SORU: Mükellef bir kimse, Ramazan veya Bayram hilalini görür de bu sözü şer’î bir delil ile reddedilirse, bu kimse ne yapar? Hilali gören bu kişinin kendisi o gün oruç tutmazsa hükmü ne olur?
CEVAP: Mükellef bir kimse, Ramazan (ayının başlangıcını gösteren hilali) veya (Ramazan) Bayramının hilalini görür de bu sözü şer’î bir delil ile reddedilirse, o gün mutlak surette oruç tutması vaciptir (farz değildir). Bazıları ise ’bu durumda oruç tutması menduptur’ demişlerdir.
Hasan, İbn-i Sîrîn ve Atâ, ’böyle bir kimse ancak hükümet reisi/devlet başkanı ile birlikte oruç tutar’ demişlerdir.
Burada ’mükellef’ten murad; fâsık bile olsa, akıllı, baliğ olan Müslüman’dır. Binaenaleyh, hilali gören çocuk veya deli ise bu durumda oruç tutmak onlara vacip değildir. ’Mükellef’ tabiri hükümdar/devlet başkanını da kapsamaktadır. Devlet başkanı da keza yalnız başına hilali görürse, (sair mükelleflerde olduğu gibi) halka oruç tutmalarını veya tutmamalarını emretmez, sadece kendisi tutar.
Şayet hilali gören kişiler bir topluluk/cemaat olurlar da büyük bir topluluk/cemaat teşkil etmedikleri için şahitlikleri kabul olunmazsa, hüküm yine aynıdır yani kendileri oruç tutarlar, halka oruç tutmalarını veya tutmamalarını söylemezler.
Burada ’şer’î bir delil ile reddedilmesi’nden murad; hilali gördüğünü söyleyen mükellef kişinin bu husustaki şahitliğinin kabul edilmeyişinin şer’î nedeni, ya fâsık olduğundan ya da yanıldığından dolayıdır. El-Kuhistânî’de, ’gökyüzü bulutlu ise fâsıklığından dolayı şahitliği reddedilir, gökyüzü bulutlu değilse yalnız bir kişi olduğundan dolayı reddedilir’ denilmiştir.
Yani sonuçta gerek Ramazanın başlangıcı hilalinde gerek Ramazan Bayramı hilalinde, hilali gören kimsenin oruç tutması gerekmektedir.
SORU: Hava kapalıysa Ramazan orucu hilalini görme hususunda ki şatlar nelerdir? Ramazan ayının girdiğini ispat etmeye ihtiyaç var mıdır? Zahiren adâletli görünen bir adam, kâdının yanında hilali gördüğüne şahitlik eder de onu da birisi işitirse, işiten kişinin oruç tutması gerekir mi? Adalet nedir? Âdil kime denilir? Fâsık kişi fâsıklığını bildiği halde şahitlik edebilir mi/buna hakkı var mıdır? Ramazan hilalini görme hususunda, bir kişi diğer bir kişi üzerine şahitlik yaparsa kabul edilir mi? Dışarı çıkmasına kocası izin vermeyen adaletli bir kadın Ramazan hilalini görürse, ne yapması gerekir?
CEVAP: (Havada hilali görmeye mani olan bulut, toz, duman, sis vb. bir illet bulunursa, Ramazan orucuna başlamanın şartları):
Havada hilali görmeye mani olan bulut, toz, duman, sis vb. bir illet bulunursa, Ramazan orucunu tutmaya başlamak için; bu hususta davaya (yani mahkemede dava açmaya), (hilali gördüğünü söylerken) ’şahitlik ederim’ sözüne, bu mevzuda (mahkemece verilmiş bir) hükme ve hüküm meclisine ihtiyaç duyulmaksızın âdil bir kimsenin veya hali gizli bir kişinin hilali gördüğüne dair verdiği haber kabul edilir. Çünkü bu bir haber vermedir, şahitlik etmek değildir.
Ramazan orucu ispata muhtaç/bağlı değildir. (Çünkü oruç dînî bir vazifedir.) Bu kimsenin (hilali) görmesinden orucun ispat edilmiş olması lazım gelmez (yani bir kimsenin Ramazanın başlangıç hilalini görmesi, ’Ramazan ayının girdiği ispatlanmıştır’ demek değildir). Zira Ramazanın gelmesi hüküm altına girmez (yani hüküm verilmesi gereken bir mevzu olmadığından ispat etme mevzubahis olmaz). (İleride 114’ncü soruda geleceği üzere) ’Ramazan (ayının girdiğini) ispat (etmenin) yolu şudur’ denildiğinde ise maksat, Ramazanın girdiğini zımnen/dolaylı olarak ispattır. (Yani Ramazan ayının girdiğini ispat etmek, oruç tutma vakti geldiğini ispat etmek için değil, zekât gibi Ramazanın girmesine bağlı hususların zamanının geldiğini ispatlamak içindir. Zekât gibi Ramazanın girmesine bağlı hususların zamanının geldiğini ispatlamak için Ramazan ayının girdiği ispatlandığında ise Ramazan ayının girdiği de kasten/bizatihi değil de zımnen ispatlanmış olur. Nefyolunan ise Ramazanın hüküm altına kasten girmesidir.)
Zahiren adâletli görünen bir adam, kâdının yanında hilali gördüğüne şahitlik eder de onu da birisi işitirse, işiten bu kişiye oruç farz olur. Çünkü sahih/doğru haberi bulmuştur (almıştır).
Adalet: Adalet bir melekedir ki, takva ve fazilete götürür. En aşağı mertebesi, büyük günahları terk etmek, küçük günahları ısrarla yapmamak olup, burada şart olan da budur. Âdil şahsın Müslüman, akıllı ve baliğ olması lazımdır.
(Diğer kaynaklarda geçen) ’adaletli olsun olmasın Müslüman olan her erkek ve kadının şahitliği kabul edilir’ sözündeki ’adaletli olmayanlardan’ murad, hali gizli olanlardır (yani adaletli veya fâsık olduğu bilinmeyenlerdir).
Fâsık kişinin haberi ulemanın ittifakıyla kabul edilmez. Yani Havada hilali görmeye mani olan bulut, toz, duman, sis vb. bir illet bulunursa, Ramazan orucunu tutmaya başlamak için fâsıklığı meydanda/açık olan kişinin haberi ittifakla kabul edilmez. Çünkü onun diyanet babındaki sözleri kabul edilmez. Yani örneğin, haber rivayeti gibi âdil kimselerden alınması/kabul edilmesi mümkün olan sözler fâsıklardan kabul edilmez. Ama suyun temizliği ve pisliği ve benzeri konularda haberleri araştırılarak kabul edilir. Zira böyle bir haberi verecek âdil bir kimse bulamamak mümkündür.
Fâsık kişi fâsıklığını bildiği halde şahitlik edebilir mi/buna hakkı var mıdır? ’Evet, vardır, çünkü kâdı onu kabul edebilir.’ (Yani fâsık kişi, kâdının fâsıkın şahitliğinin kabul edilip edilmemesi hususunda hangi görüşe meyilli olduğunu bilmiyorsa, şahitlik etmesi vacip değildir.) Şayet fâsık olduğunu bilen kişi, kâdının, Tahâvî’nin ’fâsıklığı meydanda olan kişinin şahitliği kabul edilir’ sözüne meyilli olduğunu bilirse, bu durumda ise şahitlik etmesi vacip olur.
Ramazan hilalini görme hususunda, bir kişinin diğer bir kişi üzerine şahitliği kabul edilir. Örneğin bir kölenin veya bir kadının, (hür kişinin veya bir erkeğin üzerine) hatta kendi emsallerine olsa bile, bir kişinin şahitliği başka bir kişinin üzerine kabul edilir.
Hâlbuki diğer hükümlerde, her şahidin şahitliğine iki erkek veya bir erkekle iki kadın şahitlik etmedikçe, bir kişinin diğer bir kişi üzerine şahitliği kabul edilmez.
Evinden çıkmayıp erkeklerin arasına karışmayan adaletli bir cariyenin sahibinin izni olmaksızın ve keza evli hür adaletli bir kadının kocasından izinsiz olarak, Ramazan hilalini gördükleri o gece dışarı çıkarak kâdının yanında şahitlik etmesi vacip olur. Halkın niyetsiz sabahlamaması için böyle yaparlar.
Evinden çıkan cariyeyle evli olmayan hür kadının çıkıp hilali gördüğünü haber vermesi ise evleviyetle/öncelikle vaciptir. Tahtâvi bu hususta şu tafsilatı eklemiştir; ’görünen o dur ki cariye ile hür kadının dışarı çıkıp hilali gördüklerini haber vermelerinin vacip olma durumu, hilalin ispatı yalnız onlara bağlı olduğu haldedir. Aksi takdirde (yani hilalin ispatı sadece onlara bağlı kalmadıysa) bu mecburiyetleri yoktur.’
SORU: Yukarıda, hava kapalıysa Ramazan orucuna başlama hilalini görmedeki şartları sıraladınız. O halde hava kapalıysa Bayram hilalini görme hususundaki şartlar nelerdir? Bayram hilalinde koşulan şartlar Ramazan hilalinde niçin koşulmaz?
CEVAP: (Havada hilali görmeye mani olan bulut, toz, duman, sis vb. bir illet bulunursa, Bayram yapmanın şartları):
Bayram için gökyüzünde illet (yani havada hilali görmeye mani olan bulut, toz, duman, sis vb. bir illet bulunması), adalet (yani âdil bir kimsenin veya hali gizli bir kişinin hilali gördüğüne dair haber vermesi), mallar hususundaki iki erkek veya bir erkekle iki kadın olan şahitlik nisabının bulunması, (hilali gördüğünü haber verirken) ’şahitlik ederim’ sözü ve (bayram) kulun faydasına taalluk ettiği için (hilali gördüğünü haber veren kişinin) kazif (zina iftirası) haddi vurulmamış olması şarttır.
Bayram hilali için sayılan bu şartlar Ramazan hilalini ispat etme mevzusunda şart koşulmaz, çünkü oruç dînî bir vazifedir/iştir. Bayram ise kullar için dünyevî bir menfaattir ve böylelikle Bayram, kulların sair haklarına benzemiş bulunmaktadır. Binaenaleyh kulların diğer hak ve hukuklarında şart koşulan hususlar Bayram yapmada da şart koşulur.
SORU: Yukarıda hilali gören kişinin kâdıya haber vermesiyle oruca başlanacağını söylediniz. Şayet Müslümanlar, kâdısı ve valisi olmayan bir memlekette/yerleşim yerinde bulunurlarsa, gökyüzü de kapalı ise, Ramazana başlama ve Bayram yapma hususunda nasıl davranırlar? Şehirlerde Ramazanın başladığına delalet etsin diye atılan top seslerine veya yakılan kandillere bakılarak oruca başlanabilir mi?
CEVAP: Eğer Müslümanlar, kâdısı ve valisi bulunmayan bir beldede veya köyde yaşıyorlarsa ve gökyüzü de kapalıysa, güvenilir (adil) bir kişinin sözü ile (Ramazan) orucunu tutarlar. Bu durumda oruca başlamaları farzdır. Es-Sirâc sahibi şöyle demiştir: ’Valisi olmayan bir köyde/belde de hilali yalnız bir kişi görür de hilali gördüğüne dair şahitlik için de şehre gitmezse, güvenilir bir kimse olduğu takdirde onun sözü ile oruç tutarlar.’
Zahire bakılırsa, köyde yaşayanların top sesini işitmekle yahut şehirdeki kandilleri görmekle oruca başlamaları gerekir. Çünkü top sesi veya şehirlerde kandillerin yakılması, galebe-i zan yani kanaat verici/inandırıcı açık bir alamettir. Ulemanın beyanlarına göre ise galebe-i zan ameli mucip bir hüccettir (yani bir hususta zann-ı galib varsa onunla amel etmek vaciptir). Top atılmasının veya kandillerin yakılmasının Ramazandan başka bir şey için olması ise uzak bir ihtimaldir. Zira âdet olduğu üzere yevm-i şek gecesinde böyle bir şey, ancak Ramazanın ispatı için yapılır.
Eğer Müslümanlar, kâdısı ve valisi bulunmayan bir beldede veya köyde yaşıyorlarsa ve gökyüzü de kapalıysa, iki adaletli kişinin haber vermesi ile bayram yaparlar. İki adil kişinin hilali gördüklerini haber vermeleriyle bayram yapmaları vaciptir/farzdır. (Diğer kaynaklar bu hususta), ’bayram yapmalarında beis yoktur’ ifadesini kullanmışlardır. Buna sebep, iki kişinin sözü ile bayram yapmanın haram zannedilmesidir. (Yani böyle yapmak haram olmayıp, iki kişinin şahitliğini kabul etmek lazımdır.) Bu tarz ifadeler ulemanın sözlerinde çokça görülmektedir.
Ramazan ve Bayram hilali hususlarında yukarıda anlatılan şekilde oruca başlanması ve bayram yapılması, zaruretten dolayı yani huzurunda şahitlik yapılacak kâdının bulunmamasından dolayıdır.
SORU: Ramazana başlama hilali hususunda muvakkitlerin yani gök bilimcilerin/astronomların sözüne göre hareket edilir mi itibar olunur mu?
CEVAP: Halkın oruç tutmalarının farz olması için muvakkitlerin sözüne itibar olunmaz. Mezhebimize göre adalet sahibi olsalar bile sözleri kabul edilmez.
Hatta el-Mirâc isimli eserde şöyle denilmiştir: ’Ulemanın ittifakıyla muvakkitlerin sözü muteber değildir. Müneccimin (gök bilimcinin/astronomun) kendi yaptığı hesap doğrultusunda amel etmesi caiz değildir.’
En-Nehir ve el-Îzâh isimli eserde şöyle denilmiştir: ’Sahih kavle göre adalet sahibi olsalar bile muvakkitlerin, ’filan gece hilal gökyüzünde görülecektir’ demeleri ile oruç tutmak lazım gelmez.
Şafiilerden İmam Sübkî’nin bir telifi vardır ki, bu eserde, hesap kesindir (diye) müneccimlerin/muvakkitlerin (gök bilimcilerin/astronomların) sözünü kabule meyletmiştir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Sübkî’nin sözünü kendi mezhebinden sonradan gelen müteahhirîn ulema reddetmiştir. İbn-i Hacer ile Remlî, el-Minhâc’ın iki şerhinde Sübkî’nin sözünü reddedenlerdendirler.
Şafi olan Remlî’nin ’Feteva’ş-Şihâb Remlî el-Kebîr’ isimli eserinde bildirdiğine göre kendisine Sübkî’nin şu meselelerdeki kavlinden sorulmuştur:
1- Ayın otuzuncu gecesi hilalin görüldüğüne bir beyyine/şahit şahitlik etse, hesap erbabı ise hesaba göre o gece hilali görmenin mümkün olmadığını söyleseler, hesapçıların kavli ile amel olunur, çünkü hesap katîdir/kesindir, (insanların yaptığı) şahitlik ise zannîdir. Onun (Sübkî’nin) bu kavli ile amel edilir mi?
2- Ayın (Şabanın) yirmi dokuzuncu günü hilal gündüz vakti (yani fecr-i sânî’den sonra) güneş doğmadan önce görülse (doğsa), bir beyyine/şahit ise Şabanın otuzuncu gecesi Ramazan hilalinin görüldüğüne şahitlik etse, bu şahitlik kabul edilir mi edilmez mi? Çünkü ay kâmil (yani günlerinin sayısı) tamam olursa, hilal iki gece kaybolur, (ayın günlerinin sayısı) noksan olursa hilal bir gece kaybolur.
3- Hilal üçüncü gece yatsının vakti girmeden önce kaybolursa (ne yapılır)? Zira Peygamber (s.a.v) (üçüncü gece) yatsıyı, ay kavuştuğu (gökyüzünde belirdiği) vakitte kılardı.
Bu üç yerde de şahitlikle amel edilir mi edilmez mi diye Remlî’ye sorulmuş, Remlî de şu cevabı vermiştir: ’Bu üç meselede de beyyinenin/şahidin şahitliği ile amel olunur. Çünkü şeriat sahibi, şahitliği yakîn/yüzde yüz yerine kabul etmiştir. Sübkî’nin sözü ise müteahhirîn ulemadan bir cemaat tarafında reddedilmiştir. Beyine/şahitlik ile amel etmede ise Peygamber (s.a.v)’in namazına muhalefet de yoktur.’
Bizim söylediğimizin vechi şudur ki; Şârî hazretleri hesaba itimat etmemiş ve şu kavliyle hesap işini tamamen lağvetmiş/hükümsüz bırakmıştır: ’Biz ümmî bir ümmetiz. Okumak ve hesap bilmeyiz. Ay, şöyle ve şöyledir.’
Dakîku’l-Iyd; ’namaz (vakitlerini tayin ve tespit etmede) hesaba itimat etmek caiz değildir’ demiştir.
Sübkî’nin ’çünkü şahit karıştırabilir ilh…’ diyerek söylediği ihtimallerin şer’an bir eseri/etkisi yoktur. Zira bu ihtimal diğer şahitliklerde de bulunmaktadır.
Vehbâniyye’de şöyle denilmiştir: ’Muvakkitlerin sözü, ameli mucip değildir (yani onların sözüyle amel etmek vacip değildir). ’Ama (kıyl) bir görüşe göre, ’evet (onların sözüne itimat edilir)’ denilmiştir, bazısına göre ise eğer hilalin görüldüğünü söyleyen muvakkitlerin sayısı çok ise o takdirde sözlerine itimat edilir.’
Vehbaniyye’nin yukarıdaki ’ama (kıyl) bir görüşe göre ilh…’ sözü ’bir görüşe göre muvakkitlerin sözü/hesap ameli muciptir’ diye anlaşıldığı zannını veriyorsa da, hakikat öyle değildir. İhtilaf (onların sözleriyle amel etmenin vacip olup olmadığında değil), hesap erbabına itimat etmenin caiz olup olmadığındadır. Kınye’de bu hususta üç kavil nakledilmiştir.
1- Evvela, Kâdı Abdulcebbar ile Cem’u’l-Ulûm sahibinden, ’(hilalin görülmesi hususunda) hesap erbabının sözlerine itimat etmekte bir beis yoktur’ (dedikleri) nakledilmiştir.
2- (Sâniyen), İbn-i Mukâtil’den, ’(İbn-i Mukâtil’in hilalin görülüp görülmediğini) hesap erbabına sorduğu, şayet onlardan bir cemaat (hilalin görüldüğüne) ittifak ederlerse sözlerine itimat ettiği’ nakledilmiştir.
3- (Sâlisen), ’Serahsî Şerhin’den, ’hesabın kabulden uzak olduğu’ (yani hesapla ortaya konulanın kabul etmekten uzak olduğu nakledilmiştir).
Şemsüleimme Hulvânî’den ise, ’oruca (başlamanın) ve bayram (yapmanın) vacip olması için gözle görmenin şart olduğu, muvakkitlerin/hesap erbabının sözü ile amel edilemeyeceği’ nakledilmiştir.
Mecdüleimme Tercümânî’den ise, ’Ebû Hanife’nin ashabı -nadir istisnalarla- ve İmam Şafii, muvakkitlerin/hesap erbabının sözlerine itimat edilemeyeceği üzerine ittifak etmişlerdir’ diye nakledilmiştir.
SORU: Eğer hilalin görüldüğü haberi başka şehirlerde yayılmış ise diğer şehirlerdeki insanlar nasıl davranırlar? Haberin yayılmasından maksat nedir?
CEVAP: Şayet hilalin görüldüğü haberi başka beldelerde/şehirlerde yayılırsa, mezhebin sahih görüşüne göre hepsine oruç tutmaları lazım gelir/farz olur.
Ez-Zahîre’de Şemsülelimme Hulvânî’nin şöyle dediği zikredilmiştir: Ulemamızın sahih kavline göre, (hilalin görüldüğü) haberi başka bir belde/şehir halkı arasında hem yayılıp hem de tahakkuk etti mi (yani gerçek ise), bu beldenin hükmü onlara da (yani haberin yayıldığını işiten belde ahalisine de) lazım gelir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Hilalin görüldüğü haberinin yayılmasında bir kâdının bu husustaki hükmüne şahitlik etmek veya şahitliğe şahitlik etmek yoktur (yani bu haberle amel etmenin lazım olması, bu durumlardan birisi bulunduğundan dolayı değildir). (Şundan dolayı bu haberle amel etmek lazım gelir ki); haberin yayılması mütevatir haber yerine geçip ve bununla o belde halkının oruç tuttuğu sabit olunca, (bunu işiten belde ahalisine) de onunla amel etmek lazım olur. Çünkü bir belde âdeten/genellikle şer’î bir hâkimden hâlî kalmaz ve o belde halkının oruç tutması da mutlaka şer’î bir hâkimin hükmüne dayanır. Binaenaleyh hilalin görüldüğü haberinin yayılması, hâkimin verdiği bu hükmün nakli/aktarılması demek olur. (Hilalin görüldüğü haberinin yayılması), ’bu beldenin halkı hilali gördüler de oruç tuttular’ diye şahitlik etmekten daha kuvvetlidir, çünkü bu şahitlik yüzde yüz/kat’îlik ifade etmez. İşte bundandır ki, şahitliğin, itibar edilen bir şahitlik olması için, şahitlik edilen husus kâdının hüküm verdiğine dair veya başkalarının şahitlik ettiklerine dair olmalıdır ki ancak bu durumda kabul edilir. Aksi takdirde sırf bir ihbardan/haber vermekten ibaret kalır. Haberin yayılması ise böyle değildir. Yayılmak, yüzde yüz kesinlik/kat’îlik ifade eder.
Yayılmanın manası: Rahmetî şöyle demiştir; o beldeden çeşitli birkaç cemaatin gelip, her birinin ’o belde halkının hilali görerek oruç tuttuklarını’ haber vermesidir. Yoksa ’o haberi yayanın kim olduğu bilinmeksizin sadece mücerret duyulması’ demek değildir. Nitekim şehir ahalisi arasında, ’âhir zamanda, şeytan cemaatin arasına oturup konuşacak, cemaat de onunla konuşacaklar ve ’onun ne dediğini anlayamıyoruz’ diyecekler’ diye bir haber yayılmıştır. Fakat bunu kimin yaydığı bilinmemektedir. Bunun gibi haberlerle hüküm sabit olması şöyle dursun, onu dinlemek bile doğru değildir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: Bu söz güzeldir. Ez-Zahîrenin ’haber yayılıp tahakkuk etti mi’ sözü de buna işaret etmektedir. Çünkü mücerret şayi olmakla yani haberin sadece yayılmasıyla haber tahakkuk etmiş olmaz.
SORU: Ramazan günlerinin sayısı tamam olduktan yani otuz gün oruç tuttuktan sonra hava kapalı da olsa açık da olsa Bayram yapmak caiz midir?
CEVAP: a) Şayet iki adaletli kişinin hilali gördüklerine şahitlik etmelerine binaen oruca başlanmış ise;
1- Adaletli iki kişinin şahitliğiyle oruca başlayıp da otuz gün oruç tuttuktan sonra Bayram yapmak helaldir. Yani otuz birinci akşamı/gecesi hava bulutlu olursa bayram yapmak ittifakla helaldir. Çünkü şahitlerin nisabı/sayısı tamamdır.
Ed-Dirâye, el-Hulâsa ve el-Bezzâziye isimli kitaplarda açıklandığına göre, hava açık olursa hüküm yine budur (yani Bayram yapmak helaldir).
2- Mecmûu’n-Nevâzil ile el-İmdâd sahibi ve büyük İmam Nâsıruddin ise, hava açık olursa bayramın helâl olmayacağı (sözünün) sahih olduğunu söylemişlerdir.
3- Allâme Nûh Efendi ise el-Bedâyi’, es-Sirâc ve el-Cevhere’den, ’ikincisinde yani hava açık olduğunda Bayram yapmanın ittifakla helâl olduğunu’ nakletmiş ve ’burada murad olan bizim üç imamımızın ittifakıdır. Bu meselede anlatılan ihtilaf, diğer bazı ulemaya aittir’ demiştir.
Ben (İbn-i Âbidîn) derim ki: El-Feyz adlı kitapta ’fetva, bayramın helal olduğunadır’ denilmektedir. El-İmdâd’da nakledildiğine göre ehli tahkîk’ten Kemal b. Hümâm iki kavlin arasını bularak/tevfik ederek şöyle demiştir: ’Birisi burada, ’eğer kâdı iki adilin sözünü Ramazan hilalinde hava açıkken kabul etmiş ve gün sayısı da (otuza) tamamlanmışsa Bayram yapmazlar. Eğer kâdı iki adilin sözünü Ramazan hilalinde hava bulutlu iken kabul etmiş ve gün sayısı da (otuza) tamamlanmışsa Bayram yaparlar’ derse, sözü yabana atılamaz.
Halebî şöyle demiştir: ’Hâsılı/sözün özeti; hava açık veya kapalı olduğu her iki durumda da Ramazan iki adaletli kişinin şahitliğiyle sabit olmuş ise ve Şevvalde de hava kapalı olursa, (otuza tamamladıklarında) ittifakla Bayram yaparlar. Fakat Şevvalde hava açık olursa, bazıları (otuza tamamladıklarında) ’mutlak surette bayram yapılır’ demiş, bazıları da ’mutlak surette bayram yapılamaz’ demiş, aynı şekilde bazıları da ’Ramazanda hava kapalı olursa bayram yapılır, Ramazanda hava açık olursa Bayram yapılmaz’ demişlerdir.
b) Şayet bir adaletli kişinin hilali gördüğüne şahitlik etmesine binaen oruca başlanmış ise;
Şayet, bir adaletli kişinin sözü ile oruç tutmanın caiz olduğu bir durumda, bir adaletlinin sözü ile oruç tutmuş bulunurlar ve Bayram hilali de (hava) kapalı olup görülmediği takdirde Bayram yapmak ittifakla helal olur.
İhtilaf, sadece, hava kapalı olmadığı halde hilalin görülmediği duruma aittir ki, Şeyhayn’a göre bayram yapmak helal değildir, İmam Muhammed’e göre ise helaldir. Ez-Zeylaî’de ise; ’eşbeh/en münasibi, hava kapalı olursa Bayram yapmak helaldir, kapalı değilse helal değildir’ denilmiştir. Ed-Dürer’de, ’o bir şahide de tâzîr cezası verilir. Yani yalanı meydana çıktığı için tedip edilir’ denilmiştir.
’Bir adaletli kişinin sözü ile oruç tutmanın caiz olduğu bir durumda’ kavlinden murad, yani kâdı, bulutlu veya açık havada bir adilin sözünü kabul etmeyi caiz görenlerden olup, bir kişinin şahitliğini kabul ettiği durumdur. Meselâ kâdı, Şafii olursa yahut ovadan/sahradan gelmek veya şehirde yüksek bir yerde bulunmak şartı ile açık havada bir kişinin şahitliğini kabul eden Tahâvî’nin kavli ile -ki bu kavlin tercih edildiğini daha önce zikretmiştik- amel ederse (işte bu gibi durumlar bir adaletli kişinin şahitliğinin caiz olduğu yerlerdir).
Ramazan Hilâli ve Ru'yet
Özlenen Rehber Dergisi 114. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.