Özlenen Rehber Dergisi

99.Sayı

11 Eylül - Amerika - Ladin Üçgeni

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 99. Sayı
Genel manada büyük bir bilgi kirliliğiyle karşı karşıyayız. Dünya genelindeki enformasyon merkezleri İslâm’ı ve Müslümanları ilgilendiren mevzularda istedikleri bilgiyi, istedikleri zaman ve istedikleri şekilde kamuoyuyla paylaştıklarından bizler kendimizi ilgilendiren konular hakkındaki bilgileri öğrenmede dahi büyük bir dejenerasyona maruz kalıyoruz. Bize lazım olanı değil, bilmemiz gerekeni birilerinin müsaade ettiği kadarıyla ve onların bilmemizi istediği ölçüde öğreniyor ve belki de işin en acı tarafı, bize dayatılan bu daraltılmış bilgi ile olayları yorumluyor, birilerini mahkûm ve birilerini de kahraman ilan ediyoruz.
Genel manada dünya kamuoyunu ve özellikle de müslümanları yakından ilgilendiren gelişmeleri okurken, yorumlarken zihni tahribata tabi tutulmamak için ayık olmak gerekir. Bu denli önemli hadiseleri medyaya servis edenlerin, maksatlarını görmek meseleyi doğru tahlil etmemizi sağlayacak.
Bu gibi olayları değerlendirmede iki ana düşüncemizin olması gerek;
Birincisi; olayın zamanlaması ve ona bağlı olarak ifşa edilme aşaması, ikincisi ise söylenilenlerin Müslümanların yararına olup olmadığı ve buna bağlı olarak zan ile değil de kesin bilgi ile muamele etme.
11 Eylül ve sonrası
11 Eylül saldırıları; Batı’nın strateji değiştirerek Irak ve diğer İslam ülkelerinde başlattığı savaşların bütün dünya kamuoyunda kabul görmesinin miladı oldu. Kabulün olağanlaştırılması için 11 Eylül gibi menfur bir hadiseye, böyle bir düşmanlığı ayakta tutmak için hafızalarda kalacak bir isme ihtiyaç vardı. ABD’nin bu ihtiyacını Usame Bin Ladin karşılıyordu. ABD ile Bin Ladin’in veya onun örgütü El-Kaide’nin savaşını görünür kılan, sadece ve sadece birinci tarafın dünyaya yaydığı bilgilerdi. Çünkü ABD, Bin Ladin ya da el-Kaide yoksa bile, bir Bin Ladin ve el-Kaide ihtiyacı içinde idi.
Bin Ladin gerçekten var mı idi? Daha doğrusu ABD’nin çizdiği portre olarak Bin Ladin mevcut mu idi? Bunu hakkıyla cevaplandıracak durumda değiliz hatta bugüne kadar da hiç olamadık. Ancak, yaşanan hadiseler nihayetinde ABD’nin artık Bin Ladin’e ihtiyacı kalmadığını düşünebiliriz. Bu kadar basit değil elbette. Onu yaşatmaktansa öldürmeyi tercih etmelerinin bir sebebi vardır mutlaka.
ABD dünyaya Bin Ladin korkusuyla düzen vermeyi denedi. Başarısız olduğu söylenemez. Başarı oldu çünkü başarı sürgit olmaz, sürdürülemez olunca yeni yöntemlere ihtiyaç duyulur.
Yani başarı için devamlı ve değişken planlar, alternatifler edinmek gerekir. Her daim elinizin altında kullanılmaya hazır A ve B planlarınız olmalı. ABD şimdi Bin Ladin’i öldürerek aynı sonuca ulaşmayı, dünyayı yeniden istediği doğrultuda şekillendirmeyi hedefliyor. Bakalım bunu başarabilecek mi?.
Bin Ladin’in ölümü Amerika’nın düşmansız kalışı!
Usame Bin Ladin öyle ya da böyle yeni ya da daha eskiden öldürüldü. Yıllardır süren, yüz milyarlarca dolarlık masrafa ve kitlesel ölümlere yol açan işgallerin gerekçesi kalmadı. Küresel terörle mücadele operasyonunun anlamı, Irak işgalinin, Afganistan işgalinin sebebi, Pakistan’ın yarı işgalinin, insansız hava araçlarıyla okulların bombalanmasının gerekçesi, binlerce insanın esir kamplarında, işkence merkezlerinde tutulmasının, esir ticaretinin anlamı kalmadı. Terörse terör bitti, El-Kaide ise lideri öldürüldü.
Büyük bir şova dönüştürülen Tora Bora dağlarını un ufak eden saldırılar sırasında öldüğü açıklanan Bin Ladin’in, gerçekte ne zaman öldüğü, nerede öldüğü, nerede gizlendiği ya da kimler tarafından nerede korunduğu gibi soruların hepsi şimdiye kadar cevapsız kaldı.
Bütün dünyanın, Suriye ve Ortadoğu’nun değişik ülkelerindeki krizle ilgilendiği, büyük değişim ya da büyük operasyonun sonuçlarının nerelere uzanacağını tartıştığı bir dönemde, dünyayı şaşkına çeviren, heyecanlandıran haber bir efsanenin sonunu getirmekle kalmadı, sırları, ilişkileri de toprağa gömdü.
Meselenin tahlili;
Dünyanın en büyük gücünün siyasi, ekonomik ve askeri sembollerini, tapınaklarını vuran, karizmasını fena halde çizen, büyüsünü bozan, belki de duraklama dönemini başlatan 11 Eylül saldırılarının mahiyeti tam olarak hala bilinmezken, Bin Ladin’in on yıldır nerede olduğu belirlenemezken, dört helikopter ve birkaç askerle öldürülebiliyor oluşunun şaşkınlığını ise ne yalan söyleyeyim hala atabilmiş değilim. Üstelik dağlarda, gizli sığınaklarda değil, birkaç katlı bahçeli bir evde, hem de Pakistan başkentine 50-60 km mesafede bir bölgede barınabiliyor oluşunu ise hiç düşünmek istemiyorum.
Olay çok garip şöyle ki; Pakistan’ın başkenti İslâmabad neredeyse işgal altındaki Bağdat gibi. Asker her yerde, polis her yerde, tam bir olağanüstü hal var, ülke fiili iç savaşın içinde, ABD ordusu ülkenin her yerinde kara operasyonları yapmakta, hava üslerinden kalkan uçaklar istedikleri yeri bombalayabilmekte. Bütün bunlar mevcut ve bütün bu mevcudiyetin arasında Bin Ladin hiç de güvenli olmayan bir yerde, bir çiftlik evinde kalıyor doğrusu şaşılacak bir durum.
Amerika Ladin ve El-Kaide gerekçesiyle Afganistan’ı işgal ettiler. Aynı gerekçeyle Pakistan’ı iç savaşa sürüklediler. Irak işgalinde bile El-Kaide bağlantısı kurabildiler. En kritik zamanlarda, ABD’nin sıkıştığı anlarda El-Kaide kasetleri beliriverdi.
Bin Ladin’in hayatı, kavgası, davası, uygulamaları, yöntemleri, ABD ile hesaplaşması bir tarafa, 21. yüzyılı, özellikle de ’bizim’ dediğimiz coğrafyayı planlayanlar için etkili bir kart olarak apaçık kullanılması var ve bunu kimse görmüyor.
Ladin, El-Kaide ve terör söylemi üzerinden küresel olağanüstü hal uygulayanların suçunu, ABD’nin, İngiltere’nin ve müttefiklerinin, bu gerekçeyi kullanarak kaç yüz bin insanı öldürdüğünü, on yıldır insanlık tarihinde az görülür terör fırtınası estirdiğini, demokrasi, özgürlük söylemleri üzerinden, meşruiyetini bu değerlerden alan güçlerin, terörle mücadeleyi yeni küresel söyleme dönüştürürken bütün dünyada korkunç bir terör dönemine imza attığını, devlet eliyle nasıl terör uyguladığını, bu yöntemlerle bütün insanlığı tehdit ettiğini, sadece son on yılda, terörün efendilerinin yeryüzünün hangi köşesinde kaç terör operasyonu yaptığını, hangi ülkede kaç kişiyi öldürdüğünü, kaç ülkede esir kampı kurduğunu, kaç suikast yaptığını, kaç bombalama planlayıp uyguladığını, terör örgütleri üzerine attığı kaç saldırıyı bizzat kendilerinin yaptığını dünya yine görmüyor, duymuyor, anlamıyor.
ABD ve Batı 1990’dan beri ilmik ilmik işledikleri bir stratejiyi uyguladılar. "İslâm tehdidi", "terör tehdidi", "İslâmcı terör", "medeniyetler krizi", "medeniyet içi kriz", "rejim değişikliği", "küresel güvenlik", "enerji güvenliği", "demokrasinin geliştirilmesi" ve daha nice kavramların bugün yaşadığımız savaş ve yeni sömürge dalgasının ön hazırlıkları olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Bu strateji uyarınca nerede ne tür terör örgütü çıkması gerekiyorsa çıkardılar.
Özellikle 11 Eylül saldırılarından bu yana yaşanan on yıl boyunca, temel insan hakları ve bireysel özgürlükler yok edildi, özgürlük alanları daraltıldı, uluslararası hukuk rafa kaldırıldı, uluslararası kurumlar devre dışı bırakıldı, sivil toplum örgütleri baskı altına alındı, uluslararası sözleşmeler unutuldu, dünyanın her köşesinde insanlar gözaltına alınıp aylarca sorgusuz-sualsiz hapislerde tutuldu, hemen her Amerikan askeri üssü esir kampları haline geldi, katliamlar/toplu mezarlar dönemi başlatıldı, diktatörler güç kazandı, devlet terörü meşrulaştı, işkence ve tecavüzler bir savaş yöntemi haline getirildi, ABD ordusu katliam yapma hakkını elde etti, ABD, İngiltere ve İsrail’in ekonomik-siyasi ve askeri önceliklerine ters düşen ülkeler düşman ilan edildi.
Korkunç bir terör paranoyası ile zihinler esir alındı. Yüz binlerce insan sorgulandı. İnsanlık askeri/güvenlik projelerine mahkûm edildi. Demokrasi ve özgürlükler güvenlik stratejilerinin malzemesi haline geldi. Batı kamuoyunun zihinlerini tazelemek için belli aralıklarla terör alarmları verildi, Londra’da olduğu gibi standart terör saldırıları tezgâhlandı.
Binlerce esir katledilip toplu mezarlara gömüldü. Üzerlerine asit dökülüp yakıldı, konteynerlerın içinde kurşuna dizildi. Hedef ülkelere karşı terör örgütleri kuruldu ve kullanıldı. El-Kaide saldırılarıyla ilgili soruşturmalar hep sonuçsuz kaldı. "El-Kaide yaptı" denilip soruşturma dosyaları kapatıldı.
Bütün dikkatlerin Ortadoğu’ya yöneldiği, Tunus ve Mısır’da değişim sancısının yaşandığı, Libya’nın pis bir iç savaşa sürüklendiği, Suriye’nin bütün bölgeyi sarsacak ölçüde bir senaryonun içine çekildiği, birbiriyle savaştırılan El-Fetih ve Hamas’ın sessiz sedasız barıştırılıp siyasi merkezinin Şam’dan Katar’a taşındığı bir dönemde, Bin Ladin öldürüldü haberinin zamanlaması size de tuhaf gelmiyor mu?
Ve gerçekler
11 Eylül, Müslümanlara yönelik büyük kıyımın başladığı ve İslâmfobya’nın fitilinin ateşlendiği tarihtir de aynı zamanda…
Afganistan ve Irak işgalinin bahanesi ve katledilen sivillerin de sebebidir.
Saldırılardan El-Kaide’yi sorumlu tutan ABD, bu ülkeleri bombalarken, Müslümanlara yönelik olmadık işkenceleri de Guantanamo ve benzeri merkezlerde yaptı.
Birçok Müslüman tutuklandı, bir milyonu aşkını işgal bölgelerinde yaşamını yitirdi, milyonlarcası da ülkelerini terk ederek mülteci konumuna düştü.
Oysaki Taliban, (ilk başlarda Sovyetlere karşı Ladin’i desteklediği söylenen) ABD’ye, Bin Ladin’i teslim etmeyiz dememişti. Tarafsız bir bölgede mahkeme kurulmasını önermişti. Ancak ABD rejimi buna fırsat bile vermedi.
Usame Bin Ladin’in öldüğüne en çok sevinen ülkelerin siciline baktığımızda ise işkence ve vahşet ile dünyaya nam salmış olan ülkelerin olduğunu görüyoruz.
Şimdi söyleyin "Tüm gecikmelere rağmen Usame Bin Ladin’in ölümü sadece, Amerika’nın sevinci değil, tüm özgür ülkelerin sevincidir’ diyen Şimon Peres’de aslında Filistin’e karşı terör uygulayan İsrail’in Cumhurbaşkanı değil mi?
İkiz kulelerde ölenler insanda, Irak, Afganistan ve Filistin gibi ülkeler de ölenler insan değil mi?
ABD ve İsrail’e saldıranlar terörist de İslâm ülkelerine saldıranlar melek mi?
Türkiye’de ve Türk basınında Bin Ladin’in ölümünü sevinçle karşılayanlar neden Gazze’ye bombalar yağarken üzülmemişlerdi!
Yoksa hiçbir zaman ABD halkına duydukları merhameti Filistinlilere hissetmemişler miydi?
Netice;
Bana öyle geliyor ki; bundan sonra ABD daha büyük bir hırsla Pakistan’a saldıracak. Gerekçe hazır nasıl olsa… Sen Ladin’i saklamadığını söylemiştin ama saklamışsın!
İntihar saldırıları olacak. Kimini El-Kaide yapsa da kimini de dünyanın derin güçleri yapacak ve El-Kaide’nin üstüne atacak.
Obama ise 2. Dönem ABD Başkanlığını şimdiden garantiledi gibi.
Değişmeyen tek şey ise Müslüman ülkelere yönelik işgaller olacak.
Unutmayın ki ABD gibi ülkeler önce senaryoyu yazar sonra oynarlar. Kimi zaman defansta kalırlar, kimi zaman oyuncu değişikliği yaparlar. Gerektiğinde ise hakemi satın alırlar. Sahada oyunculara tekme atarlar. Sonra tedavi olmasınlar diye doktoru kaçırırlar. Ya da doktorla anlaşıp yanlış tedavi uygulatırlar. Çünkü maçı kurallarına göre değil hep senaryoya göre oynamaya sahadan galip ayrılmak için kendilerince mecburdurlar.
O nedenle; hadi işgale bahane ettiğin Usame Bin Ladin öldü. Afganistan ve Irak’tan hemen çık çağrılarına ABD asla karşılık vermeyecek. Nasıl olsa buna sebep olarak göstereceği olaylar için senaryoda, oyuncular da yedek kulübesinde bekliyor. Sıra kendilerine geldiğinde sahaya çıkacaklar.
Sonra mı?
Sil baştan, işgale ve Müslüman kıyımına devam!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.