Cenâb-ı Hak, ’Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.’ (el-Ahzâb, 33/41-42) buyurmuştur. Bu ilâhî emre göre devamlı surette Allah’ı zikretmek her mü’min erkek ve kadına farz kılınmıştır.
Her mü’min erkek ve kadın için farz olan zikrullahın mahiyeti nedir?
Zikir, lügat itibariyle; anma, zikretme, övme, sena, şükür ve hatırlama manalarına gelir. Istılahî manada ise zikir; Cenab-ı Hakk’ı anarak tevhidi ikame etmektir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in: ’Zikrin en efdali; ’Lâ ilâhe illallâh’tır…’ (Tirmizî, Daavât, 9) buyurarak faziletini beyan buyurduğu kelime-i tevhid, iman ile küfrü birbirinden ayıran bir kelimedir. O kelime-i tayyibeyle, bütün put, tağut ve sahte ilahlar nefyedilip, ma’budun bi’l-hakk olan Cenab-ı Allah isbat ve tasdik edilir. Kul; ’Lâ ilâhe’ demekle bütün sahte, batıl put ve tağutları reddedip ’İllallah’ demekle de bütün âlemleri yoktan yaratan Cenab-ı Allah’ı (c.c.) ispat eder. İşte bu mübarek kelime-i tayyibeyi hatırlayıp anmaya zikir denir. (Bkz., Abdullah Farukî el-Müceddidî, İslâm’da Zikir ve Râbıta, s.15)
Buna göre İslâm’da zikir; Cenâb-ı Hakk’ın birliğini, O’na ve Habibi’ne itaati ifade eden, kısacası kulluğun şümulüne giren her türlü söz, fiil, niyet ve ahlâktır. Kur’ân-ı Kerim tilâveti, hadis-i şerif tedrisatı, İslâmî ilimlerle meşgul olmak, namaz, oruç, hac vb. ibadetler, Kur’ân ve Sünnet’te bildirilen tesbihat ve zikirler hep zikrin kapsamı içerisine girer.
Bir mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın zikrinden gafil olamaz. Zira;
İslâm dairesine girmenin ilk şartı kelime-i tevhidi söylemektir. Bu kelime ise, zikrin en üstünüdür.
Kur’ân-ı Kerim’in bir ismi de ’zikir’dir. (el-Enbiyâ, 21/50), (el-Hicr, 15/9) O’nun her bir âyeti zikirdir. Dünya ve âhirette insanları felaha kavuşturacak hidayetin rehberi Kur’ân’ın her bir âyeti Cenâb-ı Hakk’ı anlatır ve hatırlatır.
Namaz da baştan sona bir zikirdir. Cenâb-ı Hakk (c.c.) Tâhâ sûresinde şöyle buyurmuştur: ’Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.’ (Tâhâ, 20/14)
Hac ise, menasikleri arasında yer alan telbiye, tekbir, tehlil, salavât vb. ile zikrin en kuvvetli bir şekilde icra edildiği; mal, can ve bedenin bu zikirlerle hem dem bir şekilde Allah yolunda gayrete getirildiği bir ibadettir.
Ayakta, otururken, yanlar üzerineyken kısacası her halde (Âl-i İmrân, 3/191), Allah Teâlâ’yı çokça ve devamlı zikretmek kurtuluş vesilesidir. Enfâl sûresinde: ’Kurtulmak istiyorsanız, Allah’ı çok zikredin.’ (el-Enfâl, 8/191) buyruluyor. Kul, ya zikir halinde ya da gaflettedir. Zikir halinde olmazsa onun zıttı olan gaflet halinde olacaktır ki, gaflet, insanı helake götüren mezmum bir haldir.
Mü’minin, kalbinde Allah sevgisi ve haşyetini bulması; muamele ve ibadetlerini, sair günlük işlerini O’nun (c.c.) kendisini gördüğünü bilerek yerine getirmesi; Allah’ın varlığına delâlet eden delillere ve mahlûkata bakarak bunların yaratılış sır ve maksatlarını düşünmesi; O’nun esma ve sıfatlarını, azamet ve kudretini tefekkür etmesi; her halinde O’nu murakabe etmesi birer zikirdir. Tüm bunlar kalp ve aklın zikrine misaldir.
Allah (c.c.)’yu güzel isimleriyle anmak; O’na hamd ve şükürde bulunmak; tesbihle tenzih edip tekbir ile yüceltmek; dua ve istiğfarda bulunmak; Peygamberimiz (s.a.v.)’e salât-ü selâm getirmek; Peygamber Efendimizin ümmetine telkin ettiği zikir sığalarını tekrar etmek; selâm vermek dilin zikrine birer misaldir.
Kulun farz, vacip ve nafile ibadetlerle azalarını meşgul etmesi, emirleri yerine getirip yasaklardan uzak durması da bedenin zikridir.
Gözlerini harama bakmaktan uzak tuttuğu müddetçe kul zikir halindedir. Alım-satım ve ticaretinde doğruluk ve güvenilirliği esas tutarak ölçü ve tartıda adaleti muhafaza etmesi bir zikirdir. Bu şekilde günlük yaşantısı içerisinde ev, işyeri, okul ve sair mekânlarda Allah’ın hükümlerini, haram helal sınırlarını muhafaza ettiği müddetçe kul zikir halindedir.
Gündüz ve gecesini Kur’an ve Sünnet’e göre tanzim eden mü’min, aralıksız zikir üzere bulunmuş olur. Rasûlullah Efendimizi (s.a.v.) hatırlamak, bir sünneti ihya etmek de zikridir. Zira Rasûlullah Efendimizin tüm davranışları, Allah’ın razı olduğu ve itaat etmemizi biz ümmetine zorunlu kıldığı en güzel ahlak ve kulluktur.
Şu halde zikir, kulluğun tüm tezahürlerini içerisine alır. Allah Azîmü’ş-şân: ’Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.’ (el-Ahzâb, 33/41-42) buyurarak, mü’minlere günün her saatinde Allah’ı zikretmelerini emretmiştir. Kul bu emri, o güne ait farz ve nafile ibadetlerini ihlâslı bir şekilde yerine getirerek, her hal ve mekânda dinin emirlerine bağlı kalarak, azalarını Hakk’ı tesbihten gafil bırakmayarak yerine getirebilir. Şu halde diyebiliriz ki zikrin özü, Allah’a ve Rasûlü’ne itaattir.
İnsanlar içerisinde Allah’ı en güzel ve mükemmel zikreden elbette Peygamberimiz (s.a.v.)’dir. O’nun bütün sözleri, fiilleri birer zikirdir. O’nun tevhidi, İslâm’ın emir ve yasaklarını sahâbesine tebliğ edip alıştırması O’nun için birer zikir olmuştur. Sustuğu zamanlarda bile Peygamberimizin kalbi zikirle iştigal ederdi. O, Allah’ın zikriyle o derece ayıktı ki, uykusunda dahi kalbi Allah’ın zikrinden gafil olmazdı. (Buhârî, Teheccüd, 16) Allah Rasûlü’nün her halükarda zikirle iştigal edişini Hz. Âişe validemiz: ’Her hâlinde Allah’ı zikrederdi.’ (Buhârî, Ezân, 19) buyurarak ifade etmiştir.
* * *
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, çeşitli Hadis-i şeriflerinde Allah’ı zikretmeyi emredip faziletine dair nasihatlerde bulunmuştur. Bu hadis-i şeriflerinden bazıları şöyledir:
Kulum Beni Anınca, Ben Onunla Beraber Olurum
’Allah Teâlâ şöyle buyurur: Ben kulumun beni zannı ya¬nındayım. Ve ben, beni zikrettiği zaman onunla beraber olurum. O beni, gön¬lünde (gizlice) zikrederse, ben de onu zatım¬da zikrederim. Şayet beni, bir topluluk içinde zikrederse, ben de onu onlardan daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim. O bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yü¬rüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim!’ (Buhârî, Tevhid, 15)
Zikrin En Efdali
’Zikrin en efdali; ’Lâ ilâhe illallâh’tır. Duanın en efdal olanı ise; ’Elhamdulillâh’tır.’ (Tirmizî, Daavât, 9)
Hakk’ın Zikredilmediği Pişmanlık Meclisleri
’Bir topluluk, bir mecliste oturur, orada Allah’ı zikretmez ve Peygamberlerine salavât getirmezlerse o meclis onlara pişmanlık (günah, sıkıntı) olur. Allah dilerse onlara azap eder, dilerse onları bağışlar.’ (Tirmizî, Daavât, 8)
Sabah Namazına Müteakip Zikir Saati
’Her kim sabah namazını cemaatle kılar, sonra (namaz kıldığı yerde) oturup güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikreder, sonra da iki rekât namaz kılarsa, o kimseye bir Hac ve Umre sevabı vardır. (Enes) dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.): Tam olarak, tam olarak, tam olarak.’ buyurdu. (Tirmizî, Cum’a, 59)
’Allah’ı zikreden bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana İsmâil’in oğullarından dört tanesini azat etmemden daha sevimli gelir. Allah’ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batışına kadar oturmam dört kişi âzâd etmemden daha sevimli gelir.’ (Ebû Dâvûd, İlm, 13)
Cennet Ehlinin Hüznü
’Cennet ehli kendilerine uğrayıp da içinde Allah’ı zikretmedikleri bir andan başka hiç bir şeye üzülmezler.’ (Taberânî, Kebîr, c.8, s.424, h.no:16608)
Zikredenle Zikretmeyen; Ölü ile Diri
’Rabb’ini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin durumu, diri ile ölü gibidir.’ buyurdu. (Buhârî, Deavât, 66)
’İçinde Allah’ın zikredildiği ev ile içinde Allah’ın zikredilmediği evin misali, ölü ile diri gibidir.’ (Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn Ve Kasruhâ, 29)
Meleklerin Kuşattıkları Rahmet Meclisleri
’Bir kavm Allah (Azze ve Celle)’yi zikir için otururlarsa, onları me¬lekler kuşatırlar, rahmet kaplar, üzerlerine sekinet iner ve onları Allah kendi katındakilere anar.’ (Müslim, Zikr-Dua-Tevbe, 11)
Allah’ın (c.c.) Meleklerine İftihar Ettiği Meclis
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Muaviye mescitte bir halkanın yanına çıktı ve: ’Sizi (buraya) ne oturttu (yani oturmanıza ne sebep oldu)?’ dedi. (Halkadakiler): ’Allah’ı zikretmek için oturduk.’ dediler. (Muaviye): ’Allah aşkına, sizi ancak bu mu oturttu?’ dedi. (Onlar da): ’Allah’a yemin olsun ki, bizi ancak bu oturttu.’ dediler. (Muaviye): ’Dikkat edin, ben sizden (sizi yalanla) itham etmek için yemin istemedim. Rasûlullah (s.a.v.)’e (yakınlıkta) benim mertebemde olup da (buna rağmen) O’ndan, benden daha az hadis rivayet eden hiç bir kimse yoktur. Muhakkak ki Rasûlullah (s.a.v.), ashabından oluşan bir halkanın yanına çık¬tı ve: ’Sizi (buraya) ne oturttu?’ buyurdu. (Ashâb): ’Allah’ı zikretmek, bizi İslâm’a hidâyet etmesi ve onunla bi¬zi nimetlendirdiği için O’na hamdetmek için oturduk.’ dediler. (Rasûlullah): ’Allah aşkına, sizi ancak bu mu oturttu?’ buyurdu. (Ashâb): ’Allah’a yemin olsun ki, bizi ancak bu oturttu.’ dediler. (Rasûlullah): ’Dikkat edin, ben sizden (sizi yalanla) itham etmek için yemin istemedim. Fakat Cibril bana geldi ve Allah Azze ve Celle’nin sizinle meleklere iftihar ettiğini bana haber verdi.’ buyurdu. (Müslim, Zikr-Dua-Tevbe, 11)
İmanınızı Yenileyiniz
’İmanınızı yenileyin.’ buyurdu. Denildi ki: ’Yâ Rasûlallah! İmanımızı nasıl yenileyeceğiz?’ (Rasûlullah): ’Lâ ilâhe illallâh, sözünü çok söyleyin.’ buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, s.640, h.no: 8695)
Zikir Vesilesiyle, Peygamberimize Yedi Kat Semadan Hatırlatılan Hudeyr!
İbn-i Ömer (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.v.), bir ordu gönderdi. Onlar içinde kendisine Hudeyr denen bir kimse vardı. O sene yiyeceğin azlığından onlara mihnet isabet etmişti. Rasûlullah (s.a.v.) onlara bir miktar azık verdi ve (fakat) Hudeyr’e azık vermeyi unuttu. (Ravi devamla) şöyle dedi: Hudeyr sabrederek, mükâfatını Allah’tan bekleyerek (yola) çıktı. (Ravi devamla) şöyle dedi: O, kafilenin en sonuncusuydu. ’Lâ ilâhe illallâh, Allahu Ekber, Elhamdulillâh, Subhânallâh, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ diyordu. Ve: ’Bu (sözler) ne güzel azıktır yâ Rabbi!’ diyordu. (Ravi devamla) şöyle dedi: Bu (sözleri) tekrar ediyordu. O, kafilenin de en sonundaydı. (Ravi devamla) şöyle dedi: Bunun üzerine Cibrîl, Nebi (s.a.v.)’e geldi ve O’na şöyle dedi: Rabbim beni sana bir haberle gönderdi. Muhakkak Sen Ashâbına azık verdin ve (fakat) Hudeyr’e azık vermeyi unuttun. O, kafilenin en sonunda, şöyle diyor: ’Lâ ilâhe illallâh, Allahu Ekber, Elhamdulillâh, Subhânallâh, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.’ Ve diyor ki: ’Bu (sözler) ne güzel azıktır yâ Rabbi!’ (Cibril devamla): ’Onun bu sözü, kendisi için kıyamet günü sema ile yer arası nur olacaktır. O halde ona azık gönder.’ dedi. Nebi (s.a.v.) hemen bir adam çağırdı, ona Hudeyr’in azığını verdi. Ve ona ulaştığı zaman söylediği şeyi ezberlemesini, ona azığı teslim ettiği zaman söyleyeceği şeyi ezberlemesini ve ona: ’Rasûlullah (s.a.v.) sana Allah’ın selamını ve rahmetini söylüyor. Ve sana şunu haber veriyor: Sana azık vermeyi unutmuştu. ’Rabbim Tebârake ve Teâlâ bana Cibrîl’i gönderdi ve bana seni hatırlattı.’ (buyurdu). Cibrîl ona hatırlattı ve senin yerini ona bildirdi.’ demesini emretti. (Ravi devamla) şöyle dedi: O, (Hudeyr’e) ulaştı, şöyle diyordu: ’Lâ ilâhe illallâh, Allahu Ekber, Elhamdulillâh, Subhânallâh, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.’ Ve (yine): ’Bu (sözler) ne güzel azıktır yâ Rabbi!’ diyordu. (Ravi devamla) şöyle dedi: Ona yaklaştı, sonra: ’Rasûlullah (s.a.v.) sana Allah’ın selamını ve rahmetini söylüyor. O, beni sana beraberimde bir azıkla gönderdi. ’Muhakkak ben seni unutmuştum ki, (Rabbim) seni bana hatırlatması için bana semadan Cibrîl’i gönderdi.’ buyuruyor.’ dedi. (Ravi devamla) şöyle dedi: Bunun üzerine (Hudeyr) Allah’a hamd etti, O’na sena etti. Ve Nebi (s.a.v.)’e salavât getirdi. Sonra: ’Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Yedi göğün üstünden ve Arşı’nın üstünden beni zikretti. Açlığıma ve zayıflığıma merhamet etti. Ey Rabbim, Hudeyr’i unutmadığın gibi Hudeyr’i de Seni unutmaz eyle!’ dedi. (Ravi devamla) şöyle dedi: Adam onun söylediklerini ezberledi ve Rasûlullah (s.a.v.)’e döndü. (Hudeyr’e) ulaştığında kendisinden işittiği şeyleri ve ona (Rasûlullah’ın sözlerini) haber verdiğinde söylediği şeyleri O’na anlattı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Dikkat et! Şayet sen başını semaya kaldırsan onun bu kelamı için yer ve gök arasını aydınlatan bir nur görürdün.’ buyurdu. (Ebû Bekr b. Hallâl, el-Hassu Ale’t-Ticâra Ve’s-Sınâa Ve’l-Amel, s.149; İbnü’l-Cevzî, Sıfatu’s-Safve, c.1, s.312’de ve el-Muntazam Fi Târîhi’l-Mulûki Ve’l-Ümem, c.4, s.239’da kâmilen zikretmişlerdir. İbn-i Mende, Ma’rifetu’s-Sahâbe, s.436; Ebû Nuaym el-Esbahânî, Ma’rifetu’s-Sahâbe, c.2, s.893)
Zikrullah Hakk'tan Gafil Olmamak,
Özlenen Rehber Dergisi 95. Sayı
Allahım bizi de o sahabenin ahlakı ile ahlaklandır .YARABBİ BİZDEN RAZI OL HAMD ALEMLERİN RABBİ OLAN ALLAHA MAHSUSTUR
Çok güzel bir yazı.Rabb'ini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin durumu, diri ile ölü gibidir. buyurdu. (Buhârî, Deavât, 66)