Özlenen Rehber Dergisi

85.Sayı

Sizin İçin Seçtiklerimiz...

Dr. Celal Emanet Özlenen Rehber Dergisi 85. Sayı
İnsanoğlunu dünya ve ahiret hayatında saadete ulaştıracak tek ve mükemmel bilgi kaynağı İslâm’da mevcuttur. Zira bu ilim dünyayı, ahireti, canlı ve cansız her varlığı yaratan Allah Teâlâ’dan gelmektedir. Cenâb-ı Hak aklın kavrayabildiği veya kavrayamadığı hikmetlere bağlı olarak mahlûkata istediği şekli vererek onların hayatlarını belirlemiştir. Onlar üzerinde istediği gibi tasarruf sahibi olan da O’dur...
’Göklerin ve yerin yaratılmasında gece gündüzün değişmelerinde gemilerin insanlara fayda veren şeyleri taşıyıp denizde yüzmelerinde Allah’ın gökten su indirip onunla toprağı diriltmesinde türlü canlıları yere serpmesinde bulutu yerle gök arasında tutmasında akıl sahipleri için deliller vardır.’ (Kur’ân-ı Kerîm 2/164) ayeti gereğince Allah’ın kâinata serpiştirdiği delillerini ve buna bağlı olarak hakikatleri idrak edebilmek için inanan her insana mutlaka tefekkür etmelidir. En azından ’bu ayeti okuduğu halde söz konusu edilen şeylerde tefekkür etmeyen kimseye yazıklar olsun...’ buyuran Rasûlullah (s.a.v.)’in belirttiği zümreden olmamak için bunu yapmalıyız.
Unutmayalım ki; yaratılışımızdaki ve kâinattaki incelikleri bilmek, onları tefekkür etmek imanlarımızı kuvvetlendirir. Bu tefekkür beraberinde tevekkülü de getirir. Hayata bakış açımızı değiştirir. Bize, hayır gibi gözüken işlerde şer, şer gibi gözüken işlerde hakkımızda hayır gizlenmiş olabileceği düsturunu öğrenmemize vesile olur. Hikmetin nerede ve neyin içerisinde gizlendiğini bilmediğimizden dolayı olaylara karşı önyargılı davranmamız da doğru değildir. Zahiren şer gibi göründüğü halde sonuç itibariyle insanın hayrına olan pek çok hadiseye kendi hayatımızda da şahit olabiliriz. Konuyla alâkalı olarak bir menkıbeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Zira kıssalardan ders çıkarmak daha kolaydır:
Vakti zamanında bir kral yaşarmış. Bir gün yakın bir dostu ile ava çıkarlar. Av esnasında kralın kazara başparmağı kopar. Tevekkül ehli olan dostu, krala; ’üzülme bunda da bir hayır vardır’ diye onu teselli etmek ister. Parmağının acısından sağlıklı düşünemeyen kral, dostunun bu sözüne öfkelenir ve zindana konulmasını emreder. Bir zaman sonra kral yeniden ava çıkar. Kral ve arkadaşları ormanda yollarını kaybedip vahşi bir kabilenin eline düşerler. Yerliler, onları tanrılarına kurban etmeye başlarlar. Sıra krala geldiğinde kralın parmaklarından birisinin eksik olduğunu fark ederler. Azası eksik olan insan, tanrıya kurban edilmez diye kralı serbest bırakırlar. Kral saraya dönünce hemen dostunu zindandan çıkartır. Başından geçenleri anlatınca, dostu; ’bizim hapiste olmamızda da bir hayır varmış,’ diye cevap verir. Dostunun bu cevabı karşısında kafası karışan kral; ’nasıl hayır var?’ diye sorar.
Dostu da; ’şayet ben hapiste olmasaydım; büyük ihtimalle senle beraber o ava katılacaktım ve ben de kurban edilenlerin arasında olacaktım’ diye cevap verir.
Hikmet-i İlâhî’dir ki; kışın mevsimin çetin ve sert olması, yazın güzel geçeceğine işarettir. Sabah havanın sisli olması, gündüzün sıcak olacağı müjdesini verir. En güzel günler hep en karanlık gecelerden sonra gelir... bunları tefekkür edince insan, kendi hayatında karşısına çıkan zorluklara karşı daha metanetli durması kolaylaşacaktır. Darda kaldığımız anlarda şu İlâhî kelâm kalbimizi ferahlatmalıdır: ’Allah (c.c.) kullarına zulmetmez...’
Elbette kim kuvvetli imana sahip, kim zayıf imanlı; bunun anlaşılması için bir takım imtihanlara tabi tutulacağız. Hz. Mevlânâ bu durumu ne güzel özetlemiş: Bir buğday tanesi sen olabilmek için nerelere katlandı bir düşün! Onu toprağa attılar, üzerini örttüler. Kış geldi, karlar yağdı üstüne, üşüdü, çürüdü... Sonra bahar geldi, yağmurları içti ve ’bismillah’ diyerek kabuğunu çatlattı. Başını topraktan çıkarttı, boy verdi başak oldu. Yetmedi yaz geldi, güneşlerde yandı sapsarı kesildi rengi... Bu da yetmedi, tırpanlarla biçtiler, kabuklarından ayırdılar. Taşların arasında öğüterek un ufak ettiler... Yetmedi suyla yoğurdular hamur ederek ateşlerde pişirdiler, yetmedi sen aldın böldün, çiğnedin ve yuttun. Midenin asitli sularında benliğinden geçti kanına karıştı ve o buğday tanesi sen oldu...
Ve sen insanoğlu! Sen de Rabbine sadık bir kul olduğunu kanıtlamak için, imtihan dünyasında, yanacaksın, donacaksın, ezileceksin, üzüleceksin, saçın sakalın ağaracak, omuzların düşecek, belin bükülecek, kalbini kıracaklar, benliğinden geçeceksin ve yeri gelecek bu uğurda mübarek efendim Abdullah Farûkî el-Müceddidî (k.s.) gibi tüm hayatını vakfedeceksin.
Buğday tanesi hiç yılmadı, yüksünmedi, üzülmedi, bildi ki; bunun için yaratılmıştı ve bu uğurda çekeceği cefa mukaddesti. Bizler de bu dâr-ı faniden, dar-ı bekâya göç ederken, Rıza-i Bâriye kavuşmanın vereceği neşeyi düşünerek, nefsin ve şeytanın vesveselerine sabretmeliyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle sizleri dergimizin yeni sayısıyla baş başa bırakarak, yeni sayılarda buluşmak dileğiyle...
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.