İslam ıstılahında ’talim ve terbiye’ tabiri vardır. ’Talim’, ’öğretimi’, ’terbiye’ ise ’eğitimi’ ifade eder. Terbiye, ’insana olumlu davranışlar kazandırarak, onu, bulunduğu seviyeden daha üst seviyeye ve mükemmel bir insan durumuna getirmek’ denebilir.
Bir kişide öğrenme süreci doğumla birlikte başlar. Çocuk, oturmayı, emeklemeyi, yürümeyi ve konuşmayı öğrenir, çevresindeki varlıklarla ilişki kurmaya başlar. Çocuğun doğumdan itibaren yaşadığı bütün bu şeyler ve benzerleri birer eğitimdir. Böylece bir kişinin hayatı boyunca aldığı eğitimin bir kısmı bir program dâhilinde düzenli olarak verilirken, bir kısım eğitim de çevreden gelen dış etkilerle oluşur. Binaenaleyh eğitim, çok yönlü ve geniş kapsamlı bir süreçtir. Öğretim ise bunun düzenli ve programlı kısmını teşkil etmektedir. Öğretim, eğitim işinin düzenli çalışmalarla planlı ve kontrollü bir biçimde, kurumlaştırılarak gerçekleştirilmesidir. Binaenaleyh öğretimde, plan, program ve belirli bir amaç vardır.
Eğitim, kontrollü ve kontrolsüz olmak üzere ikiye ayrılır. Kontrollü eğitim de kendi arasında, ’örgün eğitim’ ve ’yaygın eğitim’ diye ikiye ayrılmaktadır. Örgün eğitim; yetiştirmeyi hedef alan, yaş gruplarına göre kademeli yürütülen örgütlenmiş eğitim organizasyonudur. Yaygın eğitim ise; her yaştan ve her eğitim düzeyindeki insanlara hitap eden, kişilerin eğitim ihtiyaçlarına göre, ihtiyaç duyulan zamanlarda ve ihtiyaç duyulan konularda planlanıp yürütülen eğitim faaliyetidir.
Öğrenme; etkiye karşı bir tepki işidir. Duyular yoluyla elde edilen verilerin, kişinin anlayışında ve davranışında meydana getirdiği değişikliklerdir. Görmek ve duymak yoluyla elde edilen her şey öğrenilmiş demek değildir. ’Öğrenildi’ denilebilmesi için, duyular yoluyla elde edilen şeylerin kişide iz bırakması, onun hayatında değişiklikler meydana getirmesi gerekmektedir.
Rasûlullah (s.a.v.) İslam dininin ilk öğreticisidir. Peygamberliğin esasını teşkil eden, tebliğ ve davet vazifesi, bir eğitim ve öğretim işidir. Rasûlullah (s.a.v.) de Kur’ân-ı Kerim’i uygulamalı olarak öğretmiştir. İbn-i Mâce’nin Mukaddimesinde geçtiği üzere Rasûlullah (s.a.v.); ’Ben öğretmen olarak gönderildim’ buyurmuş ve ilk yaptırdığı mescidin bir bölümünü (suffa’yı) eğitim ve öğretim/ulûmu şer’iyye’yi tahsil işi için ayırmıştır. Burada yetiştirdiği ilim adamlarını da civar beldelere göndererek dinin öğretimini yaygınlaştırmıştır. İslam’ı kabul eden beldelerde de Rasûlullah (s.a.v.)’in tatbikine uygun olarak mescitler ve camiler birer eğitim-öğretim kurumu haline getirilmiştir.
Dünyanın birçok ülkesinde ilkokul birinci sınıftan hatta anaokulundan itibaren din eğitimi verilmektedir. Çocuk her türlü yönlendirmeye müsait olduğundan, ona kazandırmayı istediğimiz davranış ve anlayışları, mümkün olan en küçük yaştan itibaren vermemiz gerekmektedir. Zira belli bir yaşa kadar kazanılan davranış ve anlayışları o yaşlardan sonra değiştirmek bazen zor olmakta bazen da mümkün olmamaktadır.
İslam dini de çocuğun eğitimini doğumdan önce, tohum döneminden itibaren ele almakta ve esas olan tarlaya ve tohuma yönelmektedir. Kuşkusuz doğumdan önceki din eğitimi, evlilikte eş seçimi, anne-baba adaylarının bilgilendirilmeleri ve geliştirilmeleri ile ilgilidir. Doğumdan sonra, çocuk kendi inancını sorgulayıp düşünme yaşına gelinceye kadar çocuğun karakteri, ahlakı ve inancı çevresindeki insanlar tarafından şekillendirileceğinden dolayı çocuğa şekil verenlere büyük sorumluluk düşmektedir. Çocuk kendi inancını sorgulayıp düşünme yaşına geldiğinde ise, küçükken aldığı bu eğitim belirleyici olmaktadır.
İnsanı dinden soyutlamak mümkün değildir. Çoğu psikolojik sorunların kaynağı inançsızlıktır ve çözümü de yine inançtan geçmektedir. Din, ümitsizliğin, ruhi çöküntünün, hiddet ve öfkenin ilacıdır. ’Beşikten mezara’ tabiri ile hayatın bütün merhalelerini içine alan din eğitimi, insanın her yaşına göre ayrı metotlarla sürdürülür. İlk yaşlarda din eğitimi, sevgiye dayalı olarak benimsetilir. Bu yaşta Allah inancı, sevgisi ve buna dair hususlar öğretilir. Daha sonraki yaşta ise seviyesine göre ahlaki davranışlar kazandırılmaya çalışılır. Gençlik çağında ise din eğitimi akla ve mantığa hitap eden ikna edici açıklamalarla verilir. Gençlik döneminde din eğitimi verilirken duygusal yanı da ihmal edilmemeli ve uygun ve güzel modellerle özendirici örnekler verilerek, kişiliğin olgunlaşması sağlanır.
Dini inanç, sosyal hayatın sağlam, dengeli ve düzenli yürütülmesinde kanunlardan daha tesirlidir. Dolayısıyla din, sosyal kontrolü sağlamada en önde gelen vasıtadır. Bir toplumda din faktörü zayıflarsa, o toplumun davranışlarında bir çözülme, bozulma, medeniyette gerileme, içtimai ve ahlaki buhranlar görülür. Mesela, ’Allah korkusu’ iktisadi ve sosyal hayatın mihengidir. İnsan, haksızlık ve usulsüzlük yapmak için kanuni müeyyidelerden sıyrılacak bir boşluk bulabilir. Ama Allah kokusu taşıyan kimse, Allah’tan hiçbir şeyi saklayamayacağını bildiğinden hak yiyemez ve usulsüzlük yapamaz. Zira vicdan azabının verdiği acıyı hiçbir maddi ceza veremez. Din eğitiminin kuvvetli olduğu toplum, inançlı, faziletli, erdemli ve üstün bir toplumdur.
Din eğitimi üç kademede ele alınır. Zihin eğitimi, Kalp eğitimi ve Nefis eğitimi. Zihin eğitimi; iman ve bilgi ile alakalı eğitimdir ki Kur’an’da birçok âyet, ibret almaya ve tefekkür edip düşünmeye sevketmiştir. İnsanların düşünür ve değerlendirir hale getirilmesine zihin eğitimi diyoruz. Kalp eğitimi; amel-i salih ile ilgili eğitimdir. Kalp, mecazi olarak insanın davranışlarını yöneten merkez olarak kabul edilmiştir. ’Torbanın içerisinde ne varsa, dışına o sızar’ atasözünün ifade ettiği gibi, dışa yansıyan hareketlerin bozuk olmaması için bu hareketleri yönetecek sağlam bir kişiliğin oluşturulması gerekir. Maksat, amel/davranışı öğrenmek değil, o davranışların konulduğu maksadı yaşamaktır. Nefis eğitimi ise; güzel ahlak ile ilgili eğitimdir. Nefis, insandaki duygu ve zevklerin merkezidir. İslam dini, nefsin arzularını yok etmeyi değil, onları iyiye ve doğruya yönlendirmeyi ister. İradesini kullanarak duygularını kontrol eden kimseler daima olumlu davranışlar içerisinde olurlar. Her insanda var olan, gurur, kibir, kıskançlık, cimrilik vb. kötü duyguların törpülenip denetim altına alınması, fedakârlık, vefakârlık, cömertlik gibi duyguların geliştirilmesi bir eğitim görevidir. İşte zihin eğitimi, kalp eğitimi ve nefis eğitimi, yani başka bir deyişle iman-amel-ihlâs bütünlüğü eğitimde gözetilmesi gereken üç esastır. Bunlardan birisinin ihmal edilmesi, eğitimde arzulanan ideal sonucun alınmasını önleyecektir.
Bilinmelidir ki, Cenâb-ı Hakk’ın vahiyde işaret ettiği veya vahyin ürünü olan Sünnet’te belirtilen, öğretim ilke ve metotları, tecrübî bilimlerin önünde ve onlara yol gösterme durumundadır. Dinin insanlara ulaştırılmasında ve öğretilmesinde ki eğitim metotları ise şunlardır; Tebliğ metodu, Davet metodu, Tartışma metodu, Örnek olma-Model sunma metodu, Temsili anlatım metodu, Tedrici öğretim metodu, Özendirme-Sakındırma (Terğîb-Terhîb) metodu ve Tekrarlayarak belletme metodu olmak üzere sekiz metottur.
Din eğitiminde olmazsa olmaz ve azami dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır.(1) Din eğitimi verirken, iman-amel-ihlâs bütünlüğünü bozmamaya bunlardan birini diğerinden ayırmamaya ve bunlardan birisini terk etmemeye dikkat edilmelidir.(2) Yine din eğitiminde, itidale dikkat etmelidir. Zira insanın fıtratı gereği sahip olduğu sevgi, bağlılık, korku, umutsuzluk gibi duygular, dini alanda aşırılığa müsaittir. Din eğitiminde ceza-mükâfat, sevap-günah dengelerini iyi ayarlamak lazımdır.(3) Keza din eğitiminde insanların akıl seviyelerine göre konuşmak gerekir. Kime hangi düzeyde, neyin nasıl öğretileceğini iyi bilmek gerekmektedir. Buhârî’de bir rivayette Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: ’İnsanlara kavrayabilecekleri şekilde anlatın. Allah ve Rasûlünün yalancı çıkarılmasını ister misiniz?’ İmam Gazâlî de bu hususta şöyle demektedir: ’Öğretmen, öğrencinin anlayışını iyi tespit etmeli, kaldırabileceği kadar ders vermelidir. Aklının eremeyeceği veya kalbine usanç getiren ya da aklını çok zorlayan konuları derste tekrar edip durmamalıdır.’ Çocuğa sorduğu kadar cevap verilmelidir. O sordu diye bilgi yağmuruna tutulmamalıdır. Çok bilgi veya anlayamayacakları ifadelerle çocuğa yüklenmek, ona hiç cevap vermemek veya yalan yanlış cevaplarla geçiştirmekte olduğu gibi olumsuz etkiler meydana getirmektedir.(4) Keza din eğitiminde insanların kabiliyet ve statüsüne göre eğitim vermelidir. Buna muktezây-ı hâl (ortamın ve muhatabın gerçeği) de denir. Zira insanların öğrenme yaklaşımları birbirinden değişkenlik gösterir. İnsanların bir kısmı ezberleme yoluyla, bir kısmı kavrama yoluyla, bir kısmı da sembolik araçlarla bilgiyi zihinde şekillendirme yoluyla öğrenir. Öğretimde bunların dikkate alınması gerekir. Ezberleme yoluyla öğrenenler sözel bilgilere, kavrama yoluyla öğrenenler sayısal bilgilere, sembollerle öğrenenler ise fen bilgilerine daha yatkın olurlar. Rasûlullah (s.a.v.)’in de bedevilere, şehirlilere, ediplere ve kabile reislerine farklı metotlarla dinin esaslarını anlattığına dair birçok örnekler vardır. Her yerde söylenecek uygun bir söz, her grupla konuşulacak uygun bir dil, her cemaate tesir edecek uygun bir üslup vardır.(5) Keza din eğitiminde dikkat edilmesi gereken diğer bir husus, bilginin kaynağı meselesidir. Yazı, dil, matematik gibi pozitif bilimleri öğretenlerin inanç, düşünce ve yaşayış tarzlarına bakılmaksızın onlardan istifade edilir. Zira Tirmizî’de rivayet edilen bir hadis-i şerifte olduğu gibi; ’Hikmet mü’minin yitiğidir, onu nerede bulursa almaya hakkı vardır’ buyrulmuştur. Ancak çocuk öğretmeninden sadece bilgi almaz, ondan anlayış, davranış bakımından da çok ciddi boyutta değerler kazanır. Bu noktada eğitimle öğretimi birbirinden ayırmak gerekir. Bilgi öğretmenin dışında çocuğun eğitimi de söz konusu olunca, öğretmenin inancı, zihniyeti ve kişiliği önem kazanır.(6) Din eğitiminde gözetilmesi gereken diğer bir husus ise bilginin faydalı olması meselesidir. İslam dinine göre bazı bilgiler faydasızdır ve ondan kaçınılması gerekir. Mesela, insanın kendisini ilgilendirmeyen şeylerle uğraşması faydasızdır. Bir bilgi bir kimse için faydasız olup, aynı bilgi bir başkası için faydalı olabilir. Görülmemesi, duyulmaması ve zihni meşgul etmemesi gereken şeyler/bilgiler vardır. Bunların neler oldukları ise, dinin getirdiği esaslara/usül ve prensiplere/kaidelere aykırılıkları ile bilenebilir.
Son olarak, eğitim veren kimseler, eğitimin içinden gelen ve eğitim vermeye istidat ve kabiliyetli muallimler olmalıdırlar. ’Bir eğitim kurumundan mezun olan her fert insanları o hususta eğitebilir’ demek yanlıştır. Eğitimde başarısızlık veya hedefe ulaşamama, ekseriyetle ya ehliyetsizlikten yahut usulsüzlükten kaynaklanmaktadır. Eğitimle uğraşmak, en zor alanlardan birisidir. Sabırlı, dirayetli, inançlı, ahlaklı ve idealist olmayı gerektirmektedir.
(Bu yazıyı, Prof. Dr. Suat Cebeci ile yaptığımız sohbetlerden ve kitabından esinlenerek kaleme aldım.)
Eğitim ? Öğretim ve Din Eğitimi
Özlenen Rehber Dergisi 103. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.