(Bütün mahlûkatın ruhî ve bedenî rızkını veren ve ihtiyacını karşılayan)
Râzik, ’ra-ze-ka? fiilinden ism-i fâildir. Rezzâk ise aynı kökten mübalağalı ismi faildir. Rezzâk Allah’ın sıfatı olarak: ’Rızkı çok ve tekrar suretiyle veren, rızka kefil olan ve her canlıyı yaşatacak zarurî gıdayı deruhte eden? diye tanımlanır. Rızık yararlanılan her şey anlamındadır. Çoğulu ’erzak? (rızıklar)’tır.
Kur’ân-ı Kerim’de çok kullanılan köklerden biri de ’rızık? mastarıdır. Rızık verme fiilinin geçtiği bütün ayetlerde, failin mutlaka Allah’ü Teâlâ olmasından ve Kur’an’da bu fiilin hiçbir zaman insan nispet edilmemesinden, gerek doğrudan, gerekse sebep olma yoluyla rızık vermenin kesinlikle Cenâb-ı Hakk’a ait olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu husus bir âyet-i kerimede: ’Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı Allah’a âittir.?(Hûd, 11/6.) ifadesiyle netleştirilmiştir. Rızık verme vasfı Yaratıcı’yı yaratılanlardan ayıran tanıtıcı özelliklerden biridir. Zira bütün yaratıklar varlıklarını sürdürebilmek için rızka, yemeye içmeye muhtaçtır. Allah’ü Teâlâ’nın ise bunlara asla ihtiyacı yoktur.
Kur’ân-ı Kerim, rızka konu teşkil eden değişik ve farklı pek çok şeyi muhtelif ayetlerde, insanların ve diğer canlıların yiyip içtiği gıdalar (el-Bakara, 2/60; Yûnus, 10/59; el-Ankebut, 29/60); eti yenen ve kurban edilen hayvanlar (el-Hacc, 22/28, 34); meyvalar (el-Bakara, 2/126; İbrahim, 14/37); yağmur (el-Mü’min, 40/13); yerden ve gökten ihsan edilen her çeşit yaşam vesilesi (en-Nahl, 16/73) şeklinden sıralamaktadır.
Rızkın konusunun belirlenmeyip genel bırakıldığı ayetler ise, rızıklandırmanın kapsamının ne kadar geniş olduğunu vurgulamaktadır. (el-Bakara, 2/3)
Her canlının rızkını üstlenen Allah (c.c.), bu rızkı onlara dilediği gibi farklı ölçülerde vermektedir.(Sebe, 34/39) Dünya hayatına imtihan için gönderilen insanoğlunun istisnasız her bir ferdi bu sıfatın farklı tecellileriyle imtihan olmaktadır; kimi azlık kimi çoklukla ve ihsan edilenin şükrünü ifa edip edememeyle. Ancak rızıkların taksiminde maddi olan kısmının azlık veya çokluğu bir fazilet tertibine dayanmaz. Daha doğrusu Allah’ın rızıkta darlık verdikleri her zaman mücazattan, bolluk verdikleri de her zaman mükâfattan kaynaklanmaz. Öyle ki kulun istiğnasına ve küfrüne dahi hem azlık hem de bolluk en mühim bir imtihan sahası olarak varlık gösterir. Allah’a baş kaldırmaların ekseriyeti rızık genişliğiyle muhtaciyet duygusunun azalmasına, kadere isyanların ekseriyeti de bu husustaki darlığın hikmetinin kavranamayışına daha da ötesi imandaki, tevekkül, güven ve sevgi hasletlerinin ölümüne dayanır. Müsriflik ise, varlık sahibinin nimetleri kolaylıkla elde etmesine ya da cehaletinin esaretine gebedir ki Cenâb-ı Zülcelâl Hazretleri Kullarının israfını şiddetle yasaklamıştır.(el-Âraf, 7/31.) Zira müsrifin bu sûî ahlâkı rızkı yaratana karşı sürekli bir saygısızlık içerisinde kılmaktadır ki zaten israf, hakiki şükrün olmadığı mahalde bulunur. Şükrü hakikatiyle yudumlayan salih kulda rızkı sevgiliden bir hediye görme şuuru mevcuttur. Ona göre azlık ya da çokluk fark etmez. Zira hediye gönüldendir. Bir ekmekle bir buğday tanesi arasında fark yoktur. Emiru’l-Mü’minîn Hz. Ömer (r.a.) ne güzel söylemiştir: ’Zenginlikte fakirlikte aynı şekilde birer binektir. Hangisine bineceğime aldırmıyorum.?
Rızıkta israf, kıymetine paha biçilmez olan dost hediyesini elinin tersi ile seni tanımıyorum dercesine savurup atmak gibidir. Hâlbuki karşılıksız olan bu ihsana ancak sonsuz bir teşekkür gerekir. İmam Birgivî hazretlerinin meşhur ifadesi ne kadar düşündürücüdür: ’Allah (c.c.) kullarına haram kıldığı israftan ötürü ceza vermek dilerse, kulun israf ettiği bir pirinç tanesi bile aff-ı ilâhînin yetişmesi müstesna azaba duçar olmasına yeterdi.? İslâm’ın hayat veren nefesinden teneffüs etmiş kültürümüzü muhafaza eden ecdadımızın, yere düşen ekmeği öpüp alnına süremsi geleneği de, verdiği rızıklardan ötürü Rabbimize sonsuz bir saygı ve sevgi nişanesidir. Zira Efendimiz (a.s.) bir hadis-i şeriflerinde; ’Rabbinizi, sizi rızıklandırdığı için seviniz? buyurmuşlardır.
Ebu’d-Derdâ Uveymir (r.a.) şöyle dedi: Ben Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken duydum: ’Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp ve rızıklandığınızdan şüpheniz olmasın.?(Ebû Dâvûd, Cihad 70). Zikrettiğimiz bu hadisi şerif Rezzâk isminin tecellisinde, nimetlerin hangi kanalla kullara geldiğine dair çok kapsamlı hakikatleri şerh etmektedir. Bunlardan sadece birisi müsrifin, kendisini ilâhî sevgiden yoksun eden israf ahlâkının ortaya çıkarken hangi değerleri alt üst ettiğine ve affı ancak hak sahibinin helalliğine bağlı olan kul hakkına nankörâne bir tecavüzle nasıl düşüldüğüne değinmesidir. Zira imkân sahibinin imkânı, en doğru sözlü Efendimiz (a.s.)’ın buyruğuyla muhtaçlar hürmetinedir. Şu halde israfın bir anlamı da şu olsa gerektir:
Rezzâk olan Rabbimiz yeryüzünde bütün kullarına yetecek kadar rızık yaratmaktadır. Lakin imtihan için kimine az kimine çok taksim etmektedir ki elinde çok olan az olana ihtiyacının fazlasını paylaşabilecek mi yoksa kendisi hürmetine rızıklandırıldığı kişiyi küçümseyip, hor görüp açlığından ölüme mi terk edecektir? Ama değil ihtiyacından fazlasını ihsan eden, ihtiyacı olduğu halde diğer bir kardeşini kendisine tercih eden Ehl-i Beyt’i Rasûlullah gibi îsar sahibi güzide kulları da dünya ve ahrette, rızık sıfatının nuruyla çok hususî tecellilerde birlikte bulunan Rahîm ve Kerim sıfatlarının bitmez tükenmez muhatabiyetleri beklemektedir.
İmam-ı Gazalî Hazretleri, rızık hakkında şöyle der:
’Rızık iki kısımdır: 1. Beden için olan, azıklar ve yemekler gibi zahiri rızık, 2. Bâtınî rızık (yani ruhun rızkı). Bâtınî rızık, marifetler ve mukâşefelerdir ki, bunlar kalpler için hazırlanmış en şerefli rızıklardır... Çünkü bunun semeresi ebedî hayattır; zahiri olan rızkın semeresi ise belirli bir zaman kadar bedenin kuvvetini sağlar...
Kulun, bu ismi şeriften alacağı nasiplerden ikisi şöyledir:
1. Bu vasfın gerçek sahibi Allah olduğunu bilmesi, O’ndan başka kimsenin müstahak olmadığını iyiden iyiye anlamsıdır. Böylece rızkı ancak O’ndan bekler. Bu hususta O’ndan başkasına itimat ve tevekkül etmez. Hâtemü’l Esamm’dan şöyle bir olay nakledilir: Bir adam Hâtemü’l Esamm’a: ’Nereden yiyorsun?? dedi. Hâtem: ’O’nun hazinesinden.? diye cevap verdi. Adam: ’Sana gökten ekmek mi yağıyor?? dedi. Hâtem: ’Eğer yeryüzü O’nun olmasaydı gökten yağdırırdı.? dedi. Adam: ’Sizler sözleri hep tevil ediyorsunuz.? dedi. Hâtem: ’Biliyorsun ki gökten sadece sözler iner.? dedi. Adam: ’Seninle mücadele edecek gücüm yok!? deyince Hâtem: ’Çünkü batıl Hakk’a karşı duramaz!? dedi.
2. Ona kılavuz bir ilim, öğretici bir dil, sadaka verip de menfaat sağlayan bir el verdiğini bilmesidir... Bunlar, söyleyeceği güzel sözler ve yapacağı güzel işler vasıtasıyla kalpler için şerefli rızkın temin edilmesine yol açarlar.
Allah bir kulu sevdi mi, halkın ona olan ihtiyacını artırır, kulların elleri Allah’ın hazineleridir... Ellerini bedenlerin rızıklanması için seferber eden, dilini kalplerin rızıklanması için ayakta tutan kişi bu sıfatın sevabına nail olacakların en şereflilerindendir.?
Ey tüm canlıların rızkını veren Rezzak, rızkımı kolaylaştırıp müyesser eyle!
Abdulkadir Geylânî (k.s.)
Yararlanılan Eserler
1. İmam-ı Gazali, Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi, Merve Yay.
2. Abdülkadir Geylânî ve Esmâü’l-Hüsnâ kasidesi, Yrd. Niyazi Beki, Sultan Yay.
3. Kur’an ve Kâinat Penceresinden Esmâ-i Hüsnâ, Doç.Dr. Abdülaziz Hatip, Gençlik Yay.
4. Esmâü’l-Hüsnâ, Hâmid Ahmed Tâhir el-Besyûnî, Çev., Karınca Yay.
Er-rezzâk
Özlenen Rehber Dergisi 32. Sayı
şüphesiz rızk ALLAH tandır...sadece görmek sabretmek dilemek lazım..bir bebeğin annesine muhtaçlığından fazla yol almak halini görmek şükretmek hayatı verene hamdetmek...