Özlenen Rehber Dergisi

132.Sayı

Fetva ve Fetva Verme Usulü

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 132. Sayı
Kur’ân-ı Kerim’e göre insanın yaratılış amacı Allah’a kulluktur. Kulluğun nasıl yapılacağı Allah’ın peygamberleri aracılığıyla gönderdiği vahiy yoluyla anlaşılabilir. Ancak vahyin getirdiği talepler bazen açık ve detaylı olabildiği halde çoğu kere çerçeve prensipler ve ana ilkeler şeklindedir. Bu da dinamizmi sağlayan temel unsurdur. Bu sebeple ana kaynaklardan gerekli hükmü elde edebilmek bu saha ile ilgili metodik bilgiyi ve o alanda uzmanlığı gerektirmektedir.
Dinin yaşanma alanı olan fıkıh bu uzmanlığın gerekli olduğu en birincil alanlardandır. Çünkü fıkıh, dini (İslamı) ferdin ve toplumun hayatında görünür kılmanın, varlığı ve hayatı, müslümanca yaşamanın zeminidir. Bunun içindir ki; bizlerin/Müslümanların fıkha bakışı dine (İslama) bakışımızı ele veren unsurdur. Bu noktada fıkha bakışımız dini anlama ve algılamada zihnî yapımızı izhar eden haslettir. Çünkü fıkıh, müslüman için hayatı daha kolay ve rahat yaşamadan ziyade, Allah’ın rızası doğrultusunda yaşatmak için kurallar dikta eder. Bu yönüyle fıkıh birinci derecede Allah’ın rızasını merkeze alan, ahiret hedefli bir sistemdir. Bu sistemde en temel belirleyici unsurda rıza-i Bari’dir.
Fetva geleneği İslâm dininin doğuşu ile birlikte ortaya çıkmıştır. Sahabe problemlerini bizzat Allah Rasulü (s.a.v.) e sorar, O da bu problemleri ayet veya kendi buyurduğu hadisle/sünnetle çözümlerdi. Daha sonraları ( Peygamber (s.a.v.) in vefatından sonra) sahabeden Kuran ve sünneti en iyi bilenler fetva vermeye başladı. Vahyin indiği havayı teneffüs etmelerine rağmen her sahabe fetva verme sorumluluğunu üstlenmedi. Bunun en bilinen örneği Hz Ebu Hureyre (r.a.) dir. Sahabe içerisinde en fazla Hadis rivayet etmesine karşın bizlere ulaşan rivayetlerde fetva verdiğine dair hiçbir haber yoktur. Sahabe içerisinde Hz Ebubekir (r.a.), Hz Ömer (r.a.), Hz Ali (r.a.), Hz Aişe (r.anha), Hz İbn Mesud (r.a.), Hz Muaz bin Cebel (r.a.) gibi sahabe efendilerimiz fetva vermişlerdir.
Yaşadığımız çağda teknolojinin de gelişmesiyle ehil olsun ya da olmasın, onlarca hatta yüzlerce kişi dini/fıkhî alanı teşkil eden sayısız konuda fetva vermektedir. Birçok gazete, dergi, internet siteleri ve TV’ler ehil ya da değil onlarca kişinin verdiği fetvaları yayınlamakta, insanlara adeta ’din bu’ ya da ’bu mevzuda dinin emri bu’ demektedir.
Peki, bunun bir kıstasının olması lazım değil mi? Yani, her önüne gelenin dini konularda fetva vermesi, dinin emrini buymuş diye dillendirmesi uygun mu?
İşte bu makale ile fetva, müftü ve müstefti ile alakalı durumlara açıklık getirmek, fetva vermenin ne derece büyük bir iş/uğraş/meşgale olduğunu ifade etmek için kaleme alındı.
Çalışmak kuldan. Başarı Hakk’tandır.
Tanımı
Sözlükte bir meselenin hükmünü beyan etmek(1) soruya cevap vermek, rüya tabir etmek anlamlarına gelen ’iftâ’ mastarının ismidir.(2)
Istılahta ise; Fıkhî/amelî bir konuda fakihin/müftünün verdiği yazılı veya sözlü cevaptır.(3) Fıkhî bir meselenin hükmünü fetvaya yetkili kişilerden sormaya istifta ( sual), fetvayı isteyene müsteftî (sâil/soru soran), böyle bir meseleyi açıklamaya veya meselenin hükmünü sözlü veya yazılı olarak cevaplamaya iftâ, verdiği fetva ile hükmü açıklayana da müftî ( mucip/cevap veren) denir. Kendisine dayanılarak fetva verilen şer’î hükme veya bir hadise hakkında ortaya konulan çeşitli görüşlerden fetva için tercih edilene müfta bih, müftünün fetva verirken ve müsteftînin fetva isterken bilmeleri ve riayet etmeleri gereken usûl ve kaidelere âdâbü’l-müftî( âdâbü-l fetvâ, resmû’l-müftî) adı verilir. Bir mesele hakkındaki muhtelif fıkhî görüşlerden hangisinin fetvaya daha elverişli olduğunu gösteren tabirlere alâmâtü’l-iftâ (alâmâtü’l fetva) denir.(4)
Müftî’de bulunması gereken vasıflar;
’Allah size mutlaka emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.’(5) ayet-i kerimesinden de anlaşılacağı üzere müftüde başlıca iki vasıf aranmaktadır;
1-) Bu işe ehil olması;
Müftünün güvenilir bir müslüman, mükellef, fıkha kabiliyetli, sağlam fikirli, akl-ı selim sahibi, içinde yaşadığı toplumu tanıyan ve müteyakkız birisi olması gerekir.(6)
2-) Âdil olması;

Müftüde ilmi yeterliliğin dışında aranan ikinci önemli şart âdil ve salih amel sahibi birsi olmasıdır. Büyük günah işleyen veya küçük günahta ısrar eden fâsık kişiler müctehid dahi olsalar fetvalarına itimat edilmez.(7)
Selef âlimleri ilmi ile amel etmeyen kişilere itibar etmemiş, böyle kimselere fetva sormak bir yana onlardan ilim dahi tahsil etmemişlerdir. İlmin Allah rızasına ulaşmaktan çok kariyer sahibi olmaya alet edildiği günümüzde bizlere iyi bir örnek olması açısından selefin salih amel konusundaki hassasiyetinin altını özellikle çizmek gerekiyor. Bu hassasiyeti gösteren bir iki rivayet vermek istiyoruz.
İbrahim en-Nehaî şöyle diyor: Birinden ilim almaya gelenler, öncelikle o kişinin namazına ve yaşantısına bakarlar, sonra ondan ilim alırlardı.(8)
Ebu’l-Âliye’de şöyle demektedir: Birinin yanına ilim almaya gittiğimizde, namazına bakardık, eğer güzel kılarsa, yanına oturur ve derdik ki; Namazını güzel kılan diğer işlerini daha da güzel yapar. Eğer namazını güzel kılmazsa, yanından kalkar ve bu diğer işleri daha da kötü yapar, derdik.(9)
Fetvâ Sorumluluğu
Fetvâ vermek ya da dinî bir meseleyi aydınlatmak ehli açısından ne kadar büyük bir sevap getiriyorsa yeterli birikim ve donanıma sahip olmayanların fetva vermeye yeltenmesi de bir o kadar günahtır hatta büyük günahlardandır ve haramdır. Hz. Peygamber (s.a.v.): ’Bilgisi bulunmadığı halde fetvâ veren onun günahını üstlenir’(10) veya ’Sizin fetva vermeye en cüretkâr olanınız, cehenneme atılmaya en cesaretli olanınızdır’(11) şeklindeki hadisleriyle uyarıda bulunmuştur. Bu sebeple büyük âlimlerinden birçoğu bilmedikleri meseleler kendilerine getirildiğinde ’Bilmiyorum’ diyebilmişler ve onun sorumluluğu altına girmemişlerdir. Hatta ’Lâ edrî nısfü’l-’İlm/ bilmiyorum sözü ilmin yarısıdır’ ifadesi ulema arasında meşhur olmuştur.
Fetvada takip edilecek metod;
Şeri deliller dört esasa dayanmaktadır. Kuran, sünnet, icma ve kıyas. Bunlara ilave olarak usul kitaplarında zikredilen; Medine ehlinin ameli, sahabe kavli, maslahat, istihsan ve örf gibi delillerle bu asıllar on dokuza kadar(12) çıkarılmakla birlikte bunlar bu dört asılın içerisinde mütalaa edilebildikleri için şeri deliller kısaca kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyası fukaha şeklinde formüle edilmiştir.
Fetvada takip edilecek bu sıralama, Hz Ömer (ra) Efendimizin, Kadı Şureyh’e yazdığı mektupta da aynı tertip üzere gelmiştir. Hz Ömer (ra) şöyle demiştir; ’Allah’ın kitabında olanla hükmet. Allah’ın kitabında olmayan bir mesele gelirse Rasulullah (s.a.v.) ın sünnetiyle, orada da bulamazsan insanların icma ettikleriyle hükmet. Allah’ın kitabında, Resulünün sünnetinde de geçmeyen ve daha önce hiç kimsenin konuşmadığı bir mesele gelirse, iki durumdan istediğini seç: istersen içtihat et öne atıl, istersen de geri dur. Ama geri durman senin için daha hayırlıdır.’ (13)
1-) Kuran;
Dini hükümlerde ilk ve asıl kaynak Kuran olduğu için, müftünün ahkâm ayetleri iyi bilmesi gerekir. Bunları bilebilmesi için ise öncelikle Arap diline, bu dilin gramerini oluşturan sarf, nahiv ve lügat bilgisine hatta Kuran ve Hadislerin dili ile tam bir ünsiyet kurabilmesi için o dönemin şiirlerine dahi vakıf olması gerekmektedir.(14)
Ahkâm ayetlerini bildikten sonra sıra bu ayetlerden hüküm çıkarmanın metodunu (usul-i fıkıh) bilmeye gelir. Zira lafızların manaya delaleti farklı farklı olduğundan, muhkem ve müteşabih, umum ve husus, mücmel ve müfessel, emir ve nehiy gibi Kuran lafızlarına yönelik lügavi bahislerin çok iyi bilinmesi gerekir ki, böylece hangi ayetlerin tevil, tahsis ve neshe açık, hangilerinin bunlara kapalı olduğu anlaşılabilsin. Ayrıca mensuh bir hükümle fetva vermemek için nasih ve mensuh ayetleri, bunların tespiti için nerede indiklerini (Mekkî-Medenî) ve ayetlerin bağlamlarını anlayabilmek için de iniş sebeplerini bilmek gerekir.(15)
2-) Sünnet;
Müftünün; Peygamber (s.a.v.) Efendimizden sabit olan söz ve davranışları, bunların tevatüren mi yoksa âhâd yolla mı geldiğini, sahih olup olmadığını, bir sebebe bağlı olarak mı yoksa mutlak olarak mı zikredildiğini, nasihini mensuhunu ve Kuranda olduğu gibi hadisinde lafızlarıyla ilgili lügavi bahisleri bilmesi gerekir.(16)
Müftünün ahkâm hadislerinden ne kadarını bilmesi gerektiği konusunda farklı görüşler vardır. Bu görüşlerden biri, müctehidin/müftünün ’Kütüb-ü sitte’ gibi temel kitaplarda ki, ahkâm hadislerini bilmesi, diğer ’Müsned’ ve ’musannef’ ler de yer alan hadislere de muttali olması şeklindeki müctehidin hadis kültürünün zengin olması gerektiğini ifade eden görüştür. Burada müctehidin hadisleri ezbere bilmesi şart değildir. İhtiyacı esnasında bu kaynaklara başvurup onları tespit edebilecek melekeye sahip olması yeterlidir. Lakin ezberler ise bu daha güzel ve mükemmel olur.(17)
3-)İcma;
Müftünün, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin vefatından sonra özellikle fetvayla meşhur sahabelerin Medine’de bir arada bulunduğu Hz Ebubekir (r.a) ve Hz Ömer (r.a.)in hilafet dönemleri başta olmak üzere ümmetin âlimlerinin her devirde üzerinde ittifak/icma ettikleri konular muhalefet edilemeyecek bir asıl olarak kabul edilmiştir. İşte bu sebeple ittifak ettikleri yerde icmalarına tabi olmak ve ihtilaf ettikleri yerde ictihad edip görüşlerden birini tercih edebilmesi için selefin ittifak ve ihtilaf ettikleri görüşleri bilmesi gerekir.(18)
4-) Kıyas,
Müftü; hükmü belirtilmemiş meselelerin, hükmü belirtilmiş meselelere ilhakını sağlayan kıyas’ı da bilmesi elzemdir. Zira müftü sadece bu sayede ilk defa karşılaşılan hadiselerin hükümlerini tespit edebilir. Kıyasta en önemli unsur naslarla belirtilen hükümlerin illetini tespit etmektir. Bu sebeple mezhepler illetin tespiti için çeşitli metotlar geliştirmişler ve bu metotlarla tespit ettikleri illetlerin hükmünü aynı illeti taşıyan yeni meselelere tatbik etmişlerdir.
Burada müftünün karşılaşacağı yeni meseleler hakkında fetva verirken dikkat etmesi gereken noktalara da temas etmek gerekir.
a-) Müftünün öncelikle bizzat bu yeni meselenin hükmünü mezhep kitaplarında iyice araştırması gerekir.
b-) Mezhepteki muteber kitaplar(19) içerisinde bu yeni meselenin hükmünü bulamayan müftü, fıkıh ve usul kaidelerini bilmiyorsa bu durumda fetva vermez ve bilmediğini ifade ettikten sonra fetva isteyen kişiyi başka bir müftüye yönlendirir.
c-) Eğer müftü fıkıh ve usul kaideleri konusunda bilgili ve Kuran ile sünnet delillerini tetkik edebilecek derecede ictihad ehli bir kimse ise, bu yeni hadisede fıkıh kitaplarındaki benzerlerine kıyas ederek veya fıkıh kitaplarının her bâb’ında verilen konuyla ilgili kaide ve kurallardan hareketle tahric yaparak fetva verebilir.
d-) Fıkıh kitaplarında bu meselenin bir benzeri bulunamıyor veya mesele fıkıh bâb’larında zikredilen kaidelerden herhangi birisinin kapsamına girmiyor ise bu durumda müftü usul-i fıkıh kaidelerini göz önünde bulundurarak bu yeni meselenin hükmünü Kuran ve sünnetten çıkarır.
e-) Bu gibi meselelerde en güzeli fetva vermeden önce diğer âlim ve fakihlerle istişare etmek ve istişare sonucunda çıkan karara göre fetva vermektir.(20)

Fetva adabı;
1-) Müftü, bulunduğu mecliste kendinden daha âlim birisi var ise soruya hemen cevap vermeye kalkışmamalı ve cevabı o kişiye bırakmalı o kişi kendisine cevap vermesini söyler, müsaade ederse o zaman cevap vermelidir.(21)
2-) Müftünün kendisine sorulan soruya iyice düşünmeden ve gerekli araştırmaları yapmadan hemen cevap verip fetvada gevşeklik göstermesi caiz değildir. Böyle bir karaktere sahip birine fetva sorulmaz.(22)
3-) Müftü kendisine gelen soruları ilim ehliyle istişare edip cevaplandırmalıdır.(23)
4-) Meselede tafsilat bulunduğunda cevabını mutlak vermemeli, soruyu soran eğer huzurunda ise sorunun tafsilatını istemeli ve ona göre fetva vermelidir.(24)
5-) Cevabı yazılı olarak veriyorsa okunaklı bir yazıyla soruyu sorana anlayacağı şekilde yazmalıdır.
6-) Müftünün fetvada delil zikretmesi gerekli değildir. Fakat delil herkesin anlayabileceği kadar açık ve kesin(25) veya fetva önemli bir konu hakkında olduğunda delil zikredilmesi uygundur. Özelliklede kısas ve tekfir gibi meselelerde delinin zikri gerekli görülmüştür.(26)
7-) Müftü yemin, ikrar, vasiyet ve talak gibi lafızlarla ilgili hükümlerde bölge halkının örfünü bilmeden bu konularla ilgili söylenen sözlerden sadece kendi anladığı manaya göre fetva vermemelidir.(27)
8-) Bir farzı düşürmek veya bir haramı helal kılmak maksat ile sorulan hileli sorularda müftü çok uyanık davranıp böyle kişilerin kötü niyetlerine alet olmamalıdır. Bu sebeple insanların hallerini çok iyi bilip onların hile ve aldatmacalarına karşı müteyakkız olmalı, onlara caiz olmayan hile ve çıkış yolları göstermemelidir.(28)
9-) Müftünün bir konuda fetva verip sonra hata ettiğini anladığında bu görüşünden dönmesi ve müsteftiye ( fetva sorana ) amel etmesin diye o görüşünden döndüğünü bildirmesi gerekir.
Eğer müstefti o fetva ile amel etmişse; bu durumda şayet müftü kitap, sünnet ve icmadan kesin bir delile muhalif olarak fetva vermişse, müsteftinin o fetva üzere yaptığı ( alış-veriş, nikâh vb ) şeyleri feshetmesi gerekir. Fakat müftünün döndüğü görüş ictihada açık bir görüş ise müsteftinin yaptığı ameli bozması gerekmez.(29)
Müftünün dikkat edeceği hususlar;
1-) Müftü Allah adına beyanda bulunan, yaptıkları ve söyledikleriyle insanlara örnek olan kişi konumunda olduğu için gizli-aşikâr tüm hal ve hareketlerinde herkesten daha fazla dikkatli olmalı ve tüm bunları yaparken halkın hidayetini ve halkın ikamesini amaç edinmelidir.
2-) Sözün kabulünde dış görünüşün insanlar nezdinde büyük bir tesiri olduğu için müftünün giyim ve kuşamı dinin öngördüğü şekilde temiz ve temsil ettiği makama uygun olmalı, ipek ve altın kullanmamalı, küfür alameti bulunan elbiseleri giymemelidir.
3-) Müftü iyi niyetli olmalı, insanlara hakkı duyurmalı onu gizlememelidir. Allah’ın kitabını ve Peygamberin sünnetini ihya etmeye, insanların halini düzeltmeye çalışmalıdır. Tüm bunları yaparken de gurur, kibir, riya, gösteriş ve şöhretten sakınmalı, sadece Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmalıdır.
4-) Müftü fetva verdiği şeyle kendiside amel etmelidir. Zira müftü takva sahibi olursa Allah sözüne bereket verir ve sözlerinin kabullenilmesini kolaylaştırır.
5-) Müftü amellerinde son derece ihtiyatlı davranmalı ve şüpheli şeylerden kaçınmalıdır.
6-) Müftü Allah’ı çokça zikretmeli, fetva vermeden önce ve tüm hallerde kendisini doğruya muvaffak kılması için Allah’a dua etmelidir.(30)
7-) Müftü, çok sinirli, hüzünlü ve ya sevinçli olmak gibi aklının ve kalbinin doğru karar veremeyecek kadar başka şeylerle meşgul olduğu durumlarda fetva vermemelidir.
8-) Müftü ilmini artırmak için sürekli olarak fıkıh mütalaasında bulunmalı, bunu sağlamak içinde gereksiz meşguliyetlerde bulunmamalıdır.(31)

Müsteftînin Durumu,
1-) Müsteftî, soracağı mevzuu hakkında Kuran’da ya da sünnette hüküm var ise o hükmü uygulamalı, başka fetva almak amacıyla müftüyü meşgul etmemelidir.
2-) Müsteftî iyi niyetli olmalı ve cevabı aranan soru ya da çözümü istenen soru şer’î hükmü öğrenme ve uygulama amacı taşımalıdır.
3-) Baş¬kasının bilgisini denemek, cehaletini orta¬ya çıkarmak, tartıştıkları kişiyi mağlup etmek, elde edilen bilgiyi haksız yere kullanmak amacıyla soru sorup fetva istemek ahlakî bir davranış değildir.
4-) Müsteftî, sorusunu sorabileceği birden fazla müftî varsa içlerinde en âlim ve takva sahibi olanı bulup onda fetva almaya çalışmalı ulaşamaması, meramını anlatamaması gibi durumlarda diğerlerine yönelmelidir.
5-) Müstefti, birden fazla müftüye sorduğu sorular ve cevabını aldığı durumlar neticesinde en ihtiyatlı ve takvaya en uygun olanı tercih etmelidir.
6-) Müstefti, aldığı helal fetvası neticesinde şayet gönlünde sıkıntı hissediyor ve vicdanı rahatsız oluyor ise, kalbinin huzur bulacağı ve itminan olacağı durumu yani haram fetvasını tercih etmelidir.(32)
7-) Müstefti, müftünün verdiği fetvadan döndüğünü ve bunun yanında aksi istikametinde yeni bir fetva verdiğini duyar ya da öğrenirse artık önceki fetvasına göre değil yeni fetvaya göre amel etmeli, eski fetvadan rücu etmelidir.

Fetvada Hata,
Fetvada hata iki şekilde olabilir. Eğer gerekli donanıma sahip olmayan birisi ’Bana göre’ diyerek fetva vermiş ve hatası ortaya çıkmış ise bu şahıs günahkârdır, tövbe etmelidir ve eğer Allah haklarından birisinin ihlaline sebep olmuş ise ve verdiği fetvadan doğan hatanın telafisi de söz konusu ise ilgili kişiyi derhal ikaz ederek yükümlülüğünü hatırlatmalıdır. Mesela şu kadar malı olan birisine zekât gerekmediği yönünde fetva vermiş ve daha sonra da bunun bilgisizliğinden kaynaklanan bir hata olduğunu anlamış ise zekâtla yükümlü olan kişiye bunu hatırlatmalıdır. Böyle bir kişi maddi bir zarara ya da cezaya vesile olmuşsa bu zarardan sorumlu olmakla birlikte hangi şartlarda ne tür bir tazminle yükümlü olduğu fukaha arasında tartışma konusudur. Bazı âlimler de sorumluluğu, ehil olmayana soru sorana yüklemekte ve fetva verenin yükümlülüğünün bulunmadığını dile getirmektedirler.(33) Hata müctehidin ictihadında ise fetvayı verene de alana da sorumluluğun bulunmadığı hadislerde açıkça ifade edilmekte ve sahabe tatbikatında görülmektedir. Bu durumda müftünün başkalarının bu fetvaya göre davranmalarını engellemek için sadece ictihadından rücu ettiğini beyan etmesi yeterlidir.
Sonuç,
İçerisinde yaşadığımız çağ, büyük gelişmelerin yaşandığı, bunun yanında da itikadi ve fıkhî bir sürü sorunun ortaya çıktığı modern zamandır. Ehil olsun ya da olmasın teknolojinin sunduğu imkânları kullanan nice insan dini konularda yazıp çizmekte, adeta ’din budur’ manasında ahkâm kesmektedir.
Bu durum Efendimiz (s.a.v.) in bir Hadis-i şeriflerinde dile getirdikleri ve aynı zamanda kıyamet alametlerinden sayılan şu halden pekte farklı sayılmamaktadır.
’Muhakkak ki Allah, ilmi insanlar(ın kalplerin)den çekip almak suretiyle kaldırmaz, bilakis âlimleri almak suretiyle kaldırır. Ve sonunda hiçbir âlim kalmayınca insanlar bir takım cahilleri kendilerine önder edinir, (soracaklarını) onlara sorarlar, onlar da hiçbir bilgi sahibi olmadan cevap verirler. Böylece hem kendileri sapar, hem de insanları saptırırlar.’(34)
Kendi heva ve heveslerine göre hüküm veren bu insanları önder edinmek aslında, Allah’ı bırakıp onları Rab edinmeye eşdeğerdir.
Önceleri Hıristiyan iken sonra müslüman olan sahabe Adiyy b. Hatim et-Taî (r.a.) şöyle anlatıyor:
’Ben boynumda altından bir haç olduğu halde Peygamber (s.a.v.) Efendimizin yanına geldim. O bana; ’Ey Adiyy! Boynundaki o putu at! Dedi ve sonra şu ayeti okudu; (Yahudiler) Allah’ı bırakıp Hahamlarını; (Hıristiyanlar da) rahiplerinin Rab edindiler.(35) Ben ’Onlara ibadet etmiyorlardı ki’ deyince şöyle cevap verdi;’Evet onlara ibadet etmiyorlardı. Ama onlar (haham ve rahipler) Allah’ın haram kıldıklarını helal kılıyor onlar (halk) da bunları helal kabul ediyordu. Yine onlar Allah’ın helal kıldığını haram kılıyor onlar (halk) da bunları haram kabul ediyordu. İşte bu, onlara ibadet etmeleri (onları Rab edinmeleri) dir.(36)
Şu halde iyi bilmek durumundayız ki, ’Ben âlim değilim. Ancak fetva sorar ve aldığım fetvayla amel ederim.’ demek insanı kurtarmaya yetmez. Kime fetva sorduğumuza, yani dinimizi kimden aldığımıza da dikkat etmekle mükellefiz. İşte bu meyanda ki Nebevî düstur; ’Bu ilin sizin dininizdir. Bu sebeple dininizi kimden aldığınıza/öğrendiğinize dikkat edin’ (37)
DİPNOTLAR;
1-) Feyyumi, el-Misbahul Münir, ’fty’ maddesi
2-) İbn Manzur, Lisanu’l Arab, ’ftv’ maddesi
3-) İbnü-l Hümam, Fethu’l Kadir, Kitabu Edebi’l Kadi, III. 256
4-) Fahrettin Atar, DİA, ’Fetva’ maddesi
5-) Nisa 4/58
6-) İbnü’s –Salah, Edebü’l müfti ve’l-müsteftî, s.21
7-) İbnü’s-Salah, a.g.e, a.y
8-) Dârimî, es-Sünen, Makaddime 38
9-) Dârimî, a.g.e, a.y
10-) Ebû Dâvûd, İlim, 8
11-) Dârimî, a.g.e. Mukaddime, 20
12-) Karâfî, Şerhu Tenkîhi’l-Fusul, s 445
13-) Darimi a.g.e. Mukaddime 20, Nesai es-Sünen, Kitabu Edebi’l Kadı 11
14-) İbnü’s Salah, a.g.e. s 24
15-) Hatib, el Fakîh ve’l Mütefakkîh, II 331
16-) Hatib a.g.e. II. 330-332
17-) Muhammed Said el- Bâni Umdetu’t-Tahkîk fi’t-Taklidi ve’t Tahkik s 347-348
18-) Hatib, a.g.e. II, 330
19-) Hanefi mezhebinde muteber kitap denilince anlaşılan/algılanan kitaplar İmam Ebu Hanife, İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in görüşlerini içeren ve İmam Muhammed’in tasnif ettiği; el-Mebsut (el-Asl), ez-Ziyadat, el-Camiu’s-Sağîr, al-Camiu’l-Kebîr, es-Siyeru’s-Sağîr ve es-Siyeru’l-Kebir isimli altı eserdir. Bu eserlere İmam Muhammed’den mütevatir veya meşhur rivayet edilmiş olmasından dolayı Zahiru’r-Rivaye denilmektedir. Bunların yanında, Tahavî, Hâkim Şehid, Kerhî, Kudurî ve bunların tabakasındaki âlimlerin, mezhep imamlarının fetvalarını zabt için telif ettikleri metin kitapları da sıhhat konusunda Zahiru’r-Rivaye’ye ilhak edilmişlerdir. (Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz, Mercani, Nazuratu’l-Hak, s, 50
20-) Muhammed Taki el-Osmanî, Usûlü’l-iftâ, s, 86-88
21-) Muhammed Taki el-Osmanî, a.g.e. s, 88-96
22-) İbnü’s Salah a.g.e. s, 46
23-) İbnü’s Salah, a.g.e., a.y
24-) İbnü’s Salah a.g.e. s, 74
25-) İbnü’s Salah a.g.e. s, 92
26-) İbnü’s Salah a.g.e. s, 77
27-) İbnü’s Salah a.g.e. s, 51-52; Karâfî, a.g.e. s, 232; İbn Kayyım İ’lam, IV 175
28-) İbn Kayyım, a.g.e. IV, 176
29-) İbnü’s Salah a.g.e. s, 45
30-) Orhan Ençakar, Fetva ve Fetva verme usulü, Rıhle dergisi, sayı, 5-6, sayfa,54-69
31-) Müftünün fetva verme adabıyla ilgili bkz; Karâfî, a.g.e. s, 253-266; Muhammed Taki el-Osmanî, a.g.e. s, 88-96
32-Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 194
33-) Ali el-Kari, Mirkâtu’l-Mefâtîh, I, 503
34-) Buhari, Kitabu’l-İlm, 34 Müslim, Kitabu’l-İlm, 13
35-) Tevbe 9/31
36-) Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, Kitabu Edebi’l Kadi, 21( Hadisin farklı rivayetleri için bkz; İbn Ebî Hatim, Tefsiru’l Kuran’il-Azim, Tevbe suresi 31. Ayet; Tirmizi, es-Sünen, Kitabu Tefsiri’l-Kuran, 10 )
37-) Darimi, a.g.e. Mukaddime, 38
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.