Sünnet-i Seniyye; Rasûlullah (s.a.v.)’in, kavli (sözleri), fiilleri ve takrirleridir.
Kavlî sünnet; Peygamberimizin herhangi bir mesele hakkındaki sözlü be¬yanından ibaret olup işitmeyle alakalı olmasından dolayı Ashâb’ın; ’Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu’ yahut ’Nebi (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu işittim’ gibi ifadelerle naklettiği hadisleridir.
Fiilî sünnet; Hazret-i Peygamber’in, namaz, oruç, hac, zekât vb. çeşitli ibadetlerindeki davranışlarına ait sahabe tarafından görülüp nakledilen haberlerdir ve görmeye bağlı olması dolayısıyla Ashâb tarafından; ’Nebi (s.a.v.)’in şöyle yaptığını gördüm’ ve benzeri ibarelerle nakledilmiştir.
Takrîrî sünnet ise, huzurunda bir Sahâbî ta¬rafından söylenen bir sözü veya işlenen bir fiili, Hazret-i Peygamber’in reddetmeyip susması yahut onu güzel karşılaması ve tasvip etmesiyle olu¬şan sünnettir. Her ne kadar Hazret-i Peygamber tarafından işlenmemiş bir fiil olsa bile, herhangi bir Sahâbî’nin işlediği fiilin, onun tarafından tasvip görmesi veya güzel karşılanması, Sahâbî’nin o fiili naklederek ondan haber vermesiyle, o da sünnet vasfını kazanmış olmaktadır. (Bkz., Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Usulü, TDV Yay., s.9-10)
Sünnet-i Seniyye, Cenâb-ı Hakk’ın: ’İnsanlara, kendilerine indirilen (Kur’ân)’ı açıklaman için sana zikri yani (Kur’ân’ı) indirdik…’ (en-Nahl, 16/44) âyetinde ifade ettiği gibi Kur’ân’ı açıklayıcı olarak gelmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünneti, Allah Teâlâ’dan bir vahiydir. Nitekim Allah Teâlâ âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: ’O (Peygamber, kendi) heva(sın)dan konuşmaz. O (konuştuğu, tebliğ ettiği şeyler), ancak kendisine vahy edilen bir vahiydir.’ (en-Necm, 53/3-4)
Rasûlullah (s.a.v.) de bir hadislerinde: ’Dikkat edin! Muhakkak ki bana, Kitap (yani Kur’an) ve onunla birlikte onun bir benzeri verildi...’ (Ebû Dâvûd, Sünnet, 6) buyurmuş, bu hakikati ifade etmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünneti, İslam hukuku kaynaklarından Kur’ân-ı Kerim’den sonra ikinci kaynaktır. Bu sebeple ona uymak farzdır ve ona aykırı hareket etmek haramdır. Müslümanlar bu hususta icma (ittifak, görüş birliği) etmiştir. Âyetler de şüpheye mecal bırakmayacak derecede bunu desteklemektedir. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
’Peygamber size ne verdiyse (emrettiyse) onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan sakının.’ (el-Haşr, 59/7)
’Her kim Peygamber’e itaat ederse muhakkak ki Allaha itaat etmiş olur.’ (en-Nisa, 4/80)
’De ki: ’Şayet Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’ (Âl-i İmrân, 3/31)
’Allah ve Rasûlü, bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Her kim Allah’a ve Rasûlü’ne asi olursa, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmış olur.’ (el-Ahzab, 33/36)
’Hayır! Rabbine yemin olsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da senin verdiğin hükümden dolayı nefislerinde hiçbir sıkıntı bulmayıncaya kadar ve tam bir teslimiyetle teslim oluncaya kadar iman etmiş olmazlar.’ (en-Nisâ, 4/65)
Aynı şekilde Peygamberimiz (s.a.v.)’e tabi olmanın farz olduğunu haber veren birçok hadis-i şerifler gelmiştir. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
’Her kim bana itaat ederse cennete girer. Ve her kim de bana asi olursa (cennete girmekten) yüz çevirmiştir.’ (Buhârî, İ’tisâm, 2)
’Sakın sizden birini, emrettiğim veya yasakladığım bir husus kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış bir halde: ’(Biz) bilmeyiz (başka bir şeyden anlamaz, kabul etmeyiz!) Allah’ın kitabında bulduğumuz şeye uyarız!’ derken bulmayayım.’ (Ebû Dâvûd, Sünnet, 6)
Muhakkak ki Müslümanlar, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetini yazıya geçirmeye erken bir vakitte koyuldular. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetini koruma yolunda Müslümanlar, naklettikleri ve yazdıkları şeylerde inceleme ve tetkik bakımından ümmetlerin en çok dikkat edeni, itina göstereni oldular. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), haberleri nakletme ve onları kabul etme hususunda derin araştırmaya ve tetkike teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur:
’Allah, bizden bir şey işitip, onu işittiği gibi (bir başkasına) aktaran kimsenin (yüzünü) ak etsin. Nitekim nice kendisine (hadis) ulaştırılan kimse, işitenden daha iyi kavrayıcıdır.’ (Tirmizî, İlm, 7)
’Her kim bana kasten yalan isnat ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.’ (Buhârî, İlm, 38)
Buna bağlı olarak Müslümanlar katında ’cerh ve tadil ilmi’ diye isimlendirilen bir ilim ortaya çıkmış, gelişmiştir. Bu öyle bir ilimdir ki, diğer milletler yanında onun bir benzeri yoktur. İşte Müslümanlar, rivayeti kabul edilen ile rivayeti reddedilen kimse arasını bu ilim sayesinde ayırt etmeye başladılar ve bu yolla sünneti, bidatçilerin yalanlarından korudular.
Rasûlullah (s.a.v.)’in hadisleri bir hayli çoktur. O derecede ki, Rasûlullah (s.a.v.)’in, ümmetine işaret etmediği hiçbir hayır kalmadığı gibi sakındırmadığı hiçbir şer (kötülük) de kalmamıştır. Bundan dolayı şeriat, hayatın tüm alanlarını kapsayıcı bir şekilde gelmiştir. Şeriat, kâmil bir yoldur Müslüman onu yaşar ve hayatının tümünde onunla amel eder.
Mü'mine Hayat Veren Yol Sünnet-i Seniyye
Özlenen Rehber Dergisi 137. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.