Allah’a hamd ve O’nun Rasûlü (s.a.v.) Efendimize, âline, ashabına, etbâına ve kıyamete kadar O’na tabi olanlara salât ve selam olsun...
Bir konunun veya bir şeyin daha iyi anlaşılması, bazen o konuya veya şeye biraz geriden bakmakla, dışarıdan bir değerlendirme yapmakla mümkün olmaktadır. Çoğu ilim dallarında olduğu gibi tasavvuf ve tarikat ilimlerinde de gözlem ve müşahedenin önemli bir yeri vardır. Biz bu çalışmamızda tasavvuf hareketinin toplum hayatındaki yeri ve önemini -içeriyi de ihmal etmeden- daha çok geri plandan bakarak anlamaya; ardından on iki büyük tarikattan bazılarının kurucularını ve tasavvuf anlayışlarını, tarikat usul ve esaslarını, tarikatta dikkat edilecek hususları vs. inceleye çalışacağız. Gayret bizden, tevfik Allah’tandır.
Dinin tamamı edepten ibarettir. Tasavvuf ise baştanbaşa edep öğretimidir. Yani tasavvuf, edepten ibaret olan dinin tüm güzel yönlerini kişiye edeple öğreten bir ilim dalıdır. Tasavvuf, Peygamber (s.a.v.)’in: ’Üsve-i Hasene’ şahsında temeli kulluğa dayanan bir yoldur.
Tasavvufun gayesi, ’maddenin aşılması’dır. Fakat bu aşma, maddeyi tamamen terk etmek anlamına değil; ’Dünyaya rağbet etme ki Allah seni sevsin! Ve insanların el¬lerinde bulunan (nimetler)den yüz çevir ki insanlar seni sevsin!’ hadis-i şerifi mucibince gönülde Allah’tan gayrisini bırakmama anlamınadır. İşte insan eğitiminde baz alınması gereken temel nokta da tam olarak burasıdır. Allah’ı bilmek (mârifetullah) , yalnız O’nu sevmek (hubbullah/muhabbetullah) , yalnız O’ndan yardım istemek (iyyâke na’budu) ve sanki görüyormuş gibi (ihsan) kulluğu yalnızca O’na tahsis etmek...
Başlangıç olarak Peygamberimiz (s.a.v.)’in zühdî yaşantısından kaynağını alan tasavvuf ilmi, gerek Sahabe ve gerekse sonraki asırlarda, özellikle hicri II./III. asırlardan itibaren bir ilim dalı olarak şekillenmiştir. Daha sonra tasavvuf ilmi, "mutasavvıf" adı ile anılan gönül dostları tarafından belli kuralları ve yöntemleri olan bir disiplin haline gelmiştir. Halk arasında ’derviş, ermiş’ olarak bilinen veli kullar aracılığıyla da kıyamete kadar devam edecektir. Çünkü Allah’a kulluğun farz, helal ve haram gibi sınırları olmakla birlikte; bu sınırların bilinmesi, öğrenilmesi ve belli bir edep dâhilinde amel edilmesi noktasında bir eğiticiye ihtiyaç duyulmaktadır. Diğer İslam büyükleri gibi mutasavvıflar dahi, toplumda bu görevi üstlenmişler ve maddî bir karşılık beklemeden sırf Allah rızasını gözeterek insana lazım olan ’edeple kulluk eğitimi’ için gayret etmişlerdir. Toplum da bunlara sahip çıkmış; ibadet, eğitim, öğretim, dayanışma ve yardımlaşma gibi insanı ilgilendiren pek çok hususta rehber edinmiştir.
Burada tasavvuf hareketinin toplum hayatındaki yeri ve önemine geçmeden tasavvufun belli başlı özelliklerinden, ’tasavvuf, sûfî, tarikat’ kavramlarından bahsetmek yerinde olacaktır.
Tasavvuf ilminin özellikleri:
Bütün İslamî ilimlerde olduğu gibi tasavvuf ilminin de kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. Bir ilim dalı olarak konusu, gayesi ve metodu açısından diğer ilimlerden ayrılır. Başlıca özellikleri şunlardır:
a) Tasavvuf; tatmak ve yaşamakla, manevî tecrübe ile anlaşılan bir hâl ilmidir. Manevî tecrübelerin söz ile anlatılması mümkün olmadığından ’Men lem yezug, bilmez yazık’ yani ’tatmayan bilmez’ denilmiştir.
b) Tasavvuf bilgisinin konusu marifetullah’tır: İhsan mertebesinde (Allah’ı görüyormuş gibi) kulluktur.
c) Tasavvuf, tatbikî bir ilim olduğundan mürşit ya da şeyh denilen üstatlar nezdinde ve onun terbiyesinde öğrenilir.
d) Mürşit ya da şeyh denilen zatın Peygamberimiz (s.a.v.)’e ulaşan kesiksiz bir silsileye sahip olması gerekir: Zira tasavvuf Peygamberimizin manevî otoritesini devam ettiren bir ilimdir.
e) Tasavvuf, kitabî bir ilim değildir: Yani bir kimse tasavvufa dair eserler okuyarak sûfî veya şeyh olamaz. Yoksa bu, kitap okuyarak doktor olmaya benzer.
f) Tasavvuf, ’mâ verâe’l-akl’ bir ilimdir: Felsefe ve mantık gibi sadece akla dayalı bir ilim değil; akıl üstü, kalp ve vicdan ilmidir.
g) Tasavvuf, gözle görülebilenin dışında zaman zaman gayb âleminden de bahseder: Ricâlü’l-gayb, gavs, kutup denilen tasarruf ve söz sahibi kimselerden söz edilir.
h) Tasavvufa ’tarikat’ denilen ve Allah’a götüren özel yollarla girilir: Bu yollar pek çoktur. Temelde ise hak ve batıl olma durumlarına göre ikiye ayrılırlar.
Tasavvuf nedir, nasıl tanımlanır?
Toplum hayatında oldukça etkili olan tasavvuf, ne demektir, ne anlama gelmektedir? Tasavvuf hakkında Kitap ve Sünnet’e dayalı pek çok deliller de getirilerek, ’zühddür, güzel ahlaktır, kalp temizliğidir, nefis ile mücadeledir, Kitap ve Sünnet’e sarılmaktır, edebe riayet etmektir, Allah’a teslim olmaktır, kulluktur vb.’ tanımlar yapılmıştır. Geçen ifadelerden de anlaşılacağı üzere tasavvuf, ’Peygamberimiz (s.a.v.)’in şahsında temeli kulluğa dayanan bir yol’ olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi bazı mutasavvıfların tasavvufu nasıl tanımladıklarına bakalım:
Ebû Huseyn en-Nûrî (öl. 295/907):
’Tasavvuf hürriyettir. (Yani mâsivadan kurtulmak, madde sevgisini terk etmek, maddî bir değere karşı hür olmaktır.) Cömertliktir. (Can dâhil her şeyi ortaya koymak ve kardeşlerini kendine tercih etmek, iyilikte bulunmak, başkalarına sıkıntı vermekten kurtulmaktır.) Şekil değil, ahlaktır.’
Cüneyd-i Bağdâdî (öl. 297/909):
’Tasavvuf, bütün Müslümanlara halis nasihat, kullukta ihlâslı olmak, dinde Hz. Rasûlullah’a uymaktır. Tasavvuf, barışı olmayan bir savaştır.’
Mimşâd Dineverî (öl. 299/911):
’Tasavvuf, sırların saflaşmasıdır ve Allah’ın razı olacağı ölçüde amelde bulunmaktır.’
Ebû Bekr Kattânî (öl. 322/934):
’Tasavvuf, ahlaktır. Bir tasfiye ameliyesidir, temizliktir. Kovsalar bile sevgilinin kapısından ayrılmamaktır. Kim ahlakî açıdan senden üstünse; o, durulukta da senden üstündür.’
Ebû Saîd b. Ebi’l-Hayr (öl. 340/951):
’Tasavvuf, gönülde olan her şeyi boşaltmak, mâsivâdan ayrılmak, elinde olan her şeyle ilgili olarak cömert davranmak, başına gelen şeyler hakkında sabırlı olmaktır.’
Semnûn el-Muhîb (öl. 320/932):
’Tasavvuf, senin bir şeye sahip olmaman, bir şeyin de sana sahip olmamasıdır.’
Amr b. Osman el-Mekkî (öl. 291/903):
’Tasavvuf, kulun her vakitte o vakte uygun düşen ameliyelerde bulunmasıdır. (Yani zamanı iyi değerlendirmektir. Bu anlamda sûfîlere ibnu’l-vakt (vaktin oğlu) da denir.)’
Ebû Ali Ruzbârî (öl. 322/933):
’Tasavvuf, uzaklık kirlerinden sonraki yakınlık temizliğidir. Tasavvuf ciddiyettir.’
Ebû Bekr eş-Şiblî (öl. 334/945):
’Tasavvuf, tasalardan uzak Hak ile birlikte olmak, kâinatı görmekten korunmak, kuvvetleri (şehvet ve gazap) zapt etmek, nefisleri kontrol etmektir.’
Ebû Saîd el-Ârâbî (öl. 341/952):
’Tasavvuf, fuzuli olanı terkten ibarettir.’
Ebû’l-Hasen el-Husrî (öl. 371/981):
’Tasavvuf, kalbini muhalefet belasından temizlemendir.’
Görüldüğü üzere tasavvuf tanımlarında ittifak yoktur. Burada bazılarını zikrettiğimiz mutasavvıflar dışında neredeyse bütün mutasavvıfların tasavvuf tanımı yapmış olmasına rağmen, tasavvufun tek bir tanımı yapılamamıştır. Bunun sebepleri şöyledir:
Tasavvuf tanımlarındaki farklılık sebepleri:
a) Tariften kaynaklanan sebepler ki; kimi aşkı, kimi itaati, kimi de korkuyu öne çıkarmıştır.
b) Tarifi yapanın durumundan kaynaklanan sebeplerdir ki; asıl sebep budur. Çünkü kişi hangi hal ve makamdaysa ona göre bir tanım yapar. Bunun yanında meşrep farklılıkları da etkilidir. (Cehrî, hafî gibi)
c) Yapılan tariflerde muhatap (karşımızdaki) önemlidir. Çünkü herkesin ihtiyaç ve seviyesi farklıdır.
Günümüzde özellikle ehli olmayanlar tarafından üzerinde en çok konuşulan, tartışılan, fikir yürütülen, olumlu ya da olumsuz yargılarda bulunulan konuların başında hiç şüphesiz tasavvuf gelmektedir. Toplumun nerdeyse her kesiminden fertlerin "tasavvuf denir" sorusuna mutlaka vereceği bir cevabı vardır. Bazılarına göre tasavvuf; tekke ve dergâh, şeyh ve mürşit, tâc ve hırka gibi özel elbiseler, musiki ile icra edilen bir ayin, rabıta ve murakabe gibi bâtınî ve deruni hususiyetleri olan bir ilim dalıdır. Bazılarına göre ise tarikat denilen müesseseleriyle halkı sosyal yaşantıdan uzaklaştıran, inzivaya yönelten, yalnızlığa sevk eden bir kurum olmuştur.
Yukarıda geçtiği üzere İslam tarihi boyunca tasavvufun pek çok değişik tanımlarını görmekteyiz. Aslında değişik tanımların yapılması sonucunda bir farklılık değil, zenginlik ortaya çıkmıştır. Bu tanımlarda birbiriyle çatışma asla söz konusu değildir. Aslında bu durum Mevlana’nın bahsetmiş olduğu körler hikâyesine benzemektedir. Körlerin bir fil’e dokunmaları istenmiş, onlar da dokundukları uzuvlara göre onu tanımlamaya çalışmışlardır. Körlerin tek tek yaptığı tanımlar, fil tanımı için geçerli değildir. Çünkü tanımlar, filin bütününe değil, belli azalara ait tanımlardır. Tasavvuf konusunda söylenenler de aynen bunun gibidir. Bu değerlendirmelerden her biri teker teker ele alındığında tasavvuf için efradını câmî (ilgili olanı içine alan), ağyârini mâni (ilgisi olmayanı dışarıda bırakan) bir tanım yapma ihtimali çok uzak gözükmektedir. Ancak bu parçalar bir araya getirildiği takdirde belki bütün meydana gelecek ve tasavvuf ortaya çıkacaktır. Tasavvufun yukarıda geçen tanımlardaki konuların her birisiyle ilgisi vardır. Bu sebeple yalnızca kısmî tanımlar yapılabilmiştir. Çünkü tasavvuf kâl (söz) değil hâl’dir. Hâl ise belli bir yere kadar söz ile anlatılabilir.
Tasavvuf Hareketinin Toplum Hayatındaki Yeri -ı-
Özlenen Rehber Dergisi 144. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.