Özlenen Rehber Dergisi

137.Sayı

Sık Sorulan Sorularda Oruç & Zekat

Seyfullah KILINÇ Özlenen Rehber Dergisi 137. Sayı
İbn-i Âbidîn’de Oruç Hususunda zikredilenlerin bazısı şunlarlardır:
SORU: İslam dininde orucun hükmü nedir?
CEVAP: Ramazan ayı orucunu tutmak; kadın veya erkek olsun büluğa ermiş her Müslüman’ın üzerine farzdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ’Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. (Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir.’ (Bakara, 2/183-184)
SORU: Küçük çocuk veya deli, oruca niyet edip oruç tutarlarsa bu oruçların hükmü ne olur? Ramazan orucunun farz olmasının veya orucun sahih olmasının şartları nelerdir?
CEVAP: Buluğ ve (delilikten ve baygınlıktan) ayık olmak orucun sıhhatinin yani sahih olmasının şartından değildir. Bu nedenle sabî çocuğun tuttuğu oruç sahihtir/geçerlidir. Keza, oruca niyet ettikten sonra deliren yahut bayılan kimselerin oruçları da sahihtir/geçerlidir.
Zira şer’î orucun sahih olması için gerekli olan şartlar üç tanedir: 1- Müslüman olmak 2- Hayız ve nifastan temiz olmak 3- Niyet etmek. Bu üç şart kendisinde bulunan kişinin tuttuğu oruç sahih olmuş olur.
Buluğa ermiş olmak ve ayık olmak ise Ramazan orucunun farz olmasının şartlarındandır.
Ramazan orucunun farz olmasının şartları ise dört tanedir:
1- Buluğa ermiş olmak
2- Hayız ve nifastan temiz olmak
3- Müslüman olmak
4- Orucun farz olduğunu bilmek ki bu da dâru’l-islam’da olmakla yahut dâru’l-harp’te olup da orucun farz olduğunu biliyor olmasıyla hâsıl olur. Bu dört şart kendisinde bulunan kişiye Ramazan orucunu tutmak farz olur.

SORU: Ramazanın edası, muayyen nezir/belirli adak ve nafile oruca niyet etme vakti ne zaman başlar ve ne zamana kadar devam eder?
CEVAP: Ramazanın edası, muayyen nezir ve nafile oruca niyet, geceden başlar ve dahvetü’l-kübrâ’ya/kaba kuşluk vaktine kadar devam eder. Bu oruçlara, güneş batmadan önce veya güneş batarken niyet ederse sahih olmaz. Keza, dahvetü’l-kübrâ/kaba kuşluk vaktinden sonra yahut dahvetü’l-kübrâ/kaba kuşluk vaktinde niyet etse dahi yine de sahih ve caiz olmaz.
SORU: Niyetin hakikati nedir? Dil ile niyet etmek şart mıdır? Niyetin ilk ve son vakti ne zamandır? Bir kimse güneş batmadan oruca niyet edip ertesi gün zeval vaktine kadar uyusa niyeti geçerli olur mu? Sahura kalkmak niyet sayılır mı?
CEVAP: Niyet; ’ben, falanca orucu Allah Teâlâ için tutacağım’ diyerek kalben yapılan bir taahhütnamedir.
Oruçta niyet şarttır. Niyet ise, oruç tuttuğunu kalbi ile bilmesidir. Ramazan ayının gecelerinde ise hiçbir Müslüman bundan yani oruç tuttuğunu kalben bilme halinden hâlî olmaz. Dil ile niyet ise şart değildir.
Niyetin ilk vaktinin güneş battığı zaman/gurub vakti olduğunda ihtilaf yoktur. Şayet güneş batmadan önce oruca niyet ederse sahih olmaz. Şöyle ki; bir kimse güneş batmadan, yarın oruç tutmaya niyet edip sonra da zeval vaktine kadar uyusa veya bayılsa yahut ertesi gün zeval vaktine kadar gaflete düşse orucu caiz olmaz. Ancak niyetin son vakti hususunda ise ihtilaf edilmiştir.
el-Bahır’da ez-Zahîriyye’den naklen, ’sahura kalkmak/sahur yemek niyettir’ denilmiştir.
Dil ile niyet etmenin sünnet olduğu söylenmiştir. Ancak buradaki sünnetten murad, ’Ulemanın sünneti/âdeti’ olduğudur, Nebî (s.a.v)’in sünneti değildir. Zira bu hususta O’ndan bir hadis naklolunmamıştır.
Dil ile niyet ederse, ’niyet ettim Allah rızası için yarın oruç tutmaya’ veya gündüz Ramazan orucuna niyet ediyorsa ’niyet ettim Allah rızası için bugün oruç tutmaya’ diye söyler.
SORU: Bir kimse Ramazanın edası, muayyen nezir/belirli adak ve nafile oruca, mutlak oruç veya nafile oruç niyetiyle niyetlenirse hükmü ne olur? Ramazan edası orucuna niyet ederken yanlışlıkla başka bir farz veya vacip oruca niyet ederek tutarsa ne olur? Muayyen nezir veya nafile oruca niyetlenirken yanlışlıkla başka bir vacip oruca niyet ederse hükmü ne olur?
CEVAP: Bir kimse Ramazanın edası, muayyen nezir/belirli adak ve nafile oruca, mutlak oruç veya nafile oruç niyetiyle niyetlenirse caizdir. Çünkü bu kimse için o günde yani Ramazan ayında Ramazan orucundan, oruçlu olmayı nezrettiği günde de adadığı oruçtan başka bir oruç yoktur. Mutlak niyetle tutulan oruç; farz vacip veya sünnet diye kayıtlamadan niyetlenilen oruçtur.
Ramazan edası orucunu yanlışlıkla vasıfta hata ederek başka bir farz oruç niyetiyle veya başka bir vacip oruca niyet ederek tutarsa, tutuğu oruç yine Ramazan orucu olur, zira o vakitte bu oruç Şâri’in tayini ile belirlenmiştir/muayyendir.
Muayyen nezir veya nafile oruca niyetlenirken yanlışlıkla başka bir vacip oruca niyet ederse, yanlışlıkla niyet ettiği o vacip oruç vuku bulmuş olur. (Zira nezir orucu, ancak nezredenin tayini ile muayyen olup isterse onu iptal edebilme hakkına sahiptir.)
SORU: Ramazan ayında yolcu veya hasta kimse oruç tutmak ister ancak Ramazan orucuna değil de mutlak oruca veya nafile oruca yahut vacip oruca niyetlenirlerse, tutulan oruçlar Ramazan orucu mu sayılır, yoksa niyet ettikleri oruçlar ne ise onlar mı vaki/geçerli olur?
CEVAP: Ramazan orucunun edasının farziyeti hasta ile yolcu kimse hakkında sakıt olur/düşer. Zira Ramazan ayı orucu onlar hakkında gayr-i muayyendir/tayin/tesbit edilmemiş/kararlaştırılmamıştır. Böylelikle Ramazan ayı, onlar hakkında Şaban ayı gibi olmuş olur.
(Yolcu ile hastanın hükümlerini Fukahâ birbirinden ayırmışlardır.) (Yolcu kimsenin Ramazanda, başka bir oruca niyet etmesinin üç hali olup bunların hükümleri şöyledir);
1- Yolcu kimse Ramazan ayında mutlak oruca niyet ederse yani farz vacip veya sünnet diye kayıtlamadan sadece ’oruç tutmaya’ diyerek niyet ederse, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur.
2- Yolcu kimse Ramazan ayında nafile oruca niyet ederse, keza tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur. Çünkü nafilenin faydası sevaba nail olmaktır, sevap ise vaktin farzı olan orucu tutmada daha çoktur.
3- Yolcu kimse Ramazan ayında, başka bir farz/vacip oruca niyet ederse, niyet ettiği bu farz/vacip oruç vaki/geçerli olur. Bu oruç Ramazan orucu sayılmaz. Çünkü yolcunun oruç tutmamaya hakkı vardır ve binaenaleyh yolcu kimse Ramazanda tuttuğu orucu başka bir farz oruca tebdil/tahvil edebilir.

SORU: Mukim bir kimse Ramazan ayının geldiğini bilmeden Ramazan orucu haricinde başka bir oruç tutmaya niyet eder ve oruç tuttuğu bu ay da Ramazan ayı ise hükmü ne olur?
CEVAP: Mukim bir kimse Ramazan ayının geldiğini bilmeden herhangi bir oruç tutmaya niyet ederse, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur. Zira Rasûlullah (s.a.v); ’Ramazan geldiği vakit, Ramazan (orucundan) başka bir oruç yoktur’ buyurmuştur yani Ramazan ayında Ramazan orucundan başka bir oruç tahakkuk etmez. Bu durum, Ramazan orucu kendisine ale’t-ta’yîn üzere farz olan (yani Ramazanda Ramazan orucu tutması kati olarak farz olan) kişi hakkındadır. Binaenaleyh, ’eğer Ramazanda Ramazan orucundan başka bir oruç tahakkuk etmiyorsa o halde yolcu neden başka bir farz/vacip oruca niyet edebiliyor?’ denemez, zira daha önce zikredildiği gibi yolcuya Ramazan orucu ale’t-ta’yîn üzere farz değildir.
SORU: Ramazan ayında her günün orucuna her gün ayrı bir niyet mi gerekir? Yahut Ramazan başında bir defa oruca niyet etmek bütün ayın orucuna kifayet eder mi?
CEVAP: Bir kimse sıhhatli ve mukim olsa bile, Ramazan orucunun her günü ayrı niyete muhtaçtır yani Ramazan başında bir defa oruca niyet etmek bütün ayın orucuna kifayet etmeyip her gün niyet etmek lazımdır. Bu (yani her gün niyet etmek), ibadeti âdetten ayırmak için yani perhiz/rejim yahut özürden dolayı yemekten, içmekten ve cimadan imsak eylemekten ayırmak içindir.
İmam Züfer ile İmam Malik, ’namazda olduğu gibi bir niyet yeterlidir’ yani bir ayın tamamı için bir niyet kâfidir demişlerdir. İmam Züfer’in, ’mukim kimse niyete muhtaç değildir. Seferi kimse ise, geceden niyetlenmedikçe caiz olmaz’ dediği rivayet olunmuştur.
Üç İmamımıza (İmam Âzam İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e) göre ise, oruca geceden yahut zevalden (dahvetü’l-kübrâ’dan) önce her gün ayrı ayrı, niyet edilmezse caiz olmaz. Bu hususta mukim ile seferi kimse eşittir. İmam Züfer’in orucu namaza kıyas etmesine, cevaben biz şöyle deriz: Her günün orucu başlı başına bir ibadettir. Bunun delili ’bir cüzün bozulması bütünün bozulmasını icap etmez’ (fesâdü’l-ba’dı lâ yûcibu fesâde’l-külli) (kaidesidir) yani Ramazan ayında bir orucun bozulması bütün oruçların bozulmasını icap etmez. Namaz ise böyle değildir yani namazın bir cüzünün bozulmasıyla namazın tamamı bozulmuş olur.
SORU: Bir kimse ’yarın oruç tutacağım inşallah’ derse ertesi gün oruçlu olmuş olur mu?
CEVAP: Bir kimse yarın için oruca niyet ederken ’inşallah’ der ise, istihsanen niyeti batıl olmaz/bozulmaz. Sahih olan budur. Çünkü buradaki ’inşallah’ kelimesi hakikaten istisna manasında değil, Allah’tan yardım ve muvaffakiyet dilemek içindir. Ancak bir kimse hakikaten istisna manasını kastederek ’inşallah’ kelimesini kullanırsa, o takdirde oruçlu sayılmaz.
SORU: Bir kimse namaz kılarken oruca niyet ederse niyeti geçerli olur mu? Namazı bozulur mu?
CEVAP: Bir kimse namazdayken oruca niyet ederse niyeti sahih/geçerli olur. Namazdayken konuşmadan niyetlenmesi ise namazı bozmaz.
SORU: Bir kimse gündüz orucunu bozmaya niyet ederse, orucu bu niyetle bozulmuş olur mu?
CEVAP: Oruçlu bir kimsenin, orucunu bozmaya (oruçlu olmamaya) gündüz niyet etmesi, (fiilen orucu bozacak bir şey yapana kadar) hükümsüzdür/geçersizdir (yani namazda konuşmaya niyet eden kişinin hükmü gibidir). Ancak geceden oruç tutmamaya niyet eder, sonra böylece sabahlar ve oruca da niyet etmeden yemekten, içmekten ve cimadan kendini alıkoysa da sabahleyin oruçlu olmamış olur.
SORU: ’Yevm-i şek’ yani şek günü hangi gündür? Şek günü oruç tutulur mu?
CEVAP: ’Yevm-i şek’ yani şek günü; Şabanın başından itibaren sayıldığında ’Şaban ayının otuzuncu günüdür’ veya ’Şaban ayının yirmi dokuzundan sonra gelen gün’ demektir.’ Çünkü o günün Şabanın otuzuncu günü olup olmadığı belli değildir, zira o günün Ramazanın birinci günü olma ihtimali de vardır.
’İhtilâf-ı metâli’e (yani ayın muhtelif memleketlerde ayrı zamanlarda doğmasına) itibar olunmaz’ diyenlere göre, o gün hava bulutlu/kapalı değilse bile (yani hava açık olsa da o gün yevm-i şek olup, yevm-i şek de ise) ancak nafile olarak oruç tutulabilir. Zira Müslüman beldelerinden birinde hilalin görülmesi ihtimali vardır ve bu durumda ise diğerlerinde görülmese bile hepsine oruç tutmaları lazım gelir.
’İhtilâf-ı metâli’e itibar olunur’ diyenlere göre ise, şayet hava açık ise yani kapalı değilse o gün yevm-i şek olmayıp esasen o gün zaten ne farz ne nafile oruç tutulmaz. Ancak o gün, oruç tutmayı âdet edindiği günlere rastlarsa, o takdirde o gün oruç tutması daha faziletlidir.
SORU: Eğer günün, Arefe günü mü, Kurban Bayramı günü mü olduğunda şek/şüphe edilirse, o gün oruç tutulur mu?
CEVAP:
Eğer günün, Arefe günü mü, Kurban Bayramı günü mü olduğunda şek/şüphe edilirse efdal/daha faziletli olan o gün oruç tutulmasıdır.
SORU: Yevm-i şek’de nafile oruçtan başka bir oruç tutulamayacağını söylediniz. O halde yevm-i şek’de farz, vacip ve mutlak oruca niyet ederek oruç tutulursa hükmü ne olur? Keza bir kimse yevm-i şek’de Ramazan orucuna niyet ederek oruç tutarsa hükmü ne olur? Keza bir kimse, ’eğer yarın Ramazan ise Ramazan orucuna, Ramazan değilse falanca (vacip orucu veya nafile) oruç tutmaya niyet ettim’ diyerek oruç tutarsa hükmü ne olur?
CEVAP: Bir kimse yevm-i şek/şek günü, vacip/farz bir oruç niyetiyle, örneğin, nezir/adak orucu, keffaret orucu veya kaza orucu gibi bir oruç tutarsa ve bu kişi de mukim ise, tenzihen mekruh olur. Şayet o günün Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, bir vacibe niyet ederek tuttuğu bu oruç Ramazan orucu olmuş olur. (Zira Ramazanda Ramazan orucundan başka bir oruç yoktur.) Eğer (Şaban olduğu ortaya çıkarsa) en sahih olan kavle göre, niyet ettiği vacip oruç vaki/geçerli olmuş olur.
Eğer bu kişi seferi/yolcu ise, başka bir vacibe niyetlenerek tuttuğu oruç mekruh olmaz ve hangi vacibe/farza niyet ettiyse o oruç vaki/geçerli olur. Çünkü ona Ramazanın edası farz değildir. İmameyn’e göre ise, mukim gibi yolcu kimseye de mekruhtur ve eğer o günün Ramazandan olduğu anlaşılırsa, tuttuğu oruç Ramazandan sayılır.
Bir kimse yevm-i şek/şek günü, Ramazan orucuna niyet ederek oruç tutarsa, tahrimen mekruh olur. Zira bunda Ehl-i Kitab’a benzemek vardır. Çünkü Ehl-i Kitab, oruçlarının üzerine ziyade yapmışlardır. Ramazandan bir gün veya iki gün önce oruç tutmaktan nehyeden/yasaklayan hadisler de bu duruma hamlonulmuştur/mahsus kılınmıştır. (Şayet o günün Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur.)
Bir kimse yevm-i şek/şek günü, mutlak oruç niyetiyle oruç tutarsa ve bu kişi de mukim ise, tenzihen mekruh olur. (Şayet o günün Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur, eğer Şaban olduğu ortaya çıkarsa nafile olmuş olur.)
(Eğer bu kişi seferi/yolcu ise, mutlak oruç niyetiyle tuttuğu oruç mekruh olmaz ve Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur, eğer Şaban olduğu ortaya çıkarsa nafile olmuş olur.)
Bir kimse yevm-i şek/şek günü, ’yarın Ramazan ise Ramazan orucuna, Ramazan değilse (vacip olan falanca oruca veya nafile oruç) tutmaya niyet ettim’ diyerek oruç tutarsa ve bu kişi de mukim ise, tenzihen mekruh olur. Şayet o günün Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur. Eğer Şaban olduğu ortaya çıkarsa, vacibe niyet etmişse niyet ettiği vacip oruç vaki/geçerli, nafileye niyet etmişse nafile oruç geçerli olmuş olur ancak Hidâye’nin rivayetine göre ise her iki orucu da nafile olmuş olur.
(Eğer bu kişi seferi/yolcu ise, tuttuğu bu oruç mekruh olmaz ve Ramazan olduğu ortaya çıkarsa, tuttuğu oruç Ramazan orucu olmuş olur, eğer Şaban olduğu ortaya çıkarsa, vacibe niyet etmişse niyet ettiği vacip oruç vaki/geçerli, nafileye niyet etmişse nafile oruç geçerli olmuş olur.)
SORU: Ramazana başlama hilali hususunda muvakkitlerin yani gök bilimcilerin/astronomların sözüne göre hareket edilir mi itibar olunur mu?
CEVAP: Halkın oruç tutmalarının farz olması için muvakkitlerin sözüne itibar olunmaz. Mezhebimize göre adalet sahibi olsalar bile sözleri kabul edilmez. (Muvakkit: Vakitleri ve namaz vakitlerini hesaplayan, tayin ve tespit eden, bunlarla ilgili âletleri kullanıp tamir ve ayarını yapan ve muvakkithanelerde görev yapan kimsedir.)
Hatta el-Mirâc isimli eserde şöyle denilmiştir: ’Ulemanın ittifakıyla muvakkitlerin sözü muteber değildir. Müneccimin (gök bilimcinin/astronomun) kendi yaptığı hesap doğrultusunda amel etmesi caiz değildir.’
en-Nehir ve el-Îzâh isimli eserde şöyle denilmiştir: ’Sahih kavle göre adalet sahibi olsalar bile muvakkitlerin, ’filan gece hilal gökyüzünde görülecektir’ demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez.
Şafiilerden İmam Sübkî’nin bir telifi vardır ki, bu eserde, hesap kesindir (diye) müneccimlerin/muvakkitlerin (gök bilimcilerin/astronomların) sözünü kabule meyletmiştir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Sübkî’nin sözünü kendi mezhebinden sonradan gelen müteahhirîn Ulema reddetmiştir. İbn-i Hacer ile Remlî, el-Minhâc’ın iki şerhinde Sübkî’nin sözünü reddedenlerdendirler.
Şemsüleimme Hulvânî’den ise, ’oruca (başlamanın) ve bayram (yapmanın) vacip olması için gözle görmenin şart olduğu, muvakkitlerin/hesap erbabının sözü ile amel edilemeyeceği’ nakledilmiştir.
Mecdüleimme Tercümânî’den ise, ’Ebû Hanife’nin ashabı -nadir istisnalarla- ve İmam Şafii, muvakkitlerin/hesap erbabının sözlerine itimat edilemeyeceği üzerine ittifak etmişlerdir’ diye nakledilmiştir.
İbn-i Âbidîn’de ZEKÂT HUSUSUNDA zikredilenlerin bazısı şunlardır:
SORU: İslam’da zekâtın hükmü nedir?
CEVAP:
Zekât, Allah Teâlâ’nın farzlarından bir farz ve İslam’ın rükünlerinden bir rükündür. Allah Teâlâ Kitabı (Kur’an-ı Kerim’de zekâtı) emredip şöyle buyurmuştur: ’Namazı kılın ve zekâtı verin.’ (Bakara, 2/43) Kim (zekâtın) farziyetini inkâr ederse o kâfirdir, İslam milletinden çıkmıştır. Fetevâyi Hindiyye’de zikredildiğine göre zekâtı vermeyen öldürülür.
SORU: Bir kimse zekât vermek niyetiyle bir fakiri doyurursa zekâtı eda etmiş olur mu?
CEVAP:
Bir kimse zekât (vermek) niyetiyle (örneğin) kendi evindeki (sofrasında) bir yetimi doyurursa, zekâtı eda etmiş olmaz. Ancak yemeği ona verirse o takdirde zekâtı eda etmiş olur. Zira zekâtta ibâha (yani zekât malını fakirin alması için mübah ve serbest eylemek) yeterli değildir, (mutlaka temlik lazımdır).
SORU: Bir kimse zekâta niyet ederek bir fakiri bir sene evinde oturtursa zekâtı eda etmiş olur mu?
CEVAP:
Bir kimse zekâta niyet ederek bir fakiri bir sene evinde oturtursa zekât yerine geçmez. İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir. Ona göre, bir kimse bir fakiri zekât niyetiyle bir sene evinde oturtsa zekât yerine geçer.
SORU: Ma’tûh yani aklı noksan (bunak) kimseye zekât verilebilir mi?
CEVAP:
Müslüman ve fakir ise, ma’tûh yani aklı noksan (bunak veya bunak derecesinde ki ’Alzheimer’ hastası) kimseye zekât verilebilir.
Ma’tûh; aklı noksan kişidir. Bazıları ise, ’delilik derecesine varmayan akıl oynamasıdır’ demişlerdir.
Mecelle’de ma’tûh şöyle tarif edilmiştir; şuûr’u dengesiz ve bozuk, anlayışı az, sözü karışık ve kendini iyi idare edemeyen kimse olup, deli gibi dövüp sövmez, sözü karışık olmakla birlikte bazı konuşması akıllı insanların sözlerine, bazı lafızları ise delilerin sözlerine benzer.
SORU: Ma’tûh yani aklı noksan (bunak) kimseye zekât vacip midir?
CEVAP:
Bir kimsede bunaklık bulunduğu müddetçe kendisine zekât farz olmaz. Zira onun hükmü, aklı eren -sabî mümeyyiz- çocuk gibidir ve sırf ibadet olan bir şey ona lazım gelmez ve zekât da sırf ibadet olduğu için ona farz olmaz.
Zekâtın farziyetini düşüren bunaklık, bir seneyi kaplayan bunaklıktır. Eğer bunaklık bütün seneyi kaplamaz ve -az bir zaman da olsa bunaklık zail olursa- o takdirde zekât farz olur ve bunaklığın hükmü kalkar. İmam Ebû Yusuf’tan bir rivayete göre ise, ’bu durumda bunak kimse eğer senenin çoğunda ayılmış ise zekât farz olur’ demiştir.
SORU: Bir kimseye zekâtın farz olması için, zekâtın farz olduğunu bilmesi gerekir mi?
CEVAP:
Bir kimseye zekâtın farz olması için, hükmen de olsa zekâtın farz olduğunu bilmesi gerekir. Bu kimsenin İslam memleketinde olması ise hükmen bilmek sayılır.
SORU: Zekâtın farz olması için geçmesi şart olan ’yıl’ hangi takvime göredir?
CEVAP:
Zekâtın farz olması için malın üzerinden bir sene geçmesi gerekir. Burada ’yıl’dan maksat, şemsî (miladi) değil kamerî senedir. Kamerî sene, hilallerle hesaplanan sene olup, üç yüz elli dört gün ve bir günün birazıdır. Bazıları bunun, günler (hesabıyla) şemsî sene olduğunu ve şemsî senenin de kamerî senden on bir gün daha fazla olduğunu söylemişlerdir.
Şu var ki, malın zekâtını vermek için üzerinden bir senen geçmesi şarttır, ekin ve meyvenin zekâtında yani öşürde ise, ’malın üzerinden sene geçmesi’ ve ’nisap’ şart değildir.
SORU: Bir kimseye zekât vacip olur, lakin zekâtını eda etmeden borçlanırsa hükmü ne olur?
CEVAP:
Bir kimse, zekât farz olduktan sonra borçlanırsa üzerinden zekât sakıt olmaz. Zira zekâtın vacip olmasından sonra ârız olan bir durum zekâtın vücûbiyetini düşürmez.
SORU: Bir kimsenin nisap miktarı malı olup da borcu da varsa, üzerine zekât gerekir mi?
CEVAP:
Nisap miktarı malı olan kimsenin üzerinde borç olmamalıdır. Bu borç, ister, kefalet (borcu) yahut ayrılık zamanında verilecek mehr-i müeccel veya nafaka borcu gibi kullar tarafından istenen bir borç olsun. İster, zekât ve harâc gibi Allah için olan borç olsun hepsi zekâta manidir, (şu şartla ki; bu borçlar malın tamamını kapsamış veya borçları verdiği takdirde kişinin malı nisap miktarından az kalıyorsa, zekât vacip değildir).
el-İhtiyâr’da zekât bahsinde şöyle denilmiştir; Nisabın borçtan hâlî olması gerekir, zira borçla meşgul olan (bir mal), hâcet-i asliyye ile meşgul (demektir). Çünkü kişiyle cennet arasında bir engel olan borç (hususundan kişinin) zimmetinin hâlî olması, havâic-i asliyenin en mühimidir.
SORU: Bir kimsenin nisap miktarı malı olup, üzerinden de iki sene geçtiği halde zekâtını vermemiş ise hükmü ne olur?
CEVAP:
Bir kimsenin nisap (miktarı malı olup), üzerinden de iki sene geçtiği halde zekâtını vermemiş ise (bakılır); şayet ilk senenin zekâtını verecek olduğunda elindeki mal nisap miktarından az kalıyorsa, ikinci senenin zekâtını vermesi icabetmez, zira mal nisap miktarından düşmüştür. Şayet ilk senenin zekâtını verdiğinde, elindeki mal nisap miktarından düşmüyorsa, ikinci senenin de zekâtını vermesi icabeder.
SORU: Bir kimsenin adak borcu, keffaret borcu, fıtır sadakası borcu, hac borcu veya kurban borcu varsa kendisine zekât vacip olur mu?
CEVAP:
Adak, keffaret, fıtır sadakası, hac veya (kurban bayramına ait) kurban borcu olan kişiden zekât sakıt olmayıp, bu kimsenin zekâtını vermesi gerekir. (Örneğin), bir kimsenin iki yüz dirhem (gümüşü veya bu miktarda malı) olup, yüz (dirhemini) sadaka olarak vermeyi adasa ve (iki yüz dirhem gümüşün) üzerinden de bir sene geçse, (bu malın) zekâtını vermesi gerekir.
SORU: Öşür vermesi vacip bir kimsenin borcu varsa, öşür vermesi gerekir mi?
CEVAP:
Öşür, ekinlerin ve meyvelerin zekâtıdır, ancak borç, öşrün vacip olmasına mani değildir (yani borcu olsa dahi bu kişiye öşür vacip olur).
SORU: Nisabın aslî ihtiyaçlardan hâlî olması gerektiğini söylediniz. O halde aslî ihtiyaçlar nelerdir, açıklayınız?
CEVAP:
Nisab miktarı olan mal, aslî ihtiyaçtan -hâcetü’l-asliyye’den- hâlî olmalıdır. Aslî ihtiyaç, insandan hakikaten veya hükmen helakı defeden şeydir; (hakikaten helakı defeden şey, örneğin) nafaka, oturulan ev, hizmetçi, savaş aletleri, sıcağı veya soğuğu defetmek için muhtaç olunan elbise gibi. (İnsandan hükmen yani takdîrî olarak helakı defeden şey, örneğin) borç gibi. Zira borçlu, (bir nevi) helak gibi olan hapsedilmeyi kendisinden defetmek için, elindeki nisap miktarı maldan bunu ödemeye muhtaçtır.
Sanat aletleri, ev eşyası, binilecek hayvanlar (binekler) ve ehli için olan ilmî kitaplar ki -onların yanında cehalet helak gibidir- (asli ihtiyaçlardandır).
Sahabe (r.anhum), on bin dirhem değerinde silah, at, ev ve hizmetçilere malik olan bir kimseye zekât verirlerdi. Bunun sebebi, bu şeylerin mutlaka her insana lazım olan hacetlerden/ihtiyaç duyulan şeylerden olmasıdır.
SORU: Rehin (ipotek) olarak verilen malda zekât var mıdır?
CEVAP:
Rehin (ipotek) olarak verilen malda zekât yoktur. Rehin (ipotek) verilen malda rehini alan kişiye zekât vacip değildir, zira o mala malik değildir. Rehin verilen malda rehin veren kimseye de zekât vacip değildir, zira ’zilyed’ değildir (yani mal, elinin altında olmayıp binaenaleyh tasarrufunda değildir). Rehin veren, rehin verdiği malı geri alırsa, rehin verilen mala ait geçmiş senelerin zekâtını vermez.
SORU: Sanat sahiplerinin alet edevatlarının (veya bir işi yapmada yahut üretimde kullanmak için satın aldıkları malzemelerin) üzerinden bir sene geçerse ve nisap miktarına da ulaşırsa hükmü nedir, bunlara zekât gerekir mi?
CEVAP:
Sanat sahiplerinin alet (edevatlarına veya bir işi yapmada yahut üretimde kullandıkları malzemelere) zekât vacip olmaz. Bu aletler (ve malzemeler), ister (kendisinden) faydalanırken keser ve eğe gibi tükenip bitmeyen olsun, ister (kendisinden faydalanırken) tükenip biten türden olsun fark etmez.
(Ancak tükenip biten cins malzeme iki nevi olup, hükümleri de birbirinden farklıdır;
1- Malzemenin kendisinin (özünün) eseri ve izi, kullanıldığı şeyin üzerinde kalmayan
2- Malzemenin kendisinin (özünün) eseri ve izi kullanıldığı şeyin üzerinde kalan)

Eğer (kullanıldıkça) tükenip biten cins (malzeme), sabun (deterjan) gibi aynının (yani kendisinin) eseri (ve izi kullanıldığı şeyin üzerinde) kalmayan neviden ise, bu (tür malzeme ve maddelerde) zekât yoktur. Çünkü (bu durumda usta), aldığı ücreti, verilen emeğin karşılığında (almış olmaktadır).
Eğer (kullanıldıkça) tükenip biten cins (malzeme), aspir, safran (vb. deri tabaklama ve sanayide kullanılan boyalar ve yağlar) gibi aynının (yani kendisinin) eseri (ve izi kullanıldığı şeyin üzerinde) kalan neviden ise, bu (tür malzeme ve maddelerde), üzerinden bir sene geçtiği ve (nisap miktarına da ulaştığı takdirde) zekât vardır. Çünkü (bu durumda) alınan (ücret), malzemenin karşılığında (olmaktadır).
SORU: Şayet bir kimse parasını birilerine emanet bırakır sonra da unutursa, bu malda zekât gerekir mi?
CEVAP:
Bir kimse parasını birilerine emanet bırakır da sonra da unutursa bakılır; şayet emanet bırakılan kimse yabancı biriyse, bu malda zekât yoktur. Eğer emanet bırakılan kimse tanıdığı biriyse, bu malın zekâtını vermesi gerekir.
SORU: Bir kimse zekâtını vermeden ölürse, ölen bu kimsenin bıraktığı miras malından zekâtı alınır mı?
CEVAP:
Ölen kimsenin bıraktığı miras malından zekât alınmaz, çünkü niyet yoktur. Ancak ölen kimse bıraktığı maldan zekâtının verilmesini vasiyet ederse, o takdirde malının üçte birinden zekâtı verilir. Yahut mirasçıları teberrûda (bağışta) bulunurlar ve bu duruma rıza gösterirlerse, keza ölen kimsenin zekâtı terekeden verilir ki, bunun veçhi ise, mirasçıların ölenin makamına kaim olmaları ve bu nedenle onların zekâta niyet etmelerinin yeterli olmasıdır.
SORU: Bir kimse zekâta niyet ederek, zekât almaya müstehak olan bir kişiye, ’şu parayı sana hibe ettim’ veya ’bu parayı sana borç yahut ödünç olarak verdim’ derse, zekâtı eda etmiş olur mu?
CEVAP:
Bir kimse, zekât almaya müstehak olan bir kişiye, kalbinden zekât vermeye niyet ederek, ’şu parayı sana hibe ettim’ veya (geri almama kastıyla) ’bu parayı sana borç yahut ödünç olarak verdim’ derse, zekâtı eda etmiş olur, zira niyette itibar kalbedir lisana değil.
SORU: Bir kimse zekâtını, müstehak olan birine vermesi için bir kişiyi vekil tayin etse, vekil tayin edilen bu kişi, zekâtı fakir olan kendi çocuğuna veya fakir karısına verebilir mi?
CEVAP:
Bir kimse zekâtını -müstehak olan birine- vermesi için bir kişiyi vekil tayin ederse, vekil tayin edilen bu kişi, zekâtı fakir olan kendi çocuğuna veya fakir karısına verebilir. Vekilin -zekâtı vereceği kendi- çocuğu küçük ise, vekilin kendisinin de -zekâta müstehak olması için- fakir olması gerekir, çünkü küçük çocuk babasının malıyla zengin sayılır.
SORU: Zekâtın, zekât malının bizzat kendisinden mi verilmesi gerekir?
CEVAP:
Zekâtın, zekât malının bizzat kendisinden verilmesi gerekmez. Şayet zekât vacip olan bir kimse kendi adına, başkasına zekât vermesini emreder ve o da verirse caiz olur.
SORU: Bir kimsenin bir fakirden alacağı olur da, sene dolduktan sonra bu alacağından vazgeçerse, bu paranın zekâtını vermesi gerekir mi?
CEVAP:
Bir kimsenin bir fakirden alacağı bulunur, bu alacağın üzerinden de bir sene geçerek zekât vacip olur, lakin üzerinden sene geçtikten sonra alacaklı bu alacağını fakir borçluya hibe eder (veya alacağından vazgeçerse), ister zekâta niyet etmiş olsun ister olmasın, alacaklı kişiden bağışladığı bu paranın zekâtı sakıt olur. Şayet alacağının sadece bir kısmını bağışlarsa, bağışladığı miktarın zekâtı sakıt olur.
Şayet borcunu bağışladığı kişinin zengin mi fakir mi olduğunu bilemezse, hükmü yine fakir kimse gibidir, yani bu paranın zekâtını vermesi gerekmez.
SORU: Bir kimsenin alacağı olur ve bu alacağını da zekâtına saymak isterse, caiz olur mu?
CEVAP:
Bir kimsenin alacağı olur, lakin borç verirken zekât vermeye niyet etmemiş ise, bu alacağını zekâtına sayması caiz olmaz.
SORU: Bir kimsenin bir fakirde olan alacağını zekâtına saymasının caiz olmadığını öğrendik. O halde bu alacağı zekâta saymanın yolu nedir?
CEVAP:
Bir kimse, fakire borç verirken zekât vermeye niyet etmemiş ise, bu alacağını zekâtına sayması caiz olmaz. Lakin bu alacağı zekâta saymanın yolu vardır: Alacağı olan kişi zekâtını fakir borçlusuna verir. Zira fakir olan borçlusu zekâtı almaya en münasip kişidir, çünkü zekâtını ona vermekle onu borçtan kurtarmış olur. Sonra da ondan alacağını tahsil eder. Zira alacağı olan cinsten mala borçlusunun elinde rastlamıştır ve onu almaya hakkı vardır. Alacaklı kişi zekâtını borçlusuna verdikten sonra, borçlu borcunu vermek istemezse, alacaklı kişi borçlusunu mahkemeye verir.
Şayet alacaklı kimse, zekâtını fakir borçlusuna verdikten sonra fakir borçlusunun borcunu ödemeyeceğinden korkarsa, borçlu, alacaklının hizmetçisini (işçisini) zekâtı kabzetme ve kabzettikten sonra da borcunu ödeme hususunda vekil tayin eder. Vekil, zekâtı kabzedince de bu zekât malı müvekkilin mülkü olmuş olur. Zekât malını alıp da henüz borcu ödemeden önce, borcu ödeme vekâletinden müvekkilin vekili azletme ihtimalinden dolayı, zekât malı vekile ancak müvekkilin olmadığı bir zamanda verilir. Vekil malı alınca da vekâlet yetkisini kullanarak alacaklıya borcu öder.
Şayet alacaklının borç ortağı olur da, fakir borçlusundan alacağı parada kendisine ortak olmasından korkarsa, bunun yolu da şöyledir: Alacaklı alacağını borçlu fakire tasadduk eder, borçlu da kabzettiği parayı alacaklıya hibe edip bağışlar. Böylece alacaklı bu parayı hibe yoluyla aldığı için ortağı da bu paraya ortak olamaz.
SORU: Zekât parasıyla cenaze kefenleme veya hac, cihad yapmak yahut mescid, yol, köprü v.b’lerini imar etmenin caiz olmadığını öğrendik? O halde zekât parasıyla cenaze kefenlemenin ve mescid vb.’lerini imar etmenin çaresi/yolu nedir?
CEVAP:
Zekâtın sahih olmasıyla birlikte yukarıda sayılan bu şeylere zekât malını aktarmanın çaresi/yolu, zekât malını bir fakire sadaka olarak vermek ve ona emrederek bunları kendisine yaptırmaktır. Ancak kendisine yukarıdaki yerlere harcaması için zekât malı sadaka olarak verilen fakir kimse, bu emre muhalefet edebilir. Çünkü fakir kimse o malı temlik etmiştir.
(Örneğin), zekât parasıyla cenaze kefenlemenin yolu şudur: Zekât parası bir fakire tasadduk edilir, bu fakir de cenazeyi zekât parasını kullanarak kefenler. Mescidleri onarma ve imar etmede de yol budur. Burada her ikisi de sevap alır. Zekât sevabını zekâtı veren, kefenleme sevabını da fakir alır. Keza ’kefenleme sevabı zekâtı verene de verilir’ denilebilir, çünkü ’hayra delalet eden onu yapan gibidir’, velev ki kemmiyet ve keyfiyet bakımından sevaplar birbirinin aynısı olmasa bile hepsi de sevap alır.
İbn-i Âbidîn devamla şöyle demiştir: Suyûtî’nin ’el-Câmiu’s-Sağîr’ isimli eserinde kaydettiğine göre, sadaka yüz kişinin elinden geçse bile, her birine, ilk başlayanın sevabı hiç eksiltilmeksizin ilk başlayanın sevabı kadar sevap verilir.
SORU: Bir kimseye zekât vacip olursa, bunu, imkânı olduğu ilk zaman da hemen mi vermelidir? Yahut ilerleyen zamanlarda verse de olur mu?
CEVAP:
Zekâtın farz olması (terâhî üzeredir) yani gecikmelidir. Ulemanın çoğunluğunun görüşü budur. Yani zekât farzdır, farz olduktan sonra, (fevrî olarak) yani kişinin ödeme imkânı bulduğu ilk vakitte vermesi ise vaciptir. Dolaysıyla bir kimse zaruret olmaksızın zekâtı vermeyi geciktirirse günahkâr olur.
SORU: Bir kimse ticaret için aldığı bir malı, kendi hizmetinde kullanmaya niyet ederse hükmü ne olur?
CEVAP:
Bir kimse ticaret için aldığı bir malı, başka bir yerde (örneğin) kendi hizmetinde kullanmaya niyet ederse, bu mal ticaret için olmaktan çıkar. Örneğin, ticaret yapmak için köle veya binek satın alıp da, sonra bu köleyi veya bineği kendi hizmetinde kullanmaya niyet etmesi gibi.
SORU: Bir kimse geçmişteki herhangi bir seneye veya senelere ait zekâtını verip vermediğinde şüphe ederse nasıl davranır?
CEVAP:
Bir kimse zekâtını verip vermediğinde şüphe ederse, şüpheye düştüğü o zekâtı vermesi vacip olur. Çünkü zekâtın vakti bütün ömürdür. Zekâtını verip vermediğinde şüphe eden kimse, tıpkı vakti içerisinde yani vakit henüz çıkmadan o vaktin namazını kılıp kılmadığında şüphe eden kimse gibidir. Vakti içerisinde o vaktin namazını kılıp kılmadığında şüphe eden kimsenin, namazı tekrar kılması gerektiği gibi, zekâtını verip vermediğinde şüpheye düşen kimse de, zekâtın vakti bütün ömür olduğundan dolayı zekâtı tekrar verir.
Şayet bir kimse zekâtını parça parça veriyorsa ve zekâtının tamamını verip vermediğinde de şüpheye düşmüş ise, bu kimse, verdiği zekâtın miktarını araştırır. Tıpkı namazda kaç rekât kıldığından şüpheye düşen kişinin kaç rekât kıldığını araştırdığı gibi. Zann-ı galibinde hâsıl olan (yani ödediğine kanaat getirdiği) miktarı zekâtından düşer ve geriye kalan miktarı öder. Zann-ı galibinde hiçbir şey hâsıl olmaz (yani hiçbir şeye kanaat getirmezse), zekâtın hepsini öder.
SORU: Altın ve gümüşün haricindeki mücevherlerde zekât vacip midir?
CEVAP:
Mücevherlerde zekât yoktur. Mücevherlerden murad, inci, yakut, zümrüt ve benzerleridir.
El-İhtiyâr’da zekât bahsinde şöyle denilmiştir; Denizden çıkarılan inci, amber, mercan gibi şeylerde zekât yoktur. Keza dağlarda bulunan alçı, kireç, yakut, göz taşı ve zümrüt gibi şeylerde de zekât yoktur. Çünkü bunlar yerden yani yer cinsinden olup toprak ve taşlar gibidirler, ancak bu taşlar parlak taşlardır.
Fetvâyi Hindiyye’nin zekât bahsinde şöyle denilmiştir; Şayet yukarıda sayılan bu mücevherler süs eşyası olarak kullanılıyorsa, zekât gerekmez. Eğer ticaret için olursa, o takdirde zekât lazım gelir.
SORU: Bir kimse ticaret için bir tarla veya arsa satın alır ve aynı zamanda bu yeri ekip biçerse ne lazım gelir?
CEVAP:
Bir kimse ticaret için bir tarla veya arsa satın alır, bu arazi satılana kadar da bu yeri ekip biçerse; arazi ticaret için olduğundan dolayı ona zekât gerekir, ekilip biçildiğinden dolayı da çıkan mahsul için ise öşür vermesi gerekir.
SORU: Kiraya verilen gayr-i menkul (taşınmaz) veya menkul (taşınır) mallarda zekât vacip midir?
CEVAP:
Fetvâyi Hindiyye’nin zekât bahsinde şöyle denilmiştir; kiraya verilen gayr-i menkul (taşınmaz) mallarda zekât yoktur. Bir kimse evi olup da kiraya verse, bunda zekât gerekmez.
Aynı şekilde kiraya verilen menkul (taşınır) mallarda da zekât yoktur. Bir kimse kiraya vermek için bakır kazanlar satın almış olsa, bunlarda zekât yoktur. Keza koku dükkânı olan bir kimse, kiraya vermek için şişeler veya torbalar satın almış olsa, bunlarda da zekât yoktur.
Zekât, kiraya verilen bu malların gelirlerine gerekmektedir. Çünkü bunları satmak için değil, gelir getirmeleri için satın almıştır.
İbn-i Akîl el-Hanbelî’ye göre, gelir getiren her şeyden zekât vermek gerekir. Dolaysıyla bu hüküm, kira için hazırlanan akarlarla (taşınmazlar), kiraya vermek için hazırlanan bütün eşyayı (yani menkul - gayr-i menkul her şeyi) kapsamaktadır. Yani her yıl ana sermaye hesap edilerek, ticari mallarda olduğu gibi bütün bu malların zekâtı verilir.
Asrımızda da gelir elde etmek için, sermaye, toprak ve ticaret haricinde başka alanlara yönelmiştir. Kira geliri elde etmek için iş yeri ve binalar yaptırma veya satın alma, üretim için tesis edilen fabrikalar, geliri için uçak, gemi, otobüs, tır filoları vs. araçlar satın alma, tavuk vb. hayvan çiftlikleri kurma bu faaliyetlerin bazısıdır. Bu gibi malların hepsinden zekât vermek gerekmektedir. Çünkü bu mallarda, zekât vermenin şartı olan nemâ (yani artma, çoğalma, üreme, büyüme, gelişme) mevcuttur. Zekâtın bir malda vacip olup olmaması illete bağlıdır, eğer illet var ise hüküm de vardır. Bu illet nemâ’dır, hüküm ise zekâtın farz olmasıdır ki, o halde bir malda nemâ var ise o malda zekât da vaciptir. Bu mallarda zekâtı vacip kılan illetin yanı sıra, zekâtın meşruiyetinin hikmeti de mevcuttur. Bu hikmet ise, malların sahiplerini temizlemek, fakirlerin ihtiyaçlarını gidermek ki, çağımızda bütün ülkeleri meşgul eden fakirlikle mücadelede, bu mallara sahip zenginlerinde hissesinin olmasının gerektiğidir.
Devrimiz âlimleri, sanayi makinelerinin, marangozun ve demircinin kullandığı el aletleri, diğer meslekî alet, takım ve tezgâhı olarak değerlendirilemeyeceği hususunda da görüş birliğindedirler. Zira bu makineler gelir getiricidir ve nâmi mal sayılırlar.
Buradan hareketle, asrımızda gelir elde etmek için olan atölyeler, fabrikalar, işletmeler ve bilumum sanayi sektöründeki yatırımlar hususunda devrimiz âlimleri, bu malların hepsinde zekâtın farz olduğu mevzuunda görüş birliğine varmışlardır.
Keza devrimiz âlimlerin çoğunluğuna göre, kiraya verilen büyük binalardan, dairelerden, dükkânlardan, düğün salonlarından ve kara-deniz-hava taşımacılığında kullanılan nakil araçlarından elde edilen gelirler de zekâta tabidirler. Zira sayılan bu şeyler gelir getiricidir ve nâmi mal sayılırlar.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.