Kur'an'dan İdrake Yansıyanlar..
Özlenen Rehber Dergisi 75. Sayı
Kur’ân-ı Kerim’in Rey İle Tefsir EdilmesiKur’an-ı Kerim, insanlara hak ile batılı aşikâre gösteren, insanlara hidayet kaynağı olan, insanların dünyevî ve uhrevî huzura erişmelerini sağlayan Allah-u Teâlâ’nın mu’ciz kelamıdır. Allah (c.c.); Kur’an’ı -birkaçını burada ta’dât ettiğimiz hususiyetleri hasebiyle- içerisinde indirildiği toplumun diliyle inzal buyurmuştur. Sadece Kur’ân-ı Kerim değil, bütün ilahi kitaplar, sahifeler indirildikleri toplumların dilleriyle indirilmiştir ki böylece insanlar o ilahi ihtarları, müjdeleri, emir ve nehiyleri dinleyip anlasınlar ve gereğince amel etsinler. Bu gayeye matuf olarak da, Allah-u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’in birçok ayetinde “Hâlâ düşünmüyor musunuz?” “Bunda düşünen insanlar için ayetler vardır.” “Ey akıl sahipleri, ibret alın!” buyurmuş ve kullarına inzal buyurduğu kelamını anlama cehdinde bulunmalarını emretmiştir. Filhakika, Kur’an’ın doğru bir şekilde anlaşılması için de, Kur’an’daki bir kısım ayetleri, diğer bazı ayetlerin tefsiri kılmıştır. Yine Hz. Rasûlullah da (s.a.s.); söz, fiil ve takrirlerinde Kur’an’ı tefsir etmiş hatta ayet-i kerimede Kur’an’ın, Efendimizin dili ile kolaylaştırıldığı bize söylenmiştir. İşte Kur’an’ın anlaşılmasını bize kolaylaştırıp bizi Kur’an’ı doğru anlamaya götüren bu husus aynı zamanda tefsirin “mutlak hakikat” olan kısmıdır.Hz. Rasûlullah’tan (s.a.s.) sonra ise Kur’an’ı anlama cehdi olan bu ilmin sancağını sonraki nesillere taşıyanlar, Rasûlullah’tan (s.a.s.) Kur’ân-ı Kerim’i tefsir etmede takip edecekleri yöntemi de alan Ashab-ı Kiram (r.anhum) olmuştur. Daha sonraki nesiller de bu ilme kendilerini adamışlar ve kendi güçleri, istidatları çerçevesinde Kur’an’ı anlamaya çalışmışlardır. Ortaya konulan sayısız tefsir kitapları bu hâlin bir tezahürüdür.Bu süreç içerisinde Kur’an’ın tefsirinde genel itibariyle iki metot belirginleşmiştir. Bunlardan birincisi; rivayet ile tefsir, diğeri ise dirayet (rey) ile tefsirdir. Rivayet tefsiri Kur’an’ın; Kur’an, Sünnet ve Sahabe sözleri ile tefsiridir. Dirayet (Rey) tefsiri ise, en genel ifade ile Kur’an’ın akıl ile tefsir edilmesidir.İki tefsir metodu da Kur’an’ın inzal olmaya başladığı zamandan beri Kur’an’ın anlaşılmasında kullanılmıştır ve hâlâ da kullanılmaktadır. Ancak özellikle rey ile tefsir konusunda İslâm âlimleri arasında bazı fikir ayrılıkları görülmüştür. Rey ile tefsirin cevazı ve nehyedilmiş olması babında karşılıklı deliller serdedilmiş, yorumlar yapılmıştır. Bu delillerin ve yorumların hepsini burada incelemek mümkün olmamakla beraber konunun mihenk noktasını teşkil eden şu iki rivayete değinmek yeterli olacaktır. Zira bu iki rivayetin tahlili meseleyi tamamen ortaya koyacak genişliktedir.Bu iki hadîs-i şerif şunlardır:Birinci Hadîs:Hadîs’in Tirmizî’deki lafızları şöyledir:حَدَّثَنَا عَبْدُ اللّٰهِ بنُ حُمَيْدٍ حَدَّثَنِي حَبَّانُ هِلَالٍ أَخْبَرَنَا سُهَيْلُ ابنُ عَبْدِ اللّٰهِ وهُوَ ابنُ أبِي حَزْمِ القُطَعِيِّ حَدَّثنَا أَبُو عِمْرانَ الجَوْنِيُّ عَنْ جُنْدُبِ بنِ عَبْدِ اللّٰهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ: ’مَنْ قَالَ فِي الْقُرْآنِ بِرَأْيِهِ فَأَصَابَ فَقَدْ أَخْطَأَ.’Cündüb b. Abdullah (r.a.) dedi ki: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Her kim Kur’an hakkında kendi görüşüne (rey) göre konuşur da isabet ederse şüphesiz o, (yine de) yanılmıştır.” Hadîs’in Ebu Dâvûd’da geçen rivayeti ise şöyledir:حَدَّثَنَا عَبْدُ اللّٰهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ يَحْيٰى ثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِسْحَاقَ الْمُقْرِي الْحَضْرَمِي ثَنَا سُهَيْلُ بْنُ مهْرَانَ أَخُو حَزْمِ الْقُطَعِيِّ ثَنَا أَبُو عِمْرَانَ عَنْ جُنْدُبٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ’ثُمَّ مَنْ قَالَ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ بِرَأْيِهِ فَأَصَابَ فَقَدْ أَخْطَأَ’Cündüb (r.a.) dedi ki: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sonra, her kim Allah Azze ve Celle’nin kitabı hakkında kendi görüşüne (rey) göre konuşurda isabet ederse şüphesiz o, (yine de) yanılmıştır.” İkinci Hadîs:Hadîs, iki kanaldan gelmektedir. İkisi de Tirmizî’dedir. İki rivayetin metni de şöyledir:حَدَّثَنَا مَحْمُودُ بنُ غَيْلَانَ أَخْبَرَنَا بِشْرُ بنُ السَّرِّى أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ عَنْ عَبْدِ الْأَعْلٰى عَنْ سَعِيدِ بنِ جُبَيْرٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ: ’مَنْ قَالَ فِي الْقُرْآنِ بِغَيْرِ عِلْمٍ فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ.’İbn-i Abbas (r.a.) dedi ki: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Kim Kur’an hakkında ilimsiz olarak konuşursa Cehennem’de oturacağı yeri hazırlasın.” حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ وَكِيعٍ, أَخْبَرَنَا سُوَيْدُ بْنُ عَمْرٍو الْكَلىُّ, أَخْبَرَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ عَبْدِ الْأَعْلٰى عَنْ سَعِيدِ بنِ جُبَيْرٍ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قَالَ: ’اتَّقُوا الْحَدِيثَ عَنِّي إِلَّا مَا عَلِمْتُمْ فَمَنْ كَذَبَ عَلَيَّ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَـبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ, و مَنْ قَالَ فِي الْقُرْآنِ بِرَأْيِهِ فَلْيَتَـبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ.’İbn-i Abbas’tan (r.a.) rivayet edildiğine göre Nebi (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Benden, (benim sözüm olduğunu) bildiğiniz (hadîs) hariç hadîs rivayet etmekten sakınınız. Kim ki bana dair kasıtlı olarak yalan söylerse Cehennem’de oturacağı yeri hazırlasın. Her kim Kur’an hakkında kendi görüşüne göre konuşursa Cehennem’de oturacağı yeri hazırlasın.” Hadîslerde görüldüğü üzere Kur’an hakkında reyiyle fikir beyan eden kişinin evvelemirde, görüşünde isabet etse de hata etmiş olacağı ve nihayetinde de elim bir azaba duçar olacağı ifade edilmektedir. Bu ve benzer hadîslere rağmen rey ile tefsirin nasıl varlığını devam ettirdiği dikkat çeken bir konudur.Hadîslerde nehyedilen durumun, realitede devam edebilmesinin yorumu; tefsir ilmi başta olmak üzere İslamî ilimlerle uğraşanların, bu ilimlerle alakalı söz söylemede gösterecekleri ahlakîliği ortaya koyması açısından önemlidir. Yoksa bu delillere karşıt deliller ve yorumlar tarih içerisinde her zaman serdedilmiştir. Biz de burada, bir tarafta durup diğer tarafa karşı deliller koyma amacında değil; bilakis bunların yekûnundan neyin anlatılmak istenildiğini ortaya koyma düşüncesindeyiz.Öncelikle bu hadîs-i şeriflerde iki kelime dikkat çekmektedir. Bu kelimeler, aynı zamanda konunun “anahtar kelimeleri” olarak da ifade edilebilir. Onlar: “بِرَأْيِهِ” ve “بِغَيْرِ عِلْمٍ” kelimeleridir. Dikkat edilirse ikinci hadîsin iki tarikinde bu iki kelime yer değiştirmiştir. Aslına bakılırsa bu tahvil gerek birinci hadîsin ve gerekse ikinci hadîsin şerhinde; hadîs şarihlerine, görüşleri konusunda bir delil daha sunmuş. Ve “بِرَأْيِهِ” (rey) kelimesiyle kastedilenin “بِغَيْرِ عِلْمٍ” (ilimsiz olma) olduğu yönünde yorumlar, kaynaklarda ağır basmıştır.Evet bu hadîslerde geçen “rey” kelimesi, kişinin konuştuğu şey hakkında ilminin olmamasını ifade etmek için kullanılmış olabilir. Dolayısıyla da Efendimiz’in bu ifadeleri bir bütün olarak rey’i/aklı nefyetmek amaçlı değildir. Bu hususu destekleyen güzel bir örneği şu hadîste görmekteyiz:“Mesruk şöyle dedi: Abdullah’ın (İbn-i Mes’ud) yanına biri gelip dedi ki: Şimdi mescide bir kimseyi terk ettim. Kur’an’ı kendi reyiyle tefsir edip duruyordu: ‘O halde semanın apaşikar bir duman getireceği günü gözetle’ ayetini tefsir ederken: Kıyamet günü insanlara bir duman gelip bu duman onların nefeslerini kesecek ve hatta o duman yüzünden onlara nezle hey’eti gibi bir hâl arız olacak.’ dedi. Bunun üzerine Abdullah İbn-i Mes’ud: ‘Her kim bir ilim biliyorsa onu söylesin, bilmeyen de Allah bilir desin. Çünkü insanın bilmediği şey için Allah bilir demesi de onun ince anlayışındandır.Bu duman hadisesi şöyle oldu: Kureyş, Peygamber’e karşı çetin davrandıkları zaman, Peygamber onların aleyhine Yusuf’un (a.s.) kıtlık yılları gibi kıtlık yılları ile beddua etti de onlara meşakkatli çetin bir kıtlık isabet etti. Nihayet iş o dereceye vardı ki, insan semaya baktığında açlığın şiddetinden dolayı kendisi ile gökyüzü arasındaki hava tabakasını duman şekli gibi görürdü. Hatta onlar kemikleri kemirip yediler. Bu çok sıkıntılı vaziyet üzerine Peygamber’in huzuruna bir adam geldi de:“Yâ Rasûlallah! Mudar kabilesi için Allah’tan mağfiret niyazında bulun. Zira onlar helak oldular.” dedi, buna karşılık Rasûlullah (s.a.v.):“Nasıl, Mudar için mi dua edeyim? Sen hakikaten bir cüretkârsın.” buyurdu. Bununla beraber Rasûlullah onlar için Allah’a dua etti. Bunun akabinde de Aziz ve Celil olan Allah: “Biz bu azabı biraz açıp kaldıracağız. Fakat siz şüphesiz yine dönecek olanlarsınız” ayetini indirdi. Peygamber’in duası üzerine onlar yağmura kavuştular. Kendilerine refahiyet hali ulaştığında üzerinde bulundukları küfür haline döndüler. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah: “O halde semanın apaşikar bir duman getireceği günü gözetle. O insanları saracaktır. Bu, pek yaman bir azap. Ey Rabbimiz! Bizden bu azabı açıp kaldır. Çünkü biz iman edeceğiz (dediler)” ayetini indirdi. “Çok büyük bir şiddet ve savletle yakalayacağımız gün, muhakkak ki biz intikam alıcılarız” ayetindeki ‘batş/şiddetle yakalamak’la Allah, Bedr gününü kasteder.” dedi.” Hadîs’te, Abdullah b. Mes’ud (r.a.) rey ile tefsir yapan kişi hakkında onun reyini değil; ayetin tefsirini yaparken ifade ettiği reyin herhangi bir delile dayanmamasını eleştirmiştir ve meselenin aslını bizzat yaşadığı ayetin nüzul ortamını anlatarak (yani bir delile istinaden) açıklamıştır. Bu olay bize herhangi bir ayeti okuyup ayetin nüzul sebebi, siyak-sibakı, Kur’an ve Sünnet’te o ayetin açıklandığı ayet ve hadisleri araştırmaksızın “aklına” geldiği gibi yorumlamanın yanlışlığını göstermiştir. Yoksa; Kur’an’ı akıl ile tefsir etmenin yanlışlığını bize söylememektedir.İbn-i Mes’ud’dan (r.a.) rivayet edilen: “Sizin âlimleriniz gidiyorlar ve insanlar cahilleri kendilerine önder ediniyorlar, onlar da işleri kendi reyleriyle kıyas ederler.” Sözü de aslında bu manayı anlatmaktadır. Yine Abdullah b. Mes’ud’un (r.a.) muhtemelen etrafındaki talebelerine yapmış olduğu şu tavsiye de konuya ışık tutmaktadır. O, onlara: “Sizin karşınıza bir muhakeme işi çıkarsa Allah’ın kitabıyla hüküm verin, onda bulamazsanız Rasûlullah’ın (s.a.s.) sünnetiyle onda da bulamazsanız sâlihlerin verdiği hükümle hüküm verin. Bu kişi: “Ben korkarım, ben nasıl görüş (rey) beyan ederim?” demesin. Çünkü haram bellidir, helâl bellidir. Bu ikisi arasında ise şüpheli işler vardır. Bunun için seni şüpheye düşürmeyeni değil seni şüpheye düşüreni bırak.” Bu ifadeler Kur’an ve sünnet hakkında ilim sahibi olarak ayetlerin tefsirinin yapılabileceğini göstermektedir. Hatta bu hususta birçok hadîste teşvik de vardır. Öyle ki, Kur’an’ın tefsiri üzerinde konuşmaya Kur’an ve Sünnet hakkında ilim sahibi olan bir insan –diğerlerine nazaran- daha fazla hak sahibidir. Efendimiz (a.s.) Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona ne ile hükmedeceğini sorar. O da, Kur’an ile hükmedeceğini söyler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) “Kur’an’da bulamadığında ne ile hükmedeceksin?” der. Muaz (r.a.) Rasûlü’nün sünnetiyle hükmederim der. Efendimiz (s.a.s.) Sünnet’te de bulamadığı bir konuda nasıl hüküm vereceğini sorduğunda ise Muaz (r.a.) kendi “rey”i ile içtihad edeceğini söyler. Bu söz Rasûlullah’ı (s.a.s.) çok fazla mutlu eder. Bu olay, görüldüğü üzere dinde rey ile hüküm vermenin teşvik edildiği çok güzel bir olaydır. Ancak bu “rey” nitelikli bir “rey”dir. Aynı zamanda dinde mezmum olan; alelade, kafasına geldiği gibi konuşma bağlamından çok uzak bir rey’dir. Hadîsteki siyaku’l-kelamın da işaret ettiği gibi, Kur’an ve Sünnet üzerine kurulu, onlardan yola çıkılarak icra edilen bir düşünce hareketidir, bu rey. İşte bu hâliyle de dinde makbul olunan ve övülen reydir.Şu kadar var ki yukarıdaki hadîslerdeki “بِرَأْيِهِ” kelimesini sadece, ilimsiz olarak Kur’an hakkında konuşmaya hamletmek eksik kalır. Tarihin her safhasında kendine yer bulmaya çalışmış ve hatta günümüzde de tezahürleri devam eden yanlış ve sapık fikirleri yalnızca o fikir sahiplerinin ilimsizliğine vermek eksik kalır. Zira bu yanlış fikirlerin çoğu zahiren ilim okumuş, mürekkep yalamış insanlar tarafından ortaya atılmıştır. Öyleyse bu kelimenin kapsamını genişletmek gerekmektedir. “Rey” kelimesi bu manada “heva ve hevese, nefsin kötü arzu ve isteklerine göre hüküm verme” anlamında da kullanılabilir. Konuyla alakalı şu hadîs-i şerifi tekrardan düşünmekte yarar vardır.عَنْ جَعْفَرِ بْنِ مُحَمَّدٍ عَنْ جَدِّهِ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ قَالَ: أَوَّلُ مَنْ قَاسَ أَمْرَ الدِّينِ بِرَأْيِهِ إِبْلِيسُ قَالَ اللّٰهُ لَهُ اسْجُدْ لِآدَمَ فَقَالَ أَنَا خَيَرٌ مِنْهُ خَلَقْتَنِي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طِينٍ. قَالَ جَعْفَرُ: فَمَنْ قَاسَ أَمْرَ الدِّينِ بِرَأْيِهِ قَرَّنَهُ اللّٰهُ تَعَالٰى يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِإِبْلِيسَ لِأَنَّهُ اتَّبَعَهُ بِالْقِيَاسِ.Ebû Nuaym, -Hilye’de- ve Deylemî, Ca’fer b. Muhammed’den O’da dedesinden Rasûlullah’ın (s.a.s.) şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Din konusunda kendi reyiyle ilk kıyas eden kişi İblis’tir. Allah-u Teâlâ ona: “Âdem’e secde et” dedi. O da: “Beni ateşten onu da balçıktan yarattın.” dedi. Ca’fer dedi ki: “Kim din işinde kendi reyine göre kıyasta bulunursa Allah-u Teâlâ onu kıyamet günü İblis’e yaklaştırır. Çünkü o kıyas konusunda ona uymuştur.” Hadiste görüldüğü üzere rey ile kıyas yapan kişi İblis’e mukarenet ile tavsif ediliyor. Bu ifade İslâm fıkhı açısından bakıldığında yasaklayıcı bir ifadedir ve bu hâliyle dinde “rey”i yasaklar. Ancak burada İblis’in kıyasının (rey) mahiyetini düşünmemiz gerekmektedir. Ki böyle genel bir ifade ve hakikat üzerine yanlış bir bina kurmayalım. İblis, Hz. Âdem’e (a.s.) secde emri konusunda kıyas yaparken her şeyden önce emrin sahibinin kim olduğunu kavrayamamıştır. Bu emri veren Kadir-i Mutlak olan Allah’tır. İblis, reyiyle hareket ederken ilk olarak bu cehaletiyle işe başlamıştır. Hakikatin menşeini yanlış anlayan hakikatten mahrum kalır. İkincisi; İblis, Hakîm olan Allah’ın emrine inkiyaddan, ucub (kendini beğenme) ve kibir gibi kötü hasletler sebebiyle uzak durmuştur ve orada sunduğu kıyas bu kötü hasletlerin bir meyvesidir. Nitekim Rasûlullah (s.a.s.) bir hadîslerinde insanların birbirlerini uyarması gerektiğini ifade eder ve akabinde “...cimriliğe boyun eğildiğini nefsani arzuya uyulduğunu, dünyanın tercih edildiğini ve her görüş (rey) sahibinin kendi görüşünü (reyini) beğendiğini gördüğün vakit yalnız kendi nefsinin çaresine bak ve avamı bırak...” buyurmuştur. Bu ve benzer kötü hasletler tıpkı insandaki değişik duygu ve hisler gibi akla perde olabilmektedir. Dolayısıyla bu durumda akıl, hakikati kavramada mecalini yitirir. Üçüncüsü: İblis, üstünlüğün, yaratılış hamurunda olduğunu zannederek de yanılmıştır. Bilakis üstünlük Allah’ın emrine inkiyaddan geçer. İşte İblis’in kıyasını fasit kılan böyle birçok sebep varken onun kıyasının doğru olması düşünülebilir mi? Bu hadisi bu şekilde düşünürsek aslında kıyasın veya rey’in mezmum değil reyin dayandığı temellerin mahiyetinin mezmum veya makbul olduğu görülür.Biz bu durumun konumuzu teşkil eden hadîslerin anlaşılması ile de yakından alâkalı olduğunu düşünmekteyiz. Zira kişinin kendini beğenerek, kibirlenerek, nefsin heva ve hevesine aldanarak, farklı menfaatlere meylederek, yanlış gerekçelere ve zihninde tasarladığı sahte hakikatlere itimat ederek din hakkında, Kur’an hakkında konuşması onu yanlış neticelere ulaştırır. İşte “Her kim Kur’an hakkında kendi görüşüne (rey) göre konuşurda isabet ederse şüphesiz o, (yine de) yanılmıştır.” hadisinin kapsamı içerisine bu durum da girer. Çünkü bozuk olan bir saat bile günde en az iki kere doğru vakti gösterir. Saatin o doğru vakti göstermesi onun devamlı surette doğruluğuna nasıl delalet etmezse; nefsin bu hezeyanlarına kapılarak Kur’an hakkında görüş beyan edenlerin tesadüfen doğruya isabet etmeleri de onların doğru olduğunu göstermez. Bilakis tesadüf ettikleri o tek tek doğrular, belki dağlar kadar olan yanlışlarla birlikte düşünüldüğünde bir sınav hükmüne geçerler.Bu hadislerde zemmedilen “rey” ile ilgili olarak bir görüş daha öne sürülmüştür ki, bu görüşte; kötülenen, nehyedilen reyin, üzerinde icra edildiği alana vurgu yapılmıştır. Şöyle ki; özellikle Kur’ân-ı Kerim’in müteşabih ayetleri ile, Kitap ve Sünnet’ten dayanağı olmadan, herhangi bir faydaya da matuf olmaksızın devamlı olarak uğraşmak, benzer konuları birbiriyle kıyas ederek polemik konusu olacak çıkarımlarda bulunmak v.b. durumlardır. Nitekim Hz. Ömer’in (r.a.) bu konudaki sert tavrı, O’nun bu gibi işlerle uğraşıp halkın gönlünde din hakkında şüphe oluşturan ve böyle yaparak dini açıdan faydalı olan birçok şeyden uzak durulmasını sağlayanları engellemek adına gayet önemlidir. Sonuç olarak, gerek Rasûlullah’ın (s.a.s.) hadîslerinde ve gerekse sahabelerin sözlerinde rey ile tefsiri yeren, nehyeden birçok ifade vardır. Ancak reyi teşvik eden ifadeleri de görmezlikten gelemeyiz. Örneğin, Hz. Ebu Bekir (r.a.): “Allah’ın kitabı hakkında kendi reyimle konuşursam hangi yer beni barındırır ve hangi gök beni gölgelendirir.” demiş. Fakat “Kelâle” konusunda kendisine soru sorulduğunda ise “Burada ben kendi reyimle görüş bildiriyorum.” demiştir. Buna benzer örneklere yukarıda da değindik. Bu örnekler bir bütün olarak, karşıt iki duruş gibi duran bu ifadelerin bir arada değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyar niteliktedir.Benzer ifadeleri bir arada değerlendirdiğimizde ise durum, Kur’an’ın rey ile tefsirinde bir ölçünün sunulmasını gerekli kılar. Bu manada bir ölçü sunulacak olursa:a. Kur’an’ı rey ile tefsir edecek kişinin evvelemirde sağlam bir Kur’an bilgisine sahip olması gerekir. Kur’an bilgisiyle kastedilen ise; esbab-ı nüzul, nasih-mensuh, muhkem-müteşabih, siyak-sibak, Kur’an’ın fesahat ve belagat özellikleri, kıraat gibi usule ait konuların yanında Kur’ân-ı Kerim’in bütüncül bir bakışla okunup anlaşılması gibi hususiyetlerdir. Kur’ân-ı Kerim’in bütüncül bir bakışla okunup anlaşılması aynı zamanda Kur’an’ın anlaşılmasında en önemli kriterlerden biridir.b. Kur’an’ın rey ile tefsirini yapacak kişinin Kur’an bilgisi yanında üst düzey bir “Sünnet” bilgisine de sahip olması gerekir. Bu hususun anlaşılabilmesi için Sünnet’in dindeki yerinin mütalaa edilmesi gerekir. Biz; dini, Hz. Rasûlullah’ın (s.a.s.) sünneti olmadan düşünemeyeceğimizi burada ifade etmekle iktifa ediyoruz.c. Kur’an’ın rey ile tefsirini yapacak kişinin yukarıdaki iki hususiyete sahip olabilmesi için iyi bir Arapça dil bilgisine sahip olması da gerekmektedir. Zira Arapça olmadan dinin bu temel kaynaklarını tam manasıyla anlayamayız. Eksik anlayışla da bir kıyasa yahut bir yoruma gittiğimizde ise yanılma olasılığımız artacaktır.d. Kur’an’ı rey ile tefsir edecek kişinin bu bilgiler yanında dinin genel maksatlarını, kavramış olması da gerekmektedir. Bu anlaşılmadan yapılan Kur’an tefsiri ya çok yavan kalacaktır ya da dinin özüne zıt yorumları içerisinde barındıracaktır.e. Yine Kur’ân-ı Kerim’in tefsirini yapacak kişinin yukarıda saydığımız ilimleri tahsil etmesinin yanında bir de; bu ilmî potansiyeli özümsemesi, hayatına aksettirmesi lazımdır. İlim, zatı itibariyle insana bir erdem sunar ancak malumdur ki bu tek başına yeterli değildir. Çünkü hayata aktarılamayan ilim, sunduğu erdemin yanında insana yük olabilme kapasitesine de sahiptir. Burada unutulmamalıdır ki, Allah-u Teâlâ Yahudileri, Kitabı’nda “kitap yüklü eşeklere” benzetmiştir.Genel itibariyle bu ve diğer birçok özelliklere sahip bir insan Kur’an’ı gücü ve kudreti nispetinde reyi ile tefsir etmeye ehil insandır. İnsanın, hata yapabilme yetisine sahip olduğunu burada tekrar hatırlatarak bu yetkin insanların da hata yapabileceklerini unutmamamız lazımdır. Ancak ihlâs ile sırf Allah rızasını umarak cehd etmiş, gayret göstermiş bu kişinin hatası yine Efendimiz’in (a.s.) hadislerinde işaret buyurduğu üzere sevaba tebdil edilir. Ayrıca takdir edilecektir ki hiçbir bilgisi olmadan yahut yarım yamalak bir bilgiyle Kur’an hakkında şu şöyledir; bu böyledir deyip hata yapmakla; bu saydığımız ilimleri tahsil etmiş, hayatına geçirmiş, ihlâsıyla, tevazusuyla, bir bütün olarak yaşantısıyla rıza-yi Bari’ye kendini adamış bir insanın cehdinin sonucu vermiş olduğu bir hükümde yahut yapmış olduğu bir yorumda hata yapması arasında çok büyük fark vardır.Bütün bu mütalaalardan sonra şu veciz sözü burada zikrederek; din hakkında yorum yapan, kelam eden, ayet tefsir eden, hüküm verenlere; bu işin hakikatini hatırlatmak isteriz:“Müftü, Allah adına imza atandır.” Vallâhu a’lemu bisavâbihî.
1 kişi yorum yazdı.