Özlenen Rehber Dergisi

67.Sayı

İtaat ve Mâsiyet

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 67. Sayı
İnsan İçin İki Hâl Vardır:

İTAAT VE MÂSİYET

Bismillâhirrahmânirrahîm.Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin ve ashâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi bi-adedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhireti ve kezâlik. Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.

Namazdayken Cenâb-ı Hak bir hâl açtı da onu birkaç kelime ile konuşalım inşallah.

İnsan için iki hâl vardır. Biri Allah’a itaat hâli, diğeri isyan hâli. Ancak insanın Cenâb-ı Hakk’a sürekli ibadet hâlinde bulunması insanı aşan bir durumdur; yani sürekli ibadet ve taat hâlinde bulunmak insanın fıtratını zorlar, onu aşar, buna güç yetiremez. Zira insanın yemek yemesi, uyuması, dinlenmesi, rızkını kazanmak için çalışması ve dünya hayatını devam ettirmesi için gerekli olan işlerle de meşguliyeti lazımdır. Hâl böyle olunca sürekli namaz kılması, sürekli zikrullah hâlinde bulunması ve sürekli Kur’an okur halde olması çok zordur. Peki nasıl olacak bu iş (daimî bir itaat üzere kullukta bulunmak)? Buradaki durum şöyledir:

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Ey insanlar! Amellerden gücünüzün yetebileceği miktarı alınız. Zira Allah, sizler (ibadetten) usanıp bezmedikçe (sevap vermekten) usanmaz. Ve şüphesiz amellerin Allah’a en sevgili olanı, az da olsa devamlı olanıdır!” (Buhârî, Libâs 43) buyuruyor ve buna dikkat çekerek insanın sürekli ibadet etmeye takat yetiremeyeceğini haber veriyor. Hatta bir defasında Cenâb-ı Rasûlullah Efendimiz visal orucu tutuyor, bazı sahabe efendilerimiz de Peygamber Efendimizi takip ederek visal orucu tutuyorlar. Peş peşe ve arada hiç iftar etmeden bir sonraki oruca niyetlenerek tutulan bir oruçtur visal. Cenâb-ı Rasûlullah Efendimiz onlara: “Bir günün orucunu öbür günün orucuna eklemeyin. (Visal orucu tutmayın.)” buyurdu. (Sahâbeler): “Sen orucu ekleyip duruyorsun?” dediler. (Rasûlullah): “Ben sizden biri gibi değilim. Muhakkak ben yedirilir, içirilirim.” ya da: “Muhakkak ben yedirilir ve içirilir olduğum hâlde gecelerim.” (Buhârî, Savm 48), diğer bir rivayette ise: “Ben, Rabb’im beni doyurur ve sular hâlde gecelerim. Öyleyse siz, amelden gücünüzün yeteceği miktarını üzerinize alın.” buyurdu. (Buhârî, Savm 49)

Ve yine Efendimiz (s.a.v.) uyumasa da Rabbimiz ona uyumuş gibi kuvvet verir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Nebiyyi A’zam’dır. Elbette Allah (c.c.) ona apayrı bir haslet, apayrı bir imkan bahşetmiştir. Biz ise değil azimet, ruhsat olarak bize bırakılan amelleri daimî olarak yerine getirebilsek, bu bile büyük bir rahmet elhamdülillah.

İnsan hâl olarak ya Allah ile beraberdir ya da değildir. Daimî bir itaat hâli üzerine bulunması gerekir; ancak buna da güç yetirememektedir. Şu halde insanın hâli nasıl olmalıdır ki hem gücü yettiği kadar amelde bulunsun hem de daimi bir itaat hâli üzere olsun, masiyette olmasın. İşte bunun için kalbin Cenâb-ı Hak’tan kopuk olmaması esastır.

İnsan çoluk çocuğunun rızkını kazanmak için çalışmaya gidebilir. Ancak işine gidip gelirken ve çalışırken haram olan fiillerin ve yolların içerisine düşmeden, Cenâb-ı Hakk’ın rızkı kazanmada meşru kıldığı yollardan rızkını kazanarak ve bunları yaparken de kalben Cenâb-ı Hak ile kalbî ülfeti muhafaza etmesiyle bu hâli korumuş olur. İşte buna dikkat etmek lazımdır.

Kalbin Cenâb-ı Hakk’a sürekli bağlı kalması; ibtidada kulun kendi gayretiyledir; nihayetinde ise, Allah’a itaatta ve O’nun zikrine sebatta samimiyet izhar eden bir kula Cenâb-ı Hak, lütfu ilâhiyesi ile o kulun kalbini kendisine açar, oraya sevgi ve zikrini bırakır. Kul ile arasına bir ülfet peyda ettirir ve artık insanın zahirî gözleri uyusa da kalbi Allah’tan gafil olmaz.

Allah’tan gafil olmayan bir insan, dünya işleriyle meşgul olurken bile Cenâb-ı Hak ile olan bağını hiç koparmamış olur ve yapmış olduğu işler Allah’a itaat ve zikrullah olur. Çünkü yemek yese, her yediği lokmada Allah’a hamd ve şükür üzeredir.

İnsanlar arasında bulunurken, zahiren onlarla olan münasebetlerini devam ettirirken dahi asıl ülfeti Hz. Allah’adır. Kalbini Cenâb-ı Hak’tan kesmez. Hâl böyle olunca yani bu hâl insanın bütün hayatına sirayet edince, işte o zaman insan her ânında Cenâb-ı Hak ile beraberliği elde etmiş olur. Yoksa insan otursa da ben sürekli Cenâb-ı Hakk’ı düşüneyim dese buna ne akıl ne de bedenlerimizin takat getirmesi mümkündür; ama kalp öyle değil. İnsan kalbini Allah’a bağladığı zaman, Cenâb-ı Hak kuluna bu nimeti açtığı zaman, ona kendisi ile olan ülfetini hiç kapatmaz. O vakit kulun uykusu da Allah’ı zikir olur, dinlenmesi dahi ibadet olur; çünkü o kul: “Uykunuzu bir dinlenme (sebebi) kıldık; geceyi (sizi örten) bir elbise yaptık. Gündüzü de geçimi temin zamanı kıldık.” (Nebe’, 78/9-11) âyet-i kerimesi üzerine yaşar ve bunu Allah’ın emri ve hükmü üzerine Cenâb-ı Hakk’ın bir ihsanı, bir lutfu bir merhameti olarak görür ve bununla rahmete kavuşur.

Kalbi Allah’tan kesik olan insan için ise uyumak, hayvanların uyuması gibi olur. O istirahat, Allah’a itaat olan bir istirahat hâli değil; o kul da, âyetin hükmünün üzerine tecelli ettiği bir kul değildir. Zira Cenâb-ı Hak ile bağı kesiktir.

Ezcümle insanın hâli ya Allah ile beraberdir ya da Allah’tan gafil haldedir. Öyle ise kalbin Allah’tan gafil olması çok büyük bir zulümdür kul için. Bunun bertaraf edilmesi, kalbin Cenâb-ı Hak’la daimî bir alâka/ülfet üzere bulundurulması ve yakınlık hâlinin muhafaza edilmesiyle olur. Bu nimet de Allah’ın zikri ile çokça ama çokça meşguliyetle olur. En önemlisi de bu nimeti Allah’ın açmasıdır. Allah açmazsa kim güç yetirebilir ki buna! Bu, Cenâb-ı Hak’tan gelen bir nimettir; ama tabî ki buna yönelik amelin, ahlâkın, gayretin, sabır ve sebatın da sahibi olmak lazımdır. Aynı şu misalde olduğu gibi: Hem namaz kılar hem de namaz kılarken Allah’tan gafildir. Namaz günde beş vakit kıldığımız farz bir ibadettir. Düşünün ki namazın başından tekbir alıp da selâm verinceye kadar kalbi Cenâb-ı Hak’tan kesilmeyen kaç tane insan vardır? Allah yardım etmez ise insan buna güç yetiremez.

Bedende bazı azalar vardır ki istem dışı çalışır, kalp de onlardan bir tanesidir. Kalbimizin çalışması eğer bizim istek ve gayretimize bağlı olsaydı ve durduğu zaman insan hayatı duracak olmuş olsaydı kimse hayatta kalamazdı. Allah’ın zikri hususunda da insanın hâli işte şu kalp gibi olması lazım. Sen yatsan da uyusan da çalışıyor. Sen onu unutsan da o çalışmasına devam ediyor, hatırlasan da çalışmasına devam ediyor. Durduğu zaman hayat da bitiyor. Eğer kalbe, Allah’ı zikretme ve Cenâb-ı Hak’la olan ülfet hâli girer de Cenâb-ı Hakk’ın zikri şu kalbin çalışması gibi kalbe sirayet ederse, haram olan işlere zaten düşürmez. Kalp bu hâlde olduğu zaman, zikrullah hâli, devamlı Allah’a itaat hâli seni her türlü kötülüklere düşmekten Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ile muhafaza eder elhamdülillah.

Gaflet zaten ölüm demektir. Gaflet Allah’ı unutma demektir. İnsan için manen ölüm demektir. Yaratanından bağının koptuğu an demektir. Bu nedenle asla gaflet ehli olmayalım. Rabbimiz (c.c.) A’râf suresinde: “Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma.” buyurarak kullarını gaflete karşı ikaz etmekte; gafletten ise, sabah akşam çokça ve devamlı zikir haliyle kurtulabileceklerini öğütlemektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şöyle dua ediyor: “Allah’ım! Senin rahmetini diliyorum, beni göz açıp kapayıncaya kadar (bile olsa) nefsime bırakma. Halimi tümüyle düzelt, senden başka ilâh yoktur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 110) Bize dua alıştırıyor. Nefsinle baş başa kaldığın zaman, Allah’ın yardımı insandan kesilip de nefsin tesiri altında kaldığın an işin biter. Nefis insanı perdeler. Cenâb-ı Hakk’ın zikrinin kuvvetini senin kalbine kapatır. Sen o zaman nefsinin askeri ve onun esiri olmuşsun demektir. Senin ipinden nereye çekerse seni de oraya götürür. Bu duruma düştükten sonra dışardan lisânen şunu bunu söylemen veya Cenâb-ı Hakk’ın isimlerini söylemen, buradan seni zor kurtarır, Allah muhafaza...

İnsan ya Cenâb-ı Hakk’a itaat üzeredir ya da itaatten uzak hâldedir. Allah’a itaat sadece namazla değildir. Oturduğun yerde eğer vaktini boşa harcıyorsan, isyandasın. Boş, faydasız sözler konuşuyorsan isyandasın demektir.

Mübarek Efendim Abdullah Fârûkî el-Müceddidî hazretlerinin sohbetteki (ilim ve zikir halakaları) Allah’a itaat hâli ile günün diğer zamanlarında gerek ailesiyle ve gerek işindeki hâli arasında bir değişme olmazdı. Avam insanların yaptığı gibi vakti boşa geçirecek hâl ve davranışlarda asla bulunmazdı. Mübarek Efendimi, Allah’a itaatin dışında bir halde asla bulamazsın. Konuştuğu söz, ister akrabaları olsun, ister başkaları olsun günah olan, insana Allah’ı unutturan bir söz olmaz. Zaten onun varlığı insana Allah’ı hatırlatıyordu, elhamdülillah... Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), evliya-ı izâm hakkında şöyle buyurmuştur: “Görüldükleri zaman Allah hatırlanan kimselerdir.” (Bezzâr, Müsned, c.11, s.251, h.no:5034)

Hani bir misafirlik anlayışımız var ya: Bir kardeşimizin evine misafir oluyoruz. Ev sahibi gücünün yettiğince peşi peşine bütün ikramları getiriyor. Karşımızda televizyon açık, gözümüzün biri orada. Bir yandan yeme içme devam ediyor. Allah’ı anmak ve Allah için nasihatleşme ise hiç yok...

Mübarek Efendim’de misafirlik anlayışı böyle değildi. Bu türlü bir ziyaret için geldiği zaman muhakkak insana Cenâb-ı Hakk’ı zikrettirecek bir sohbetin, bir sözün, bir ahlâkın sahibiydi. Bunun dışında bomboş oturalım, muhabbet edelim anlayışı yoktu kendisinde.
İnsanlar ya Allah’a itaat hâlindedir ya da Allah’a itaat halinin dışındadır. Her ne iş işlersen işle, ezcümle o iş sana Allah’ı unutturuyorsa işte o, nefsine zulümdür, ebedi hayatın için ise hesap ve azap vesilesidir. Allah hepimizi boş ve faydasız işlerden muhafaza etsin. Cenâb-ı Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.): “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi müslümanlığının güzelliğindendir.” (Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk 1) buyuruyor. Heva ve heveslerle Hz. Allah’a yönelmek mümkün değildir. Hamd etmeye şükretmeye ne kadar çok sebebimiz/ihtiyacımız var. Bizi sağlık ve sıhhatle ayakta tutan Hz. Allah, üzerimizden şifa tecellisini çekip alsa bütün azalar iflas eder. Hangi tabip Allah’ın vermediği şifaya merhem olabilir ki?..

Yâ Tabîb-i Mutlak!.. Yâ Hz. Allah!.. Yâ Şâfî!..
Kalpleri Cenâb-ı Hakk’tan inen rahmet sarmasa, hangi katı kalp günahlarından sıyrılıp Yaratan’ına yönelebilir?.. Hz. Allah (c.c.) kuluna kendisini buldurmasa, hangi insan Yaratan’ını bulabilir?.. Hz. Allah (c.c.) bir kulundan yükselen duaya kapılarını açmasa, kim o rahmet kapılarını, kudret kapılarını açabilir?.. Cenâb-ı Hakk ölmüş olan kalplere rahmet edip de zikrini bırakmasa o kalpleri kim diriltebilir?..

Sübhanallah, Sübhanallah... İnsanın kalbini öldüren günahları Allah (c.c.) kalpten dökmese, Rahman’ın sevgisi kalpte nasıl parlayabilir?.. Yâ Rabbi!.. Yâ Rabbi!.. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Ellerinizi açın, yâ Rabbi, Allah’ım, Allah’ım!.. deyin...” Allah (c.c.) o kadar vefa ehlidir ki kendine açılan elleri gerisin geriye boş çevirmez. Öyle cömerttir ki hiç bir kulun cimriliği O’nun cömertliğini örtemez. Öyle merhametlidir ki hiçbir kulun kalbinin kasveti O’nun merhametinin önünü kesemez. O Rabbü’l-Âlemîn’dir, bütün âlemlerin Rabb’idir. Ey kalplere merhamet yolunu açan Allah’ım! Ey kalplere sevgi yolunu açan Allah’ım!

Kalplerimizi zâtına kapatma yâ Rabbi! Bize merhametinle muamele et Allah’ım!.. Nebi (s.a.v.)’in huzuruna (Havâzin kabilesinden) birtakım esirler gelmişti. Esirlerden em¬zikli bir kadın (çocuğunu kaybetmiş), göğsüne (biri¬ken sütü) sağıyor, (bir çocuk görünce alıyor ve çocuğu) emziriyordu. (Bu kadın) esirler içerisinde çocuğu(nu) bulunca hemen onu aldı, sinesine bastı ve emzirmeye başladı. (Kadının şefkatini görünce) Nebi (s.a.v.) bize: “Şu kadının, çocuğunu ateşin içerisine atacağını sanır mısınız?” buyurdu. Biz de: “Hayır, atmamağa gücü yettiği müddetçe atmaz!” dedik. Bunun üzerine (Rasûlullah): “İşte Allah kullarına, bu kadının çocuğuna (olan şefkatinden) daha merhametlidir.” buyurdu. (Buhârî, Edeb 18)

Bizler Sana karşı hata ve kusur ehliyiz yâ Rabbi! Ama Sen hata ve kusurlarımız sebebi ile af kapını kapatma Allah’ım!..

Yâ Rahim!.. Yâ Halim!..
Kul, ‘yâ Rabbi!’ dese, ‘Allah’ım!’ dese, ben hata ettim Sen’den yüz çevirenlerden oldum, Sen bana hayat bahşettin, bahşettiğin hayata rağmen Seni unutanlardan oldum Allah’ım, Sen beni unutmadın yâ Rabbi, bana merhamet yollarını açtın Allah’ım, kuvvet ve kudretin sahibi olan yâ Hz. Allah!.. Ölümün sahibi olan yâ Hz. Allah!.. Hayatın sahibi olan yâ Hz. Allah!..

Ecel gelip de Azrail (a.s.) emanetini almak için Allah’ın emrini beklediği zaman seni Azrail’in elinden kurtaracak kimse yoktur. Bak ki senden öncekileri kimsenin kurtaramadığı gibi Allah’ın yakalamasından seni kurtaracak kimse yoktur. Vaat ettiği azabıyla karşılaştığında Hz. Allah ile senin arana perde olacak hiç bir kuvvet yoktur. O zaman pişmanlık da fayda etmez, pişmanlık bu âlemde geçerlidir.

Lâ ilâhe illallâh Muhammedü’r-Rasûlullâh (s.a.v.)...

* Muzaffer YALÇIN hocaefendinin okumuş olduğunuz bu sohbeti, kendi izniyle siz okurlarımızın istifadesine sunulmuştur. Özlenen Rehber
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • ethem karlı bingöl

    rabbim bir dostunu tanıştırdı,dostunu tanıştırırkende yine bir dostunu vesile eyledi . rabbim bu yüce dostlarının nurani yüzlerinden ve rahmani sözlerinden istifade etmeyi bizlere nasip etsin.amin

  • asum tarif

    S:A:EFENDIM ALLAHDAN SIZE SAGLIK SIHAD VE AFIYET DILIYORUM.VE ÖZELIKLE:DE SABIR SAYGILARIMLA:SA:AT

  • BARIŞ

    s.a. Yaradan rabbül aleminden razı olsun ki size bu ilimi açıp bizimle paylaştırdı.ALLAH C.C hepimizi bir an bile gaflete bırakmaz inşaallah her zaman dualrınızla bu rahmet kapılarını açan bir yol olmanız dileğiy s.a

  • haticetoprak

    sa. rabbim razı olsun efendim siz bu fakirin rabbine acılan bir kapısısınız vallahi sizi allah için seviyor bu fakir yazınız çok güzel her zaman ki gibi. dua ile

4 kişi yorum yazdı.