Tanımı:
Ş-f-a kökünden türemiş olup fert (tek)’in zıttı yani çift anlamına gelen ’Şefaat’ kelimesi;
a) Sözlükte:
Yalvarıp yakarma yoluy¬la, başkasından, diğer bir başkası için, hayır yapılmasını ve zararın terk edilmesi¬ni istemek
- Suçlunun bağışlanması ve dileğinin yerine getirilmesi için birine aracılık etmek’ (Rağıb el-İsfahanî, el-Müfredât, ’Şf’a’ maddesi.) anlamını taşır.
b) Dini ıstılahta ise:
- Kıyamet gününde Peygamberlerin ve kendisine izin verilen sâlih kulların, müminlerin bağışlanması için Allah katında niyazda bulunması (DİA, ’Şefaat’ Mad.) anlamında kullanılmaktadır.
Fikri/itikadî Temeller
Şefaat konusunun içerisinde zikredildiği birçok sarih âyet-i kerime ve hadis-i şerifler mevcuttur. Kur’ânî bir kavram olan ’şefaatin’ nerede ve ne anlamda kullandığını başta Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) ve şefaat hakkında onlarca hadis-i şerifi kendilerinden sonraki ümmete nakleden Sahabe-i Güzin efendilerimiz gibi anlama, kavrama ve inanma İslam inancının bir parçasıdır. Âyetlerin siyak ve sibaklarına (âyetlerin öncesi ve sonrasındaki âyetlerle bağlamları) bakılarak okunduğu zaman bile açıkça görülebileceği üzere Kur’ân-ı Kerim’de ’ş-f-a ’ kelimesinden türemiş bütün kelimeler aynı anlamda kullanılmamaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in apaçık yolu olan Ehl-i Sünnet yolu; Kur’ân’da zikredilen hususları anlarken daima, Kur’ân’ın bütünlüğünü, hadis-i şerifleri ve sahabe-i kiramın içtihatlarını dikkate almış, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.): ’Sizden kim, benden sonra yaşarsa, (dînde) çok ihtilaflar görecektir. Bu sebeple benim sünnetime ve benden sonraki doğru yolu bulmuş râşid halîfelerimin sünnetine (yoluna) uyun. Azı dişlerinizle tutarcasına onlara sımsıkı sarılın. Dîne sonradan sokulan şeylerden şiddetle sakının. Çünkü dîne sokulan her yenilik bid’at, her bid’at ise dalâlettir." (Ahmed, Ebu Dâvûd, Tirmizî ve İbn-i Mâce)’ emrine inanç, amel, ahlak ve dinin sair tüm meselelerinde tabi olmuşlardır. Bununla beraber ehl-i sünnet yolunun dışında, yanlış yolu tutan fırkalara tabi olan kimseler de çıkmıştır. Ümmet 73 fırkaya ayrılacaktır. Kurtulan ise sadece Rasûlullah Efendimizin yolunu (Ehl-i sünnet) takip edenler olacaktır. (Ahmed b. Hanbel, 3/145; Zevaid, 6/226)
Ehl-i sünnet yolu dışında yol tutan kimselerin hataya düşmelerine sebep olan bir çok etken olmakla beraber, en büyük etkenler ise;
a) Sünnet-i Rasûlullah’ı, hadis-i şerifleri göz ardı etmeleri
b) Kur’ân’ı kendi anlayışlarına göre anlamlandırmaya çalışmaları
olmuştur. Sünnet bütünüyle Kur’ân’ın açıklayıcısıdır. İşte şefaat konusu da böyledir. Sünnet delili hariçte bırakılınca doğruya isabet imkansız olur.
Ehl-i sünnet dışı fırkalarda şefaati tamamen inkar edenler olduğu gibi örneğin Mutezile kelamcılarından bazıları, şefaatin yalnızca sevap ehli ve Allah dostları için ve derecelerinin artırılması şeklinde olacağını ileri sürerek sınırlı bir şefaat inancını kabul etmekte, açık hadislere rağmen günahkâr müminlerin Allah’ın izni ile ve Rasûlullah’ın vesilesiyle (şefaatiyle) affedilebileceklerini kabul etmemektedirler. Bu yanlış anlayışları, şefaatin onların mezheplerinin adalet ilkesi ile çelişiyor olmasından kaynaklanmaktadır. Zira onlar ’suç işleyenler, Allah’ın adaleti gereği cezasını çekmeli, şefaat ile Allah’ın affına kavuşmamalı" demek istemektedirler. Görüldüğü üzere hata hatayı davet etmiş, ne şefaati ne de Hakk’ın adaletini Ehl-i sünnetin tertemiz yolu üzere anlayabilmişlerdir. Kelamî bir mesele olan ’adl’ konusuna burada fazla değinmeyip konumuza dönersek; hastalık aynıdır, tedavisi Kur’ân’ı Rasûlullah’ın sünneti ile anlamakta yatmaktadır.
ÂYET VE HADİSLERDE ZİKREDİLEN ’ŞEFAAT’ KAVRAMINA ÖRNEKLER
A) Kur’ân-ı Kerim’de ’Şefaat’ kelimesinin yüklendiği anlamlara örnekler
’Şefaat kelimesi’ Kur’ân-ı Kerim’de otuz bir yerde geçmektedir. Bunların 13’ünde ’şefaat’ biçiminde yer almakta, on sekiz yerde de fiil ve isim (tekil, çoğul, mübalağa sığası, vd.) kalıplarıyla kullanılmaktadır. Örneğin;
a) Dünyevi bir işte aracılık etme
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَص۪يبٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُق۪يتًا
’Kim güzel bir (işte şefaat) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye gücü yeter.’ (Nisa, 4/85) âyetinde ’dünyevi bir işte aracılık etme’ anlamında kullanılmıştır.
b) Şefaatin tümüyle Allah’a ait olması
قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعًاۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
’De ki: ’Şefaat tümüyle Allah’a aittir.’ Göklerin ve yerin mülkü (mutlak hükümranlığı) O’nundur. Sonra yalnız O’na döndürüleceksiniz.’(Zümer, 39/44.)
c) Ahirette Allah’ın razı olduğu ve izin verdiği kullarına şefaat hakkı vermesi
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
’O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.’ (Taha, 20/109.)
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ
’Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz…’ (Sebe, 34/23.)
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ
’Allah onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar (melekler) onun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi O’nun korkusuyla titrerler.’ (Embiya, 21/28.)
d) Ahirette ’putlar’ın şefaat edemeyeceği, Ancak Bilerek Hakk’a şahitlik edenlerin şefaat edebilecekleri
وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
’Onu (Allah’ı) bırakıp taptıkları şeyler (Putlar), şefaat edemezler. Ancak bilerek Hakk’a şâhitlik edenler şefaat edebilirler.’ (Zuhruf, 43/86.)
e) Ahirette kafirlerin, zalimlerin, namaz kılmayanların, fakiri doyurmayanların, batıla dalanlarla beraber olanların şefaatten mahrum olacakları
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ
’Yaklaşmakta olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler, (sanki) gırtlaklara dayanmıştır; yutkunur dururlar. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçileri vardır.’ (Müminun, 40/18.)
ف۪ي جَنَّاتٍۜ يَتَسَآءَلُونَۙ ﴿﴾ عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ ﴿﴾ مَا سَلَكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ ﴿﴾ قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ ﴿﴾ وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ ﴿﴾ وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَآئِض۪ينَۙ ﴿﴾ وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ ﴿﴾ حَتّٰىٓ اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ ﴿﴾ فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ ﴿﴾
’Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: ’Sizi Sekar’a (cehenneme) ne soktu?’ Onlar şöyle derler: ’Biz namaz kılanlardan değildik.’ ’Yoksula yedirmezdik.’ ’Bâtıla dalanlarla birlikte biz de dalardık.’ ’Ceza gününü de yalanlıyorduk.’ ’Nihayet ölüm bize gelip çattı’. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.’ (Müddessir, 74/41-48)
f) Hesaptan önce (şefaat izni çıkmadan) şefaat edilemeyeceği ve Mü’minlerin o gün için Uyarılması
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَاْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
’Ey iman edenler! Hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. Kafirler ise zalimlerin ta kendileridir.’ (Bakara, 2/254)
Hitabın ’ey iman edenler’ diye başlamasının hikmeti kavranamadığı için bir kısım kimseler yanlış algılamalara düşmüştür. Dikkat edilirse bu âyet, ’Kafirler ise zalimlerin ta kendileridir.’ şeklinde bitirilmekte, âyetin başındaki müminler hitabı ise ’nasıl olsa Allah affeder, onun rahmeti geniştir.’ gibi bir anlayışla müminlerin tembelliğe düşmemeleri için uyarılmaktadır. Eğer şefaat müminlere de fayda vermeyecek olsaydı, kafirleri tefrik ve tahsis etmenin bir anlamı olmazdı. Hattı zatında şefaat Allah izni ile olur. Allah’ın azabından emin olmak ise şefaati inkar etmek gibi başka bir hatadır. Aşağıda zikredeceğimiz hadis-i şeriflerde de görüleceği üzere ’şefaate’ erenlerin önemli bir kısmı cehennemi gören kimselerdendir.
B) Hadis-i Şeriflerde ’Şefaat’ kelimesinin yüklendiği anlamlara örnekler
Âyet-i kerimelerde daha çok; şefaatin varlığı, müşrik ve kafirlerin boş kuruntuları ve şefaat izni verilenlerin ise ’Allah’ın sözlerinden razı olduğu kimseler olmaları’ gibi genel birkaç özellikleri zikredilir. Ancak kimlerin şefaat yetkisine sahip olacağı ve bu şefaate kimlerin kavuşacağına dair tafsili bilgi hadis-i şeriflerde beyan edilmiştir. Kimlerin şefaate nail olacakları konusuna inşallah makalemizin ikinci bölümünde değinmeye gayret edeceğiz. Burada ise şefaatin çeşitleri ve şartları, şefaatin ya da şefaate mazhar olacakların kısımları izah edilecektir.
Şefaatin Çeşitleri ve Şartları:
a) Dünyevi Şefaat:
1. Hayatta olan Peygamber ve Salih kişilerden, bir ihtiyacının karşılanması ve günahlarının bağışlanması için dua etmelerini isteme. Hadislerde örneği çoktur. Sahabeler, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den yağmur için dua etmesini istemiştir. (Müslim, Salâtul İstiska, 8) Hz. Ömer (r.a.) de halifeliği döneminde Hz. Abbas’ı yağmur duasında vesile etmiştir. (Buhari, Fedailü Ashabi’n-Nebi, 11)
2. Vefat Etmiş olan Peygamber ve Velileri vesile edinmek: ’Habibin aşkına bizi affet, şu hacetimizi gider yâ Rabbi’ demek vb… Örneğin; Bir zatın Efendimiz (s.a.v.)’in vefatı sonrasında Ravza-yı Mutahhara’da Rasûlullah Efendimizi vesile ederek Allah’tan af dilemesi ve affedilmesi hadisesi vb. (bkz. İbn Kesir, Nisâ suresi, 4/64 âyetinin tefsiri; Nevevî, el-Mecmu’, 8/274.)
b) Uhrevi Şefaat: Uhrevi şefaat müspet ve menfi şefaat olarak iki türlüdür.
a) Menfi Şefaat (faydası olmayan):
Hz. Allah’ın nihayetsiz kuvvet ve kudretini hesaba katmadan, Allah’ı unutarak ölü veya diri başka güce sığınılarak şefaat dilemektir. Müşriklerin durumu böyledir. Ahirette onlara ’taptıklarınızı çağırın’ (Kasas, 28/64) denilecek ama fayda bulamayacaklardır. Halbuki Hz. Allah şöyle buyurmaktadır;
’Onu (Allah’ı) bırakıp taptıkları şeyler (putlar), şefaat edemezler. Ancak bilerek Hakk’a şâhitlik edenler şefaat edebilirler.’ (Zuhruf, 43/86.)
’Hiç şüphesiz siz ve Allah’tan başka kulluk ettikleriniz cehennem odunusunuz. Siz oraya varacaksınız.’ (Embiya, 21/98.)
b) Müspet Şefaat ve Şartları
Müspet Şefaat, ahirette Hz. Allah’ın dilemesi ve izni ile affını; Peygamberlerinin, meleklerinin, salih kullarının, şehitlerin (vd.) vesilesiyle (onların gönüllerine böyle bir isteği koyarak) kullarına lutfetmesidir. Müspet şefaat şu iki şartı taşıması halinde sahih olur.
1. Hz. Allah’ın Şefaat edene izin vermesi,
2. Hz. Allah’ın, şefaat edilen kimseye izin vermesidir.
Şefaatin Kısımları:
İslam âlimleri bu hususta birbirlerine yakın tasnifler yapmışlardır. Bu tasnifler kısaca şöyle sıralanabilir:
1. Şefaat-i Uzma (Büyük Şefaat)
2. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.), bir kısım insanları hesapsız cennete girmeleri için şefaatte bulunmasıdır.
3. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) cennetliklere, cennete girmeleri ve cennet kapılarının açılması için şefaatte bulunmasıdır.
4. Gönülden iman eden herkesin faydalanacağı şefaat
5. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.), Cehenneme girmiş bulunan muvahhid fakat büyük günah işlemiş kimseler hakkında şefaatte bulunmasıdır.
6. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bazı kâfirler hakkındaki şefaatidir.
1. Şefaat-i Uzma (Büyük Şefaat): Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)’e özgüdür. Mahşer’de hesap vermek için bekleşen insanlar ve cinlerin durak yerinin korkusundan ve durup beklemenin uzunluğundan bitap olup Ulu’l-A’zm peygamberlerine gelip şefaat dilerler. Onların ise kendilerine şefaat için gelenlere özür beyan edip ’Nefsî’ demeleri, bunun üzerine en son olarak Peygamber (s.a.v.) Efendimize gelerek şefaat istemeleridir.
Ebu Hüreyre ile Huzeyfe (r.anhüma) şöyle demişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Allah Tebareke ve Teâlâ (kıyamet gününde} insanları bir yere toplayacak. Mü’minler kendilerine cennet yaklaştırılıncaya kadar ayakta duracaklar. (O zaman) Âdem’e gelerek : "Ey babamız! Bizim için cennetin açılmasını İste!" diyecekler. O da : "Sizi cennetten ancak babanız Âdem’in hatîesi çıkarmadı mı? Ben bu işin ehli değilim. Siz oğlum İbrahim Halilullah’a gidin" diyecek. İbrahim dahi: "Ben bu işin ehli değilim. Ben ancak geriden geriye Halil idim. Siz Allah’ın kendisi ile söyleştiği Musa (a.s.)’a gidin" diyecek. Bunun üzerine Musa (a.s.)’e gelecekler. O da: "Ben bu işin ehli değilim. Siz kelimetullah ve ruhullah olan İsa’ya gidin" diyecek. İsa (a.s.) de : "Ben bu işin ehli değilim" diyecek. (Müslim, İman, 329)
’Bunun üzerine bana gelecekler. Ben Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isteyeceğim, bana izin verilecek. Rabbimi görünce secdeye kapanacağım. Allah dilediği kadar beni secde halinde bırakacak, sonra bana: Ya Muhammed! Başını kaldır. Söyle sözün dinlensin; iste ki isteğin verilsin; şefaat dile sana Şefaat hakkı verilsin, denilecek. Ben de başımı kaldırarak Rabbimin bana öğreteceği bir tahmîd ile Rabbime hamd edeceğim. Sonra Şefaatta bulunacağım. (Rabbim) bana bir hudud tayin edecek. (O hudut dahilindeki) insanları cehennemden çıkaracağım; onları cennete koyacağım. Sonra (Rabbime) dönerek secdeye kapanacağım. Allah (yine) dilediği kadar beni (secde halinde) bırakacak. Sonra (bana) : - Ya Muhammed başını kaldır! Söyle sözün dinlensin; iste ki istediğin verilsin. Şefaat dile sana Şefaat hakkı verilsin, denilecek. Ben de başımı kaldırarak Rabbime: Onun bana öğrettiği bir hamdle hamd edeceğim, sonra Şefaatta bulunacağım. Rabbim bana bir had çizecek. Ben de o haddin içinde bulunan insanları cehennemden çıkaracağım; kendilerini cennete koyacağım. Ravi demiş ki: Üçüncüde mi, dördüncüde mi bilemiyorum. "Ben, Ya Rabbi! Cehennemde Kur’ân’ın hapsettiklerinden yani kendilerine ebediyyen cehennemde kalmak vacip olanlardan başka kimse katmadı! diyeceğim." buyurdular. (Yani üzerine cehennemde ebedî kalmak vacip olanlar). (Müslim, İman, 322)
2. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.), bir kısım insanları hesapsız cennete girmeleri için şefaatte bulunmasıdır.
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Bir gün Nebi (s.a.v.) yanımıza çıktı ve şöyle buyurdu: ’Bana ümmetler arzolundu. Bir peygamber beraberinde bir kişi ile, bir peygamber yanında iki kişi ile, bir peygamber beraberinde bir topluluk ile, bir peygamber de yanında hiç kimse olmadığı halde geçmeğe başladılar. (Uzakta) ufku kapatmış kalabalık bir topluluk gördüm de (bunun) ümmetim olmasını ümit ettim. (Bana): ’Bu, Mûsâ (Peygamber) ile kavmidir.’ dendi. Sonra bana: ’(Şu tarafa) bak!’ dendi. Ufku kapatmış kalabalık bir topluluk gördüm. (Yine bana): ’Şu tarafa ve şu tarafa bak!’ dendi. Ben (o taraflarda da) ufku kapatmış büyük bir topluluk gördüm. ’İşte bunlar ümmetindir. Bunlarla birlikte yetmiş bin (kişi) vardır ki, cennete hesapsız girerler’ dendi. (Ardından Rasûlullah odasına girdi ve cennete hesapsız gireceklerin vasıfları) kendilerine açıklanmadan insanlar dağıldı. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.)’in ashabı aralarında müzakere ettiler de: ’Bize gelince, şirk içinde doğduk. Fakat biz, Allah’a ve Rasûlü’ne iman ettik. Fakat işte (hesapsız cennete girecek olanlar) bizim (İslâm içinde doğan) oğullarımızdır.’ dediler. Bu (konuşma) Nebi (s.a.v.)’e ulaştı da (dışarı çıkıp): ’Onlar; (eşyada) uğursuzluk olduğunu kabul etmezler, efsun yapmazlar, (şifanın Allah’tan olduğuna inanıp) dağlama(ktan olduğuna inanma)zlar ve (her hususta) Rabb’lerine tevekkül ederler.’ buyurdu. Bunun üzerine Ukâşe b. Mihsan ayağa kalktı da: ’Ben onlardan mıyım yâ Rasûlallah?’ dedi. (Rasûlullah): ’Evet!’ buyurdu. Akabinde bir başkası ayağa kalktı da: ’Ben onlardan mıyım?’ dedi. (Rasûlullah): ’(Bu hususta) Ukâşe seni geçti!’ buyurdu. (Buhârî, Tıb, 42)
3. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) cennetliklere, cennete girmeleri ve cennet kapılarının açılması için şefaatte bulunmasıdır.
’Ben kıyamet gününde cennetin kapısına gelerek açılmasını isteyeceğim. Cennetin bekçisi (bana) : Sen kimsin? diyecek. Ben de: Muhammed’im diyeceğim. Bunun üzerine: ’Ben ancak sana açmaya memur oldum. Senden önce hiç bir kimseye (cennetin kapılarını) açmayacaktım.’ diyecek.’ (Müslim, İman, 333)
4. Gönülden iman eden herkesin faydalanacağı şefaat
Ebû Hureyre anlatıyor: "Bir defasında Allah’ın Rasulüne ’Kıyamet gününde senin şefaatinden en çok kim mutlu olacak?’ diye sordum. Allah’ın Rasulü buyurdular ki: ’Ebû Hureyre! Senin, sözlerime olan düşkünlüğünü bildiğim için, bu soruyu senden önce kimsenin sormayacağını tahmin ediyordum. Kıyamet günü, benim şefaatimden en çok mutlu olacak kişiler (hiç bir dünyevî beklentisi olmadan) içten bir şekilde ’Allah’tan başka bir ilah olmadığını’ söyleyenlerdir.’ (Buhari, Rikâk, 51)
5. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.), Cehenneme girmiş veya hak etmiş bulunan muvahhid fakat büyük günah işlemiş kimseler hakkında şefaatte bulunmasıdır.
Enes (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.’ (Tirmizî, sıfat-ı Kıyame, 11)
Ebu’z-Zübeyr haber verdi ki Cabir b. Abdillâh’a ’vürudun’ ne olduğu sorulurken işitmiş. Cabir şöyle demiş: ’Bizler kıyamet gününde filân yerden ve filân yerden geleceğiz. Bak (Yani bu insanların üstündedir) Derken milletler putları ile ve taptıkları şeylerle peyder pey çağrılacak sonra Rabbimiz bize gelerek: ’Siz kimi bekliyorsunuz?’ diyecek orada olanlar: ’Rabbimizi bekliyoruz cevabını!’ verecekler. ’Sizin Rabbiniz benim!’ diyecek onlar: Dur hele seni bir görelim! diyecekler. Bunun üzerine Teâlâ hazretleri onlara dıhk (tebessüm-gülme) buyurarak tecelli edecek ve onlarda ona tabi’ olacaklar ve mü’mîn veya münafık her insana bir nûr verilecek sonra o nurun peşine takılacaklar. Cehennem köprüsünün üzerinde bir takım çengeller ve pıtrak dikenleri vardır. Bunlar Allah’ın dilediklerini tutacaklar sonra münafıkların nuru sönecek sonra mü’minler kurtulacak. İlk zümre yüzleri bedir (dolunay) gecesinde ay gibi (parlak) yetmiş bin kişi olarak hesap görmeden kurtulacaklar, sonra onların arkasından gelenler gökteki yıldız nurları gibi (gelecekler sonra bu minval üzere diğerleri geçecekler. Sonra şefaat helâl olacak ve (Şefaat ehl-i) ’Allah’tan başka ilâh yoktur.’ Diyenlerle kalbinde bir arpa danesi ağırlığında imanı bulunanları cehennemden çıkarıncaya kadar şefaat edecekler, bu çıkarılanlar cennetin içine konacaklar Cennetlikler bunların üzerlerine su serpmeye başlayacaklar. Nihayet bunlar sel önünde nebat biter gibi bitecekler. Cehennemden çıkanda yanık eseri kalmayacak sonra kendisine dünya ve onunla birlikte dünyanın on misli verilinceye kadar dilekte bulunacak. (Müslim, İman 316)
6. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bazı kâfirler hakkındaki şefaatidir: Amcası Ebu Talip hakkındaki şefaati böyledir. Buharî’de (Rikak, 51 H. No: 3672) zikredilen bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
عن أبي سعيد الخدري رضي الله عنه: أنه سمع رسول الله صلى الله عليه وسلم، وذكر عنده عمه أبو طالب، فقال: ’لعله تنفعه شفاعتي يوم القيامة، فيجعل في ضحضاح من النار يبلغ كعبيه، يغلي منه أم دماغه’
’Efendimiz (s.a.v.)’in yanında amcası Ebû Talib anıldı da, O (s.a.v.): Umarım ki kıyamet gününde şefaatimin ona faydası olacaktır. Şefaatimle amcam topuklarına çıkabilen ateşten bir çukura konulacak, oradan beyni kaynayacaktır" buyurdular. Başka yerlerine ateş değmeyecektir.
Makalemizin buraya kadar olan kısmında İslam’da şefaatin varlığı, sözlük ve ıstılahî anlamları, Kur’ân’da şefaat ile ilgili âyetlerde şefaatin hangi anlamlarda zikredildiği, hadis-i şeriflerde şefaatin özellikle kıyamet gününde ne şekilde ve kimler hakkında ortaya çıkacağına değinilmiştir.
Buradan anlaşılmaktadır ki, İslam itikadında şefaat vardır ve haktır. Mümin olarak itikadımız Ehl-i sünnetin bu husustaki istikameti üzerinedir. Âhir zamanda amelde ve ahlaktaki fitnelerin arttığı gibi bu bozulma itikadî konulara da sirayet etmiştir. İslamî ilimler içerisinde, itikadî konular şek ve şüpheyi kabul etmeyen doğru bir yol tutmakla ebedi kurtuluş elde edilebilecekleri izah edilirken, bu hususta yanlış bir yola girmek kişinin uhrevi hayatını tamamen hüsrana çevirebilir. Bu nedenle itikadî konuların Ehl-i sünnet yolu üzerine anlaşılması ve onu ifsad eden bidat ve batıl itikatlardan şiddetle kaçınılması, üzerinde dikkatle durulması gereken son derece önemli bir husustur.
Yazımızın ikinci kısmında ise makalemiz; kimlerin şefaat etme hakkına sahip olacağı, şefaatin inkarı, inkar eden kimselerin itikadî durumları ve şefaatle ilgili bazı tereddütlere cevap niteliğinde devam edecektir, Rabbimizin izni, inayet ve nusretiyle….
Âyet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerde 'Şefaat' - 1.bölüm
Özlenen Rehber Dergisi 127. Sayı
Allah razı olsun . Şefaati inkar edenlere nede güzel cevap olmuş.
Efendimden Allah Razı olsun Himmet ve Nazarlarını üzerimizden eksik etmesin.Başta Hz. Peygamber efendimizolmak üzere büyüklerimizin şefaatiye taçlandırsın İnşallah