Kâinatın Efendisi’nin nazarlarıyla yetişen bir gül de Ebû Ubeyde bin Cerrâh’tır. Genç yaşta İslâmiyet’e girip Allah Rasûl’ünün elinden âb-ı hayat içmiştir. Ömrünün her bir anını bu yolda dolu dolu yaşayarak geçirmiştir.
Ebû Ubeyde b. Cerrâh (r.a.) ilk Müslümanlardandır. Mekke’de doğmuştur. Rasûlulâh’ın sadık arkadaşı Hz. Ebû Bekir’in vesilesi ile İslâm’a girmiştir. Hz. Ebû Bekir Müslümanlığı en yakın arkadaşlarına anlatarak onların da İslâm’la şereflenmesine vesile olmuştur. Gönlü hemen İslâm’a ısınan Hz. Ebû Ubeyde ve arkadaşları Abdurrahman bin Avf, Osman bin Maz’un ile Rasûlulâh (s.a.v.)’e giderek Müslüman olmuşlardır.
Asıl adı Amr’dır. Ebû Ubeyde künyesidir. Kendisi Kureyşli olup Rasûl-i Ekrem’le nesebi, dedeleri Fihr’de birleşmektedir.
İslâmiyet’e girdiği ilk günlerde müşrikler onun da Müslüman olduğunu öğrenince türlü eziyet ve işkenceler uygulamışlardır. Mekke onlar için yaşanmaz hâle geldiğinde Allah’ın Rasûl’ü onlarla birlikte bazı sahâbelerin Habeşistan’a hicretlerine izin vermişlerdir. Rasûlulâh Efendimiz, Medîne’ye hicret edinceye kadar Mekke’ye dönmemiş, Medîne’ye Habeşistan’dan hicret etmiştir. Medîne’ye hicretten sonra artık sıkıntı bitmiş, yerine huzur dolu günler gelmiştir. En büyük sıkıntı da Allah Rasûl’ünden ayrı kalmak olunca ona kavuşup nur çehresine bakmakla gönlü sükûna ermiştir. Kâinatın Efendisi onu Medîne’de Sa’d bin Muâz ile kardeş yapmıştır.
Medîne’de başlayan yeni hayat düzenleri müşriklerin onlardan uzaklaşmasına yetmemiştir. İslâm’ın ilk yıllarında olan savaşlar hem dinin yücelmesine, hem de Sahâbelerin makamlarının âli olmasına sebep olmuştur. Hz. Ebû Ubeyde bu savaşlarda büyük gayret göstererek bu dine en güzel şekilde hizmet edenlerden olmuştur. En büyük hasletlerinden sadece bir kaçı cesur ve kahramanlığıdır.
Müslümanların ilk savaşı olan Bedir’de yüce Sahâbi îmanın zirvesine tırmanmıştır. Bedir Gazası’nda kendisi İslâm için Rasûl’ün yanında savaşırken öz babası küfür saflarındaydı. Müslüman olduğu için oğluna kin kusan babası her yerde onu takip edip öldürmek için fırsat kollamaktadır. Bunun farkında olan Hz. Ebû Ubeyde babasını öldürmek istemediğinden bu tavırlarına karşılık vermez. Babası öldürmek için ısrarlı davranınca Ebû Ubeyde (r.a.), İslâm için bir değil bin baba feda olsun, deyip babasını bir hamlede öldürür. Sonra babasının kesik başını kılıcına takarak Rasûlulâh’a götürür. Hz. Ebû Ubeyde gibi birçok Sahâbî gerek babası, gerek kardeşi ya da oğlu küfür saflarında olduğu için kendi elleriyle onları öldürmüşlerdir. Bunlar hakkında Mücâdele sûresinin 22. âyet-i kerîmesi nâzil olmuştur:
’Allah’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah ve Rasûl’üne düşmanlık edenlerle dost olduğunu göremezsin. İşte onların kalbine Allah îman yazmış ve katında bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinde ırmaklar akan cennetlere sokacak, onlar orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.’
Sadakatin ve îmanın böylesi... Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak onlar için en büyük saadettir. Ebû Ubeyde’nin bu davranışı îmanının ne kadar kuvvetli olduğunun bariz bir örneğidir. Ebû Ubeyde’nin öyle bir îmanı vardı ki, çağlayan gibi coşuyor, bir sağa bir sola saldırarak kafirleri helâk ediyordu.
Uhud Gazası’nda da aynı coşku ve aynı cengaverlik vardı. Bir ara Allah Rasûl’üne bir darbe vurulmuştu. Mübarek gül yüzü kanlar içinde kalmış, miğferinden kopan iki halka yüzüne batmıştı. O sırada Hz. Ebû Ubeyde koşarak nefes nefese Rasûlulâh’ın yanına geldi. Hemen Allah Rasûl’ünün yüzüne batan halkaları dişleriyle çekerek çıkardı. Kendisinin de çıkarırken ön dişleri kırılmıştı. Ancak o, buna aldırmayıp Allah’ın Habîb’inin yaralarını tedavi etmek ve onun acısını dindirmek için çırpınıyordu. Canından aziz kılmak bu olsa gerek. Bu ifade hep kullanılır, ama bunu gönülde yaşamak, gerçekten kendi canından fazla sevmek kolay olmasa gerek! Bunu ancak hakkıyla Ashâb-ı Kirâm tatmıştır. Onlar: ’Fedâke ebî ve ümmî’ dediklerinde bütün benlikleriyle o an belki de bin kere feda ediyorlardı. İşte Hz. Ebû Ubeyde bu aşkın, bu bağlılığın sahibiydi.
Ebû Ubeyde (r.a.) yine Hendek ve diğer gazalara katılarak İslâm davası için çalışmıştır. Benî Kureyza gibi bazı gazvelerde kumandanlık yapmış, orada düşmanlarını İslâm’la şereflendirmiştir. Rıdvan Biatı’na iştirak etmiş, Hudeybiye’de sulhuna şahitlik etmiştir. Hayber’in fethi sırasında büyük kahramanlıklar göstermiştir.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), Amr bin Âs’ı Belly ve Üzre kabilesine göndermişti. Bu kabilelerle savaşması gerekiyordu. Buraya Amr bin Âs’ı göndermesinin sebebi annesinin Belly kabilesinden olmasındandı. Amr bin As, Cüzam arazisinde bir su kenarında durmuş, burada vaziyetin tehlikeli olduğunu görerek Rasûlulâh’tan yardım istemişti. Allah Rasûl’ü Muhacirlerden oluşan bir birliği Ebû Ubeyde’nin kumandasında oraya göndermişti. Giderken Ebû Ubeyde’ye: ’Amr bin Âs ile aranızda ihtilâf çıkmasın, onunla uzlaş.’ buyurmuştu. Ebû Ubeyde oraya vardığında Amr ona; ’Sen beni takviye için gönderildin.’ demiş ve emirliğin kendisinde olduğunu anlatmak istemişti. Ebû Ubeyde ona; ’Ben her zaman Rasûl’e itaat ederim. O bana uzlaş, dedi. Sen beni dinlemesen de sana itaat edeceğim.’ diyerek emirliği ona bırakmış ve böylece tevazusunu ve Allah Rasûl’üne olan bağlılığını ispat etmiştir.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), Ensâr ve Muhacirîn’den oluşan 300 kişilik bir ordunun başında Ebû Ubeyde’yi, Kureyş kervanlarını gözetlemek için göndermişti. Yolculuk esnasında yiyecek sıkıntısı başlamıştı. Üstün zekasıyla yüce kumandan Ebû Ubeyde orduda ne kadar erzak varsa toplatmış ve bunlar sadece iki yük hurma olmuştu. Hz. Ebû Ubeyde erzakı iki günde bir taksim ederek askerlerin yiyecek ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyordu. Öyle olmuştu ki, artık mücahitlere günde bir hurma düşmeye başlamıştı. O da bittikten sonra herkes bir hurmaya dahi hasret kalmıştı. Bu seferden başarıyla dönüp Medîne’ye varınca Allah Rasûl’ü onlara dua etmiş ve hoşnut olduğunu bildirmiştir. (Buhârî)
Hz. Ebû Ubeyde katıldığı her gazadan üstün zaferlerle dönmüştür. Bir gün Necran Hıristiyanları Allah Rasûl’üne gelerek kendilerine İslâmiyet’i öğretecek güvenilir bir muallim isterler. Ashâb merak etmektedir. Acaba Rasûlulâh hangimizi seçecek, diye düşünürlerken Allah Rasûl’ü (s.a.v.) ayağa kalkar ve: ’Kalk yâ Ebâ Ubeyde!’ der ve Hz. Ebû Ubeyde’nin elini tutarak: ’Allah’a yemin ederim ki, size pek emin bir zat göndereceğim. Her ümmetin bir emîni vardır. Benim ümmetimin emîni de Ebû Ubeyde bin Cerrâh’tır.’ buyurmuştur. (Müslim)
Allah Rasûl’ü (s.a.v.), Hz. Ebû Ubeyde’yi pek sever ve ona ayrı bir muhabbet duyardı. Bir gün mescitte otururken Rasûl-i Kibriyâ (s.a.v.) Hz. Ebû Ubeyde’ye bakarak tebessüm eder ve böğrünü sıvazlayarak: ’İşte bu, Müminin böğrüdür.’, omzunu sıvazlayarak: ’İşte bu, Müminin omzudur.’ diye iltifat eder.
Hz. Ebû Ubeyde Mekke’nin fethi esnasında Taif’te Rasûlulâh’la birlikte olmuş ve Rasûl’ün son haccına iştirak etmiştir. Allah Rasûl’ünün irtihali onu son derece müteessir etmiştir. Herkes yeni halife seçimi için uğraşırken o gizli gizli tenhalara çekilip ağlardı. Rasûlulâh’tan ayrı kalmak, onsuz dünyada yaşamak çok ağrına gidiyordu. Bu hâlde kendisine halifelik teklif olunduğunda: ’Rasûlulâh’ın arkasında namaz kıldığı Ebû Bekir varken asla olmaz!’ diyerek Sıddîk-ı Ekber’e biat etmiştir. Muaz bin Cebel (r.a.) der ki: ’Allah Rasûl’üne en sevgililer Ebû Bekir, Ömer ve Ebû Ubeyde bin Cerrâh’tır.’
Hz. Ebû Ubeyde, Hz. Ebû Bekir ve Ömer zamanında Şam, Tunus, Kudüs gibi bir çok yerlere düzenlenen seferlerde kumandanlık yapmış, mükemmel zekasıyla buraları fethetmiştir.
Hz. Ebû Ubeyde Şam ve etrafının fethini tamamladıktan sonra buraların ıslahı için uğraşmıştır. Hicrî 18. yılda Şam’da veba ortaya çıkmıştı. ’Amvas Vebası’ olarak tanınan bu afet birçok Müslüman’ın ölümüne neden olmuştur. Halife Hz. Ömer, Ebû Ubeyde’nin vebaya yakalanmasından endişe ederek ona mektup yollayarak: ’Seninle şifahen görüşmek istediğim bir mesele var. Hemen Medîne’ye hareket et.’ demiştir. Ebû Ubeyde, halifenin maksadını anlamış ve halifeye: ’Başında bulunduğum askerlerden ayrılmak istemiyorum. Allah’ın emri ne ise o olur.’ diyerek bunu reddetmiştir. Ebû Ubeyde Hazretlerinin ayrılmayışının sebebi başkadır. O, Rasûl-i Ekrem’den bizzat şu hadîsi işitmiştir: ’Bir yerde veba olursa oraya girmeyiniz. Eğer sizin bulunduğunuz yerde olursa oradan çıkmayınız.’(Buhârî) İşte aşk, işte îman ve itaat. Ölmek pahasına da olsa Onun (s.a.v.) hiçbir sözü, terk edilmiyor.
Hz. Ebû Ubeyde’nin gönül bahçesinde marifetullah ağacı yeşermişti. Bu dünyanın sıkıntıları ona çok hafif geliyordu. Asıl sıkıntının mahşer günü tek sevgilisinden uzak kalmak olduğunu düşünerek hep ağlıyordu. Ebû Ubeyde güzel ahlâkın timsali bir kimseydi. Allah’tan çok korkar, sünnet-i Rasûlulâh çerçevesinde yaşamaya azami dikkat ederdi. Takvaya çok dikkat eder, daima tevazu ve eşitliği tercih ederdi. Onun bütün işlerinde ve hâlinde Allah korkusu hakimdi. Sanki Allah’ın bütün heybet ve celâli daima onun gözü önünde idi. Bir gün Hz. Ebû Ubeyde’nin yanına gidenler onun ağladığını görürler. Sebebini sorduklarında şu cevabı alırlar: ’Rasûlulâh bana: ’Ey Ebû Ubeyde! Allah senin ömrünü uzatırsa şuna dikkate et: Sana üç hizmetçi kâfidir. Bunlardan biri, seninle sefer eder; biri, sana hizmet eder; diğeri de âilenin işleriyle uğraşır. Sana üç hayvan kâfidir. Biri, adamına; biri, eşyalarına; biri de sana.’ Şimdi ben eve bakıyorum, hizmetçi dolu; ahır hayvanla, atla dolu. Şimdi ben hangi yüzle Rasûlulâh’ın karşısına çıkıp ona bakarım.’(Müsned)
Bu düşünceler onun ne kadar muhteşem bir ahlâka sahip olduğunu gösteriyor. O bütün bu mal ve hayvanları çalışarak, alın teriyle kazanmıştı. Ayrıca o, bu kazancını kendisi için saklamıyor, Allah için infak ediyordu. Buna rağmen içindeki korkuyu yenemeyerek Rasûlulâh’tan ayrı kalma endişesi taşıyordu. Ne yüce ahlâklı, ne aziz bir insansın yâ Ebâ Ubeyde!
Halife Hz. Ömer, Ebû Ubeyde Hazretlerini çok severdi. Kendisi Şam’a gittiğinde onu karşılayanlara hemen ’Kardeşim nerede?’ diye sormuştu. Onlar ’Kardeşin kimdir?’ dediklerinde, ’Ebû Ubeyde’dir.’ diye cevap vermişti. Onu görünce de Hz. Ebû Ubeyde’nin yanına gidip, ’Hadi beni evine götür!’ diye kendisini davet ettirmişti. Ebû Ubeyde’nin evine gidince hayretler içinde kalmıştı. Çünkü onca zenginliğe karşı evinde bir keçe, bir de kırba vardı. ’Hani senin eşyan, yiyeceğin yok mu?’ dediğinde Ebû Ubeyde (r.a.) Hz. Ömer’e bir hurma ikram etti. Hz. Ömer (r.a.) ağlayarak: ’Ey Ebû Ubeyde! Dünya herkesi değiştirdi, bir seni değiştiremedi.’ dedi.
Hz. Ebû Ubeyde elinde olan her şeyi fakirlere harcamaktadır. Bir defasında Hz. Ömer bir elçiye para vererek Ebû Ubeyde’ye götürmesini söyler. Ve parayı ne yapacağını takip etmesini ister. Elçi parayı Hz. Ubeyde’ye götürür. Parayı alan Ebû Ubeyde hemen Allah’a şükreder. Ve orada bulunan herkese son kuruşuna kadar dağıtır. Elçi bunları Hz. Ömer’e söyleyince Hz. Ömer: ’Allah’a hamdolsun! Müslümanlar içinde böyle insanlar hâlâ var!’ diyerek onu takdir eder.
Yine Hz. Ömer bir gün mescitte otururken oradakilere: ’En çok neyiniz olsun istersiniz?’ diye sorar. Kimileri hane dolusu altın olsun, kimileri gümüşüm olsun, der. Bu suali üç kere sorar. Yine aynı cevapları alınca Hz. Ömer: ’Vallâhi ben, hane dolusu Ebû Ubeyde gibi adam olsun da, bu dine hizmet etsin isterdim.’ der. Hz. Ömer’in bu sözü Hz. Ebû Ubeyde’nin ne kadar kıymetli olduğunu anlatmaya yeterlidir.
Hz. Ebû Ubeyde’nin en meşhur özelliğinden biri de mütevazı olmasıydı. Allah Rasûl’ünden çok yakın ilgi gördüğü hâlde hep kendinden yüksekte olanlara imrenirdi. O, Şam emîriyken insanlara şöyle diyordu: ’Ey insanlar! Ben ancak Kureyşliyim. Rasûl’e yakın insanlara bakıyorum da, keşke o bedende yaşayan ben olsaydım, diye hep imreniyorum.’
Ebû Ubeyde insanlara hep eşit davranmıştır. Kendisini asla kimseden üstün görmezdi. Kumandan olduğu bir seferden dönerken askerler ona soğuk su getirirler. O: ’Diğer askerlerin suyu da böyle soğuk mu?’ diye sorunca askerler: ’Bunu sizin için soğuttuk.’ diye cevap verirler. Bunun üzerine Ebû Ubeyde: ’Vallâhi ben bunu içmem. Onlar da benim gibi savaştıkları hâlde onların suyu ılık dururken ben soğuk su içeyim?’ der ve onların içtiği sudan içer. Bu hareketi de ancak peygamber terbiyesinde yetişmiş biri yapardı.
Hz. Ebû Ubeyde son derece merhametli ve âdil idi. Bütün halk ondan istifade ederdi. Onun şefkât ve merhameti Şam’daki Hıristiyanları bile memnun etmiştir. Hıristiyanlar ona hizmet etmişler ve düşmanın hareketini gözetip ona malumat vermişlerdir. Kişi Allah’a hakikî mânâda kul olunca ve sadece ona boyun eğince Hz. Ebû Ubeyde’de görüldüğü gibi her şey ona hizmet ediyor, ona boyun eğiyor.
Hz. Ebû Ubeyde’yi orta boylu, zayıf ve nahif bir zât, diye tarif etmişlerdir. Abdullah bin Ömer der ki: ’Kureyş ricâli içinde 3 kişi vardır ki, yüzleri en güzel yüz, zekaları en keskin zeka, kalpleri en metin kalptir. Bunlar Ebû Bekir, Ömer ve Ebû Ubeyde bin Cerrâh’tır.’
Hz. Ebû Ubeyde 14 hadis rivayet etmiştir. Hicrî 18 yılında 51 yaşında iken Şam’da çıkan vebadan kurtulamayarak ebedî âleme irtihal etmiştir. Vasiyeti gereği olduğu yere defnedilmiştir. Kabr-i şerîfi Ürdün’dedir.
Onlar Rasûl-i Kibriyâ’yla bir bedende can, gibiydiler. Tabiri caizse etle tırnak gibiydiler. Bir tek onu sevdiler. Bütün arzuları dünyada olduğu gibi mahşerde de Allah Rasûl’üne yakın olmaktı ki, bu da oldu. Onları anlatmak ve anlamak çok zor.
Salât ve selâm Allah’ın Rasûl’üne, Âli’ne, Ashâb’ına ve onların izinde gidenlere olsun!..
Faydalanılan Eserler:
1. Rıfat, İbrahim, Meşâhir-i Ashâb-ı Güzîn,
2. IŞIK, Hüseyin Hilmi, Müjdelenmiş On Kişi, 3. Büyük İslâm Tarihi (Asr-ı Saadet, Peygamber ve Ashâbı)
4. Üsdü’l-Ğâbe, İbnü’l-Esîr,
5. İbn-i Asâkir Tarihi,
6. Tabakât-ı İbn-i Sa’d, Birinci Kısım,
7. el-Kandehlevî, Yusuf, Hayâtü’s-Sahâbe,
8. BURSALI, M. Necati, Aşere-i Mübeşşere, Çelik Yay.
9. Fethü’l-Bârî,
10. İsâbe, İbn-i Hacer,
11. Hz. Ömer, Şeyh Şiblî,
12. ASLAN, Ali, Rasûlulâh’ın Ashâbı’nı Tanıyalım, Aslan Yay.
Ümmetin Emîni Ebû Ubeyde Bin Cerrâh (r.a.)
Özlenen Rehber Dergisi 23. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.