Ehl-i Sünnet’e göre Sahabe-i Kiram’ı methetmek, onlara rahmet ve mağfiret dilemek, onlara muhabbet gösterip onları sevmek vaciptir. Nitekim Ehl-i Sünnet’in üzerinde ittifak ettiği, ismi ile müsemma, ’el-Akîdetü’t-Tahâviyye’nin müellifi meşhur müçtehit imam Ebû Ca’fer et-Tahâvî bu eserinde, Ehl-i Sünnet’in Sahabe’ye bakışını çok bariz bir şekilde şöyle beyan ediyor:
’Allah Rasûlü’nün ashabını severiz. Onlardan herhangi birini sevme hususunda ifrata girmeyiz. Onların hiçbirinden uzak durmaz, teberrî etmeyiz. Onlara buğz edene ve hayırla anmayana biz de buğz ederiz. Biz onları ancak hayırla yâd ederiz. Onları sevmek dindir, imandır, ihsandır; onlara buğz etmek, küfürdür, nifaktır, tuğyandır.’1
Tahâvî akaidi şârihleri; Meydânî ve Ğaznevî yukarıda metnini verdiğimiz ibareleri şöyle şerh etmişlerdir:
1- ’Allah Rasûlü’nün ashabını severiz.’
Kur’ân-ı Kerim’de, Sahabe’yi sevmeye teşvik eden birçok ayet-i kerime varit olmuştur. Allah onlardan razı olmuş ve onlardan hem Kur’ân’da hem Tevrat’ta ve hem de İncil’de övgüyle bahsetmiştir. Hz. Allah (c.c.) Fetih suresinin sonlarında bizlere Sahabe toplumun izzet ve faziletini şöyle bildirmiştir:
’Muhammed, Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde halinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.’2
Bu âyet-i celileyi açıklarken İmam Mâlik (rh.a.) şöyle demiştir: ’Bana ulaştığına göre; Hıristiyanlar Şam’ı fetheden Sahabe-i Kiram’ı gördükleri zaman şöyle dediler: Allah’a yemin olsun ki –bize nakledilene göre- bunlar (İsa’nın) Havarilerinden daha hayırlıdırlar.’3
Onlar dinin izharı için ve hak kelime olan tevhidin her tarafta yükselmesi için güçlerinin son noktasına varıncaya kadar çaba sarf ettiler. Vatanlarını, Rasûlullah’ın (s.a.v.) sevgisi için terk edip hicret ettiler. Rasûlullah’a (s.a.v.) yardım ettiler, O’nu kendi içlerinde canları pahasına barındırıp savundular, Hak uğruna Rasûlullah’la (s.a.v.) beraber O’nun huzurunda cihat ettiler. Dolayısıyla onları sevmek ümmete vaciptir.
Nitekim bu sevginin vucubiyetini Abdullah b. Muğaffel (r.a.)’ın rivayet ettiği şu hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) şöyle ifade ediyor:
’Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Benden sonra onları hedef haline getirmeyin. Kim onları sevmişse bana olan sevgisi sebebiyle sevmiştir. Kim de onlara buğz ederse bana olan buğzu sebebiyle buğz etmiştir. Kim onlara eziyet ederse bana eziyet etmiştir. Bana eziyet eden de Allah’a eziyet etmiş demektir. Kim ki Allah’a eziyet ederse Allah’ın onu alıvermesi (azap etmesi) yakındır.’4
’İslam’ı ilk önce kabul eden Muhacirler ve Ensar ile iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır…’5 Bu ayet-i celilide gayet açık ve net bir biçimde Allah’ın (c.c.) Sahabe’den razı olduğu beyan edilmiştir.
Îtikadî açıdan baktığımız zaman Allah’ın (c.c.) rızası O’nun kadim sıfatlarındandır. Dolayısıyla Allah (c.c.) ancak rızasının gereklerini yerine getireceğini bildiği kişilerden razı olur ve bir daha asla o kişilere karşı hoşnutsuzluğu diye bir şey söz konusu olmaz. Allah (c.c.) razı olmayı dileyip razı olmuştur. O’nun hükmü değişmez. Durum bu iken Sahabe’ye buğz etmek, onları kâfir hatta fâsık olarak nitelemek nasları inkâr etmek demek olup kişiyi küfre düşürür.
2- ’Onlardan herhangi birini sevme hususunda ifrata girmeyiz. Onların hiçbirinden uzak durmaz, teberrî etmeyiz.’
Çünkü bir şeyde ifrata (çok aşırıya) kaçmak, diğer şeylerde fesada ve buğza sebep olur ve oraya sürükler. Bu konuda en bariz örnek Rafızîlerdir. Onlar Hz. Ali’yi (r.a.) sevme hususunda o kadar aşırı gidip haddi aştılar ki, bunun neticesinde Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman’a (r.anhüm) buğz edip, onlara kin beslediler. Hatta daha da aşırı gidip Hz. Ali’nin peygamber olduğunu, daha da vahimi ilah olduğunu iddia ettiler.
Ebû’l Kâsım el-Hakîm şöyle der:
’Rafızîlerin fiili, Yahudi ve Hıristiyanların fiillerinden daha çirkindir. Çünkü bir Yahudi’ye ’Musa’dan sonra insanların en faziletlisi kimdir?’ diye sorulsa; ’O’nun nakipleridir’ (seçkin ashabıdır) diye cevap verir. Bir Hıristiyan’a ’İsa’dan sonra insanların en faziletlisi kimdir?’ diye sorulsa; o da ’O’nun havarileridir’ der. Şayet bir Rafızî’ye ’insanların en şerlisi kimdir?’ diye sorulsa; o ’Peygamber’in ashabıdır’ der. (Allah Rafızîleri bütün hayırlardan mahrum bıraksın.) Onlara cevap olarak Hz. Allah’ın şu ayeti yeter: ’Muhakkak ki Allah ve Rasûlü’ne eziyet edenlere, Allah dünya ve ahirette lanet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.’6’
Yukarıda zikrettiğimiz, Ashab’a olan buğzun, hakikatte Rasûlullah’a (s.a.v.) olduğunu bildiren hadis-i şerifin, bu ayetin bir tefsiri niteliğinde olduğunu da anlıyoruz. Rafızîlerin Hz. Ali’yi sevmede aşırılıkları gibi, hariciler de Hz. Ali’ye buğz ve nefrette aşırı gidip Hz. Ali’yi tekfir edecek kadar alçalmışlardır.
’Onların hiçbirinden uzak durmaz, teberrî etmeyiz. ’
Sahabe’den uzak durmak; sapıklığa düşmek demektir. Çünkü onlar doğru bir anlayış/metot ve dosdoğru bir din üzerinedirler. Hidayete ermek, sahih imanın sahibi olmak onlara uyma şartına bağlıdır. Dolayısıyla onlardan uzak olmak da sapıklığın, hidayete erememenin en büyük alametidir. Nitekim Allah (c.c.) Sahabe’den ve imanlarından razı olmuş ve hidayete ermenin şartını onların imanı gibi bir imana sahip olmaya dayandırmıştır. ’Şayet onlar sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse hidayete ermiş olurlar.’7
3- ’Onlara buğz edene ve hayırla anmayana biz de buğz ederiz. Biz onları ancak hayırla yâd ederiz.’
Sahabe’den birine bile buğz edene biz de Ehl-i Sünnet inancının gereği olarak buğz ederiz. Çünkü Sahabe’ye buğz etmek, Allah’ın razı olup seçtiği din olan İslam’a buğzdan kaynaklanır.
’Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim/razı oldum.’8 Burada ayetin asıl ve ilk muhataplarının Sahabe-i Kiram olduğunu unutmamak gerekir.
Sahabe’ye buğz edenlere, onlara sövenlere, hakaret edenlere, küçümseyenlere buğz etmek imanımızın gereğindendir. Sahabe’ye kin beslemek, buğz etmek; fesadın, itikat bozukluğunun ve nifakın en büyük delilidir.
Sahabe’nin kendi aralarında vuku bulan hadiselere dalmayıp, bu ihtilafların hepsinin içtihada dayalı olduğuna inanır, hiçbirini ta’netmeyiz. Onların hepsini hayırla, minnetle anarız. Çünkü onlar bu dinin usulü ve temel dayanaklarıdır. Onları ta’netmek, dini ta’netmekle eşdeğerdir.
İmam Mâlik (rh.a.), bir rivayette Fetih suresi 29. âyeti delil alarak Sahabe’ye buğz eden Rafızîlerin kâfir olduklarını söylemiş, istidlal veçhini de şöyle izah etmiştir:
’Âyette geçen: ’…Allah kendileri sebebiyle kâfirleri öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar…’ cümlesi Sahabe’ye karşı öfkelenen, buğzeden ve onlara kin besleyenlerin açık bir biçimde kâfir olduklarına delalet etmektedir. Dolayısıyla her kim Sahabe’ye karşı kızar, kinlenir ve buğzederse o kâfir olur.’
İmam Şafiî (rh.a.) de bir kavlinde İmam Mâlik’in bu görüşüne muvafakat ederek aynı görüşte birleşmiştir. Bu görüşe Ahmed b. Hanbel, Kadı Ebû Ya’lâ (rh.aleyhim) gibi imamlardan bir topluluk da muvafakat etmişlerdir.9
Ahmed b. Hanbel (rh.a.) şöyle demiştir:
’Rasûlullah’ın (s.a.v.) Sahabesine dil uzatanı, onları ayıplayanı gördüğün zaman o kişinin Müslümanlığından kuşkulan.’10
İshak b. Râhuveh (rh.a.) de: ’Her kim Sahabe’ye söver/dil uzatırsa o kişi cezalandırılır. Hapse atılır.’ demiştir.11
İmam Sübkî (rh.a.) ise ’Fetâvâ’sında, Sahabe olması açısından bir Sahabe’ye söven kişinin kâfir olacağı hususunda bir şüphe olmadığını söylemiştir.12
4- ’Onları sevmek dindir, imandır, ihsandır; onlara buğz etmek, küfürdür, nifaktır, tuğyandır.’
Sahabe’yi sevmek, onlara ta’neden ve hakaret edenlere buğz etmek, dinde zorunlu olarak bilinmesi gereken zarûrât-ı diniyyedendir.
Tam burada ’Sahabe’yi ta’n edenlere buğz etmek niçin küfür, nifak ve tuğyan olarak sayılmıştır?’ diye bir soru akla gelebilir. Cevap olarak şöyle deriz:
Çünkü onları ta’netmek, hem Kur’ân-ı Kerim’in hem de Sünnet-i Nebeviyye’nin güvenirliğini tartışmalı hale getirir. Sahabe’nin kâfir ya da fasık olduğunu kabul etmek, Kur’ân-ı Hakîm’in bize naklinde ilk tabakadaki tevatürünü düşürür ve hücciyetini yok eder. Böyle bir inanış ve anlayış küfrün ve tuğyanın ta kendisidir.
Yeri gelmişken burada hususen Sahabe ile ilgili uygunsuz ve saygısızca konuşmayı yasaklayan bazı hadisleri zikretmek istiyoruz:
Ebû Said el-Hudrî (r.a.), Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: ’Ashabıma dil uzatmayınız! (Sebbetmeyiniz) Nefsim elinde olana (Allah’a) yemin olsun ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin (infak ettiği) bir müdd ölçeğe ve hatta (bir müdd’ün) yarısına bile ulaşamaz.’13
Abdullah b. Mes’ûd (r.a.), Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: ’Ashabım söz konusu olduğunda dilinizi tutun…’14
Hz. Âişe (r.anhâ) annemiz de Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: ’Ashabıma dil uzatmayın! (Sebbetmeyin!) Ashabıma dil uzatana Allah lanet etsin.’15
İbn-i Abbâs (r.anhümâ) ise şöyle demiştir: ’Muhammed’in (s.a.v.) ashabına dil uzatmayın! (Sebbetmeyin, sövmeyin!) Yemin olsun ki onların –Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yanındaki- bir anlık bulunuşu, sizin kırk senelik amelinizden daha hayırlıdır.’16
Abdullah b. Mübârek (rh.a.), Sahabe’nin müminler açısından ehemmiyetini şu sözüyle ne kadar güzel ifade etmiştir:
’İki haslet vardır ki, onlar her kimde bulunursa kurtuluşa erer. Doğruluk ve Muhammed’in (s.a.v.) ashabını sevmek.’17
Ehl-i Sünnet ulemasının Sahabe’ye bakışını, Sahabe’nin dindeki yeri ve konumunu, Sahabe’ye verdikleri değer ve önemi zikrettik. Son olarak ise tasavvufî açıdan da Sahabe’nin dindeki yeri ve konumunu çok bâriz bir şekilde ortaya koyması açısından Şâzelî tarikatının büyük ârif ve âlimlerinden olan, Ebû’l-Fazl Tâceddîn Ahmed b. Atâullah el-İskenderî’nin (k.s.) sözlerine yer vereceğiz.
Sahabe’nin Mertebesi
’Allah’ın, Rasûlü’ne arkadaşlık için ve vahyine muhatap olarak seçtiği bir kavim hakkında senin zannın nedir ne olmalıdır? (Onlar hakkında ne düşünürsün?)
Kıyamete kadar gelecek olan hiçbir mümin yoktur ki, Sahabe’nin onların boyunlarında sayılamayacak kadar çok minnetleri ve unutulamayacak ihsanları bulunmuş olmasın. Çünkü onlar öyle bir topluluk ki;
1- Peygamber’den (s.a.v.) dinin hükümlerini ve hikmetlerini bize taşıyıp naklettiler.
2- Helali haramdan ayırt edip, bize açıklayıp belirttiler.
3- (Peygamberimize vahyin indiği o süreçte yanında olduklarından dolayı) naslardaki ilahi muradın genel mi yoksa özel mi olduğunu anladılar.
4- Ülkeleri ve beldeleri fethetmek suretiyle, şirk ve inat ehlini yenerek onları alt ettiler.
Efendimiz’in (s.a.v.) onların hakkında buyurduğu şu övgüsüne müstahak oldular. ’Ashâbım (gökteki) yıldızlar gibidirler. Onlardan hangisine uyarsanız uyun hidayete erersiniz.’18
Allah (c.c.) onlardan övgüyle bahsederek, ayeti kerimede onları şöyle vasfetmiştir:
’(Bu mallar) özellikle, Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk ararken ve Allah’ın dinine ve peygamberine yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılan fakir muhacirlerindir. İşte onlar sadık olanların ta kendileridir.’19
Bu âyet onların hiçbir dünya malına yönelip kastetmediklerine, sadece Allah’ın rızasına ve O’nun tam ve kapsamlı lütfüne talip olduklarına delalet etmektedir.
Bir başka âyette Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
’Allah’ın yüceltilmesine ve içlerinde isminin zikredilmesine izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.’20
Bu âyette ise Allah (c.c.), Sahabe’den sebeplere tutunmalarını, ticaret yapmalarını ve alışveriş yapmalarını nehyedip yasaklamamıştır. Bilakis onlar, her ne kadar zahirde bu sayılanlarla meşgul olsalar da bütün bunların onları Rablerine itaatten, zikirden, namazdan, zekâttan alıkoymadığı övgüyle anılmıştır. Mevlâları olan Hz. Allah’ın hakkını eda ettikleri sürece zenginlikleri, onları metih ve sena dairesi dışına çıkarmayacaktır, çıkarmamıştır da.21
Şeriat, tarikat, hakikat ve marifette imamlığı hakkında ittifak olunan Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’nin (k.s.) bütün konuyu özetleyen şu cümleleriyle yazımızı sonlandırıyoruz.
’Sahabe’ye hürmet etmeyen, saygı duymayan kimse, Rasûlullah’a (s.a.v.) iman etmemiş ve O’nun emirlerine değer vermemiştir.’22
(Endnotes)
1 Ebû Ca’fer et-Tahâvî, el-Akîdetü’t-Tahâviyye, s.150, Dâru’l-Keraz, Kahire, 2009.
2 el-Feth, 48/29.
3 İbn-i Hacer el-Heysemî, Hukmu Sebbi’s-Sahâbe, s.24, Kahire, 1978.
4 Tirmizî, Menakıb, 59; Ahmed b. Hanbel, Müsned, h.no:20578.
5 et-Tevbe, 7/100.
6 el-Ahzâb, 33/57.
7 el-Bakara, 2/137.
8 el-Mâide, 5/3.
9 İbn-i Hacer el-Heysemî, age., s.25.
10 İbn-i Hacer el-Heysemî, age., s.11.
11 İbn-i Hacer el-Heysemî, age., s.12.
12 es-Sübkî, el-Fetâvâ, c.2, s.575.
13 Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 5; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 54.
Müdd; Hanefîlere göre 812,5 gram; cumhura göre ise; 510 gramdır.
14 Taberânî, Kebîr, c.10, s.243-244, h.no:10448.
15 Taberânî, age., c.5, s.94, h.no:4771.
16 Abdu’l-Ğanî el-Ğânîmî el-Meydânî, Şerhu Akîdeti’t-Tahâviyye, , s.185-188, Dâru’l-Besâir, Kahire, 2009; Ebû Hafs Sirâcu’d-Dîn Ömer b. İshâk el-Ğaznevî el-Hindî, Şerhu Akîdeti’t-Tahâviyye, s.150-152, Dâru’l-Keraz, Kahire, 2009.
17 Muhammed Abdu’l-Âtî el-Buhayrî, Minhâcu’s-Sâlihîn, s.51, el-Mektebetu’t-Tevfîkiyye, Kahire.
18 İbnu’l-Esîr, Câmiu’l-Usûl Fî Ehâdîsi’r-Rasûl, c.8, s.556, h.no:6369; İbn-i Abdilber, Câmiu Beyâni’l-İlmi Ve Fadlihî, c.2, s.898; Âcurrî, Şerîa, c.2, s.423, h.no:1226.
19 el-Haşr, 59/8.
20 en-Nûr, 24/36-37.
21 Atâullah el-İskenderî, et-Tuhfetu Fi’t-Tasavvuf el-Müsemmâ Tâcu’l-Arûs el-Hâvî Li-Tehzîbi’n-Nufûs, s.165-166, Dâru Cevâmii’l-Kelim, Kahire, 2004.
22 Muhammed Abdu’l-Âtî el-Buhayrî, age., s.52.
Ehl-i Sünnet Nazarında Sahabe-i Kiram - 2.bölüm
Özlenen Rehber Dergisi 150. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.