Kerbelâ vakası, gönüllerde derin izler bırakan ve her hatırlandığında müminlerin gönlünde büyük hüzne sebebiyet veren önemli bir hadisedir. Bu hadisenin bu kadar vahîm oluşu, olayın mâdurlarının Rasûlullah Efendimizin Ehl-i Beyt’i olmasından kaynaklanmaktadır.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin âilesi demek olan “Ehl-i Beyt”in kıymeti Ku’ân-ı Mübîn’de zikredilmiştir. Hazreti Allah bir âyet-i kerîme’de Rasûlullah Efendimize, insanlara yaptığı tebliği karşılığında onlara şöyle demesini emretmiştir: “...Ben, (size yaptığım tebliğim üzerine) sizden akrabalarımı (Ehl-i Beyt’imi) sevmenizden başka bir ücret istemiyorum...”(1)
Kerbelâ olayının müminlere ne kadar acı veren bir hadise olduğunu anlamamız için bu ilahî fermanı mutlaka dikkate almamız gerekmektedir. Zira bu hâdisede sadece Hz. Hüseyin Efendimize değil aynı zamanda Rasûlullah Efendimize ve Rabbimize karşı da büyük bir suç işlenmiştir. Çünkü bu cürüm, Allah ve Rasûl’ünün sevdiklerine karşı işlenmiştir.
Zira Hazreti Allah Ehl-i Beyt-i sevdiği için bütün inananların da sevmesini emretmiştir. Peygamberimiz de bir hadis-i şerifinde: “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim. Allah Hüseyin’i seveni sever. (2) buyurmuştur. Ayrıca bir âyeti kerîmede de: “Her kim... haksız yere bir insanı öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur.”(3) buyrulmuştur. Şayet bu katledilen kişi, Allah’ın ve Rasûl’ünün de sevdiği ve sevilmesini emrettiği Hazreti Hüseyin Efendimiz gibi mümtaz bir insan olursa, bu cürmün karşılığı nasıl izah edilebilir...?
Rasûlullah Efendimiz Allah’ın Nebî’sidir. Kur’ân O’na vahyedilmiştir. Hazreti Allah Kur’ân-ı Kerîm’de inananları, bütün zamanları ihâta edecek bir emirle Habîb’ine karşı itaat ve edeble yükümlü kılmıştır. “Allah’a ve Rasûl’e itaat ediniz ki size merhamet edilsin.”(4), “Kim Rasûl’e itaat ederse (hakikatte) Allah’a itaat etmiştir.”(5) âyet-i kerîmeleri, olması gereken itaati açık bir şekilde ortaya koymaktadır ve Hazreti Allah (c.c.), Rasûl’üne olan itaati Zâtına itaat olarak kabul etmiştir. Hatta ona karşı yapılan sûî edeb sebebiyle, zatına yapılan amelleri dahi heba edeceğini ilâhî kelamında zikretmiştir.(6)
Allah’a ve Rasûl’üne iman sevgiyi gerektirir. Allah’ı ve Rasûl’ünü sevmeyen onlara inanmaz. Allah’ı sevdiğini söyleyen kişinin imanını da, Hazreti Allah ancak Habîb-i Edîbine itaat ile kabul eder. (7)
Peygamber Efendimize itaatin gereklerinden biri de Ehl-i Beyt’ine hürmet etmek ve sevgi beslemektir. Yukarıda zikredildiği veçhile “...Ben, (size yaptığım tebliğim üzerine) sizden akrabalarımı (Ehl-i Beyt’imi) sevmenizden başka bir ücret istemiyorum...”(1) âyet-i kerîmesi, Ehl-i Beyt’e karşı sevginin zorunluluğunun açık ifadesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadîs-i şerifinde: “Hasan ve Hüseyin’i kim severse mutlaka beni de sevmiştir. Kim de onlara buğz etmişse mutlaka bana buğz etmiştir.”(8) , “Allah’a yemin olsun!
Ehl-i Beyt’imi Allah için ve bana olan akrabalıkları için sevmeyen kimsenin kalbine îman girmez.”(9) buyurmuştur. Şunu insan kesinlikle bilmelidir ki, Ehl-i Beyte buğz etmek suretiyle Rasûlullah’a eziyet veren, bu çirkin ahlâkıyla onu Peygamber olarak gönderen Hazreti Allah’a da eziyet vermiş olur. Bu eziyetin karşılığını Efendimiz (s.a.v.) şöyle ifade etmiştir:
“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki, bize, Ehl-i Beyt’e buğz eden hiç bir kimse yoktur ki Allah onu cehenneme sokmasın!” (10)
İşte içinde bulunmuş olduğumuz şu günlerde şehit edilen, Hazreti Hüseyin Efendimize yapılan ve Kerbelâ vakâsı olarak bilinen bu zulmün çirkinliği yukarıda açıklanan hakikatler çerçevesinde anlaşılmalıdır.
Hucurât sûresinde: “Ey îman edenler! Allah’ın ve Rasûl’ünün önüne geçmeyin..., seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin..., yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa çıkar.”(6) buyrulmaktadır.
Âyetteki, “amellerin boşa çıkması” hususu, insanların Peygamber Efendimize karşı saygı ve hürmetlerini muhafaza etmemeleri sebebiyledir. Âyet-i kerîmedeki “...Allah ve Rasûl’ünün önüne geçmeyin!..” ifadesi; “emirde, nehiyde, sevgide, hürmette ve her halükarda Cenâb-ı Hakk’ın ve Peygamber’inin önüne kendi düşünce ve çıkarlarınızı geçirmeyiniz” şeklinde anlaşılmalıdır.
Birbirleriyle konuşurken insanların sıkça yaptıkları karşılıklı ses yükseltmeler, Rasûlullah Efendimize karşı yapıldığı zaman, bu davranışı sebebiyle Allah o kulun bütün amellerini yok etmektedir. Amellerin yok edilmesi gibi ağır bir cezanın verilişi bu davranışın Peygamber Efendimizin şahsına yapılmasından dolayıdır. Halbuki bu davranış insanlar arasında bir günah sebebi dahi sayılmamaktadır.
Sahâbe-i Kirâm’ın bu hükmü nasıl anladığını Sâbit bin Kays hadisesinden anlamak mümkündür. Yukarıdaki zikredilen âyet nazil olduktan sonra Sâbit bin Kays (r.a.) mescide gelmeyi terk etmişti. Peygamber Efendimiz Sâbit bin Kays (r.a.)’i üç gün mescidde göremeyince kendisine haber göndermişti. Efendimizin haberini getiren Sahâbeler Hazreti Sâbit’in evine vardıklarında, kendisini evine kapatmış bir vaziyette buldular. Ve Râsûlullah Efendimizin davetini kendisine bildirdiler. Hazreti Sâbit, huzura geldiği zaman, Efendimiz ona:
“Yâ Sâbit! Seni Allah ve Rasûl’ünün mescidinden uzaklaştıran şey nedir?” diye sordu. Hazreti Sâbit: “Yâ Rasûlallah! Öyle bir âyet geldi ki, belimi kırdı.” diyerek şu âyeti okudu: “Ey imân edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin, ve O’na sözü bağırırcasına söylemeyin, bâzınızın bâzınıza bağırması gibi ki, -sonra- siz farkında olmadığınız hâlde amelleriniz boşa gidiverir.”(6)
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Bu senin için değil yâ Sâbit. Umarım sen hayır ehlindensin!” diyerek gülümsedi. Sâbit bin Kays, kulağındaki özür sebebiyle gür ve yüksek sesle konuşan bir Sahâbe idi. Nazil olan bu ilâhî ihtar ile amellerinin heba olmasından endişeye kapılarak Efendimizin huzuruna gelememişti.(11)
İşte Sahâbenin Peygamber Efendimize karşı edeblerini muhafaza etmedeki hassasiyetleri bu hal üzere idi. Ashâb-ı Kirâm (r.anhüm), Efendimiz (s.a.v.)’e karşı edebi, inceliği Kur’ân’dan kazanmıştı. Henüz Efendimiz’in vefatından kısa bir zaman geçmedi ki, bu güzelliği kavrayamamış bir takım fâsıklar, onun neslini katledecek kadar zalimliğe düşmüşlerdir. İşte bu hal, onların Allah ve Rasûlullah’tan ne kadar uzaklaştığını göstermektedir. Çünkü itaat ve sevgi yönünden Allah’ın Nebî’sinden ayrılmayan her kalp sahibi, bu zulme rıza gösteremez.
Ehl-i Beyt sevgisinin hakîkatini ve bir mü’min için önemini en güzel şekilde kavrayan Büyük Fakîh İmâm-ı Şafii (rh.a.) de Ehl-i Beyt sevgisi hakkında şunları söylemektedir: “Peygamber evlâdı benim vesîlemdir. O’nlar benim için Allah’a vesîledir. O’nların yüzü hürmetine kıyâmet gününde sahîfemin sağ tarafımdan verilmesini umarım.
Ey Rasûlullah’ın Ehl-i Beyt’i! Sizi sevmek, Allah’ın inzal buyurduğu Kur’ân’da bize farz kılınmıştır. Size şu büyük şeref yeter ki; size salavat getirmeyen kimsenin namazı (geçerli) olmaz. Eğer Âl-i Muhammed’i sevmek Râfızîlikse, ins-ü cin şâhit olsun ki, ben Râfızî’yim!” (12)
Kendisi de büyük bir Ehl-i Beyt sevdâlısı olan değerli âlim ve mutasavvıf Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretlerinin, “Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar” isimli eserinde zikrettiği İmâm-ı Şafii Hazretlerinin bu anlayışı, bütün Müslümanların Ehl-i Beyt sevgisi hususundaki büyük noksanlıklarına en güzel istikameti işaret etmektedir. Peygamber Efendimiz tarafından Nuh’un gemisi olarak tanımlanan Ehl-i Beyt’inin sevgisi (13), bütün Müslümanların kıbleleri gibi ortak sevdalarıdır ve öyle olmalıdır.
Kaynakça:
1. Eş-Şûrâ 42/23.
2. Et-Tirmizî, Menâkıb, H.No: 3777.
3. El-Mâide 5/32.
4. Âl-i İmrân 3/132.
5. En-Nîsâ 4/80.
6. El-Hucurât 49/1-2.
7. Âl-i İmrân 3/31.
8. İbrahim CANAN, Kütüb-ü Sitte Muhtasar ve Tercümesi, c.16, s.519.
9. İbrahim CANAN, a.g.e., c.16, s.517.
10. İbn-i Hıbbân, Sahîh’inde Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den rivayet etmiştir.
11. Tecrîd-i Sarîh Tercümesi H.No:1474.
12. Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar, Abdullah Farukî el-Müceddidî, Mukaddime, s.22.
13. İmâm Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, İbn-i Abbas’tan mervîdir ; Hâkim Müstedrek’inde rivâyet etmiştir.
Allah'a Îman, Habîb'ine İtaat ve Ehl-i Beyt'e Sevgi
Özlenen Rehber Dergisi 12. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.