Özlenen Rehber Dergisi

103.Sayı

Kullukta İtidal; 'Havf ve Reca'

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 103. Sayı
Havf ve Recâ, mü’minin kalbî ve ruhi durumunu belirleyen ve davranışlarını etkileyen iki duygudur. Allah’tan korkmayı ve O’ndan ummayı, ümit etmeyi belirtir.
Genel anlamda korku (havf), insanın başına gelmesini istemediği bir şeye karşı duyduğu endişe; umut (recâ) da, elde edilmek istenilen şeye karşı kalbin ilgisidir, arzu ve iştiyakıdır. Her iki durumda şimdiki zamandan ziyade geleceğe yöneliktir ve insanın tutum ve davranışları üzerinde belirleyici bir rol oynar. Bu nedenle mü’minde var olan/olması gereken temel niteliklerinden birisi korku, diğeri de umuttur. Ne var ki korkunun insanı umutsuzluğa (ye’s); umudun da kötülükleri önemsiz görmeye götürecek ölçüye ulaşmaması gerekir.
İnsan hayatı, havf ve recâ, yani "korku" ve "ümit"lerin çalkantısı içinde seyreder. Bir mü’min gönlünde, havf ve recânın karşılıklı bir âhenk ve denge içinde yaşanabilmesi zaruridir. Zira korkunun ifratından "yeis", tefritinden ise "emniyet ve teminat" hissi hâsıl olur. Bu itibarla Allah’ın azabından emin olmak veya zıddı olan rahmetinden ümitsizliğe düşmek, menedilip hoş görülmemiştir. Zaten kâmil bir mü’min, bu iki hali dengeli bir şekilde devam ettirebilendir.

Havf; salt bir korku değildir.

Korku kavramı Kur’an’da havf, haşyet, rahbe ve ittika gibi kelimelerle dile getirilir. Kur’ân-ı Kerim’de yer alan bu âyetler korkunun nedenini ve amacını da açıklayıcı bir nitelik taşır. Buna göre mü’minler yalnız Allah’tan, Kıyamet gününün dehşetinden, Cehennem azabından korkmalıdır (Bakara, 2/212; Âl-i İmran, 3/175; Maide, 5/57). Buna karşılık sözgelimi insanlardan (Ahzab, 33/37), düşman eline geçmekten (Taha, 20/77), kâfirlerin hile ve düzenlerinden (Taha, 20/65-68), özetle Allah’tan başka hiçbir kimse ve nesneden (Nahl, 16/51-52) korkulmamalıdır.
Burada Kur’an’ın haber verdiği ’korku’lar hakkında okuyucunun zihni netliğe sahip olabilmesi adına şu açıklamalarda bulunmak faydalı olur kanısındayım. Kur’an’ın öngördüğü bu korkular insanı pasifliğe, hareketsizliğe itme amacı gütmez. Tam tersine insanı korkunun nedenlerini ortadan kaldıracak tutum ve davranışlara yöneltmek amacı taşır. Örneğin Allah’ın gazabına, Cehennem azabına neden olacak davranış ve eylemlerden sakındırır, Allah’ın emirlerine uymaya yönlendirir. Bu yöneliş kişiyi yalnızca korkuya neden olacak eylemlerden uzaklaştırmakla kalmayacak, ona gerçek anlamda iyi ve olgun bir mü’min olmanın yollarını açacaktır. Korku ile başlayan bu yöneliş ittika ile sürerek takva ile sonuçlanacaktır. Takva ise mü’minin ulaşabileceği en yüksek dereceyi belirtir.

Reca; kullugu hafife almak değildir.
Mü’minler Allah’tan korkmakta oldukları kadar O’ndan umut kesmemekle de yükümlüdürler: "Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin" (Zümer, 39/53). Çünkü umutsuzluk insanı kendini düzeltme, arındırma çabalarından yoksun bırakır. Kur’an, mü’minin her durumda umut içinde olmasını gerektirecek müjdelerle doludur: "Şüphesiz Rabbin onların zulümlerine karşı mağfiret sahibidir" (Ra’d, 13/6)."Rabbiniz bol rahmet sahibidir" (En’am, 6/147). "Rahmetim her şeyi kaplamıştır" (A’raf, 7/156).
Umut (recâ), sebepsiz ve insanı umduğu şeye ulaşmak için çalışmaktan alıkoyacak, kötülük ve günahları önemsiz gösterecek bir beklenti değildir. "Onlar ki inandılar, hicret ettiler, Allah yolunda savaştılar; işte onlar Allah’ın rahmetini umarlar "(yercune)" (Bakara, 2/218), "Allah’a iman edenleri ve O’nun kitabına sarılanları Allah rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak, önleri kendisine götüren doğru yola eriştirecektir" (Nisâ, 4/ 175) ve "Ey iman edenler, Allah’tan korkun, O’nun elçisine inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın" (Hadid, 57/28) gibi âyetlerde açıklandığı üzere umut ancak gerekli şartları hazırladıktan sonra sonucu Allah’tan ummaktır. Bunun aksi bir beklenti Hz. Peygamber (s.a.s)’in "Ahmak, nefsini hevasına tabi kılıp sonra Allah’tan temennide bulunan kimsedir" hadisinde tanımladığı gibi ahmaklıktır.

Beyne’l-Havfi ve’r-Reca nedir?

Korku (havf) ve umut (reca) birbirini bütünleyen ve mü’mini kemale erdiren iki niteliktir. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim mü’minleri tanımlarken, onların vasıflarını sayarken bu iki niteliği birlikte anar: "Yanları yataklardan uzaklaşır, korkarak ve umarak Rab’lerine dua ederler." (Secde, 32/6). İslam bilginleri bu tür Kur’ânî yönlendirmelerden yola çıkarak mü’minin sürekli korku ve umut arasında olması gerektiğini belirtmişlerdir.
Kur’an’da insanın Allah’ın azabından korkması (Nûr, 24/52) ve rahmetinden de ümitvar olması (Bakara, 2/218) istenmiştir. Çünkü Allah kendisini hem rahmet ve mağfiret sahibi hem de azap edici olarak tanıtmıştır: "Şüphesiz Rabb’ın insanların zulümlerine karşı mağfiret sahibidir, fakat Rabb’inin azabı da çok şiddetlidir" (Ra’d, 13/6), "İyi biliniz ki Allah’ın cezası çok şiddetlidir ve gerçekten Allah, çok bağışlayan, çok merhametli olandır" (Mâide, 5/98), "(Ey Rasûlüm!) kullarıma haber ver; ben gerçekten çok bağışlayan, çok merhamet edenim ve gerçekten benim azabım da çok acıtıcı bir azaptır" (Hicr, 15/49-50), " Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır." (Hadîd, 57/20)
Âyetlerden de açıkça anlaşıldığına göre Yüce Allah, insanın korku ile ümit arasında olmasını istemektedir. İnsan Allah’ın azabından korkacak ama rahmetini de umacak, ümitsiz olmayacak fakat ilâhî azaptan da tamamen güven içinde bulunmayacaktır. (A’râf, 7/97-99) İkisi arasında dengeli olacaktır. Peygamberimiz (s.a.s), Allah’ın rahmet ve azabının çokluğunu şöyle bildirmiştir: "Mü’min, Allah katındaki azabı bilseydi cennetini ummazdı. Kâfir de Allah’ın rahmetini bilseydi cennetinden ümit kesmezdi." (Müslim, Tevbe 23), "Allah, cennet için; sen benim rahmetimsin, cehennem için de sen de benim azabımsın" demiştir. (Buhârî, Tevhîd 25) Kur’ân’da peygamber ve sâlih insanların korku ve ümit arasında olduğu, "korkarak ve umarak Allah’a dua ve ibâdet ettikleri" (Enbiyâ, 21/90; Secde, 32/16) bildirilmiştir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek de azabından güven içinde olmak da mü’mine yakışan bir davranış değildir. Bunu ancak, kâfir, sapık ve hüsrana uğrayanlar yapabilir yine bu da Kur’ân-ı Kerim’de ifade edilen hakikatlerdendir. (Hicr, 15/56; Ankebût, 29/23; A’râf, 7/97-99)

Tasavvufî açıdan Havf ve Reca

Korku ve umut, özel deyimiyle Havf ve Recâ tasavvufta iki hal ve makamı belirtir. Salik’in nefsini arındırmasına (tezkiye) bağlı olarak doğrudan Allah’ın bağışı sonucu gerçekleşen Havf ve Recâ başlangıçta geçicidir. Bu aşamada hal olarak anılırlar. Ancak salik manevi yolculukta ilerledikçe, mertebesi yükseldikçe Havf ve Recâ yerleşerek birer makam durumuna gelir. Havf ve Recâ, ruhun sıkışması demek olan Kabz ile rahatlaması demek olan Bast haliyle ilgilidir. Kabz halindeki mutasavvıf Havf; Bast durumundaki mutasavvıf da Recâ duyguları içindedir.

Tasavvuf erbabına göre havf/korkunun üç derecesi vardır.
1-) Havf;
Korkunun birinci derecesi Havf adını alır ve bu korku imanın şartlarındandır. "Eğer mü’min iseniz onlardan korkmayın, benden korkun" (Âl-i İmran, 3/175) âyetinin işaret ettiği bu korku tüm mü’minler için farzdır.
2-) Haşyet;
Korkunun ikinci derecesi Haşyet’tir. Haşyet, ilmin şartlarındandır. "Kulları içinde ancak âlimler Allah’tan (gereğince) korkar" (Fatır, 35/28) âyeti korkunun bu derecesini belirtir.
3-) Heybet;
Üçüncü derecede korku Heybet adını alır. Takvayı dile getiren Heybet de marifetin şartlarındandır. "Allah sizi kendisin(in emirlerine karşı gelmek)den sakındırır" (Âl-i İmran, 3/28) âyeti de korkunun üçüncü derecesine işaret eder.

Mutasavvıflar Recâ’nın da üç çeşidinden söz ederler.
1-) Recâ’nın birinci çeşidi insanın güzel bir amel işleyerek bu amelin kabulünü Allah’tan ummasıdır.
2-) İnsanın kötü bir iş yaptıktan sonra tövbe ederek Allah’tan bağışlanmayı umması da Recâ’nın ikinci bir çeşididir.
3-) Recâ’nın üçüncü çeşidi kuru bir kuruntudan başka bir şey değildir. Bu çeşit Recâ insanın bir yandan günah işlemeyi sürdürürken diğer yandan Allah’ın kendisini bağışlayacağını ummasıdır. Bu adam bir yalancıdır ve böyle bir Recâ insanı felakete sürükler.

Sonuç;
Havf ve Recâ; ilim, hal ve amelden oluşur. Havf’ta ilim kişinin korkulan şeyi ve ona sürükleyen nedenleri bilmesidir. Bu bilgi tüm varlığını sararak kişinin kötülüklerden sakınmasına, kendisini düzeltmesine, iyi davranışlar içine girmesine neden olacaktır. Kötülüklere, günahlara karşı duyulan iğrenme, nefsanî zevk ve isteklerden uzaklaşma, Havf’ın ortaya çıkardığı bir haldir. Bu halin sonucu da mü’minin Allah’ın emir ve yasaklarına uyması, şüpheli şeylerden kaçınmasıdır. Bu da Havf’ın insanın amellerindeki yansımasıdır. Recâ’da ilim, mü’minin Allah’ın hoşnutluğuna, bağışlamasına neden olacak şeyleri bilmesidir. Bu bilgi de onu benliğini arındırmaya, iyi ve güzel olana yapışmaya götürecektir. Dolayısıyla Recâ da kendisini insanın ruhi yapısında ve davranışlarında gösteren bir haldir.
Bütün bunların neticesinde kullukta itidâl, havf ve reca, dengeli bir hayat idame etmektedir. Muradullah dâhilinde bir hayat ve sünnete uygun bir yaşam havf ve reca dengesinin muhafazası ile mümkündür. Mutlak yeis, yani ümitten kesilme, insanın kendisini afv ve mağfiretin dışında görme gafletidir. Neticede Allah’ın rahmet tecelliyatını, kudret ve azametini inkâr etmektir. Mutlak yeisin tam zıddı olan mutlak emniyet de, Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarından olan "Kahhâr" sıfatına karşı duyarsız kalmak veya azabı küçümsemektir.
Hâsılı Allah korkusunu mutlak yeis hududuna getirmemek ve aynı zamanda ümidi de mutlak teminat altına yaklaştırmayıp dengeyi muhafaza etmek lazımdır.
Bir mü’min "Cennete bir tek kişi girecek!" dense "Acaba ben miyim?"; "Cehenneme bir tek kişi girecek!" dense "Yoksa ben miyim?" hâlet-i ruhiyesinin içinde bulunmalıdır.
İstikamet üzere yaşamak duasıyla...
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.