Gıybet, kelime olarak gizli yapılan, saklı, görünmeyen, çekişme, çekiştirme, koğuculuk, birinin arkasından konuşma anlamlarında kullanılır.
Tasavvuf ıstılahında ise bir kimsenin yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin kırılacağı bir sözünü, hâlini veya hareketini, arkasından, bulunmadığı yerde söylemek, hareketiyle göstermek veya îmâ etmektir. Ayrıca kişinin fena hâllerini ve kötü huylarını gıyabında dil ile ifade etmek, duyacağı zaman üzüleceği bir sözü insanın arkasında söylemek, adam çekiştirmek, bir kimsenin dedikodusunu yapmak, gıyabında aleyhinde bulunmak, arkasından atmak, kusur ve ayıplarını sayıp dökmek diye de tarif edilmektedir. Kişinin kötü huy ve hâlleri yüzüne karşı söylendiğinde ise buna hakaret (şemt) denilmiştir. Halk arasında gıybet delinince de kısaca dedi-kodu anlaşılmaktadır.(1)
Kur’ân-ı Kerîm’de her nevi kusurdan münezzeh olan Allah Teâlâ meâlen buyurdu ki: ’Birbirinizi gıybet etmeyiniz. Sizden herhangi biriniz (gıybet etmek sûretiyle) ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? (Böyle bir etten yemeniz size teklif olunsa) tiksinirsiniz. Allah Teâlâ’dan korkup, gıybet etmeyin. Allah Teâlâ gıybetten tövbe edenlerin tövbelerini kabul eder. O çok merhamet edicidir.’(2)
Bu âyet-i kerîmenin Selmân-ı Farisî hakkında bir sefer esnasında yanlarına arkadaş verildiği iki kişinin, onu Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize yiyecek için gönderdikten sonra arkasından ’Kuyuya gitse, suyunu kurutur’ demeleri üzerine nazil olduğu rivayet edilmektedir.(3)
Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) ile oturan bir adam kalkıp gitti ve orada bulunanlar: Bu adamı acizlendiren ve buradan kaldıran şey ne idi? demeye başladılar. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Kardeşinizi yediniz ve onu gıybet etiniz.’ buyurdu.(4)
Rasûlullah Efendimiz, Ashâb-ı Kirâm’a: ’Gıybetin ne olduğunu bilir misiniz?’ buyurdu. Ashâb-ı Kirâm: ’Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.’ dediler. Rasûl-i Ekrem: ’Gıybet, kardeşini, arkasından hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır.’ buyurdu. Ashâb-ı Kirâm: ’Yâ Rasûlallah! Eğer söylediğimiz şey onda varsa?’ diye sordular. Peygamber Efendimiz: ’Eğer onda varsa, bu söz gıybet olur. Eğer yoksa bühtân yâni iftirâ olur.’ buyurdu.(5)
İbnu Mes’ûd (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ’Bana kimse, ashabımın birinden (canımı sıkacak bir) şey getirmesin. Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı hâlde çıkmak istiyorum.’(6)
Bir keresinde Süfyan es-Sevri’ye Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin: ’Allah eti çok olan aileye buğz eder.’(7) hadisi sorulmuş; o da: ’Bundan maksat halkı gıybet ederek etlerini yiyenlerdir.’ diye cevap vermiştir.(8)
Bir başka hadis-i şerifte ise gıybetin zinadan daha şedit olduğu vurgulanmaktadır: ’Gıybetten uzak durunuz. Çünkü gıybet zinadan fenadır. Zinanın tövbesi kabul edilir; fakat gıybet edilen helâl etmedikçe edenin tövbesi kabul edilmez.’(9)
Gıybet, dil ile gerçekleştirilen ve ihlâsla yapılan salih amelleri tamamen ifsad eden kötü bir ahlâktır. Nitekim Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: ’Ey Allah’ın Rasûlü, sana Safiyye’deki şu şu hâl yeter!’ demiştim. Hz. Rasûlullah benim bu sözümden memnun kalmadı ve: ’Öyle bir kelime sarf ettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsad edecekti.’ buyurdu. Hz. Âişe ilaveten der ki: ’Ben Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana şunu söylediler: ’Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz veya fiille) taklit etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!’(10)
Enes b. Malik’ten gelen bir rivayette Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: ’Dört şey oruçluya oruncu açtırır, abdesti bozar, ameli de yok eder. Gıybet, yalan, koğuculuk, insanın kendisine helâl olmayana bakması. Bu dört şey, suyun ağacı beslediği gibi kötülükleri besler.’(11)
Bu konuda Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (k.s.) hazretleri de: ’Gıybet kanser gibidir, girdiği vücut iflâh olmaz, kurtulmaz.’ diyerek, gıybetin müminlerin bulaşmamaları gereken ahlâkî bir hastalık olduğunu vurgulamış, ’Gıybet edene sus diyene yüz şehit sevabı vardır.’ diyerek de bu kötü ahlâktan insanları uzak tutmak gerektiğinin önemini belirtmiştir.
Yahya b. Muaz ise: ’Bir Müslüman şu üç hususta senden haz alsın: Bir Müslüman’a faydalı olamıyorsan bari zararlı olma, onu sevindiremiyorsan bari üzme, methetmiyorsan bari kötüleme.’ diyerek bir müminde bulunması gereken güzel ahlâkın farklı bir boyutunu ortaya koymuştur.
İslâm mutasavvıfları insanlara tavsiye ettikleri güzel huy ve ahlâkları, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizi örnek alarak, tembellik ve ataletten uzak bir şekilde bizzat hayatlarında yaşamaya büyük bir azim ve gayret göstermişlerdir. Nitekim İbrahim b. Ethem bir gün çağrıldığı bir davette gıybet edilince hemen oradan ayrılmış ve: ’İnsanların gıybet edildiği bir yere gelmenin cezası budur.’ diyerek üç gün yemek yememiştir.(12)
Gıybet ahlâkı, hiçbir Müslüman için hoşa gitmeyen bir ahlâk olmuştur. Avam, bu ahlâkı işlemekten bizzat âyet karşılığı men edilmiş iken, havassın ise bu ahlâkı akıllarından bile geçirmeleri hoş görülmemiştir. Cüneyd-i Bağdadî anlatıyor: ’Bir gün bir cenaze için bir kenarda bekliyordum. Üzerinde züht alâmetleri bulunan bir adamın insanlardan bir şeyler istediğini gördüm. Kendi kendime: ’Bu zat kendisini şu durumdan kurtaracak bir işle uğraşsa çok daha güzel olur.’ dedim. O gece ahlâk edindiğim bazı virtlerimi yapamadım ve uyuduğumda o adamı önüme sermişler, yememi istiyorlardı: ’Ben bu adamı gıybet etmedim, içimden kendi kendime söylenmiştim.’ dedim. Bana: ’Böylesi bile hoş görülmeyen zevattansın. Git ondan helâllik dile.’ denildi.(13)
Hz. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, gıybet edenlerin, kıyamet gününde gerçekten iflas edenler olduğu konusunda: ’Kıyamet günü bir kimsenin sevap defteri açılır. Yâ Rabb’î! Dünyada şu ibadetleri yapmıştım. Sahifede bunlar yazılı değildir, der. Onlar defterlerinden silindi, gıybet ettiklerinin defterine yazıldı denir.’ buyurmaktadır.(14)
Bu konuda: ’İnsanları arkasından kötüleyen kimse, mancınık ile sevapları bazen doğuya, bazen batıya atan kimse gibidir.’ denilmiştir. Gıybeti yapılan kimse hakkında da: ’Gıybeti yapılan kimsenin Allah günahlarının yarısını affeder.’ denilmektedir. Bir defasında Abdullah b. Mübarek’in yanında gıybetten bahsedilmiş, o da: ’Gıybet etmem zaruri olsaydı annemi ve babamı gıybet ederdim. Çünkü sevaplarımı almaya onlar daha çok hak sahibidirler.’ buyurmaktadır. Yine bir defasında Hasan Basrî’ye: ’Falan seni gıybet etti’ denilince o zata bir tabakta helva (veya yaş hurma) göndermiş ve: ’Duyduğuma göre sevaplarını bana hediye etmişsin. Onun için ben de sana karşılık olmak üzere şu helvayı gönderiyorum.’ demiştir.(15)
Gıybet ahlâkına sahip olan kimselerin kıyamet gününde görecekleri azaplar hakkında Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin bazı hadis-i şerifleri ise şöyledir:
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ’Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı: ’Ey Cebrail! Bunlar da kim?’ diye sordum: ’Bunlar, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal (satılacak mal) edenlerdir.’(16) dedi.
Müstevrid (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Kim bir Müslüman (ı gıybet ve şerefini payimal etmek) sebebiyle tek lokma dahi yese, Allah ona mutlaka onun mislini cehennemden tattıracaktır. Kime de Müslüman bir kimse (ye yaptığı iftira, gıybet gibi bir) sebeple (mükâfat olarak) bir elbise giydirilirse, Allah Teâlâ Hazretleri mutlaka, onun bir mislini cehennemden ona giydirecektir. Kim de (malı, makamı olan büyüklerden) bir adam sebebiyle bir makam elde eder, (orada salâh ve takva sahibi bilinerek para ve makama konmak için riyakârlıklara girer)se Allah Teâlâ Hazretleri kıyamet günü onu mürailer (gösteriş yapan riyakârlar) makamına oturtarak (rezil eder ve mürailere münasip azapla azaplandırır.)’(17)
Muaz İbnu Esed el-Cüheni (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ’Kim bir mü’mini bir münafığa (gıybetçiye) karşı himaye ederse, Allah da onun için, Kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de Müslüman’a kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu, kıyamet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder.’(18)
Hz. Huzeyfe (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Kattat (nemmâm, söz taşıyan kimseler) cennete giremeyeceklerdir.’(19)
Bir rivayette Allah Teâlâ’nın Hz. Musa (a.s.)’a şöyle vahyettiği bildirilmektedir: ’En son cennete girecek olan gıybet yapmamaya tövbe eden; cehenneme ilk girecek olan ise gıybette ısrar edenler olacaklardır.’(20)
Kimler hakkında konuşulanın gıybet olmayacağı konusunda Hz. Cabir ve Hz. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Ne fâsık ne de mücahir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücahir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur.’(21) Yine bir başka hadis-i şeriflerinde: ’Haya perdesini yüzünden sıyırıp atanın gıybeti (haram) olmaz.’(22) buyurmuşlardır.
Buradan hareketle şu üç grup insan hakkında açıklamalarda belirtildiği üzere konuşmak gıybet olmaz denilmiştir: ’Zalim bir idareci, açıktan kötülük işleyen ile bid’at ehli bir kimse.’ Yani, bu kimselerin işleri, görüşleri ve fikirleri anlatılırsa gıybet sayılmaz; ancak bedenlerinde bir ayıp varsa, o kimse de onları söylerse gıybet sayılır. Sadece tuttukları yol, işledikleri fiil anlatılırsa sakınca yoktur. Bunlar anlatılmalı ki, halk onlardan korunsun. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.): ’Günahkâr kimselerin bulunduğu hâli anlatınız ki, halk ondan korunsun.’ buyurmuşlardır.(23)
Gıybet, dört çeşittir:
1. Küfür olan gıybet: Müslümanların gıybetidir. Bu çeşit gıybet edene, birisi gıybet etme dese. O da buna karşılık: Bu gıybet değil, ben doğruyu söylüyorum derse; Allah’ın haram kıldığını helâl saymış olur. Bu halden Allah’a sığınırız.
2. Nifak olan gıybet: İsmi verilmeden yapılan bir insanın gıybetidir. O öyle yaparken, kimin gıybetini ettiğini bildirmek istemez. Bununla da vera sahibi bir kimse gibi görünmek ister. Böylesi bir hareket münafıklıktır.
3. Masiyet olan gıybet: İsim verilerek bir insanın gıybetinin yapılmasıdır; fakat yapılanın bir masiyet (günah) olduğunu bilerek yapılan gıybettir. Bu şekilde gıybet eden kimse âsidir. Tövbe etmesi gerekir.
4. Mubah olan gıybet: Bu da açıktan masiyet (günah) işleyenlerin gıybetidir. Yani fasıkların ve bid’at ehli kimselerin yapılan gıybetidir. Bunu anlatan, halkı onlardan korumak ister. Bu yüzden sevap bile kazanır.
Gıybet, yapılması itibariyle olduğu gibi kokusu itibariyle de kötü bir ahlâktır. Cabir b. Abdullah’tan gelen bir rivayette, Asr-ı Saadet’te bir takım kötü kokular duyulur, o kokular çıkınca da Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ’Münafıklardan bazıları, bazı Müslümanların gıybetini etti. Çıkan bu koku ondandır.’ Bazı hakim zatlara: ’Şimdi bu koku neden duyulmuyor? diye sorulduğunda: ’Zamanımızda gıybet çoğaldı. (Tabakhanede devamlı çalışan birinin oranın kokusuna alışması gibi) Onunla burunlar doldu. Bu yüzden artık gıybetin kötü kokusu hissedilmiyor.’(24) demişlerdir.
Sonuç olarak, Hz. Rasûlullah (s.a.v.)’in yaşamış olduğu Asr-ı Saadet devrine ait gıybet ile alâkalı pek çok hadisi şerifler mevcuttur. Bunların hepsini burada, (hâşâ) sahabe efendilerimizi en küçük bir şeyle bile itham etmemek ve bir takım yanlış anlamalara meydan vermemek için zikretmiyoruz. Kaldı ki o güzide insanların Rasûlullah Efendimizi dünya gözü ile görmüş olmaları, O’na ve getirdiği dine yapmış oldukları hizmetler daha önemlidir. Zaten bu tür rivayetler daha çok Hz. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin ashabını nasıl terbiye ettiğinin güzel birer örnekleridir.
Cenâb-ı Hak, dilimizi gıybet etmekten, kulağımızı gıybet dinlemekten muhafaza etsin. Âmin...
Kaynakça:
1. ULUDAĞ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Gıybet mad., Dini Sözlük (Heyet).
2. Hucurât, 49/12.
3. Ebu’l-Leys Semerkandi, Tenbihul Gafilin trc., AKÇİÇEK, Abdulkadir, s.179.
4. Irakî, İhya, III/41 ; Ebu Ya’la, Taberanî.
5. Ebû Dâvûd, Edeb 40, (4874); Tirmizî, Birr 23, (1935); Müslim, Birr 70, (2589) ; CANAN, İbrahim, Kütübü’s-Sitte, 4291.
6. Tirmizî, Menakıb (3893); Ebû Dâvûd, Edeb 33, (4860).
7. Aclûnî, I/248.
8. İ. Kuşeyrî, er-Risale trc., ULUDAĞ, Süleyman, s.297.
9. İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Riyâd-un-Nâsihîn.
10. Ebû Dâvûd, Edeb 40, (4875); Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyame 52, (2503, 2504).
11. Ebu’l-Leys Semerkandi, a.g.e., s.181.
12. İ. Kuşeyrî, a.g.e., s.297.
13. İ. Kuşeyrî, a.g.e., s.298.
14. Berîka. Hadis-i şerif olarak rivayet edilmiş. Ayrıca Kuşeyrî risalesinde bir rivayet olarak bulunmaktadır.
15. İ. Kuşeyrî, a.g.e., s.297-298.
16. Ebû Dâvûd, Edeb 40, (4878, 4879).
17. Ebû Dâvûd, Edeb 40, (4881).
18. Ebû Dâvûd, Edeb 41, (4883).
19. Buharî, Edeb 50; Müslim, Îman 169, (105); Ebû Dâvûd, Edeb 38, (4771); Tirmizî, Birr 79, (2027).
20. İ. Kuşeyrî, a.g.e., s.296.
21. Buharî, Edeb 60 ; Müslim, Zühd 52, (2990).
22. Beyhakî, Suyutî, II/167.
23. Ebu’l-Leys Semerkandî, a.g.e., s.186.
24. Ebu’l-Leys Semerkandî, a.g.e., s.178.
Gıybet
Özlenen Rehber Dergisi 27. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.