BismillahirrahmanirrahimElhamdülillahi Rabbi’l-âlemin. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve ezvâcihi ve evlâdihi ve etbâıhî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi bi adedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhirati ve kezâlik ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.
Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar olsun. Peygamber (s.a.s.) Efendimize salât ve selâmların en güzeli olsun.
* * *
’Allah’ım Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle.’
Bu gece, kalplerimizde bu dualarla, bu gecede af ve mağfirete nail olan bahtiyar kullardan olma arzusuyla Rabbimize münacaat edeceğiz.
Bu gecenin af deryası öyle geniş ki bunun dışında kalmak hakikaten büyük bir nasipsizlik ve kul için büyük bir bedbahtlıktır. Cenâb-ı Hakk bizi bu türlü nasipleri kesilmiş kimselerin arasına katmasın inşallah. Şerli olup şerrinde ısrar eden, yüz çeviren, Cenâb-ı Hakk’ın af ve mağfiretinden kaçarcasına hareket edenler ancak bu gecenin af ve mağfiretine nail olmazlar. Cenâb-ı Hakk rahmetini Ümmet-i Muhammed üzerine geniş bir şekilde açmış elhamdülillah. Allah’ım hepimizi bundan hisseyap etsin inşallah.
Kalbim şuanda iki şey arasında gelip gidiyor. Bugün sizlere söyleyeceğim hususlarda, okuyacağım âyet-i kerimelerde hem inzar hem de tebşir var. Ancak, Hz. Allah (c.c.) Kur’ân-ı Kerim’i Peygamber Efendimiz’in elçiliğinde kıyamete kadar gelecek olan bütün kullarına söylenmesi için göndermiştir. Bizler de muhakkak Rabbimizin kelamlarını, bize bildirdiklerini (hem inzarını, hem de tebşirini) alışacağız ki yanlışlarımızı noksanlarımızı düzeltelim, ayıp ve kusurlarımızı bilip onları terk edelim ve Peygamber Efendimiz’in ahlâkı istikametinde nimetlere kavuşmuş bir şekilde Rabbimizin huzuruna tertemiz kavuşanlardan olalım. Eğer ki Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna af ve mağfirete nail olunmuş bir şekilde gidilmezse, o zaman da kulları çok çetin bir gün, çok çetin bir hesap beklemektedir, bunun da bilincinde olmak lazımdır.
Sizlere okuyacağım ’Hakka ve Meâric’ sûresindeki şu âyet-i kerimler, hakikaten insanı dehşete düşürüyor. Cenâb-ı Hakk’ın ifade etmiş olduğu hususlar bir bir, akl-ı selim olan ve kalbinde birazcık olsun iman nurunu taşıyan bir insanı titretiyor, endişeye sebep oluyor; ama mü’minin durumu ne tamamen ümitsiz ne de tamamen kendisini salmış bir haldedir. Ümitle korku arasındadır. Ümit ve recâ… affedilmeyi bağışlanmayı ümit eden bir halde…
Peygamber Efendimiz münafıkların listesini sır katibi Hz. Huzeyfetu’l-Yemâniye vermiş. Şöyle buyurmuş: ’Muhakkak ki ben sana bir sır vereceğim, onu asla hiç kimseye söylemeyesin. Muhakkak ki ben filan ve filanın (cenaze) namazını kılmaktan nehyolundum.’ {Efendimiz (s.a.s.)} Münafıklardan kalabalık bir topluluğ(un isimlerini zikretti.) (Hadisin Ravisi devamla) şöyle dedi: Ne zaman ki Rasûlullah (s.a.s.) vefat etti ve Ömer (r.a.) halife seçildi, Nebi (s.a.s.)’in Sahâbesinden Ömer’in bu (münafık) topluluktan olduğunu zannettiği bir adam öldüğünde, (Ömer) Huzeyfe’nin elinden tutar ve onu (namaza) sürüklerdi. Şayet kendiyle beraber yürüse onun (cenaze) namazını kılardı. Şayet elinden kurtulursa onun (cenaze) namazını kılmazdı ve onun (cenaze) namazını kılacak birisine emrederdi. (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Murted, 2, c.8, s.347, h.no:16844) ve Hz. Ömer (r.a.) efendimiz, münafıklar listesinde kendi isminin de olup olmadığı konusunda endişeleniyor da, bu endişe ve bekleyişi onu o kadar daraltıyor ki, bir gün Hz. Huzeyfe’nin karşısına geçip soruyor: ’Allah’a yeminle (söyle, Rasûl-i Kibriya Efendimizin sana vermiş olduğu listede Hattab’ın oğlu Ömer de var mıdır?) ben o (münafık)lardan mıyım?’ (Hz. Huzeyfe): ’Hayır!’ diyor. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) ağlıyor.’ (Bkz. İbn-i Hacer, Metâlibu’l-Âliye Bi-Zevâidi’l-Mesânîdi’s-Semâniye, c.14, s.702, h.no:3623, Musedded’in Müsned’inden nakletmiştir.)
Hattab’ın oğlu Ömer böyle sorarsa bizler ne diyelim yâ Rabbî! Biz ne diyelim ki yâ Rabbi!
İnsanlardan bir kısmı hiçbir sorgu suale çekilmeden hesapsız Cennete girecekler. Bir kısmı da, mü’min oldukları halde, Cenâb-ı Hakk’ın affına mazhar olmazlarsa, tevbeleri kabul olunmazsa, işledikleri günahlarından dolayı hesaba çekilecekler, azapları varsa önce onları görecekler; ama nihayetinde imanları sebebiyle yine de cennete girecekler. İşte Hz. Ömer efendimiz hadis-i şerifte bildirildiği üzere Cehenneminden çıkartıp da Cennete girmesine müsaade edilecek ’O son kişi ben olabilir miyim yâ Rabbî!..’ diyerek havf ve reca hususunda ümmete örnek olmuştur.
Hz. Ömer efendimiz her hususta Peygamber Efendimizden alıştığı imanın çizgilerini adeta ümmete somut bir örneklikle gösteriyor elhamdülillah. Cenâb-ı Hakk onların şefaatlerine nail etsin inşallah.
* * *
Kitabı sağından verilenler;
Cenâb-ı Hakk Hakka sûresinde buyuruyor ki:
Bismillahirrahmanirrahim. فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَيَقُولُ هَآؤُ۬مُ اقْرَؤ۫ا كِتَابِيَهْۚ ’İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse (mutluluk ve sevinçle) der ki, ’Gelin, kitabımı okuyun! (Ben kurtuluşa erdim).’ (Hakka, 69/19)
Bunlar mü’minler, iman ehli olanlar, işte Peygamber Efendimiz’i muhafaza etmek için gözünü okların önüne koyanlar. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Uhud’da yaralılar arasındaki sahabesi Sa’d b. Rebi (r.a.)’e, ’durumu nasıldır?’ diye haber salıyor. O da ’Resûlullah (a.s.)’a selamımı ilet! Ve kendisine: Sa’d b. Rebi’, Allah seni bizden dolayı, ümmetini doğru yola kılavuzlayan bir peygamber olarak en hayırlı, en üstün bir mükâfatla mükâfatlandırsın! diyor, de. Kavmine (Ensara) de, selamımı ilet Onlara da: Sa’d b. Rebi’, size, ’Allah! Allah! Siz Akabe gecesinde Resûlullah Aleyhisselamı korumak üzere muahede yapmadınız mı?! Gözleriniz kımıldarken Peygamberiniz Aleyhisselama düşmanlar tarafın¬dan zarar vermeye yol bulunursa, Allah katında sizin için ileri sürülebilecek hiçbir mazeret bulunmaz!’ diyor, de!" diyor.
Öbür taraftan Hz. Nesibe annemiz Peygamberimizin önünde. Yaralılara yardım edecek, su taşıyacaktı ama iş başa düşmüş. Peygamber Efendimiz yalnız kalmış. Önünde düşmanla Rasûlullah Efendimiz arasına girecek kimse kalmamış. Eline kılıcı alıp Rasûlullah Efendimizin yanına geliyor. Bir hanım sahabi! Peygamber Efendimizin önünde onu muhafaza ederken kılıç darbeleri alıyor. Hele bir tanesi omzuna geliyor ki kanlar fışkırıyor. İmanın verdiği cesaretle müşriklere karşı cesurca kılıç sallayan Nesibe Hâtûn, "Yâ Rasûlallah!.. Allah’a dua et de, Cennet’te sana komşu olalım!" diyor. Rasûl-i Kibriya Efendimiz, "Allah’ım! Bunları Cennet’te bana komşu ve arkadaş et!" diye dua ediyor. Bunun üzerine, Nesibe Hâtûn, sevinç içinde, "Bana artık dünyada ne musibet gelirse gelsin gam çekmem; bu bana yeter!" diyerek Allah ve Rasûlullah’a karşı olan muhabbet ve bağlılığını ortaya koydu.
Bir hanım sahabi!..
İşte o insanlar! Amel defterini sağ tarafından alanlar! ’İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse (mutluluk ve sevinçle) der ki, ’Gelin, kitabımı okuyun!’(Hakka, 69/19)
Onlar böyle derler tabi! Çünkü Allah’ın Rasûlünü koruma adına Katâde (r.a.) gibi gözlerini feda ettiler. Hz. Ebu Ducane gibi elinde kalkan kalmayınca sırtına gelen oklara ve mızraklara siper yaptı. Peygamberi koruma adına… Allah’ın Rasûlünü koruma adına… dikkat edin kardeşlerim! Bugün itaatinde gevşeklik gösterdiğimiz, bugün ahlâkını ve sünnetini yerine getirme hususunda gevşeklik gösterdiğimiz; uykumuza, nefsimize, hevamıza, haramlara mağlup olup da sünnetlerini bir bir ortadan kaldırdığımız Allah’ın Rasûlünü koruma adına bu fedakârlıkları yapmışlardı, o güzel Sahabe efendilerimiz.
Bir kardeşimiz geçenlerde soruyor. Kardeşinin düğünü varmış. Davul ile saz ile yapıyor. Ne yapayım Efendim? Vallahi şu sahabelerle yan yana sorgu ve suale çekileceğimiz zaman henüz gelmeden, imandan yüz çeviren oğluna kılıç kaldıran Hz. Ebubekir’i hatırlayın! Sen bir kardeşinin hatırını geçemezken Allah’ın hükmünü ve Rasûlü’nün yolunu ve ahlâkını ortadan kaldırdığının farkında değilsin, dikkat et! Allah yolunda ne ana ne baba ne de kardeş hatırı olur!
Bizim burada ölçümüz şudur: Anne ve baban seni ayaklarının altına alsa da ezse hiç sesini çıkartma! Onun ayaklarının altında çölün kumları kadar yumuşak ol; ama sana derse ki ’Allah’a isyan et’ o zaman da dik duruşlu ol. Allah ve Rasûlü’nün emirlerine sımsıkı sarılan bir güzellik üzere bulun.
Sözümüz yanlış anlaşılmasın. Anne ve babaya isyana teşvik ediyormuş gibi anlaşılmasın. Sözü dikkatli dinleyelim inşallah.
Bir gün ’اِقْرَاْ كِتَابَكَ / Kitabını oku’ denilecek kardeşlerim. Cenâb-ı Hak bize amel defterini aç oku diyecek. Bakacağız. Zaten hiçbir şey O’na gizli değil. Şimdi herkes kendi kitabını, kendi amel defterini düşünerek desin: ’Gelin kitabımı okuyun!’
Bunu söylememin maksadı, biz bundan faydalanalım diyedir. Çünkü amel defterimizde olanları Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda bir bir kendimiz okuyacağız. Ben şu kötülüğü yapmışım, ben şunu etmişim, bu haramı yemişim, falancanın hakkını gasp etmişim, yalan söylemişim, gıybet etmişim… Lâ ilâhe illallah!..
اِنّ۪ي ظَنَنْتُ اَنّ۪ي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْۚ ’Muhakkak ben, (dünyada iken âhirette bu) hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.’ (Hakka, 69/20)
Nadr b. Enes b. Mâlik’in babasından rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: ’Nebi (s.a.v.)’den, kıyamet günü bana şefaat etmesini istedim, ’(İnşallah) edeceğim!’ buyurdu.’ (Enes devamla) şöyle dedi: ’Yâ Rasûlallah! Şu halde (kıyamet günü) seni nerede arayayım?’ dedim. (Rasûlullah): ’Beni ilk aradığında, beni Sırat (Köprüsü)’nün üzerinde ara!’ buyurdu.’ (Enes devamla) şöyle dedi: ’Sırat’ın üzerinde seni bulamazsam?’ dedim. ’O halde beni Mizan’ın yanında ara!’ buyurdu. ’Mizan’ın yanında seni bulamazsam?’ dedim. (Rasûlullah): ’O halde beni (Kevser) Havuzu’n(un) yanında ara. Zira muhakkak ki ben, bu üç yer(in birin)de bulunurum.’ dedi.’ (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rekâiku Ve’l-Vera’u, 9)
İmanen, itikaden Allah’ın Nebîsi’ne kavuşacağına öyle kânî ki: ’Seni nerede bulayım yâ Rasûlallah?’ diyor.
’Muhakkak ben, (dünyada iken âhirette bu) hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.’ (Hakka, 69/20)
Ben bunu biliyordum, buna inanıyordum. Cenâb-ı Hakk bizi hesaba çekeceğini Peygamberimize haber vermiş. Bugünle karşılaşacağımızı biliyordum. Bu yüzden buna hazırlanmış idim. İşte bu güne hazırlananlara amel defteri sağ taraftan verildi. Artık amel defteri sağ tarafından verildi ya sevinçle etrafına gösterip ’okuyun’ diyor. Çünkü necat geldi. Kurtuluş geldi. Berat geldi.
’Artık o (razı olacağı), hoşnut bir hayat içindedir. Yüksek bir cennettedir. Onun meyveleri sarkmıştır (yatan, oturan ve ayakta duranın rahatça alabileceği kadar yakın olan).’ (Hakka, 69/21-23)
Yatanın da oturanın da rahatça alabileceği kadar yakındır Cennet nimetleri. Yattığı zaman yattığı yerden, oturduğu zaman oturduğu yerden rahatlıkla istediği nimete kavuşacağı şekilde Cennetin nimetlerine kavuşacak. Kimler? Amel defterini sağ tarafından alanlar. Amel defterini sağ tarafından alanlar, Allah’a ve Rasûlü’ne itaati her şeyin önünde tutanlardır.
’Onlara şöyle denir: ’Geçmiş günlerde (dünyada yapmış olduğunuz salih ameller mukabilinde) yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.’ (Hakka, 69/24
Yani boşuna verilmemiş bu nimetler. Geçmiş günlerde, yani dünyada iken bir kısım insan sıcak diye oruç tutmuyordu. Birçok insanı gördüm ki hiç utanma duygusu tatmadan, hayâ etmeden sokak ortalarına kurulmuş olan lokantalarda açıkta yemek yiyorlar. Kalbin hiç mi titremiyor? Sana yediğin rızkı yaratan Allah bu ayda oruç tutmanı emrediyor. Diyorlar ki ’Efendim yumuşak konuşun.’ Kime yumuşak konuşacaksın? Allah’a isyan ediyor! Üstelik sen bu isyanını söylediğin zaman seninle alay ediyor, hor ve hakir görüyor. İşte Cenâb-ı Hakk da bu âlemde kendisine itaat edenle etmeyeni yarın mahşer gününde nasıl ayırt ettiğini Kur’ân-ı Kerim’inde böylece ifade etmiş.
’Ey Habibim sen insanların üzerine bekçi değilsin. Sen onlara sadece hatırlat.’ Efendimiz (s.a.s.) de ’Allah’tan korkun’ buyuruyor. Allah’tan korkun, Allah’a itaat edin. Korkacağız ki affa kavuşacağız. Allah’tan korkmayana af yok. Bugün Kadir Gecesi. Af Gecesi. Cenâb-ı Hakk’tan af talebinde bulunacağız. Af isteyeceğiz; ama hangi kalple kardeşlerim? Affetmeye yegâne sahip olan Cenâb-ı Hakk’tan affı isterken, kendisinden haşyet duyulmaya, korkulmaya yegâne layık olanın da Hz. Allah (c.c.) olduğunu bilmemiz lazım.
’Onlara şöyle denir: Geçmiş günlerde (dünyada yapmış olduğunuz salih ameller mukabilinde) yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.’ (Hakka, 69/24)
Cennetteki nimetler çok. Amel defteri sağ tarafından verilenler o gün hiçbir korku ve endişe taşımayacaklar. Ama öbürlerine öyle mi? Öyle değil kardeşlerim. Yine aynı surenin 25-37. âyet-i kerimelerinde ifade edildiği üzere:
Kitabı solundan verilenler;
وَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِه۪ فَيَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي لَمْ اُو۫تَ كِتَابِيَهْۚ ’Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise (hüzün ve keder içerisinde) şöyle der: ’Keşke kitabım bana verilmeseydi.’ (Hakka, 69/25)
Kitabı sağ tarafından verilenler nasıldı kardeşlerim? Onlar sevinç ve mutluluk içerindedir. Alın benim kitabımı okuyun diyecekler. Sol tarafından verilenler ise keder ve hüzün içerisinde şöyle diyecekler: ’Keşke kitabım bana verilmeseydi.’ keşke verilmeseydi de bu halimi görmeseydim. Verilmeseydi de onca isyanı masivayı görmeseydim. Ama kaçış yok. ’كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ اِلَيْنَا تُرْجَعُونَ / Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.’ (Ankebut, 29/57)
’(Keşke) Hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim.’ (Hakka, 69/26) Hesaba çekileceğimi, hesabımın ne olacağını bilmeseydim de, bunlarla hiç alâkam olmasaydı; ama nereye kaçacaksın? Allah (c.c.) haber verdirmedi mi? Şu okunan ezan-ı Muhammedî ile ’Hayye alessalâh, hayye alel felâh / Haydin namaza! Haydin kurtuluşa’ diye davet ettirmedi mi? Hem de asırlar boyu. Kulakların tıkalı! ’صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ’(Bakara, 2/18) Allah muhafaza! Kalpleri mühürlenmiş, kulaklar tıkanmış gibi. Sanki Hakk’ın hiçbir müesser eseri bulunmuyormuş gibi. Allah’tan yüz çevirdin. Hevadan hevaya, günahtan günaha koştun. Ne olacaktı peki?
Bakın Sahabe-i Güzin Efendimize ki, Peygamber Efendimiz’le dini yaşamak adına savaşırken kolu kesilmiş de savaşı bırakmayıp devam ediyor. Kesilen kolu tamamen kopmayıp da ağırlık yaptığı için rahatça savaşabileyim diye asılıp kopartıyor: ’Kolumu diğer ayağımın altına aldım. Sonra bedenimi yukarı doğru çektim de kolumu koparttım ki bana ağırlık yapmasın!’ diyor.
Şimdi kardeşlerim, Allah adına bu yükü çekenle, haramdan çıkmayan bir insan aynı mı olacak? Vallahi aynı değil! İtaat edenle itaat etmeyen aynı değil! Allah’ı bilenle bilmeyen bir değil! Namazı kılanla kılmayan bir değil. Affedilenle affedilmeyen bir değil kardeşlerim.
’(Keşke) Hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim.’ (Hâkka, 69/26)
Nereye kaçacaksın? ’اَيْنَ الْمَفَرُّ /Kaçış nereye?’ (Kıyame, 75/10) Hükmü Kur’ân-ı Mübin’de zikredilmedi mi? Hatırlatılmadı mı sana? Annenin babanın evladın birbirinden kaçacağı ’مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِ’ mutlak mülkün ve saltanatın sahibi olan Hz. Allah’ın seni hesaba çekeceği günü haber verdiğini unuttun mu? Ama Allah hiçbir şeyi unutmaz. O, unutmaktan münezzehtir.
’Keşke (dünyadayken ölmem) her şeyi bitirseydi (de bir daha diriltilmeseydim.)’ (Hâkka, 69/27)
Yani ben öldüm ya toprak oldum gittim. Tamam, bundan sonra bir şey yok. Bununla kalsaydım. Öldükten sonra diriltilmeseydim. Ama Cenâb-ı Hakk’ın vaadi var. ’كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ اِلَيْنَا تُرْجَعُونَ / Her nefis ölümü tadıcıdır. Ve sonrasında bize döndürülecektir.’ buyuruyor, mülkün sahibi olan Hz. Allah (c.c.). Sana bana hayatı bahşeden Hz. Allah bizi tekrar toplayacak. Bizi yoktan yaratmaya muktedir olan Hz. Allah! Şu bedenleriniz toz tanesi kadar paramparça olsa ’ol!’ emriyle bizi yeniden halk etmeye muktedirdir, bu âlemin ve bütün âlemlerin sahibi olan Hz. Allah (c.c.).
’Dünyada kişinin başına gelecek en kötü şey ölümdür.’ Büyüklerimizden bir tanesi böyle buyurmuş. Dikkat edin, ölüm bu dünya için en kötü şey. ’Ölüm ise kendisinden sonrakilerin en hafifidir.’ Çünkü bundan sonraki verilecek olan hesap daha ağırdır.
’(Allah’ın azabını def etme hususunda) Malım bana hiçbir yarar sağlamadı.’ (Hâkka, 69/28)
Cenâb-ı Hakk’ın azabı gelecek, bunun da dünyada malı var ya, sahip olduğu mal ile kendisini kurtarmaya çalışacak ama görecek ki bunun burada hiçbir hükmü yok. Ve şöyle diyecek:
’(Allah’ın azabını def etme hususunda) Malım bana hiçbir yarar sağlamadı.’ Hangi mal? Allah’a isyana kuvvet katan mal, Allah’a itaate değil. Çünkü zekât, sadaka, sadaka-ı fıtır gibi ibadetler mal ile, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği imkanlar ile yapılan ibadet nevindendir. Onlarla da Allah’ın rızası kazanılır.
’Saltanatım da yok olup gitti.’ (Hâkka, 69/29) Yani mevkiim, makamım, dünyadayken sıraladığım bahanelerim… Birisi gelmişti de Mübarek Efendim’e dedi ki: ’Efendim, ben hastayım. Yeni de evliyim. Sara gibi bir de hastalığım var, bayılıp düşüyorum…’ Mübarek: ’Oğlum onu bunu bırak!’ dedi. ’Atmış yetmiş tane insan var şurada. Namaz kılıyor musun?’ ’Kılmıyorum’ ’Namaz kılacağına söz ver oğlum. Şu kadar insan şahit olsun ki Allah’ın izniyle senin hastalığından eser kalmayacak.’ ’Efendim ben çalışıyorum, inşaatta işçiyim..’ ’Bana bahane söyleme oğlum. Namaz kılacak mısın, kılmayacak mısın?’ ’Kılamam!’ ’Çık git o zaman!’
Hem Cenâb-ı Hakk’tan şifa istiyorsun hem de Allah’a şükrünü yerine getirmiyorsun! Cenâb-ı Hakk (c.c.): ’اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ / Şüphesiz insan çok zalim ve pek nankördür.’ (İbrâhim, 14/34) buyuruyor.
’(Cehennemde görevli meleklere şöyle denir:) ’Onu yakalayıp (elleri boyunlarına bukağıyla bağlama suretiyle) bağlayın.’ (Hâkka, 69/30)
’Sonra onu cehenneme atın.’ ’Sonra uzunluğu (meleklerin katındaki ölçü ile) yetmiş arşın olan zincir ile bağlayıp cehenneme öyle atın.’ ’Çünkü o, azamet sahibi Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmiyordu.’ ’(İnsanları) Yoksulu (fakiri, miskini ve muhtaçları) doyurmaya teşvik etmiyordu.’ ’Bu sebeple, bugün burada onun (şefkat gösterip koruyacağı ve kendisinden faydalanacağı) samimi bir dostu yoktur.’ ’Gıslîn (Cehennem ehlinin bedenlerinden akan kan ve irinden) başka bir yiyeceği de yoktur.’ (Hâkka, 69/31-36)
İnsan bunu yer mi? Yemez. Fakat Allah (c.c.), onlara öyle bir susuzluk verecek ki develerin susuzluğu gibi. Bazı develer bir hastalığa tutulurmuş, su içerler içerler ama kanmazlarmış. Bunlar da böyle çok susayacaklar, ama içecekleri ğıslîn / irin olacak. Yedikleri şey zakkûm olacak. Yedikleri zaman içlerini yakıp bitirecek. Ama çare yok, susuzlukları gitmedikleri için mecbur içmek zorundalar. Bunu içecekler.
’Onu günahkârlardan (ve kâfirlerden) başkası yemez.’ (Hâkka, 69/37) Cenâb-ı Hakk Mearic suresinde ifade ettiği gibi: ’(O gün Herkes kendi haliyle meşgul olduğu için) hiçbir samimi dost, dostunu (hiçbir yakın yakınını, akraba akrabasını) sormaz.)’ (Meâric, 70/10)
O gün öyle dehşetli bir gün ki hiç kimse samimi bir dost bulamayacak. Bakın, Cenâb-ı Hakk bizim halimizi nasıl anlatıyor, dikkat edin!
’(Bütün dostlar ve akrabalar Hak tarafından) Birbirlerine gösterilirler. (Meâric, 70/11)
Bugün burada hepimiz kardeşiz, arkadaşız. Yarın Cenâb-ı Hakk bizi burada topladığı gibi orada da bir araya getirecek. Şimdi birbirimize yanımızdaki suyu ikram ediyoruz. Yiyeceğimizi paylaşıyoruz. İmkânımız varsa borç veriyoruz. Ama bakın orada neler oluyor? ’Birbirlerine gösterilirler (Korkunun şiddetinden birbirlerine göz ucuyla bile bakıp ilgilenemezler. Herkes kendi derdine düşmüştür.)’ Niye? Ya benden bir şey isterse! Ya benden bir şey talebinde bulunursa! Herkes kendi derdine düşmüştür çünkü.
Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından kurtulmak için oğullarını (tüm çocuklarını), karısını, kardeşini (ki bunlar insanlar içinde kendisi için en kıymetli olanlardır), kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde bulunan (insan ve cinlerin) hepsini fidye olarak versin de, (bu fidye ile) kendisini kurtarsın.’ (Meâric, 70/10-14)
İşte Cenâb-ı Hakk amel defteri sol tarafından verilenlerin durumunu böyle anlatıyor.
Amel defteri sol tarafından verilenler kendi oğlunu, kızını, karısını, kardeşini, bütün akrabalarımı versem de kendimi şu azaptan kurtarsam diyecek. O gün böyle dehşetli bir gün. Onun için şu Kadir Gecesi’nde affa ne kadar muhtaç olduğumuzu iyi bilmek lazım. Onun için bugün af ya Rabbi! Sen bağışlayıcısın! Bağışlamayı da seversin! Beni de bağışla’ derken, yarın azap meleklerinin elinden kendini kurtarmak için çocuklarını, karısını, yakınlarını teslim edenlerin durumlarına düşmemek için şimdi yâ Rabbî demeyi bilmen lazım. Namazı kılman, orucunu tutman lazım. Şu gözlerini, kulaklarını, dillerini haram olan her şeyden çevirmen lazım. Oyuncak değil ki bu! Bu âlemi yaratan Allah (c.c.) seni, beni yarattı. Nefislerimiz, şehvetlerin, haramların peşinde dünya zevklerini yaşayalım diye bizi serbest, başıboş mu bıraktı zannediyorsun!
Allah (c.c.) ’عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ’dur. Kalplerin özündekini bilir. (Âl-i İmrân, 3/119) Gizli ve aşikâr olan her şeyi bilir. ’وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ / Biz kulumuza şah damarından daha yakınız.’ (Kâf, 50/16) Yâ Rabbi!..
Bunları vereceksin de kurtulmak isteyeceksin ama Cenâb-ı Hakk diyor ki: ’كَلَّاۜ /Hayır!’ Sana bu fırsat yok. Asla ve kat’a bu mümkün değildir.
’Hayır (asla ve kat’â bu mümkün değildir.)! Şüphesiz, cehennem derileri kavurup çıkaran alevli ateştir.’ ’O cehennem itaatten yüz çeviren, Hakka ve imana sırtını dönen, dünyaya hırsından dolayı malı toplayıp biriktiren, hayır yollarına harcamayan herkesi kendisine (çağırarak) çeker.’ (Meâric, 70/15-18)
Çağırır. Çağıran kim? Cehennem ateşi. İtaattan yüz çeviren, imandan yüz çeviren, Cenâb-ı Hakk’ın verdiklerini nefsine harcayıp da Allah’ın infak etmemizi istediği yerlerden yüz çevirenleri çağırır.
Cenab-ı Hakk Tevbe sûresi 111’de: ’Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır.’ buyurur. Cenneti satın almak için iki şart var. Biri can, biri de mal. Bunları kim Allah’a teslim ederse karşılığında Cennet var. Cenâb-ı Hakk’ın rızası var. Ve şunu da bilin ki Sebe sûresi âyet 37’de buyuruyor ki Rabbimiz (c.c.): ’Ne mallarınız ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir!..’ Ne malınız ne de çocuklarınız, bunlarla bizim katımıza yükselemezsiniz. ’Ancak iman edip salih amel işleyenler başka. İşte onlar için işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır. Onlar cennet köşklerinde güven içindedirler.’ elhamdülillah.
Cenâb-ı Hakk’ın tebşir ettiği, müjdelediği, amel defterini sağ tarafından alanlar olarak vasıflarını zikrettiği, salih müminler zümresine Rabbim cümlemizi dâhil eylesin. Buna muhalif olan bütün anlayış ve ahlâklarımızdan cümlemizi uzak eylesin kardeşlerim.
Şu gece münasebetiyle Rabbim, Peygamber Efendimiz’in alıştırdığı dua hürmetine buyurun ki: ’اَللَّٰهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّي / Allahım! Sen affedicisin, cömertsin, affı seversin, şu halde beni affet.’ (Tirmizî, Deavât, 84)
Bu gece öyle büyük bir gece ki, Hz. Âişe annemiz Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’e sormuş ki ’bu geceye ulaşırsam nasıl dua edeyim.’ Bu duayı alıştırmış.
Bu gece öyle ki ancak af var. İşte nihayetinde karşılaşacağımız büyük ve çetin gün. Ve o çetin günün emarelerinden bir kısmını, Cenâb-ı Hakk’ın âyetlerinden okuduk kardeşlerim. Bunlar yarın mahşerde bizim karşılaşacağımız şeylerdir. Zannetmeyin ki dünya hayatı bitmez.
Daha bir hafta önce 90 yaşını geçmiş bir akrabamızı toprağa verdik. 90 sene geçti, toprağa vermek 9 dakika sürmedi. Toprağa gömülüverdi. 90 yıllık ömür bitiverdi. Sen zannediyorsun ki ömür hiç bitmeyecek.
Cenâb-ı Hakk, az bir amel yaptığımız zaman çok çok sevap veriyor. ’(Kulum) Bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim!’ buyuruyor. (Buhârî, Tevhid, 15)
Ve Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir kulun hata ve kusurlarından tevbe edip de Rabbine dönüş yapmasının sevincini hadis-i şerifte şöyle anlatıyor: ’Muhakkak ki Allah, kendisine tevbe ettiği zaman kulunun tevbesine, birinizden daha çok sevinçlidir ki, o (kimse) çorak bir yerde devesi üzerindeydi. Derken (deve) kendisinden kaçtı, üzerinde de yiyeceği ve içeceği vardı. Artık ondan ümidini kesti de bir ağaca geldi ve onun gölgesinde yattı. Devesinden ümidini kesmişti. O bu halde iken aniden deve yanında dikiliverdi. Hemen burunsalığından tuttu. Sonra sevincin şiddetinden: ’Allahım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim’ dedi. Sevincin şiddetinden hata etti.’ (Müslim, Tevbe, 1)
Peygamberimiz buyuruyor ki: ’Şaşkınlığından böyle söyleyen kulun sevincinden daha çoktur Hz. Allah’ın sevinci!’ kime? Tevbe eden, ya Rabbî diyen, günahlarından yüz çevirip güzel ahlâka, salih amele, dosdoğru hidayet yoluna tutunanlara.
Allah’ım! Şu gecede tevbelerimizi nasuh eyle. Tevbelerimizi dergah-ı izzetinde ihlaslı olarak kabul eyle. Allah’ım! Bizi, Kur’ân-ı Mübînin’de haber verdiğin, amel defterini sol tarafından alacak olanların karşılaşacağı azabına duçar eyleme. O günün pişmanlığının içerisine bırakma. Pişmanlığın hakikatini bugün yaşayıp da yâ Rabbî diyerek boynunu büken ve her şeyiyle sana teslim olan samimi kullar zümresine kat bizi yâ Rabbî...
Allah'ım Sen Affedicisin...
Özlenen Rehber Dergisi 103. Sayı
Rabbim bizleride kitabı sağ tarafından ve önünden alacak şekilde bir hayatı bakiyi kazanma gayretini bu güzel yolda versin inşaallah.
Allah bu yazıyı kaleme alanlardan, Tevhid ve Ümmet şuuru ile hareket edenlerden razı olsun... Haşa Allah yokmuş gibi sanki dünyayı ve nefsi ilâh edinmiş gibi hareket eden bizler; şunu unutmasın ki o gizli yerlerde ve duyulduğunda çok utanacağın haramlar ile birlikte iken Allah bizleri rasat yerinden gözlüyordu ve yine gözlüyor utanılmaya en lâyık O'lan da O'dur...