Özlenen Rehber Dergisi

5.Sayı

Yaşanmayan Sünnet

Muhammed DAĞ Özlenen Rehber Dergisi 5. Sayı
İslam dini Allah’ın insanlar için indirdiği son dindir. Bu din, son din olması itibarıyla bir takım özelliklere haizdir. Bu özellikleri iki madde halinde sayabiliriz.

1- İslam dini evrensel bir dindir: Yani, bir ırka, bir toplulu?a nispet edilmesi mümkün de?ildir. Her ırktan, her topluluktan insanın bu dine inanması zaruridir. “Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”(Âl-i İmran 3/85) ayet-i kerimesi, bu zaruretin ilahi bir ifadesidir. İslam’ın evrenselli?ine binaen, hükümlerinin de evrensel olması kaçınılmazdır. Dünyanın neresinde olursa olsun, iman eden herkes, bu hükümlere uyma açısından aynı sorumlulu?a sahiptir.

2- İslam’ın dinin tebli?cisi ve son peygamber olan Peygamber Efendimiz (s.a.s) de evrensel bir peygamberdir. Evrensel dinin temsilcisi olan Efendimiz’in hayatı da evrensel olmalıdır. Peygamber Efendimiz’in hayatının evrensel olması demek; zamana yenik dü?erek unutulup giden insanların aksine evrensel bir dinin elçisi olması hasebiyle elçisi oldu?u din yer yüzünde var oldu?u müddetçe hem zaman hem mekan olarak varlı?ını devam ettirmesi demektir.

Bu yüzden evrensel bir dinin elçisi ve evrensel bir peygamber olan Efendimiz (a.s)’ın, söylediklerini, ya?adıklarını nakletmek; O, bu dünyadan ayrılıktan sonra daha bir önem kazanmı?tır. Bunun böyle olması gayet gerekli oldu?u gibi Kur’an’ın da bize açık emridir. Zira Ahzab Süresi’nde Allah Teala Hz. Peygamber’de alaca?ımız örnekler oldu?unu vurgulamaktadır. O’nun ahlakı bize en güzel örnektir. Bunun farkında olan sahabe, tâbi’un ve muhaddisler, Efendimiz (a.s)’ın sünnetlerini muhafaza edip sonraki nesillere aktarma gayreti içerisinde olmu?lardır; ancak sahabe ve tâbi’un efendilerimizin sünnete ittibadaki hassasiyeti ve hadis alimlerimizin sünneti kayıt altına alarak korunmasına ra?men, Efendimiz (s.a.v)’in, insanlı?ın hidayet rehberi olan sünnetleri tarih içerisinde unutulmaya yüz tutmu? veya bazı etkilerden dolayı ya?anmaz hale gelmi?tir.

Halbuki, gerek İmamı Nevevî, gerekse de di?er ulema kırk hadis gibi çalı?malar hazırlarken her sünnetin bir bidati yıkaca?ı gerçe?inin altını çizmi?lerdir. Bu anlayı? zaman içinde bozularak, yerini basit ve içi bo? tartı?malar almı?tır. Buna basit bir misal verecek olursak: İmran b. Hüsayn sünnetten bir takım bahisler naklederken orada bulunanlardan birisi, Kur’an’dan söz etmesini isteyince, ona ?unları söylemi?tir:

“Sen ve senin gibiler Kur’an okuyorsunuz. Bana namazda riayet edilmesi gereken hususlar hakkında (Kur’an’a dayanarak) açıklamalar yapabilir misin? Altından, deveden, inek türünden ve çe?itli mallardan zekatın nasıl verilece?ini (Ku’an’dan hareketle) bana anlatabilir misin? Hem senin bulunmadı?ın yerde ben hazır idim...” Adam: “Allah ömrünü uzatsın, beni ihya ettin.”dedi.
(el-Müstedrek,1,192) Bu hadiseden anlıyoruz ki, Kur’an, Allah (c.c)’ın emir ve yasaklarını anlama ve hayata tatbik etmede tek ba?ına yeterli de?ildir. O’nun Hz. Peygamber’in sünnetiyle tefsir edilmesi ve pratik hayatta nasıl uygulanaca?ının gösterilmesi gerekir. Zâten sünnette bunu yapmı?tır.

Sünnet denilince akla ilk gelen ?ey, Peygamberimiz (s.as)’ in yapıp ettikleri gelmektedir. Fıkıhçılar, sünneti, farz ya da vacip olmayarak, Hz. Peygamberimizden (s.a.s) geldi?i sabit olan her bir hüküm ?eklinde tarif ederken; hadisçiler, Hz. Peygamber (s.a.v)’den nakledilen her türlü söz, fiil, takrir, ya da yaratılı?ına dair özellikler olarak tarif eder. Bu özellikler, Hz. Muhammed (s.a.v)’e peygamberlik verilmeden önceki döneme ait olması ile olmaması arasında bir fark yoktur. Bu tanımlamaya genel olarak katılmakla beraber tarifin biraz daha genel ifade kullanarak yeniden yapılması taraftarıyız. Sünneti aslında en kısa ifadelerle;

“Hz. Peygamber’in dini anlama ve hayata tatbik etme yöntemidir.” ?eklinde tarif etmek mümkündür. Zaten onun bize örnek, model olmasının önemi burada yatmaktadır. Allah’ın dinini en iyi anlayan ancak O’nun elçisi olabilir. Dinin en güzel uygulanması ise dini en iyi anlayan tarafından gerçekle?tirilebilir. Bu yüzden fıkıhçıların dedi?i gibi, sünnet, Rasûlullah’dan geldi?i sabit olan, farz ve vaciplerin dı?ında kalan hükümler de?il, aksine dinimizi anlamada ve ya?amada yerine göre nafile, yerine göre ise vacip ve farz olan söz, fiil ve takrirlerdir.

Bütün bunlardan sonra sünnetin hayatımız içerisinde ne kadar aktif bir unsur oldu?unu gözden geçirmemiz gerekmektedir. Bu gün sünnet, fıkıhçıların anladı?ı ?ekilde anla?ılmakta ve tatbik edilmektedir. Yani “Hz. Peygamber’in yapmı? oldu?u, farz ve vaciplerin dı?ında kalan bir amel yapılırsa mükafata nail olunur, yapılmazsa kula bir sorumluluk yoktur.” Elbette ki bu anlayı? insanların sünnetten büyük ölçüde kopmasına, ya?ayan/hayata tatbik edilen sünnetten uzakla?masına sebep olmu?tur. Ya?anan sünnet o kadar sınırlı ?eyler ki bunları oturup bir çırpıda sayabilirsiniz. Halbuki ya?anmayan sünnetler o kadar fazla ki, nerdeyse ya?adıklarımız ya?amadıklarımızın yanında bir nokta gibidir.

Peki ya?anmayan sünnet bu kadar çoksa bunun sebep veya sebepleri neler olabilir. Kanaatimizce bunun tek bir sebebi yoktur. Tespit edebildi?imiz bu sebepleri ?öyle sıralayabiliriz

1- Sünnet kavramında yer alan tartı?malar:
Bir çok ilim adamı, hangi ?eylerin sünnet kavramı altına girdi?i veya girmedi?i konusunda ciddi tartı?malar yapmı?lardır. Bir kısmı; Peygamberimizin bütün hallerini sünnet kavramı altına ele alırken, bir kısmı da be?eri özellikleri ile peygamberî özelliklerini ayrı tutmu?tur. Bu da sünnetin algılanması ve ya?anmasında, farklılıkların olu?masına neden olmu?tur. Mesela; hadisçilerin ve fıkıhçıların, farklı sünnet anlayı?ları bu tartı?malara en güzel örnektir. Buna yukarda kısaca de?inmeye çalı?mı?tık.

2- Sünnetin rivayetinde sıhhat tartı?ması:
Bu da sünnetin rivayetinde sıhhat tartı?masıyla gün yüzüne çıkmı? ve bir kısmının, ‘sünnet’ kabul etti?ini; bir kısmı, sıhhat ?artını ileri sürerek sünnet olarak de?erlendirmemi?tir. Bu da sünnetin ya?anma noktasında sıkıntı ya?anmasına sebep olmu?tur.

3- Peygamberimizin, de?erlendirilmesinde yapılan yanlı?lıklar:
Bir grup, Efendimiz (s.a.v)’i normal bir be?er gibi algılayıp, Efendimize hiçbir ?ekilde manevî boyut yüklememektedirler. Bu anlayı?ta olan kimseler, Efendimiz (a.s)’ı Kur’an’ın lafızlarını insanlara ula?tırmaktan ba?ka hiçbir görevi olmayan, vahyi kullara tebyin etme/açıklama yetkisi kendisine verilmemi?, sıradan bir insan olarak de?erlendiriyorlar. Günümüzde bazı çevrelerce reformist olarak adlandırılan bu kimselerin bir kısmı, iyi niyetle hareket etmi?lerse de toplum içerisinde fazla bir kabul görmemi?lerdir. Bu dü?üncede olan kesimin ço?unun genel ilham kaynakları oryantalist denilen batı kökenli yazarlardır. Bunlar nazarında, sünnet, dinde çok önemli bir yer tutmaz.

Bir de bunların tamamen zıttı bulunan grup var ki bunlar da peygamberimizi tamamen be?er üstü görmü? ve zamanın ?artlarını dikkate almadan, her ?eyi, sünnet görüp, adeta bunları farz derecesinde anlayarak hareket etmi?lerdir. Bunlar zaman zaman kendi gibi ya?amayanları kafir ilan edecek dereceye gitmi?lerdir. Bu grubun böyle sert bir yakla?ımı sünnete kar?ı olan ilgiyi azaltmı?tır. Bunların da aslında çok iyi niyetlerle hareket ettiklerine inanıyoruz; fakat her iyi niyetin, insanı cennete götürmedi?ini de iyi biliyoruz.

4-Cemaatlerin yanlı? tutumları:
Bir çok cemaat, sünneti ya?ayabilme çabası içerisindedir. Bu çabayı takdir ile kar?ılamamak mümkün de?ildir. Fakat yapılan bir yanlı? var ki, bu sünnetin ba?kalarınca i?lenmesini olanaksız hale getirmektedir. Mesela, bir konuyla ilgili birden fazla sünnet olmasına ra?men, bir cemaatin sürekli aynı sünneti tatbik etmesi ve tatbik edilen bu sünnetin ba?kalarınca o cemaate özgü bir davranı?, usul veya erkanmı? gibi algılanmı? olması da, sünnetin ya?anmasına engel te?kil eder olmu?tur.

Bütün bu söylenilenlerden sonra diyebiliriz ki; sünnetin toplum hayatında yeniden etkin bir yere sahip olması için, “sünnet anlayı?ımızı” yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir. Bir dinin elçisine ittiba, aslında dinin gerçek sahibine itaattir. Bu nedenle Allah (c.c), kendi ho?nut olmadı?ı bir elçiyi göndermeyece?i gibi, her ne ?ekilde olursa olsun göndermi? oldu?u elçisine ittiba etmeyenden de ho?nut olmayaca?ı ?üphe götürmeyen bir hakikattir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in anladı?ı gibi dinimizi anlamaya ve ya?adı?ı gibi ya?amaya çalı?mak, bizim asıl gayemiz olmalıdır. Zaten sünnete gerçek ittiba da budur.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.