Özlenen Rehber Dergisi

99.Sayı

Sünneti Sevmek ve İhya Etmek ;

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 99. Sayı
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnet-i seniyyesini sevmek ve ihya etmek, O’na olan sevgi ve yakınlığın alametlerinden ve aynı zamanda en mühim vesilelerinden biridir.
Sünnet; Efendimiz (s.a.v.)’den sadır olan her türlü hal, davranış, söz ve ahlâktır. Sünnetin çerçevesi o kadar geniştir ki; bir kulun ibadât (namaz, oruç, hac vb.), muamelât (alış veriş, evlilik, boşanma vb.), âdâb (giyim kuşam, yeme içme ve günlük yaşantıyla alakalı edepler), ahlâk ve sair yaşam faaliyetlerinin tümünü içine alır ve bunları Allah (c.c.)’nun rızası istikametinde tanzim eder. Şu halde lügat manası ’yol, menhec’ demek olan sünnet kısaca; Peygamberimiz (s.a.v.)’in sırât-ı müstakîm olan yolu, istikameti ve diğer bir ifadeyle ’İslâm dini, şeriatı’dır.
Sünnet, bugün toplumda algılandığı gibi sadece dinin farz ve vacip hükümlerinin dışında kalan, abdestin sünnetleri, edepleri, nafile namazlar gibi bir takım nafile ibadetlerden ibaret değildir. Veya toplumda artık adet halini alan sünnet ettirmek, velime (düğün) yemeği vermek vb. işlere de münhasır değildir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünneti; dinde farzı, vacibi, müstehap ve nafileleri içine almak suretiyle, Cenâb-ı Hakk’ın O’nun vasıtasıyla bildirdiği hükümlerin tümüdür. Sünnet, bir kul için Hakk’ın rızasına uygun tek yaşam biçimidir.
Fıkıh âlimlerinin, eserlerinde fiillerin dinî neticelerinin bilinmesi amacıyla hükümleri farz, vacip, sünnet… diye ayırmaları, ne yazık ki bunun mana ve sebebini bilmeyen Müslümanların sünneti hafife almalarına, önemsiz görmelerine sebep olmaktadır. Bazı Müslümanlar sünnetin ehemmiyetsiz olduğu, yapılmasıyla yapılmaması arasında bir fark olmadığı, yapılmadığı takdirde ancak faziletten mahrum kalınacağı sonucunu çıkarmakta ve sünnetleri kolaylıkla terk etmektedirler.
Hâlbuki bu taksimattan maksat; fiillerin neticesini bildirmektir. Yoksa sünnet veya edeplerin önemsizliğini ifade etmek veya ’işlenmese de olur’ demek değildir ki, özellikle ibadetlerde sünneti terk etmenin hükmü mekruhtur.
Mesela; abdestin farzları, sünnet ve edepleri fıkıh kitaplarında ayrı ayrı zikredilir. Abdestte ağzı yıkamak Hanefi mezhebinde sünnet, başın dörtte birini mesh etmek ise farzdır. Bir insan abdest alırken ağzını yıkamaz ya da başını mesh etmezse abdesti geçerli olur mu olmaz mı? İşte bu tür soruların cevaplarının ortaya çıkması için hükümler arasında farz, vacip, sünnet ve edepler şeklinde ayrıma gidilmiştir.
Sünnet; bir ferdin, toplumun ve memleketin Müslüman oluşuna delalet eder. Nasıl ki Yahudilik ve Hıristiyanlığın kendine has alametleri varsa, genel manada sünnet de İslâm’ın alametidir. Mesela; ezan okumak sünnettir ve bir memleketin halkının Müslüman oluşuna en büyük delildir. Ezan, kifaye yollu bir sünnettir. Yani bir beldede hiç kimse ezan okumazsa herkes mesul olur. Bir kısım tarafından bu görev yerine getirilirse diğerleri üzerinden sorumluluk düşer. Bu nedenle; ’Günah hususunda ezan, vacip gibidir. Hatta bazıları ona vacip demişlerdir. Zira İmam Muhammed, ’Bir belde halkı ezanı okumamak için ittifak etse ezan için onlarla harp ederim. Onu bir kişi terk etse kendisini döver ve hapsederim’ demiştir. Ekser ulema, ezanın sünnet olduğunu tercih etmişlerdir. Ezan için harp edilmesi, dinin alâmetlerinden olduğu içindir. Dinin nişanı sayılan bir şeyi terk etmek açık açık dinle alay olur.’ (İbn-i Âbidîn Ter. ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, c.2, s.67, Şamil Yay.)
Bu mana itibariyle bir memlekette Cenâb-ı Hakk’ın hükümleri uygulanmıyorsa; insanlar karşılaşınca birbirlerine selam vermiyor, musafaha etmiyorlarsa; tüccarlar yalan söylüyor, insanlar birbirlerini aldatıyorlarsa; emniyet ve güven kalbolmuşsa; hırsızlık, faiz, gasp mubahmış gibi alenî ve yaygın bir şekilde işleniyorsa; Allah’ın zikri kalp ve lisanlardan çekilmiş, yerini dünya telaşı, nefsin geçici heva ve hevesleri doldurmuşsa, o memlekete ’Müslüman memleketi’ ve o memleketin insanına; ’iman, ibadet, ahlak ve muamele, hâsılı her yönüyle hakiki Müslüman’ demek ne kadar mümkündür?
* * *
عَنْ سَعِيدٍۨ بْنِ الْمُسَيَّبِ قَالَ: قَالَ أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ: قَالَ ل۪ى رَسُولُ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-: يَا بُنَىَّ إِنْ قَدَرْتَ أَنْ تُصْبِحَ وَتُمْسِىَ لَيْسَ ف۪ى قَلْبِكَ غِشٌّ لِأَحَدٍ فَافْعَلْ. ثُمَّ قَالَ لِى: يَا بُنَىَّ وَذٰلِكَ مِنْ سُنَّت۪ى وَمَنْ أَحْيَا سُنَّت۪ى فَقَدْ أَحَبَّن۪ى وَمَنْ أَحَبَّن۪ى كَانَ مَع۪ى فِى الْجَنَّةِ.
Saîd b. el-Müseyyeb (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Enes b. Mâlik şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.) bana (hitaben): ’Oğulcağızım! Hiçbir kimseye karşı kalbinde bir hile (kin) olmaksızın sabahlamaya ve akşamlamaya güç yetirebilirsen bunu yap!’ buyurdu. Sonra bana: ’Oğulcağızım! İşte bu benim sünnetimdendir. Her kim de benim sünnetimi ihya ederse muhakkak beni sevmiştir. Her kim de beni severse Cennet’te benimle beraber olur.’ buyurdu. (Tirmizî, İlm, 16)
Peygamberimiz (s.a.v.), lütuf ve şefkatiyle Enes (r.a.) Efendimize ’Ey yavrum, oğulcağızım’ diye hitap ediyor ve O’na bir sünnetini alıştırıyor. Bu sünnet; gece ve gündüz, yani ömrün herhangi bir vaktinde kalbinde hiçbir kimseye karşı hayrın zıttı olan hile, kin, nefret vb. kötü düşünce ve niyetleri beslememek ve tüm olumsuz düşünceleri kalpten bertaraf etmektir.
Mü’minin ahlakı; herkes için hayır düşünmek, hayır dilemek ve hayır tavsiye etmek olmalıdır. Bu ahlâk, kâfirler hakkında da, Cenâb-ı Hak’tan şayet mukadderse hidayetlerini talep etmek, bunun için malıyla canıyla gayret sarf etmek şeklinde tezahür eder.
Peygamberimiz (s.a.v.), kalpten ’ğışş’ı yani hileyi, nefreti, kini, su-i zannı, buğzu, hasedi çıkarmak, bu şekilde sabah ya da akşama ermeyi sünnetinden saymıştır. Şu halde güzel ahlak sahibi olmak, kalbin güzel ahlaklarla tezyin edilmesi ve bu hususta gayret göstermek Peygamberimizin sünnetidir. Buradan da şu anlaşılıyor ki; Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetini sadece belirli işlere, sözlere hasretmek doğru değildir. Her halinde Peygamberimize uymaya çalışmalı, bu hususta gayret göstermelidir. Güzel ahlak sahibi olmak, O’nun en büyük sünnetidir. Bu sünnetin ihya edilmesi, dinin yaşanması ve insanlara tebliğ edilmesi hususunda büyük önem arz etmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in, yaşamın her alanına yayılmış ve din olan sünnetini sevmek ve ihya etmek hem dünyada hem de âhirette O’nunla beraber olmaya, bu şekilde Cenâb-ı Hakk’ın rızasını elde etmeye bir vesiledir. Peygamberimiz (s.a.v.): ’Kişi, sevdiği ile beraberdir.’ (Buhârî, Edeb, 96) buyurarak zahirî ve batınî birlikteliğe işaret etmiştir.
Hadis-i şerifteki birliktelik, yakınlık manasınadır. Yoksa O’nunla aynı dereceyi paylaşmak manasına gelmez. Zira O’nun derecesi, beşerin ulaşabileceği en üst mertebedir. ’Ben, kıyamet günü âdemoğlunun efendisiyim.’ (Tirmizî, Menâkıb, 1) buyuran Efendimiz (s.a.v.), beşerin Efendileri olan Peygamberlerin fevkinde bir dereceye sahiptir.
Hatîb et-Tebrizî (rh.a.), ’Mişkâtu’l-Mesâbîh’ isimli eserinde bu hadis-i şerifi Tirmizî’den: وَمَنْ أَحَبَّ سُنَّت۪ى فَقَدْ أَحَبَّن۪ى. وَمَنْ أَحَبَّن۪ى كَانَ مَع۪ى فِى الْجَنَّةِ ’Her kim de benim sünnetimi severse muhakkak beni sevmiştir. Her kim de beni severse Cennet’te benimle beraber olur.’ lafzıyla nakletmiştir. (el-Hatîb et-Tebrîzî, Mişkâtu’l-Mesâbîh, Îmân, 5, c.1, s.62, h.no:175; Mübârakfûrî, Mir’âtu’l-Mefâtîh, c.1, s.281) Mübârakfûrî (rh.a.) ise Mişkâtu’l-Mesâbîh’e şerh olarak yazdığı ’Mir’âtu’l-Mefâtîh’ isimli eserinde; ’Bizde mevcut olan Tirmizî nüshalarında وَمَنْ أَحْيَا سُنَّت۪ى فَقَدْ أَحْيَان۪ي. وَمَنْ أَحْيَان۪ي كَانَ مَع۪ى فِى الْجَنَّةِ ’Her kim de benim sünnetimi ihya ederse muhakkak beni ihya etmiştir. Her kim de beni ihya ederse Cennet’te benimle beraber olur.’ şeklinde üç yerde ’ihyâ etmek’ şeklinde geçmektedir…’ demektedir. Ayrıca İbnu’l-Esîr de ’Câmiu’l-Usûl Fî Ehâdîsi’r-Rasûl’ isimli eserinde hadisi Tirmizî’den bu lafızla nakletmiştir. (İbnu’l-Esîr, Câmiu’l-Usûl Fî Ehâdîsi’r-Rasûl, c.9, s.567, h.no:7321; Mübârakfûrî, Mir’âtu’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh, c.1, s.281)

Hadisin bu farklı nüshalardaki vecihlerine baktığımızda karşımıza şu önemli hususlar çıkmaktadır:

1- Sünnet-i seniyyeyi sevmek; Peygamberimiz (s.a.v.)’i sevmek demektir.
Çünkü bir işi sevmek, o işin sahibini sevmenin bir alametidir. Ebû Muhammed Sehl (et-Tüsterî) (rh.a.) şöyle demiştir: ’Allah Teâlâ’yı sevmenin alameti Nebi (s.a.v.)’i sevmektir. Nebi (s.a.v.)’i sevmenin alameti sünneti sevmektir. Sünneti sevmenin alameti dünyaya buğzetmektir. Ona (yani dünyaya) buğzetmenin alameti ise ondan ancak azık ve yetecek (miktar) almaktır.’ (Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, c.1, s.518)
İnsan sevdiğini yaşar, onun yaşanması ve yayılması için gayret sarf eder. Sevmeden bir şeyi yapmak mümkün değildir. Kişi hoşuna gitmeyerek de olsa bir şeyi yapsa, bu devamlılık arz etmeyecektir. Bu nedenle mü’min olarak bize düşen; Peygamberimizi sevmenin farz oluşu gibi O’nun tüm sünnetlerini sevmek; gönlümüzde O’na karşı bir sıkıntı, hoşnutsuzluk beslemediğimiz gibi sünnetlerine karşı da beslememektir. Bir mü’min; ’Ben Peygamber (s.a.v.)’e iman ettim, O’nu seviyorum; ama şu sünneti hoşuma gitmiyor.’ gibi bir söz ya da anlayışa sahip olamaz. Çünkü bu imana muhaliftir.

Sünneti sevmenin en bariz alametleri ve gerekleri şunlardır:
1- Hadis, siyer ve Peygamberimiz’in sünnet ve edeplerini anlatan kitapları çokça okumak, mütalaa etmek ve ezberlemek. Bunun için vakit ayırmak, hatta imkân nispetinde ömrü buna hasretmek.
2- Hadislerin, sünnetlerin konuşulduğu, öğretildiği meclislere devam etmek, bu meclisleri ve bu meclislere devam edenleri sevmek, maddî manevî her türlü desteği sağlamak.
3- Hadis ehlini, sünneti yaşayan ve anlatanları sevmek, saymak, onlarla arkadaşlık etmek. Bidatleri ve bidat ehlini; sünneti sevmeyenleri ve onu küçümseyenleri ise sevmemek, onlarla arkadaşlık etmemek, onlara saygı ve hürmette bulunmamak.
Nasıl ki Peygamberimiz (s.a.v.)’e sevgi, O’nun sevdiklerini sevip dostlarına dost olmayı; sevmediklerini ise sevmeyip düşmanlarına da düşman olmayı gerektiriyorsa; aynı şekilde sünneti ihya etmek de bidatlere karşı düşman olmayı ve bidat ehline saygı duymamayı gerektirir.
Bidat ehlini sevip saymak, onlara hürmet etmek; sünnetin ölmesine ve dolayısıyla dinin yıkılmasına yardım etmek demektir. Zira Rasûlullah (s.a.v.): ’Her kim bidat sahibine hürmet ederse hiç şüphesiz İslâm’ı yıkmaya yardım etmiş olur.’ (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Bab:66, c.7, s.61, h.no:9464) buyurmaktadır.
4- Hayatının her alanında sünnetleri büyük küçük demeden tatbik etmek ve insanlara anlatmak.

2- Sünnet-i seniyyeyi ihya etmek; Peygamberimiz (s.a.v.)’i sevmek demektir.
Sünneti ihya etmek yani diriltmek; kişinin sünneti bizatihi hayatında tatbik etmesi ve diğer insanların da sevip, onunla amel etmelerini sağlamak için sözlü ve fiilî gerekli gayreti sarf etmesi demektir.
Sünnetleri, hiç kimseden çekinmeden, utanmadan tatbik etmek lazımdır. Sünnetin ihyası ancak onu riyadan uzak aşikâre bir şekilde yaşamakla mümkündür. İnsanlar kınayacak korkusuyla sünneti terk etmek, Allah’ın rızasını insanların razı ve hoşnut olmaları yolunda terk etmek demektir ki bu, bir mü’mine yakışmaz. Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: ’Her kim Allah’ın rızasını, insanları kızdırmak pahasına elde etmek isterse Allah ona yeter. Her kim de Allah’ı gazaba getirme pahasına insanların rızasını kazanmak isterse; Allah onu insanlara terk eder." (İbn-i Hibbân, Sahîh, el-Birru e’l-İhsân, s.96, h.no:277)

3- Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnet-i seniyyesini sevmek ve onu ihya etmek; Peygamberimiz (s.a.v.)’i ihya etmek demektir.
Peygamberlerin davaları ve tebliğden maksatları saltanat elde etmek, herhangi bir makam ya da mevki ihraz etmek değildir. Onların maksadı; yeryüzünde tevhidi, hak dini, Cenâb-ı Hakk’ın şeriatını ikame etmek ve yaymaktır. Dolayısıyla bir Peygamberin ihyası, tebliğ ettiği hakikatlerin, tevhit ve şeriat ahkâmının ihyasıyla, yaşanması ve hayat nizamı olarak tesis edilmesiyle gerçekleşir.
Peygamberimiz (s.a.v.) vefat etmiştir; ancak O, kıyamete kadar iman yolunda müslümanların rehberidir. Ancak bunu, kalbi sahih bir imanla dipdiri olanlar hisseder ve kabul eder. Kalbi küfür ahlâklarıyla, günah ve bidatlerle kararmış, basiret penceresi kapanmış bir kalpten bunu anlamasını beklemek, körden güneşi görmesini beklemek gibi muhal bir şeydir. Peygamberimizin kalplerde canlı olması, müşahede edilmesi; ancak O’nun sünnetini sevip ihya etmeye bağlıdır.
Her hususta Peygamberimizin izinden gidip, O’nun sevgi ve yakınlığını aramak mü’min olmamızın gereğidir. Rabbimiz, bizleri; O’nu ve sünnetini sevmeye, insanları O’na ve yoluna davet etmeye layık bir ümmet eylesin!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

2 kişi yorum yazdı.