Hakk Dostunun Gönlünde Sâlik'in Allah'a Karşı Edeb Hali
Özlenen Rehber Dergisi 93. Sayı
Bu sohbet 6 Şubat 2009’da Zülfadıl Mescidinde yapılmıştır.
Mübarek Efendimin gönül dilinden bir sâlikin Hz. Allah’a karşı edebi..
Rabbimize sonsuz hamd-u senalar olsun. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e salât ve selamların en güzeli, en ekmeli olsun inşâallah ya Rabbim…
Bugünkü sohbetimizde Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretle-rinin ’İslam’da Zikir ve Rabıta’ isimli eserinden sâlikin Hz. Allah’a karşı olan edebi hususunda yazmış olduğu bölümü aktar-maya çalışacağız inşâallah.
Abdullah Farukî (k.s.) bu eseri yazdığı zaman ’kendime bak-tım ve edepleri öyle yazdım!’ diyor. Bu yoldan istifadeye kal-bini yöneltmiş olan bir insan, edep risalesinde yazılan anlayış ve düsturları okurken Abdullah Farukî hazretlerinin bu sözünün mahiyetini kavramaya çalışmalıdır.
Tasavvuf literatüründe sâlik; nefis terbiyesi yoluna giren, Hz. Allah’ı, O’nun rızasını ve yakınlığını murad eden, bu is-tikamette nefsiyle mücadele eden, iradesini buna yönelten insan demektir. Seyr-u sülûk de nefisle yapılan cihada verilen addır.
Tasavvufî metotta salikin muhakkak yerine getirmesi gereken hususların en önemlilerinden birisini, sâlikin Hz. Allah’a karşı edeblerini muhafaza etmesi teşkil eder. Öyleyse seyr-u sülûk yoluyla nefsini terbiye eden bir sâlik, Allah Azîmüşşân hazretlerine karşı edebini nasıl muhafaza etmelidir? Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretleri de edeb risalesinin ilk başında ’Hz. Allah’a karşı sâlikin edebi’ hususunu kaleme almıştır. Sâlikin Hz. Allah’a karşı edepleri başlığı altında ifade etmiş olduğu hususları gördüğümüz zaman anlayacağız ki Mübarek Efen-dimin edeple ifade etmiş olduğu husus, müminin kalbinde tevhid üzere bulunması gereken imanın ta kendisidir.
Edeb kelimesi, nezaket ve bu manayı taşıyan bir anlam ile halk arasında yaygın olarak bilinmektedir. Cenâb-ı Hakk’a karşı edeb söz konusu olunca edeb kelimesi çok yüksek bir anlam yüklenmektedir. Abdullah Farukî hazretlerinin Hz. Allah’a karşı edeb anlayışı bu yüksek manayı ifade eden bir anlayış çizgisindedir. Sâlikin sadrına Rabb telakkîsinin kemâl vasıf-larla yerleşmesine kapı açarken, tevhîdî anlayışıda alıştır-maktadır.
[Sâlik Allah’ın varlığına, birliğine, O’nun noksan sıfatlar-dan uzak, kemal sıfatlarla muttasıf olduğuna inanmalıdır.] Zaten böyle bir sözün zıddına muhalif yaşayan bir insanın kal-binde, şirk var demektir. Allah vermesin! Allah’ın varlığına ve birliğine muhalif olan bir anlayış ve inanış zerre kadar dahi olsa onun adı şirktir. Rabbim hepimizi muhafaza etsin inşâallah.
[Noksan sıfatlardan uzak, kemal sıfatlarla muttasıf olduğuna inanmalıdır.] Biz, Cenâb-ı Hakk’ın zatî ve subutî sıfatlarını, Kuran-ı Mübin’deki âyet-i kerimeler ve Rasul-i Kibriya Efendi-mizin hadis-i nebevisinde buyurmuş olduğu ilimlerden alışıyo-ruz.
Mesela, ’vücut’ Cenâb-ı Hakk’ın bir sıfatıdır. Vardır, var-lığı kendindendir, hiçbir şeye muhtaç değildir. O ne doğurmuş-tur ne de doğrulmuştur. Hiçbir şey O’nun dengi değildir. O eşi benzeri olmayan bir olan Allah’tır. Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve kuvvetinin nihayeti yoktur. Bir beşer Cenâb-ı Hakk’ı hangi hu-susta düşünürse düşünsün, o düşündüğü O’nun zâtının fevkinde bir şey asla olamaz. Mümkün değildir. İnsanın aklî tahayyulü zaten bunu idrak edemez. Cenâb-ı Hakk’ın varlığını ihata edemez ki bunun fevkinde bir şey bulsun. Mümkün değildir. Zaten insan aklı da yaratılan bir mahlûktur. Allah’tan gayrı her şey yaratıldığına göre yaratılan hiçbir varlık Allah’ın zatını künhü ile idrak edemez.
[Sâlik her işinde, O’na güvenmeli ve tevekkül etmelidir.] Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: ’Sizler kuşlar kadar Allah’a tevekkül etseniz, aç kalmazsınız.’ buyuruyor. ’Onlar sabahları yuvalarından kursakları aç olarak çıkarlar, rızıklarının nerede olduğunu bilmezler, akşam yuvalarına kur-sakları dolmuş bir vaziyette dönerler.’ Cenâb-ı Hakk’a bu şe-kildeki bir güveni ve tevekkülü gösterebilmek için, bir önceki cümlede zikredilen hakikate şekten ve şüpheden uzak bir iman gereklidir. Şekten ve şüpheden uzak kesin bir iman.. O’nun noksan sıfatlardan uzak, kemal sıfatlarla muttasıf olduğunu kalbinde öyle bir bulmalı ki, her işinde Cenâb-ı Hakk’a güven-meyi ve tevekkülü yerine getirebilecek bir yol bulabilsin. Tabi ki burada Allah’a tevekkülün mahiyeti de kavranmalıdır. ’…Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.’(Âl-i İmrân sûresi, 3/160)
[İbadetlerini sırf Allah’ın rızasını kazanmak gayesiyle yap-malı..] ki kulluk Allah’adır. ’iyyâke na’budu ve iyyâke nesteîn/Ancak Sana ibadet ederiz ve ancak Senden yardım iste-riz.’ Bu hakikati her gün kırk rekâtta kırk defa okuduğumuz Fatiha’da okuyoruz. Maalesef, işin iç yüzüne bakarsak, işleri-mizin kendi isteklerimiz doğrultusunda cereyan etmesi için se-beplere başvuruyoruz; ama Cenâb-ı Hakk en sonunda aklımıza ge-liyor. Hâlbuki hayırlı bir işe başlarken ’Bismillahirrahmanirrahim’ diye Besmele ile başlamak gerekir. Bu Besmeleyle başlamak, Cenâb-ı Hakk’a olan tevekkülün, O’ndan yardım istemenin ve O’nun istikametinde takip edilecek bir yoldan şaşmamak için Allah’a sığınmanın anahtarıdır.
Allah’a hamd olsun ki, Mübarek Efendimin ’Bismillahirrahmanirrahim’ kelimesini söylerken yüzündeki o teslimiyet hali gözlerimin önünden hiç gitmiyor. Rabbim, kalp-lerimize öylece tevekkül bahşetsin inşâallah.
Kalpten çıkan rayiha ancak Allah..!
[İbadetlerini sırf Allah’ın rızasını kazanmak gayesiyle yap-malı, kendisini her an Allah’ın gördüğünü düşünmeli, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeli, yasaklarından kaçınmalı..] Kendisini her an Allah’ın gördüğünü bilmeli. Cenâb-ı Hakk bizi görüyor, biliyor, işitiyor. Bir kul bir günahını, bir kusurunu, bir ayıbını gizler, insanlardan uzak durur; o zaman Hz. Allah ona şöyle nida eder: ’Ey kulum! Beni, seni görenlerin en değer-sizi kıldın!’ İnsanlardan kaçtın; ama benim seni görmemi hiçe saydın! Allah muhafaza!
[Kendisini her an Allah’ın gördüğünü düşünmeli.] Büyükleri-miz bu hâle tefekkür hâli demişler, murakabe hâli demişler.. başka tasavvufî tabirler de kullanmışlar bu hâli ifade için. Daim-i zikir denmiş. Mübarek Efendimin şu sözü herhalde bu hali güzel ifade eder: ’Kalbim bir an Allah’tan gafil olsa kendimi kâfir addederim!’ sözünü zikretmesi, her an Cenâb-ı Hakk’ın kendisini gördüğünü, kalbî olarak ifade etmesinin en güzel yollarından bir tanesi olsa gerektir.
Bir insan sürekli olarak zihnî tahayyülünde veya kalbî de-rinliklerinde, Cenâb-ı Hakk’ın kendisini daima görüp gözetti-ğini ilmen muhafaza edemeyebilir. Çünkü zayıfız; fakat imanımız ve kalbi saran ve muhafaza eden halimiz, Hz. Allah’a tam teslimiyet üzere vuku bulursa, o zaman şu gözler kapansa bile kalp Yaratanından gafil olmaz. Cenâb-ı Hakk’ın yakınlığı, sev-gisi, itaati ve haşyeti yerleşmiş olan bir kalp, bütün işle-rinde Cenâb-ı Hakk’ın tesirini bilir de, işlerini ona göre dü-zene koymaya kalkar. Yaşantısını ona göre düzenler.
Tarlasına çalışmaya giden bir Müslüman, işine Allah’ın is-miyle başlayıp zahirî olarak yapması gereken işleri yaparken Cenâb-ı Hakk’a tevekkül ederek rızkını taksim edenin Hz. Allah olduğunu bilir ve her tohumu atarken, mededi topraktan ve at-tığı tohumun cinsinden değil de Yaratanından bilirse o zaman, onun bu çalışması zikir olur ve bu haldeyken Cenâb-ı Hakk’ı tefekkür halinde olmuş olur. Yoksa insan fikrî tahayyülünde Cenâb-ı Hakk’ı daimî olarak ilmen muhafaza etmesi çok zordur. Dünya işleriyle meşgulken kalbin Cenâb-ı Hakk’tan ayrı kalma-sını bırakın; namaz kılarken dahi, bir namaz vakti kadar olsun kalbini bir an Allah’tan ayrı kalmadan namazı ikmal etmek bile birçok kalp ehli için çok zordur. Hayatın farklı farklı birçok yönlerinde kalbi, Cenâb-ı Hakk ile muhafaza etmek ise ancak Allah’ın murad ettiği kulların işidir.
Bir yolculuk esnasında Mübarek Efendim otobüste gelirken dinleniyorlardı. Gönlüme mübarek cemalini seyretme iştiyakı geldi. Bir müddet kendisini izledim. Uyanacağını sezince de tekrar geri çekildim. Mübarek Efendim biraz sonra şöyle söyle-di: ’Oğlum, Allah dostlarının gözleri uyur; ama kalpleri uyu-maz!’ Yani Mübarek Efendim lisan-ı hal ile orada benim halime vukufiyetini izhar ediyordu. Kalplerin daimi ayıklığı ancak Cenâb-ı Hakk ile zikrinin kalplerde nakşolmasıyla meydana ge-lir.
[Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeli, yasaklarından kaçınmalı.] Allah’ın bütün emirlerini yerine getirme ve yasak-larından kaçınma bahtiyarlığı, alacağını Allah’tan alan, hayrı, rızayı ve yakınlığı O’ndan tahsil eden ve kalbini Hz. Allah’a yöneltenlerin işidir. O Allah dostları ki, görüldüğü zaman Allah hatıra gelir. Rasulullah Efendimiz öyle haber veriyor. İşte, her işinde, her anında, her ahlakında Cenâb-ı Hakk’a dönük olan bir kalpten dışarıya çıkan rayiha ancak Allah’tır! Cenâb-ı Hakk’ın yasaklarından tam bir sakınmayla sakınmadan ve emirlerine kâmilen tutunmadan Hz. Allah’a dost olunmaz.
[Emirlerini yerine getirmeli, yasaklarından kaçınmalıdır.] Bir haram fiili işlerken veya ona yönelirken haşyetullahı ha-tırlayıp o fiilden sakınmalıdır. Bir genç, işlediği bir masivadan dolayı pişmanlık duyuyor da, Cenâb-ı Rasûlullah Efendimiz’in huzuruna geliyor. ’Ya Rasulallah! Ben şöyle bir fenalık işledim. Benim için tevbe var mıdır?’ diyor Peygamber Efendimiz’e. Efendimiz (s.a.v.) ’Evet, senin için tevbe var-dır.’ buyuruyor. Ve Cenâb-ı Rasulullah Efendimiz’den kendisi için tevbe ve istiğfarda bulunmasını talep ettikten sonra Pey-gamber Efendimiz’e diyor ki ’Ya Rasulallah! Ben bu masiyeti işlerken Rabbim beni görüyor muydu?’ Efendimiz (s.a.v.) ’Evet! Sen bu masiyeti işlerken Rabbin seni görüyordu!’ deyince, o genç, Cenâb-ı Hakk’a karşı olan utancından dolayı ruhunu huzur-u Rasulullah’ta teslim ediyor.
[Allah’ın (c.c.) bütün emirlerini yerine getirip, yasakla-rından kaçınmalı. Cenâb-ı Hakk’ın kendisinin bütün davranışla-rını gördüğünü ve meleklere yazdırdığını, hesaba çekileceğini düşünmelidir, tefekkür etmelidir. Her işinde Hz. Allah’a sı-ğınmalı. Hakiki yardımcısının Hz. Allah olduğunu bilerek, O’ndan yardım talep etmeli ve bütün mahlûkata faydalı olmaya çalışmalıdır. Cenâb-ı Hakk’ın takdir ettiği kaderlere rıza göstermeli] Cenâb-ı Hakk’ın takdir etmiş olduğu kadere iman etmeli demiyor, rıza göstermeli. Kadere iman etmezse zaten mü-min olmaz. Kadere iman var, ama rıza yok, hoşnutluk yok. Biz, kendi yanımızdaki istek ve arzularımızın kaderimizi oluşturma-sını, heva ve heveslerimizin Cenâb-ı Hakk tarafından birer bi-rer önümüze hediye olarak sunulmasını diliyor ve bunun hakkı-mızda hayırlı olduğunu zannediyoruz.
Kadere iman ettiğimiz gibi, takdir olunan başımıza geldiği zaman hoşnutluk ile karşılamasını da bilmeliyiz. Çünkü Allah (c.c.) bir vesileyle kulunu bir musibete uğrattığı zaman, eğer bu kimse buna sabrederse ’İnnallahe meassabirin/Muhakkak ki Allah sabredenlerle bereaberdir.’ Kim sabrı hak üzere yerine getirirse şuna katiyen inanmalıdır ki, Hz. Allah o kul ile be-raberdir.
Eziyet çektiği dönemdeki zahirî kimsesizliğine rağmen Hz. Bilal-i Habeşî efendimizin göstermiş olduğu tahammül ve sabır, Cenâb-ı Hakk’ın yakınlığını kazanmasına, sahabe-i kiram olma gibi büyük bir izzete ve şerefe kavuşmasına, Cenâb-ı Peygamber Efendimiz’in miraca çıktığı zaman semalarda nalin seslerinin işitilmesine vesile olmuştur.
Sabrı terk edip menfaatlerimiz için Cenâb-ı Hakk’ın hükümle-rini hiçe sayarsak Cenâb-ı Hakk’ın yardımını da kaybetmiş olu-ruz.
[Kadere rıza göstermeli. Kendisine ulaşan hayırları Al-lah’tan, kötülükleri de nefsinden bilmelidir.] Burası çok önemli! [Kendisine ulaşan hayırları Allah’tan, kötülükleri de nefsinden bilmelidir.] Kur’an-ı Kerim’de açık âyet-i kerimeler vardır. Bir insana bir hayır isabet ettiği zaman bu Al-lah’tandır. Bir seyyie gelirse bilsin ki bu da nefsindendir. Bu, aynı zamanda kaderin anlaşılması meselesinde güzel bir yoldur. Bütün ömrünü heva ve hevesinin peşinde çürütüp de ’ka-derim böyleymiş ne yapayım’ demek çözüm değildir. Bu, ancak nefsinin kazandığıdır. Çünkü Allah (c.c.) harama yardım etmez. Haramdan hoşnut olmaz; ancak kul bunu murad ettiği için Allah yaratır. Çünkü Hâlık sadece Allah’tır. Hayrı ve şerri yaratan Hz. Allah’tır. Hayırda Cenâb-ı Hakk’ın yardımı, ikramı, lütfu vardır elhamdülillah.
[Cenâb-ı Hakk’ın rızasını ve sevgisini her şeyin üzerinde tutmalıdır.]
Mübarek Efendimin gönlünden, gönül dilinden bir sâlikin Hz. Allah’a karşı edebi böyle olmalıdır. Cenâb-ı Hakk’a karşı sâlikin gönlü bu edeble tezyin olmalıdır ki, Cenâb-ı Hakk ile ülfet yollarını elde edebilsin. Bu hali muhafaza edebilsin.
Burada ilim sahibi kardeşlerimiz var. Dikkat ederseniz kar-deşlerim, ’Sâlikin Hz. Allah’a edeb’i olarak Mübarek Efendimin yazdıkları akaid ilmi olarak inancımızın çerçevelerini çizen kaideler içermektedir. Baktığımız zaman, burada zikredilen hu-susların hepsinin Cenâb-ı Hakk’ın zatına tevhid üzere imanın temeli olduğunu görürüz.
Zikrini yaparken, namazını eda ederken, çoluk çocuğunun rız-kını kazanırken, komşusuyla münasebetlerini düzenlerken, aile efradına olan hayırhah oluşunu muhafaza ederken.. bir sâlikin gönlünde bunlar Hz. Allah’a karşı edebin tesirine göre şekil-lenmelidir.
Tasavvuf mürşid yoludur...
’Tasavvuf mürşid yoludur’ buyuruyor Mübarek Efendim. Bir mü-minin Cenâb-ı Hakk’a karşı olması gereken kalp hali budur. Bir sâlik, Cenâb-ı Hakk’a karşı kalp halini bu hale intikal etmekle mükelleftir. Bu, ister tasavvuf yolunda olsun isterse olmasın. Her müminin kalbinde Cenâb-ı Hakk’a karşı olan iman ve itikadın gereği budur. Zaten bunlar Kur’an ve sünnet tarafından çerçeveleri çizilmiş olan inanç esaslarıdır.
Tasavvuf terbiyesinde Cenâb-ı Hakk’a karşı sâlikin bu nimete kavuşabilmesi noktasında sohbetin başında şöyle bir söz söyle-miştim ki onu tekrar hatırlatayım. Mübarek Efendim buyuruyor ki: ’Ben bu edebleri kendime baktım öyle yazdım!’ Yani Mübarek Efendimin gönlünde Hz. Allah’a karşı olan edeb hali budur. Bize açmış olduğu yol da budur. İşte bir sâlik bu kuvveti bulabilmek için, mürşidinin gönlünde bulunan bu nimete bütün kalbi kuvvetiyle yönelecek ki oradaki bu kuvveti sadrında bulabilsin. Onun gönül aynasında bunun yankısını bulabilsin. Heva ve heveslerimize tabi olma sûretiyle yakınlık yollarının önünü kesersek Cenâb-ı Hakk’a karşı bu kalp halini bulmamız mümkün değildir kardeşlerim.
Cenâb-ı Hakk’a karşı olan bu edepleri bir âlimden öğrenebi-lirsiniz, bir kitaptan okuyabilirsiniz; fakat bunun yaşanan halini ve kalpte meydana getirmiş olduğu kuvveti, ancak bu kuvvetin, kalbinde hak üzere bulunduğu bir mürşid-i kâmilden; yakınlık devletinin kuvvet bulduğu ve yaşandığı bir kalpten alabilirsiniz. Aksi halde sadece ilmini ve sözünü ortaya koya-bilirsiniz.
Cenâb-ı Hakk kalplerimizi Mübarek Efendimin yazmış olduğu bu güzel edeblerle tezyin eylesin. Sadırlarımızda bu edeplere mu-halif bulunan bütün noksanlıklardan Rabbim cümlemizi muhafaza eylesin. Yarın huzur-u mahşere rıza ve hoşnutluğuyla kendisine kavuşturduğu kullarının arasına ilhak eylesin. Âmin.
Allah razı olsun efendimden ne güzel onu dinlemek ona ait yazıları okumak