Özlenen Rehber Dergisi

86.Sayı

Gündem...şemâili Şerif Risalet Gerdanlığının En Müstesna İncisi

Hatice ZEYNEP Özlenen Rehber Dergisi 86. Sayı
ŞEMÂİL-İ ŞERİF

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah (s.a.s.)’in Kutlu Doğumlarının seneyi devriyesinde, onu daha yakından tanımamıza vesile olması için Rasûlullah (s.a.s.)’i hayatta iken görme şerefine nail olan sahabesine kulak verelim ve onlardan dinleyelim.
Hz. Ali, Enes b. Malik, Ebû Hureyre, İbn Abbas, Hz. Âişe ve diğer pek çok sahabeden nakledilen haberlere göre; ’Efendimiz (s.a.s.) son derece güzel renkli, gözbebeği büyük ve siyah, göz çukurları genişce, gözünün beyazı biraz kırmızıya çalar bir sekilde, kirpikleri uzun, daima parlayan bir yüz, kaşları uzun ve ince, burnu son derece güzel ve düzgün, seyrek dişli, yuvarlak yüzlü, geniş alınlı, dalgalı ve gür sakallı, karnı ve göğsü eşit bir şekilde düzgün, omuzları geniş, kemikleri ve pazuları kalın, avuçları ve ayaları genişce, el ve ayak parmakları düzgün ve dolgun ne çok uzun ve ne de çok kısadır. Beraberinde yürüyen hiç kimse ondan uzun olamazdı. Saçları ne kıvırcık ne de çok düz, güldüğü zaman dişleri şimsek gibi parlak, beyaz bulut kadar ak, konuştuğu zaman inci gibi beyaz, boynu görülmemiş şekilde güzel, ne çok kalın ne çok sarkık, vücudundaki etler gayet sabit ve uyumlu idi.
Ebû Hureyre (r.a.): ’Rasûlullah (s.a.s.)’den daha güzel hiç kimseyi görmedim. Sanki güneş olanca parlaklığı ile yüzünde parlıyordu. Güldüğü zaman, dişleri duvarlara aydınlık saçardı.’
Rasûlullah (s.a.s.) elini bir adamın eline koyup musafaha yaptığında gün boyunca adamın elinden o güzel koku çıkmazdı. Bir çocuğun başını okşadığı zaman diğer çocuklar arasında o çocuk hemen belli olurdu. Cabir (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.s.) beni devesinin arkasına aldı. Ben de Nübüvvet mührünü ağzıma aldım. Bana misk gibi kokuyordu.’
Büyük abdeste çıkmak istediği zaman yer yarılır gaitasını ve idrarını yutardı. Ardında güzel bir koku zahir olurdu. Taşa bastıklarında ayak izi çıkmış, kuma bastıklarında çıkmamıştır. Mübarek gölgeleri yere düşmemiştir. Uyuduklarında abdestleri bozulmazdı. Bir aylık uzaktaki düşmanın kalbine korku salınırdı.
Vehb b. Münebbih der ki: ’71 kitab okudum. Hepsinde şu gerçekle karşılaştım. Dünya kurulduğu günden bu yana hatta kıyamete kadar Allah Teâlâ, Rasûlüne verdiği akıldan, insanlara ancak dünya kumlarından bir kum tanesi kadar vermiştir.’
Mücahid bin Cebir der ki: Rasûlullah (s.a.s.) namaza kalktıklarında arkasındakini tıpkı önündekileri gördüğü gibi görürlerdi.
Hz. Âişe (r.anhâ): ’Rasûlullah (s.a.s.) karanlıkta tıpkı aydınlıkta gördükleri gibi görürlerdi.’
Ebû Hureyre (r.a.): ’Yürüyüşünde Rasûlullah (s.a.s.)’den daha süratli birini görmedim. Sanki yer O’na dürülüyordu. Biz bütün gücümüzü sarf edip kendimizi zorluyorduk. O (s.a.s.), hiç aldırmıyordu.’
Rasûlullah (s.a.s.)’in gülmesi tebessümden ibaretti. Bir yere bakmak için döndüğü zaman bütün vücudu ile dönerlerdi. Yürüdüklerinde sanki yüksek bir yerden iniyormuş gibi sert adımlarla yürürlerdi.
Hz. Ali (r.a.), Efendimiz (s.a.s.)’i vasfederken şunları söylerdi: ’Rasûlullah (s.a.s.) son derece tahammüllüydü. Lehce bakımından insanların en doğrusuydu. Yaratılış bakımından en yumuşak tabiatlısıydı. Adab-ı muaşeret cihetinden en güzel olandı.’
Hz. Âişe (r.anhâ): ’Rasûlullah (s.a.s.) kadar güzel ahlâka sahib hiç kimse görmedim. Her ne zaman ashabından veya ehl-i beytinden biri seslenmiş olsa, mutlaka ’buyur’ demişlerdir.’
Rasûlullah (s.a.s.) zamanının çoğunu sahabesi ile geçirirlerdi. Onların aralarına girererek sohbet eder ve onlarla şakalaşırlardı. Ashabına Ebû Turab, Ebû Hureyre gibi künyeler takardı. Onlara şeref kazandırmak için en sevdikleri isimlerle çağırırlardı. Kimsenin sözünü kesmezdi. Konuştuklarında sözü yarıda bırakmazlardı. Konuştuğu kimse, sözü bırakmazsa yahut gitmek icin ayağa kalkmazsa sohbete devam ederlerdi. Namaz kılarken yanına biri gelip oturursa namazı uzun tutmaz, hemen namazı bitirip ona ne istediğini sorardı. Gelen kişinin ihtiyacını karşıladıktan sonra yine namazına avdet ederdi.
Yolda gördüğü çocuklara dahi selam verir, onlarla ilgilenirdi. Hür, köle, cariye veya yoksul (kim olursa olsun) kendisini davet ettiğinde mutlaka davetlerine icabet buyururlardı. Şehrin en uzak mahallinde dahi olsa hastaları ziyaret ederlerdi. Özür beyan edenlerin özrünü kabul ederlerdi. Ziyaretine gelenlere ikram ederdi, çok defa elbisesini sererdi. Bazen de altındaki minderi misafire verir ve üzerine oturması için işaret ederdi.
Hz. Âişe (r.anhâ): ’Rasûlullah (s.a.s.)’in karnı (hiç bir zaman) yemekten doymamıştır. Bu hususta hiç kimseye yakınmamıştır. İhtiyaç, onun için zenginlikten daha iyi idi. Bütün gece açlıktan kıvransa bile onun bu durumu, gündüz orucundan alıkoyamazdı. Rabbinden yeryüzünün hazinelerini, meyvelerini ve refah hayatını talep etse verilecek olmasına rağmen O (s.a.s.), buna rağbet etmezdi. Andolsun ki onun bu halini gördüğüm zaman, acırdım ve ağlardım. Elimle karnını sıvazlardım ve derdim ki: ’Canım sana feda olsun, ya Rasûlallah! Size güç verecek, şu dünyadan bazı menfaatler temin etseniz olmaz mı?
Rasûlullah (s.a.s.): ’Ey Âişe! Dünya benim neyime! Ulû’l-Azimden olan Peygamber kardeşlerim, bundan daha çetin olanına karşı tahammül gösterdiler. Fakat o halleri ile yaşayışlarına devam ettiler ve Rablerine kavuştular. Bu sebeble Rabb’leri onların kendisine dönüşlerinden razı oldu ve sevablarını artırdı. Ben refah bir hayat yaşamaktan hayâ ediyorum. Çünkü böyle bir hayat beni onlardan geri bırakır. Benim için en güzel ve sevimli şey kardeşlerime, dostlarıma kavuşmak ve onlara katılmaktır.’
Hz. Âişe annemiz der ki: Rasûlullah (s.a.s.) bu sözlerden bir ay sonra vefat etti.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.