ı görüp ibret almadıkları için kalpleri katılaşarak mühürlenmekte, öğüt ve nasihat dinlemez hale gelmektedirler. Kâfirlerin kalpleri, öğüt dinlemedikleri için Allah’ı anma hususunda da katılaşmıştır. (ez-Zümer, 39/22.) Bu büyüklük taslama, kâfirleri Hak ve hakîkâte karşı duyarsız hale getirerek hayvanlık derecesine indirmektedir. Nitekim âyet-i kerimede, ’İşittiği şeyin manasını anlamayan hayvanlara haykıran kimsenin durumu gibidir (onlar), sağır, dilsiz ve kötüdürler, onun için düşünmezler.’(el-Bakara, 2/171.) denilerek inkâr bataklığına saplananların insanlık vasfını da kaybedeceklerine işaret edilmektedir.

B. SALDIRGANLIK

Tarih boyunca inananlar ve inanmayanlar arasındaki mücadele gizli veya aşikâr şekilde süre gelmektedir. İnanmayanların en belirgin vasıflarından biri, bilhassa muhtemelen kendi aleyhlerine olabilecek şeyleri hissettiklerinde açık bir şekilde saldırganlığa geçmeleri ve sınır da tanımamalarıdır. Bunlar, kendilerine nasihat edilince dinlemedikleri gibi, saldırgan hale gelebilirler. Kâfirler genellikle durumlarından emin ve kaygısız bir tutum ve aldatıcı bir güven içinde bulunurlar. İmkân bulduklarında, inananları dinlerinden tamamen döndürünceye kadar savaşmaktan da vazgeçemezler. (el-Bakara, 2/217.) Sıcak savaş olmadığı zaman soğuk harp vasıtalarıyla mü’minleri sindirmeye çalışarak, onları kendi çizgilerine çekmeye gayret ederler. Propaganda vasıtalarıyla ulaştıkları insanları, bilhassa gençleri kandırmakta maharetlidirler. İslâm ve Müslümanlara saldırırken birlik içinde hareket eden kâfirler, aslında boş bir gurur ve ayrılık içindedirler. (el-Haşr, 59/14.), (Sâd, 38/2.) Ancak bunu görüp değerlendirebilecek basiretli mü’minlere ciddi ihtiyaç vardır. Allah her şeyi bir sebebe bağlamıştır. Onların bu durumunu iyi tespit edip karşı tedbirleri alma da inananlara kalmaktadır.

İnanmayanların tabi oldukları kimseler azgın ve zorbalardır. İnanmayanların tarihi temsilcilerinden Ad Kavmi’nin durumu anlatılırken âyette: ’İşte Ad halkı buydu. Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun Peygamber’ine isyan ettiler. Ve Hakk’a karşı gelen her zorbanın isteklerine uydular.’(Hûd, 11/59.) denilmektedir.

C. ALAYA ALMAK

Müminlerin değerleriyle alay etmek ve dinî meseleleri hafife almak, inanmayanların özelliklerindendir. Bilgisiz, cahil insanların genel karakteri, muhataplarını alaya alarak kendi derekelerine indirmeye çalışmak, böylelikle, güçlü olanı zayıf düşürecekleri kansını ispata yönelmektir. İnanmayanlar, inanan insanları alaya alarak küçük düşürmeye çalışırlar. Bu tutumlarıyla aslında basit ve hafif olduklarını ortaya koyarlar. Bu gibi durumlarda ağır başlılık, yerine göre sukût, cahile verilecek en güzel cevaplardandır.

İnanmayanlar, kendileri, kötülüklere bulaştıkları gibi diğer insanları da aynı kötülüğe bulaştırmak için gayret gösterirler: ’Onlar ki, hem kıskanır cimrilik ederler, hem de herkese cimriliği tavsiye ederler ve Allah’ın kendilerine lûtfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.’(en-Nisa, 4/234.) Bu âyette görüldüğü gibi bir gün kâfirler bu kötülüklerini yaygınlaştırmak için faaliyet göstermektedirler. Burada açıklandığı gibi kâfirler, cimrilik yapmakla kalmıyorlar, başkalarına da cimriliği emrediyorlar. Bu durum da alçak ruhlu kimselerin ve inanmayanların psikolojisini yansıtma açısından önemlidir. Bunlar kötülüğe karışan yandaş kitlesini artırarak çoğunluk sağlayıp böylece temize çıkabileceklerini hayal etmektedirler. Bu âyette inanmayanların Allah’ın nimet ve lûtfunu gizleme noktasındaki diğer bir özelliğine de dikkat çekilmektedir.

Müslümanlar inanmayanların inanç, tutum, davranış ve hayat tarzlarından kendilerini ve nesillerini korumalıdırlar. İnanmayanların kötülüklerinden emin olmak için maddî ve manevî tedbirler alınmalıdır. (el-Enfal, 8/260.) Aksi halde Müslümanların dinlerinin gereklerini istenilen ölçülerde yaşamaları ve korumaları mümkün değildir. Yalnız, onlarla ticaret vs. gibi sebeplerle ikili ilişkiler içine girerek, İslâm’ın güzel hasletlerini tanıtmak da mümkün olabilir. Nitekim bu gün 220.000.000 gibi muazzam bir nüfusa sahip Müslüman ülke olan Endonezya’nın kapıları İslâm’a Müslüman tacirler vasıtasıyla açılmıştır. Alaya almanın aksine Müslümanlardan sâdır olacak, ağır başlı, örnek olucu, seviyeli tavırlar, diğer insanların İslâm’la kucaklaşmasına vesile olacaktır. Bütün bunları yapanlara karşı, inananların tutum ve davranışı öncelikle onlara tebliğde bulunmak, kabul etmeyip şiddete baş vuracak olurlarsa daha güçlü bir şekilde geri püskürtmek olacaktır. ’Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla uğraş ve savaş. Onlara karşı katı davran. Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir O.’(et-Tahrim, 66/9.) Bu âyette görüldüğü üzere İslâm düşmanlarına karşı tedbir almak Kur’an’ın emridir. Bu, silahla caydırıcılığın yanında ahlâkî güzellikleri de kendinde bulundurmakla mümkün olabilir. Müslüman öyle yaşamalı ki, onu öldürmek için gelen kişi onda dirilebilmelidir.


Faydalanılan Eserler:
Dr. M. Emin Sert, Kur’an’da İnsan Tipleri ve Davranışları
Ekrem Sağıroğlu, Kur’an’da İnsan ve Toplum
Doğan Cüceloğlu, Savaşçı
Remzi Kaya, Kur’an’da Dostluk İlişkileri
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • HAKAN

    ve arkadaşlarım az önce zikrettiklerim değildi onlar yine küfürde ısrarcı kimselerdi onlara iyi ve yumuşaklığı tavsiye eden ben şimdi o grubun reisi durumundayım evet küfür ne kötü şey şeytanın baskıs camii hayatımda da devam ederdi ama ben dua ya yönelirdim ah o istediğim de verilse idi de ne olur du sanki şimdi kuranı seven ben ezan okunsa bile dinlememek için kulağımı tıkarım yada ordan uzaklaşırım ve şu da bi gerçek ben bitim mahvoldum derim hep içimden sizce ben ne yapmalıyım ben islam hakkında çok şey bliyorum ama ne fayda ve size anlatmak istediğim şeyler var çünki adım adım benim sonum gelmekte bana bi tavsiyede bulunun yoksa bu hayat hiç de iyi değil keşke demekten usandım ama arkadaşların yanında böle değilim sade küfür konuşulur evet ateist olmak gibi kötülük yok ben kendimden iğreniyorum istemiyorum artık dön diyorum kendime ama nafile şeytan bi kere yapıştım seni bırakırmıyım der gibi sizden yardım taleb ediyorum çünkü beni komşulardan da iyi görenler olmuyo hep rüyaları konuşur oldular dışarıya çıkamıyorum çünkü başıma bii şey gelirde ALLAH benim canımı alır diye korkar oldum ama ah o arkadaşlar yok mu beni sanki gel küfrümüz sensiz olmuyor dercesine çağırıyorlar ben şu anektodu kendimce yaptım sanki mekke dönemini yaşıyoruz ortada bi peygamber eksik ben artık son safaya geldiğime inanıyorum yaşımda doldu ve artık kurtuluş çareleri aramaya başladım ama nafile hep aksi davranıyorum sadece akşamları düşünebiliyorum sabah yine aynı ne olur bi tavsiye akılsız cahile bi tavsiye artık usandım çok şey kaybettim anlatmakla bitmez küfür babası olarak anılmak istemiyorum peygamber hayatından bi çok bilgim var onun için böyle konuşur oldum onu çok seviyorum istediğim şeyi de arzuluyorum ama verilmeyince azgın bir tipe bürünüyorum grubta sözü dinlenen bi kimseyim onların da kurtukmasını isterim ama onlar daha katı düşünce içerisinde sadece içlerinde önceden benim kılmış olduğum namazlar var o kadar ama nafile onlarda beni kurtarmaz herhalde bana bi yazı atın sizimle irtibat içinde olalım ne olur

  • HAKAN

    Ben önce kendimi tanıtayım kendime EBU CEHL İ örnek alan bi kimseyim dünya hayatım çok kötü oldu bu durma düşmemde ALLAH tan istediğim ve verilmediği için küfre düşmem büyük sebep bi hayvandan daha aşağılığım ne yaptığımı bilmiyorum önceleri namaz kaçırmazdım ve HZ MUHAMMED İ örnek alırdım şimdi ben AMR BİN HİŞAM IM YANİ EBA CEHL İM girdiğim ortama nifak sokmaya ve küfre teşvik buyuruyorum neden gurur ve kibirden isteğimin olmayışından arkadaşlarımda beni destekleyici ALLAHI VE PEYGAMBERİ AŞAĞILAYICI nitelikteler evet dediğiniz şeyler doğru hepsi bende bulunmakta ama önceleri böle değildim hep camiden arkadaşlarım olurdu ve

2 kişi yorum yazdı.