Özlenen Rehber Dergisi

144.Sayı

İhtikâr (karaborsacılık), Narh (sınır Koyma) ve Yıkıcı Rekabet

Ali KOCABAŞ Özlenen Rehber Dergisi 144. Sayı
İnsanlar toplu yaşayan ve kaçınılmaz olarak birçok işlerini de birlikte gerçekleştiren bireylerdir. Bir insanın, içinde oturacağı evini tek başına yapamayıp –ücret karşılığı bile olsa- diğer insanlardan yardım istemesi, öğrencinin öğretmene ihtiyaç duyması, topluma hizmet amaçlı; belediye, jandarma, polis, hatta ordu gibi örneklerini çoğaltabileceğimiz oluşumlar toplu yaşamın gereği ve insanın birbirine muhtaç olmasının açık alametleridir.
Hiç kimse hiçbir zaman tek başına her işini halledemez. Hatta işlerinin çoğunu gerçekleştirmek için diğer insanlara ve onların maddi, manevi desteğine ihtiyaç duyar. Mesela; bir işverenin işlerini yaptırmak için bir işçiye ihtiyaç duyması, işçinin de rızkını helalinden kazanabilmek için işverene muhtaç olması doğal yapının gereğidir. Fazla lafa gerek yok, Allah (c.c.) bizleri birbirimize muhtaç yaratmış. Zaten hiçbir şeye ihtiyacı olmayan sadece O’dur.
Toplu yaşayan insanlar tabi ki birbirlerinden –karşılıklı- ihtiyaçlarını giderecek ve alış veriş yapacaklar. Elbette herkes ticaret yapamaz. Bu ayrı bir beceri ve maharet ister. Fakat tüccarlar da topladıkları ya da ürettikleri malları diğer insanlardan talep edenlere ulaştıracak ve satacak ki karşılıklı bir denge oluşsun. Yani bir taraf bir mala ihtiyaç duyup talep edecek, diğer taraf ise o ihtiyaç duyulan malı arz edecek. İşte buna ’alış-veriş’ ya da ’ticaret’ denir.
Ticarette bir arz-talep dengesi vardır. Bu denge bozulduğunda mağduriyetler oluşur. Mağduriyetleri önlemek için dengeyi korumak gerekir. Mesela; arz fazla olur, talep olmazsa ya da talep az olursa bu durum malların fiyatlarının düşmesi sonucunu doğurur. Ve satıcı, dolayısıyla üretici malının değerini alamaz. Bazen yaptığı masrafını bile karşılayamaz. Bunun gibi talep fazla olur arz olmazsa malların fiyatı katlanarak artar ve sonuçta da alıcılar fahiş fiyatlara alım yapmak zorunda kalırlar. Bazen temel ihtiyaç maddelerini bile karşılayamazlar. Hal böyle olunca toplumda önene geçilemeyecek bunalımlar hatta yıkımlar baş göstermeye başlar. Aileler dağılır, intiharlar baş gösterir, dostluklar şekil değiştirir veya zayıflayıp kopar, hırsızlık kaçınılmaz olarak yaşanır ve kimse malından emin olamaz… Bu olumsuz tabloya eklenecek çok şey var. Ancak geneli anlatacak kadar bu örnekler kâfi kanaatimizce.
İslam dini toplumsal konulara düzen getirirken bu konuyu da açıklığa kavuşturmuş ve ihtikâr yani karaborsacılığı yasaklamıştır
Nedir karaborsacılık?
Karaborsacılık; malların fiyatları iyice artsın diye malı ihtiyaç duyulduğu halde satmamak ve saklamaktır. Yani piyasada bir mal darlığı vardır. Tüccar bunu fırsat bilip daha fazla kazanmak ve dolayısıyla zenginlik hırsıyla elindeki malı saklayarak, dar olan mal varlığını biraz daha daraltarak fiyatların aşırı artmasına neden olur. Bu durum karaborsacılık olarak ifade edilir ki İslam dininde kesinlikle yasaktır.
Bu konuda Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
’Her kim bir yiyecek (maddesin)i kırk gece ihtikâr yapar (stoklarsa) muhakkak ki (o) Allah Teâlâ’dan beri (uzak) olur, Allah Teâlâ da ondan beri (uzak) olur.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.8, s.481, h.no:4880)
’Her kim müslümanların zararına onların yiyeceğini ihtikâr yaparsa (stoklarsa) Allah onu cüzam (hastalığına) ve iflasa duçar kılar.’ (İbn-i Mâce, Ticârât, 6)
’(Stokçuluk yapmayıp malını) satışa arz eden merzuktur (rızıklanmıştır, karlıdır). İhtikâr (stokçuluk) yapan ise melun (Allah’ın rahmetinden kovulmuş)dur.’ (İbn-i Mâce, Ticârât, 6)
’Asi (günahkâr) olandan başka kimse ihtikâr (stokçuluk) yapmaz!’ (Müslim, el-Müsâkât Ve’-Müzâraa’, 26)
Yukarıdaki hadisi şeriflere baktığımızda karaborsacılığın tamamen yasaklanmış olduğunu görmekteyiz. Bütün bu uyarılara rağmen karaborsacılık yapan kimse Rasûlullah’ın diliyle lanetli olduğu beyan olunmuş kimsedir. Aklı başında olan Müslüman, geçici dünyasını mamur etmek hırsına kapılıp da ebedi âhiret hayatını harap etmez. Bu işi ancak cahiller yapar.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: ’Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka.’ (en-Nisâ, 4/29)
Karaborsacılıkta haksız bir kazancın olduğu açıktır. Fırsatçılar, toplumun mağduriyetinden faydalanarak hileli bir fiyat artışına sebep oluyorlar ve bunun üzerinden haksız kazanç sağlıyorlar. Bu durum yukarıdaki âyette açıkça yasaklanmıştır. Helal olan ancak normal piyasa koşullarında karşılıklı rızaya dayanan ticarettir.
Peki, İslam dini fiyatların oluşmasını neye bağlamıştır?
’İslam’da fiyatların oluşması genelde serbest piyasaya bırakılmıştır. Yani fiyatı piyasa oluşturur… Ancak bu serbesiyetlik tam bir serbesiyetlik değildir. Eğer piyasa normalin dışına çıkmışsa; serbest piyasa bozulmuş, işin içine toplumu zarara uğratan kimseler girmişse serbesiyetlik kalkar. Bu durumda devletin toplumu koruma gibi bir görevi ortaya çıkar.’ Buna İslam’da ’narh’ denirken günümüzde ’denetim mekanizması’ denmektedir.
Narh: ’Arapça ’tes’îr’ mastarı, sözlükte; bir mala narh koymak, fiyat belirlemek ve bir malın fiyatını sınırlamak, gibi anlamlara gelir. Bir ekonomi terimi olarak; eşya fiyatlarının devlet, belediye veya başka yetkililerce belirlenmesi, esnaf ve tüccarın bu fiyatın dışına çıkmasının yasaklanmasıdır.
İslam âlimleri narh uygulamasının genelde üç şekilde olabileceğini açıklamışlardır: Narh genellikle en yüksek satış fiyatını belirlemek şeklinde olursa da kimi zaman üreticileri korumak amacıyla en düşük satış fiyatını belirlemek biçiminde de olabilir. Birinci durumda malın narh fiyatının üstünde, ikinci durumdaysa narh fiyatının altında satışı yasaklanmış olur. Kimi zaman da narh tek fiyat olarak belirlenir ve bunun altında ya da üstünde bir fiyatla satış yasaklanır. Burada esas olan, toplum zarar görüyorsa bunun engellenmesi, satıcı zarar görüyorsa bunun engellenmesi ya da üretici zarar görüyorsa bunun engellenmesiyle piyasa dengesinin sağlanmasıdır.
Yıkıcı Rekabet ve Narh
’İslam, ticarette serbest rekabet esasını getirmekle birlikte esnaf ve tüccarın birbirini iflas ettirecek şekilde aşırı rekabete girmesini yasaklamıştır. Topluma fiyatların aşırı yükselmesi ne kadar zara veriyorsa, aşırı fiyat düşürmeleri de esnaf ve tüccarın bir bölümü için o kadar zararlıdır. Bir toplumda belirli dengelerin korunması gerekir. Zenginle yoksul arasındaki dengeyi zekât, tasadduk, vakıf, hayır ve hasenat sağladığı gibi, ticaret hayatındaki dengeyi de piyasanın normal işleyişli sağlar.
Günümüzde gelişmiş ülkelerde yıkıcı rekabete karşı devletler bir takım tedbirler almışlardır. Sözünü ettiğimiz rekabet şartları tekelleşmelere yol açmıştır. Bunlardan tröst ve kartel adı verilen iki tanesini kısaca açıklayacağız, daha sonra İslam’ın benzer tekelleşmeler için getirmiş olduğu çözümleri belirlemeye çalışacağız.’
Tröst, Kartel ve Holding

’Tröst, müteşebbise mal sahibi adına hareket etme ve onu temsil etme yetkisi veren bir vekâlet sistemidir. Tröstün çıkış yeri birleşik Amerika’dır. Tröst fikri XIX. yüzyılın büyük işadamlarından Rockfeller’in avukatı T.Dood’un bir buluşudur. T.Dood Amerika’da petrol kuyularını işleten ayrı ve bağımsız kuruluşları bir idare altında toplamayı düşündü. Bu amaçla ’Standart Oil Company’ adı altında bir sendika kurdu. Bu mali sendika elinde petrol kuyularına ait hisse senedi bulunanların, bu senetleri kendisine tevdi etmelerini istedi ve daha yüksek bir sermaye geliri vaat etti. Böylece Rockfeller, akaryakıt piyasası üzerinde hâkimiyet kurarken, petrol arzını ve fiyatları en uygun şartlarla tanzim ve tespit etmeyi de tekeline geçirmiş oldu. Burada müteşebbis piyasaya hâkim olmak için büyük bir sermaye rizikosu altına girmemekte ve hissedarlardan aldığı vekâlet sayesinde bu imkânı elde etmektedir. Kendilerine rehberlik eden iş adamlarının tecrübe ve becerisi sayesinde daha fazla gelir kazanacaklarına inanan mal sahipleri ise hisse senetlerini teslim etmek suretiyle tröstlere katılmaktadırlar.
Tröst sistemi tek bir idare altında toplanan işletmelerin piyasalarda tekelcilik meydana getirmesine yol açmıştır. Bunun üzerine devlet makamları tröst sistemi aleyhine cephe almak gereğini duymuşlardır. ABD’de 1890’da çıkarılan ’Sherman kanunu’, mal sahibinin rey hakkını üçüncü kişiye devretmesi sonucunda oluşan tröstleri dağıtmıştır.
Fakat aynı işadamları, bu işlemin ardından ’kaynaşma (fusion)’ adı altında dağılan şirketleri toplamaya çalışmışlardır. Fakat bu işlemin uzun ve masraflı olmasından ve vergi ödenmesine sebebiyet vermesinden dolayı bu kaynaşma adı altında birleşme sakıncalı görülmüştür. Bu yüzden kaynaşma sisteminden vazgeçilip başka bir tip olan ’holding’ sistemine yönelmişlerdir.
Holding, başka şirketlere ait hisse senetlerini elinde tutan bir şirkettir. Holding, başka şirketlerin genel kurulunda çoğunluk sağlayacak kadar hisse senedi toplayarak onların yönetimine hâkim olmaktadır. Bu şekilde ortay çıkan tröst, eski şirketlerin hukuki durumlarında ve görünüşlerinde bir değişiklik meydana getirmemektedir. Holdinge bağlı her kuruluş bağımsızlığını kaybetmekle birlikte aynı isim ve statü ile faaliyetini sürdürmektedir. Bu müesseselerin dizginlerini elinde tutan holding, tek bir menfaati temsil ettiğinden müesseseler arasındaki rekabet kalkmaktadır. Böylece aynı çeşit üretim yapan müesseseler holding çatısı altında birleşince o çeşit malın fiyatında bir tekelcilik oluşmaktadır. Başka bir tekelcilik sistemi de ’kartel’ adını alır.’
’Kartel, çeşitli firmaların aralarında rekabete yer vermemek ve piyasayı istismar etmek üzere kurdukları bir birliktir. Kartellerin meydana gelmesi ve devam etmesi için, belirli bir ticaret eşyasının tekelciliği zaruri bir şarttır. Bunlar satış şartlarını birleştirme, sürüm pazarlarını aralarında bölüşme, ortak büro açma ve asgari satış bedeli belirleme gibi amaçlarla kurulur.’
’Tröstlerin yıkıcı rekabeti şu şekilde olmuştur: Tröstler önce yüksek fiyatlarla piyasaya mal sürerler. Bu durum küçük rakip firmalara cesaret verir ve onları fazla miktarda üretim ve stok yapmaya sevk eder. Bunlar tüketicilerin rağbetine güvenerek mal arzını genişletir ve mali taahhütlerini artırırlar. Tröst rakiplerin piyasaya çok açıldığı anı kollar ve zamanı gelince fiyatları birden bire ve önemli ölçüde düşürerek, küçük firmaları mal satamaz ve bonoları ödeyemez duruma düşürür. Bunun sonucunda, piyasada dürüst kalmak isteyen işadamı ya iflasla karşı karşıya kalır ya da tröste katılmak zorunda kalır. Sonuçta zararları yine halka, garip gurabaya ve millete dolayısıyla devlete dokunur.
İşte adı tröst, kartel, kaynaşma veya başka olsun bir piyasada kendi aralarında gizli veya açık anlaşarak tekelcilik oluşturmak ve bu yolla topluma ya da dürüst ticaret yapmaya çalışan esnaf ve tüccar kesimine zarar vermek serbest piyasa ekonomisinin aşması gereken bir engeldir. Bu yüzden aşağıda İslam’ın yıkıcı rekabetle veya topluma zarar vermeye yönelik tekelcilikle ilgili esaslarını aktarmaya çalışacağız.’
İslam ve Yıkıcı Rekabet
İslam, toplumla ilgili konularda daima maslahat prensibinden hareket etmiştir. Maslahat da en geniş anlamıyla; topluma yararlı olanı almak, zararlı olanı da terk etmek olarak tarif edilebilir. Ekonomi ve ticaret hayatında bir muamele eğer sonuçta toplum zararına bir sonuç doğuracaksa bu muamele işin başında yasaklanarak toplum korunmuştur. Faizin, karaborsacılığın, şehirlinin köylü adına satış yapmasının ve yine dışarıdan mal getirenlerin şehir kenarında karşılanıp mallarının alınmasının yasaklanması bu amaca yöneliktir. Peygamberimiz (s.a.v.): ’Bazınız (sizden biri), (din) kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın.’ (Buhârî, Buyû’, 58) buyurmuştur. Buna göre, ticaretle uğraşan her şahıs veya müessese serbest hareket edebilmeli ve dış müdahalelerden korunmalıdır.
İmam Mâlik (rh.a.)’e göre piyasa fiyatının, ne altında ve ne de üstünde satış yapılmamalıdır. Piyasa fiyatı ticaret yapanların büyük çoğunluğunun serbest rekabetle oluşturduğu satış bedelleridir. Bu görüşün dayandığı delil Hz. Ömer’in (r.a.), Hâtıb b. Ebî Beltea (r.a.)’a söylediği narh’la ilgili sözlerle, Ömer b. Abdülaziz (rh.a.)’in uygulamasıdır. İkinci Ömer olarak ün yapan bu halife döneminde bir bölge halkı, diğer bir bölge halkını engellemek üzere fiyatlarında indirim yapmışlardı. Halife, fiyatların Allah’ın (c.c.) elinde olduğunu belirterek, kendilerinden bu duruma son vermelerini istemiştir (emretmiştir).
Fiyatların Allah’ın elinde oluşu; piyasanın suni dış etkiler olmaksızın kendi rekabet kuralları içerisinde çalışması ve böylece fiyatların tabii oluşumu anlamına gelir.
Mâlikî fakihlerden el-Bâcî, piyasa fiyatı dışına çıkanlar hakkında şöyle der: ’Bir kişi veya küçük bir gurup tüccar, büyük çoğunluğa muhalefet ederek fiyatları düşürmüşlerse; onlara çoğunluğun sattığı fiyattan satmaları, aksi halde alış verişi terk etmeleri emredilir. Ancak bir kişi veya küçük bir gurup fiyatları yükseltirlerse, çoğunluğa bu yüksek fiyattan satış yapmaları emredilmez.’
Normal işleyen bir piyasada sırf rakipleri zarara sokmak için veya onların piyasadan çekilmelerini sağlamak için fiyatların bazı kişi ve müesseselerce önemli ölçüde indirilmesi kısa vadede toplum yararına gibi görünüyorsa da, rakipler piyasadan çekilince, daha önce fiyat düşüren firmaların bu defa fiyatları aşırı yükseltmekleri söz konusu olabilir. Çünkü karşısında fiyatları dengelemede etkili olacak rakip firma kalmamıştır.
Ebû Hanife (rh.a.), yıkıcı rekabet konusuna dolaylı yoldan temas etmiştir. Şöyle ki; bir menkul veya gayrimenkulü paylaşma hakkına sahip olanların, sırf malın değerini yükselterek fiyatı artırmak amacıyla aralarında anlaşıp ortaklık kurmaları caiz değildir. Bir kısım ulemâ bu esası daha geniş bir tüccar kesimine teşmil ederek şöyle demişlerdir: Belli bir mal çeşidini alıp satmakta olan bir gurup tüccar, piyasa fiyatından daha düşük olan ve kendi kararlaştırdıkları bir fiyatla satın alarak zulüm ederlerse ve sattıklarını da piyasa fiyatından daha yüksek bir fiyata satar ve aralarında ortaklık kurup elde ettiklerini bölüşürlerse, bu işten (ticaretten) menedilirler.
Sonuç olarak:
Bir toplumda piyasa normal işlediği, arz-talep dengesi kurulabildiği ve fiyatlar serbest rekabetle güvenli bir ortamda oluştuğu sürece devlet müdahaleci olmamalıdır. Ancak tröst ve kartel benzeri tekelcilikler oluşur ve toplum bundan zarar görmeye başlarsa, devlet bunların üzerine cesaretle gitmeli ve tabii piyasa şartları oluşuncaya kadar esnaf, tüccar ve sanayici üzerinde varlığını hissettirmelidir.



Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.