Bismillahirrahmanirrahim.
Âlemin ve bütün Âlemlerin Rabbi olan Hz. Allah (c.c.) birdir, ezel ve ebettir. Yeryüzündeki bütün insanlar Allah’ın kullarıdır. Bizi yoktan yaratan Hz. Allah’tır. Bize hayat bahşeden O’dur. Yaratmaya kadir olan yalnızca O’dur. Allah (c.c.) şânı yüce olandır. Bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Kullarının gizli ve aşikâr bütün hallerinden haberdardır. Şu anda olduğu gibi öncesinde ve sonrasında yaptığımız ve yapacağımız her şeyin bilgisi katındadır. Hiçbir şey bu âlemde tesadüf eseri değildir. Her şey Cenâb-ı Hakk’ın yed-i kudretinde hareket eder. Hiç kimse, Cenâb-ı Hakk’ın müsaade etmediği bir şeyi yapamaz, sahip olamaz. Şifa da hastalık da O’ndandır. İyiliği ve kötülüğü yaratan O’dur. Direksiz duran şu gök kubbeyi üzerimizde tutan Hz. Allah’tır. Bardaktan boşanırcasına üzerimize yağan yağmurları indiren Hz. Allah’tır. İçeceğimiz bu suları topraktan çıkartan Hz Allah’tır. Kulunu bir damla kan pıtısından yaratan da O’dur. Dağları denizleri, yeryüzündeki bütün nebatâtı ve hayvanatı yaratıp onları insanların istifadesine sunan da Hz. Allah’tır.
İnsana ne kaldı? Hiç bir şey… Her şey O’nun. ’Göklerde ne varsa yerde ne varsa, hep O’nundur.’ (Bakara, 2/255) Güç ve kudret O’nundur.
Aramızda yaşlılar var, gençler var. Yaşlılar da bir zaman sakallarına siyah düşmemiş gençler gibiydi. Kemikleri kuvvetli, derileri taze idi. Cenâb-ı Hakk’ın ömür sermayesi geçtikçe kuvvet kayboldu. Kemikler zayıfladı, eridi, derinin tazeliği kayboldu. Bu nimetleri elinde tutmaya kadir olan var mı? Yok. Öldürmeye ve diriltmeye muktedir olan Hz. Allah (c.c.)’tır. Hiç kimse kendisine gelen ölümü erteleyemez, kaldıramaz, ondan kaçamaz. ’Her nefis ölümü tadıcıdır. Sonra bize döndürüleceksiniz.’ (Ankebut, 29/57) buyuruyor Hz. Allah (c.c.).
İhtiyacımızı arz edeceğimiz, noksanlıklarımızı arz edeceğimiz, af ve mağfiret dileyeceğimiz kapıyı iyi bilmek lazımdır. Kuvveti, makamı, malı ve sahip oldukları ile kendisinde bir varlık addeden, Hak kapısında zelil ve rüsva olmaya müstahaktır.
Hz. Allah birdir, misli ve benzeri yoktur. Bu âlemin sahibi olduğu gibi ebedi âlemin sahibi de O’dur. Kullarını imtihan etmek, itaat edenle etmeyeni bir birinden ayırt etmek için bu dünya âlemine göndermiştir. ’Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım’ (Zariyat, 51/56) buyurarak insanların yaratılışındaki hikmeti bizim anlayacağımız bir şekilde Kur’ân-ı Mübin’de bizlere haber vermiştir. Evet, bizler ancak Rabbimize kulluk ve itaat için yaratıldık. Bu büyüklüğü, bu izzeti tanımayan, dünyasında da, kabir hayatında da, âhiretinde de zelil olur.
İşte bu gün, yani Şâban-ı Şerif’in on beşinci gecesi, her hikmetli işin yazıldığı, bir birinden ayırt edildiği bir gündür. Duhân suresinde Rabbimizin haber verdiği hikmetlerin kullar hakkında tahsis edildiği bir gündür. İnsan ise, kendi yaşadığı hayatın içerisinde, takip ettiği hevaların peşinde, önünde kendisini bekleyen dehşetli günden habersiz bir hayat sürmektedir.
Birçok Sahabe efendimiz (r.anhüm) bu dehşetli günün korkusundan dolayı: ’Keşke yaratılmasaydım da hesap gününde Rabbimize hesap vermekle karşı karşıya kalmasaydım.’ demişlerdir.
Böyle bir yük ile karşılaşmasaydım, diyecek kadar çetin bir gün. Üstelik bu sözleri, dünyada iken cennet ile müjdelenen insanların konuştuğu da unutulmaması gereken bir hakikattir. Böyle dehşetli bir gün…
Hz. Allah’a olan kulluğunu, Rabbimize olan şükrünü erteleyen, geriye atan, kale almayan, hiçe sayanlar…. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve onu takip eden güzide Ashabı’nın yaşadığı hayatı hiçe sayarcasına, Rasûl-ü Kibriya Efendimizin yere dökülen kanlarını hiçe sayarcasına, savaşlarda yüzüne batan demirleri hiçe sayarcasına, başlarına aldığı kılıç darbesi ile yüzünden akan kanları hiçe sayarcasına bu âlemde yaşayan kimseler, yarın mahşer gününde elbette hesabın dehşetini görecektir.
Allah’tan başka tapınacak, kendisine kulluk yapılacak, itaat edilecek, huzurunda secdeye kapanılacak başka mabut yoktur. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) Efendimiz bir olan, kendisinden başka ilah bulunmayan Hz. Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür. Bize gönderilmiş olan elçisidir. İman; kanaat sahibi olmak, ’kanaat ettim’ demektir. Bu kelimeyi, şehadeti söyleyen, imanı kabul eden, tasdik eden, şunu söylüyor demektir: ’Yâ Rabbi! Rab olarak Seni kabul ettim, Sana inandım, iman ettim, beni yoktan yaratan, rızkımı veren, bana hayatı bahşeden Sen’sin. Bu âlemin sahibi Sen’sin. Hayıtım Sen’in elinde yâ Rabbi! Sen dilersen bana rahmet edersin, dilersen azabınla muamele edersin ya Rabbi! Sen hükmünden sual olunmayansın Allah’ım. Bütün kullar ise sana hesap vermek zorundadır. Senin hükmüne boynumu bükeceğime, emirlerine itaat edeceğime, yasaklarından şiddetle kaçınacağıma ahdi misak ettim ya Rabbi!.. Lâ ilâhe illâllah Muhammedü’r-Rasûlullah.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.): ’Bu kelimeyi çokça söyleyerek imanınızı yenileyin, kalbinizi cilalayın.’ buyuruyor.
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayetle, Rasûlullah (s.a.s.): ’İmanınızı yenileyin.’ buyurdu. Denildi ki: ’Yâ Rasûlallah! İmanımızı nasıl yenileyeceğiz?’ (Rasûlullah): ’Lâ ilâhe illallâh, sözünü çok söyleyin.’ buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.14, s.328, h.no:8709)
Bu kelimeyi söyleyeniz ki kardeşlerim, Hz. Allah’a verdiğimiz bu ahd-i misakı, şu kalbimize, ruhumuza, aklımıza, bütün efkâr ve düşüncemize, azalarımıza ve bütün cihana haykırırcasına söyletelim inşallah. Lâ ilâhe illâllah...
Sana secde ettim ya Rabbi!.. Bir insan anlını yalnızca ve yalnızca bir olan Hz. Allah’ın huzurunda secdeye koyar. Cenâb-ı Hakk’a bu ahd-i misakı veren, iman ile hidayet nuruna kavuşan, şu âlemde Hz. Allah’a (c.c.) vermiş olduğu söz ile yaşamaya mecburdur. Rabbimize verdiğimiz söz üzerine yaşamaya mecburuz, o yüzden bu gün af dileyeceğiz, Rabbimizden ’bizleri bağışla, bizleri affeyle ya Rabbi,’ diyerek merhamet dileneceğiz. Peki af ve mağfiret dileneceğimiz Rabbimizin kapısına, verdiğimiz ahd-i misak ile, emirlerine ittiba edip yasaklarından şiddetle kaçınarak, sözümüze sadakat göstererek mi gidiyoruz, yoksa yalnızca bu gece hatırlayacağımız bir anlayış ile, ’şu gece münasebetiyle gidelim de Rabbimizden af ve mağfiret dileyelim’ diyerek mi gidiyoruz…
Rabbimizin kapısı ümitsizlik kapısı değil kardeşlerim, derdim ümitsizlik vermek değil. Zira Ebû Hureyre (r.a.)’ın Nebî (s.a.s.)’den rivayet ettiğine göre şöyle buyurmuştur: ’Muhakkak ki Allah, mahlûkatı yarattığında katında Arş’ının üstünde ’Muhakkak ki rahmetim gazabımı geçti’ yazdı.’ (Buhârî, Tevhîd, 22)
’Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.’ (Zümer, 39/53) Bu gün ümit kesme günü değildir. Bu gün af ve mağfirete nail olma günü olduğu gibi, aynı zamanda kul olduğumuzu da hatırlama günüdür. Çünkü yaşadığımız hayat, dışarıda yaşanan şu hayat, hakiki kulların, Allah’a itaat edenlerin hayatı değil. Dışarıda Allah’a isyan ile dolu bir hayat var. Dışarda günahları kendisine ahlak edinmiş hayat sahibi bir zümre var. Müminler olarak bizlerin, hayatımızdan haramları bertaraf etmek gibi bir mükellefiyetimiz var. Kulluk vazifesi bunu gerektiriyor kardeşlerim. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın misali yaşanan bir hayat, hayat değildir. Öyle olsaydı Allah’ın Rasûlü (s.a.s.) sırtına giydiği zırhlarla, eline aldığı kılıcıyla, kalkanıyla bir er gibi savaş meydanlarına çıkmazdı. Melekler etrafında pervaneler gibi dolaşırken, müşriklerin vurduğu kılıç mübarek miğferini yarıp da başından kanlar akıtmazdı. Peygamber Efendimizin mübarek yüzlerine batıp da Hz. Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın çıkarmış olduğu miğfer parçaları Rasûl-i Kibriya Efendimizin mübarek yüzünü incitmezdi.
Kendisine vahiy gelen, meleklerle teyit edilen, ordusunda meleklerin savaştığı bir peygamber olarak Efendimiz (s.a.s.) er meydanlarında Allah’ın birliğini hâkim kılmak, haram olan şeyleri ortadan kaldırmak, Cenâb-ı Hakk’ın razı olduğu emirleri de hâkim kılmak için mücadele verdi. Öyleyse her birimizin, ’Ya Rabbi, bizi bağışla! Allah’ım bizi affet! Allah’ım bize mağfiret buyur!’ diyerek kapısına geldiğimiz Rabbimizin huzuruna kulluk emareleriyle gidebilmek için, bu hususta noksanlıklarımızı bilip, onlardan bir bir yüz çevirip itaat ahlakına sahip olmamız şarttır.
Dışarda Hz. Ebûbekir efendilerimizin ahlakı, Hz. Ömer efendilerimizin ahlakı yaşanmıyor. Dışarda Hz. Haticetü’l-Kübraların iffeti, imanı yaşanmıyor ve biz de müminler olarak bu toplumun içerisindeyiz. Haramlar, bizim yaşadığımız bir toplumun içerisinde kuvvet buluyor. Subhânallah!..
Rabbim nasip etti kardeşlerimizle beraber Beytullah’ı ve Rasûl-i Kibriya Efendimizi ziyaret maksadı ile umreye gittik. Peygamber (s.a.s) Efendimizi ve onun Ashabı’nı ziyaret ettik. Uhud’a gidip Hz. Hamza efendimizi ziyaret ettik. Orada söyledim, bir kez de burada söyleyeyim: ’Kardeşlerim! Vallahi Sahabe efendilerimizden utandım.’ Hz. Hamza efendimizin şehit olduğu yeri gördüm. Peygamber Efendimizin savaşın dehşetinden dolayı yorgunluktan sonra Talha bin Ubeydullah’ın sırtında Uhud Dağına sığındığı yeri gördüm. O yorgunluğun içerisinde yaslandığı dağı, o sert kayaları Hz. Allah, pamuk misali, onun sırtına eziyet vermesin diye yumuşatmış da, Peygamber Efendimizin mübarek sırtının izinin bulunduğu, mübarek başını yasladığı zaman izinin geçtiği kayaları, taşları gördüm. Bir kayaya tutunmak için elini uzattığı zaman, parmaklarının arasından sular kaynamıştı. Cenâb-ı Hakk’ın, sıkıntı ve darlık içerisindeki Habibine ve yanında bulunanlara cennet pınarlarından sular akıttığı o yerleri gördük.
Hz. Hamza’nın, kulağının, burnunun kesildiği, mübarek ciğerinin çıkartılıp savaş meydanlarına saçıldığı Uhud meydanını gördük de hayâ edip vallahi utandık, imanımızdan da Müslümanlığımızdan da utandık. Onların huzurundan bu utançla ama yine o güzide insanları ve Peygamber Efendimizi vesile ederek, dua ederek, af ve mağfiretine mazhar olmak maksadıyla Rabbimize dua ederek geldik.
Heyhat, görüyoruz ki o güzel insanlar o Peygamber Efendimiz ve onun güzide Ehl-i Beyt’i ve Ashab’ı bedenleri paramparça olurcasına Hz. Allah’a bedenlerini teslim etmişler.
Uhud’da savaşın olacağı önceden bilindiği için Sahabeyi Kiram efendilerimiz Peygamber Efendimizle istişare ettiler. Sahabe efendilerimiz bir bir ’ya Rasûlullah, ben şehit olmak istiyorum, ben tekrar ailemin yanına dönmek istemiyorum, ya Rabbî’ diyorlardı. ’Hanımının yanına, yüzüne bakmaya kıyamadığı evlatlarının yanına dönmek istemiyorlardı. ’Ben şehit olmak istiyorum yâ Rabbi!’ diyorlardı.
Onlardan bir tanesi Amr bin Cemuh’tur (r.a.). Hem de bu sahabe efendimizin bir ayağı sakattır. Dört tane aslan gibi evladı vardı. Onlar, Peygamber Efendimizin her savaşta yanında bulunuyorlar, bu savaşta da yanındaydılar; ama Amr bin Cemuh diyor ki: ’Evlatlarım! Beni Bedir’de savaşa katılmaktan menettiniz ve beni cennete kavuşmaktan alıkoydunuz; ama Uhud’da hayır, bu sefer geride kalmayacağım…’ Babalarını durduramıyorlar ve Peygamber Efendimizin huzuruna götürmek zorunda kalıyorlar. Diyorlar ki: ’Yâ Rasûlullah (s.a.v.) babam ayağından sakattır; ama sizinle beraber savaşa katılmak istiyor. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) buyuruyor ki: ’Cenâb-ı Hak seni mazeretli saydı, sen katılmasan da olur, Medine’de kal.’ O da: Yâ Rasûlallah! Sen benim Allah yolunda ölünceye kadar savaşarak şehit olup Cennette şu topal ayağımla yürümemi uygun görmez misin?" dedi. Ve şehit oldu. Savaştan sonra Efendimiz (s.a.s.): ’Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki, ben şu anda Ebu Amr’ı görür gibiyim, o topal ayağıyla sıhhatli olarak cennette yürüyor!’ buyurdu. (Bkz., İbn-i Hişâm, es-Sîratu’n-Nebeviyye, c.2, s.90; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe Fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, c.4, s.196)
Allah’ın dinine hizmette Sahebeyi Kiram, Peygamber Efendimize böyle yalvarıyorlar. On üç on dört yaşlarında on küsur tane çocuk. Peygamber Efendimizin huzurunda ayaklarının üstüne basarak kendi boylarını yaşlarından büyük göstermeye çalışıyorlar ki Allah’ın Rasûlü geriye göndermesin. Ebu Sâid el-Hudrî, Abdullah bin Ömer onlardandır. Efendimiz (s.a.s.) onları geri çevirmiştir. Onlar, Allah’ın dinine hizmet için Cenâb-ı Hakk’ın dinine gayret için bu şekilde bir anlayış içerisinde idiler.
Üzerimizde Allah’a ve Habibi’ne itaatin emarelerini toplamak lazımdır. Haramlar her geçen toplumumuzda kuvvet buluyor. İffetsizlik, tesettürsüzlük mümin kadınlar arasında artıyor. Faiz artıyor. Doğru söz söyleyen azalıyor. Böyle bir toplum içerisinde, haramların içerisine nüfuz ettiği bir kalp ile açılan eller, Cenâb-ı Hakk’ın katına yükselmiyor kardeşlerim. Diyoruz ki: ’Biz dua ettiğimiz halde niçin dualarımız kabul olmuyor?’ Halbuki, ’dualarımıza mani olan çirkinlikleri bir bir terk etmedik.’ demiyoruz. Onlar (r.anhüm) dua etmişler, Hz. Allah onların dualarını kabul etmiş.
Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; Abdullah b. Cahş Uhud günü kendisine: ’Allah’a dua etmez misin?’ dedi. Bunun üzerine bir kenara çekildiler de Sa’d dua etti ve: ’Ey Rabbim! Düşmanla karşılaştığım zaman bana, çok kuvvetli, düşmanlığı çok şiddetli olan bir kişiyi rastlat. Senin uğrunda onunla savaşayım o da benimle savaşsın. Sonra ona galip gelmekle beni rızıklandır, ta ki onu öldüreyim ve üzerinde eşyasını alayım!’ dedi. Abdullah b. Cahş da ’âmin’ dedi. Sonra (Abdullah): ’Allah’ım! Bana düşmanlığı çok şiddetli, çok kuvvetli olan bir kişiyi nasip et. Senin uğrunda onunla savaşayım o da benimle savaşsın. Sonra beni mağlup etsin ve burnumu, kulağımı kessin. Yarın seninle mülaki olduğumda: ’Kulağını ve burnunu kim kesti?’ diyesin. (Ben de): ’Senin uğrunda ve Rasûlün (s.a.v.)’in uğrunda (kesildi)!’ diyeyim. (Sen): ’Doğru söyledin!’ diyesin.’ dedi. Sa’d (devamında) şöyle dedi: ’Ey oğulcuğum! Abdullah b. Cahş’ın duası benim duamdan daha hayırlıydı. Muhakkak ki onu günün sonunda gördüm. Burnu ve kulağı bir ipte asılıydı.’ (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbu’l-Fevâid, Menâkıb, 168, c.9, s.366, h.no:15652)
Evet, savaşın neticesinde Abdullah bin Cahş şehit olan müminlerin arasında aynı duasındaki gibi bir hal üzerinde bulundu. Bizler hangi maksatlarla dua ediyoruz yâ Rabbî!.. Bize araba ver yâ Rabbî, bize kat ver yâ Rabbî, bize makam ver, mevki ver, ben ondan ileri gideyim… Hangi dua Cenâb-ı Hakk’a yükselir?
Hz. Hamza (r.a.) efendimiz o savaşa girdiği gün oruçlu idi. Bizimle umreye gelen kardeşlerimiz Uhud’un, Medine’nin sıcaklığını ve hararetini gördüler. O Ashab-ı Kiram ki, bizim oruçlarda iftar ettiğimiz gibi soğuk sular içemiyor, hazır yiyecekler yiyemiyorlardı. Hz. Hamza efendimiz, o gün oruçluydu. Öyleydi ki, düşman ordularının içerisinden giriyor tâ öbür başa kılıç sallayarak ulaşıyor, sonrasında tekrar dönüyor, Ayneyn tepesini dolaşıyor, yeniden savaşa giriyor, yine kılıcını sallayarak bu şekilde on sekiz defa küffâr ordusunu dağıtıyordu elhamdülillah.
Oruçlu bir halde elinde çifte kılıç ’Ben Allah ve Rasûlü’nün aslanıyım’ diyerek Rasûl-i Kibriya Efendimizin önünde, müşriklere, Allah düşmanlarına, Allah’a şirk ortak koşanlara karşı Allah’ın birliğini savunuyordu elhamdülillah.
Bizler de mü’miniz kardeşlerim. Cenâb-ı Hak aşamayacağımız ve altından kalkamayacağımız ağır yükler altında bırakmasın bizi. Onların tutulduğu çetin imtihanlara bizler tahammül edemeyiz. Bunu bilin; ama bunları, şunu ikrar etmek için anlatıyorum: Bizler müminler olarak yaşadığımız hayatı İslâmî bir hayat olarak kabul ediyoruz. Yarın öldüğümüz zaman, bizi hemen cennete koyabilecek bir hayatın sahibi olduğumuzu zannediyoruz. ’Yoksa, sizden öncekilerin hali siz(in başınız)a gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?..’ (Bakara, 2/214) buyuruyor Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de.
Öyleyse kardeşlerim, müminler olarak hayatımızdaki haramlara dur demeyi bilmek lazımdır. Bu yol nefis tezkiyesi yoludur. Nefis tezkiyesi yolunda büyüklerimizin, Allah’a tevbe edip de dönüş yapan kula söyledikleri ilk söz şudur: ’Fayda bulmak için, öncelikle haramlarla olan bağını kes, haramlarla olan yaşantın devam ettiği müddetçe kılmış olduğunuz namazlara, tutmuş olduğunuz oruçlara, ihlâs nurunun gelmesi muhaldir.’
Bizi yaşatan, hayat veren, şu anda konuşan lisana kuvvet veren Hz. Allah (c.c.) ben konuşurken benim konuştuğumdan, siz dinlerken sizin dinlediğinizden, sadırlarınızdan geçenden bir bir haberdardır. Âlîm ve Habîr olan Allah’a dönüş yapacağınızı bilin. Bu hayat O’nundur. Büyüklerimiz, insan haramları işlerken şundan dolayı işler diyorlar: ’İnsan günahı, haramı haram kılana karşı işlerken, O’nun sözüne olan itimatsızlığından dolayı bunu yapmaktadır!’ Bu ne demektir, biliyor musunuz? ’Allah (c.c.) bunu haram kılmışsa, ben bunu haram addetmiyorum’ anlayışıyla insan bunu işliyor, demektir. İttikâ sahibi müminleri tenzih ederim. Bir diğeri de ’haramı işlerken, Cenâb-ı Hakk’a karşı kul olarak vereceği hesabı hiçe sayarak, kale almayarak bu haramı işliyor’ demektir; ama her iki halde de mümin ziyandadır.
Hz. Allah’ın Nebîsi (s.a.s.) ve onun iman bahçesinde yetişen Sahabeyi Kiram efendilerimiz ise Cenâb-ı Hakk’ın haram kıldığı bir şeyi terk etmek için hiç bir fedakârlıktan kaçınmamışlardır. Cenâb-ı Hakk’ın birliği için, o hâlim selim, şefkat abidesi Sıddîk-ı Ekber efendimiz, öyle ki Hz. Âişe annemizin lisanıyla ’merhametinden dolayı ağlamaktan, imam olup da namaz kıldırmaya güç yetiremez’ dediği (B.k.z., Buhârî, Ezân, 39,46) Hz. Ebubekir efendimiz, Bedir savaşında müslüman olmayan oğlu Abdurrahman’ı öldürmek için kılıç sallamıştır. Müminlerin nezdinde Allah’ın hükmü böyledir.
Öyleyse şu gece münasebetiyle inşallah kardeşlerim bizler de yaşantımızdaki noksanlıkları ikmal etmek, itaatimizdeki noksanlıklarımızı gidermek, hayatımıza nüfuz etmiş olan haram ve çirkinlikleri ateşten kaçarcasına, bir daha tekrar dönmemek üzere terk etmek; bunu yaparken de, önümüzde Muhbir-i Sadık, Rehber-i Mutlak, Rasûl-ü Kibriya, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)’in iman ve hidayet ipine sımsıkı sarılmak, sünnet-i Rasûlullah’a tutunarak, isimlerini zikretmek suretiyle dillerimizin şeref ve izzet bulduğu; Hz. Sıddık-ı Ekber, Hz. Ömerü’l-Faruk, Hz. Osman-ı Zinnureyn, Hz. Aliyye’l-Murtaz’a, Hz. Hamza, Musab bin Umeyr ve Ashab-ı Bedir (r.anhüm) gibi nice güzide Sahabe efendilerimizin yolu ve istikameti üzerine bulunabilmek… Çünkü ancak ve ancak böyle bir hayata sahip olan kurtuluşu ümit edebilir.
Hz. Rasûl-i Kibriya efendimizden, onun Râşit halifelerinden ve onun yolundan yüz çeviren, Kur’an ve Sünnet’in dışında bir hayatı kendisine hayat nizamı olarak tercih eden, ebedî bedbahtlar içerisine girmeye müstahaktır kardeşlerim.
Bu hayat Hz. Allah’ındır. Bu dünya Hz. Allah’ındır. Cennet ve cehennem haktır ve Hz. Allah’ındır. Dönüş de O’nadır. Öyleyse kardeşlerim secdemizi yalnızca, bu hayatı bizlere Rab olarak ancak ve ancak kendisini bilelim diye veren Rabbimize edelim. Kulluğumuzu, bir olan, eşi ve benzeri bulunmayan Rabbimize tahsis edelim. Hayatımızı tertemiz kılabilmenin gayreti içerisinde olalım.
İnsanların en izzetlileri peygamberlerdir. Peygamberlerin en üstünü Hz. Rasûl-i Kibriya efendimiz ve Peygamber Efendimizi takip eden ve her peygambere iman etmiş salih müminlerdir. Öyleyse bu âlemde insan olarak yaratılanların, ’Muhakkak ki biz, insanı en güzel bir biçimde yarattık.’ (Tîn, 95/4) âyet-i kerimesinin hakikatini muhafaza etmesi gerekir. Kendisine Rehber-i Mutlak olarak verilen Peygamber-i Zîşan efendimizi takip etmesi, ona itaat etmesi, onun getirdiklerine vermiş olduğu söz üzere, sadakat üzere kalması şarttır. Kim Allah’tan yüz çevirirse, kim hayatını Kur’ân’dan uzaklaştırırsa, kim hayatını Rasûl-i Kibriya efendimizin yolundan, sırat-ı müstakimden uzaklaştırırsa vallahi ziyandadır, hüsrandadır. Bütün büyüklerimiz, Sahabeyi Kiram efendilerimiz, onları takip eden tabiin efendilerimiz ve onlardan sonra ümmet içerisinden gelen ve daima hayra çağıran güzide âlimler, ârifler, hepsi de insanları Allah’ın birliğine davet etmişlerdir. Hz. Allah’ı unutan, Allah’a itaatten yüz çeviren insanları Cenâb-ı Hakk’a itaate davet etmişlerdir. Kim de hayatında, mematında ve ahiret âleminde izzete kavuşmak istiyorsa, bu büyüklerin yolu üzere olmaya gayret etsin. Allah’tan (c.c.), bu güzel insanların sevgilerini kalbine açmasını istesin. Onların yaşadığı hayatı ve ahlâkı kendisine hayat nizamı olarak kabul etsin ve buna tabi olsun.
Bizler Rabbimize taptık, bir olan Rabbimize secde ettik. Dikkat edin secde ederken secde ettiğimiz halde Hz. Allah’ı tasdik ve kabul etmeyen bir ahlâk sahibi olmak bedbahtlıktır, Allah vermesin. ’Ben Sana secde ederim yâ Rabbî, ama Sen’in gönderdiğin her emri de yerine getirmem. Sen’in her yasakladığın şeyi de terk etmem…’ Böyle bir teslimiyet, böyle bir iman algısı ve anlayışı yoktur. İman ettim diyen, her şeyini Hz. Allah’a teslim edecek. Hoş, teslim etmesen ne olacak ki? Firavun teslim etmedi de ne oldu. Nemrut teslim etmedi de ne oldu. Peygamber Efendimizin karşısında Ebu Cehil ve avenesi teslim etmedi de ne oldu. Allah zelil etti, hakir kıldı. ’Aşağıların en aşağısı.’ (Tîn, 95/5) kıldı; ama kim ki Cenâb-ı Hakk’ın varlığını tevhid üzere bildi, Peygamber Efendimizi tasdik etti ve ona itaati ahlâk edindiyse, işte o gün izzet buldu, bu gün de izzet buldu ve yarın da mahşere kadar bu istikamet üzere izzet içerisinde olacaklardır kardeşlerim.
Hz. Allah (c.c.) bu vesile ile inşallah cümlemizi af ve mağfiret etsin inşallah.
Bütün kardeşlerim, öncelikle kendi aile efradına, akrabalarına, komşularına, sonra da sözlerinin ulaşabileceği her yere, Allah’ın haram kıldığı bir şeyi onlardan uzaklaştırmak gayretiyle nefes tüketsin.
Öyleyse kardeşlerim her mümin kardeşimiz muhakkak bunu kendisine vazife edinsin. Allah için ’Emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’l-münker’i kendinize vazife edinsin. Çünkü bu, her Müslüman erkek ve kadına farz-ı ayındır.
Herkes namazını dost doğru kılacak, orucunu dosdoğru tutacak. Herkes haramdan kurtulacak dosdoğru yolları, itaat yollarını alışmakla mükelleftir, alıştıklarını da bir başkasına öğretmeye mecburdur kardeşlerim. Peygamber Efendimiz böyle alıştırmış, Ashabı böyle alıştırmış. Ashab-ı Kiram da Rasûl-i Kibriya Efendimizden sonra diyar diyor bu âlemin her tarafına yayılmışlar ve gittikleri her yerde bu hayrın membaı olmuşlar elhamdülillah.
Cenâb-ı Hak üzerimizdeki ataleti kaldırsın inşallah, Rasûl-i Kibriya Efendimize bahşettiği itaat ve aşk yollarından bizleri hisseyâp kılsın inşallah.
Ve selâmün ale’l-mürselîn, ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.
Hakk'ın Aslanı Hz. Hamzalar Misali İman'da Gayret ve Fedakârlığı Bulmak Gerek,olmak Lazım.
Özlenen Rehber Dergisi 101. Sayı
Evet, Efendim: Hakk?ın Aslanı Hz. Hamzalar misali gayret ve fedakârlık ile imanı, Hakk'ı, âşkı bulmak gerektir... Hz. Hamza Efendimiz ki Allah ve Rasûl'ü için candan, dünyasından ve maldan geçti. O sadece Allah ve Rasûl'ünün sevgisine, rızasına talip oldu ve nihayetinde sevgi ve rızayı buldu. Rabb'im yarın bizleri bu yiğit insanlar ile bir haşrede ve kıla.
CEZEKE ALLAH'U HAYRAN EY SULTANIM. SÖZE NE HACET ELHAMDULİLLAH HALLER ORTADA...ESSELAMU ALEYKUM VE RAHMETULLAH...