Özlenen Rehber Dergisi

31.Sayı

Çocuğun Duygusal Gelişimi

Recep Faruk KARABAL Özlenen Rehber Dergisi 31. Sayı
Duygular ve anlatımlar davranışın önemli bir parçası ve kişiliğin ayırt edici bir yönüdür. Çocuğun günlük hayatında da duyguların önemi inkâr edilemez. Her çocuk dünyaya gelirken türlü duyguları deneyecek imkânı beraberinde getirir. Çocuğun yaşadığı çevresiyle ilişkileri neticesinde bunlardan bazıları onun yaşamında ağırlık kazanır.(1)
Yaygın bazı duygular kıskançlık, kızgınlık, sevgi, kaygı, korku ve hazdır. Bunlardan sevgi ve korku çocuğun hayatında diğerlerinden daha fazla yer tutarlar.
Sevgiyi en geniş anlamda: ’İnsanları birbirine yaklaştıran olumlu ve iyi duyguların tümü.? olarak tanımlamak yanlış olmaz. Sevecenlik, ilgililik, anlayış, hoşgörü, acıma, bağlılık ve beğenme de bu duygunun ürünleridir.(2)
Sevgi, insanların doğuştan sahip olduğu bir duygudur; ama onun davranışa dönüşmesi ve kontrol edilmesi eğitimle mümkündür. Eğitim hem sevgi ile yapılmalı, hem de sevgiyi öğretmelidir.(3) İnsanoğlu sevme yeteneğini sevile sevile kazanır. Sevmeden önce sevilmeyi öğrenir. Sevilme duygusunu yeterince tatmamış bir insanın, başkalarını sevebilmesi de oldukça zor olmaktadır.
Bundan dolayı başta anne baba olmak üzere bütün büyüklerin ve eğitimcilerin küçüklerle olan münasebetlerinde gözetmeleri gereken temel esas onlara gösterilecek sevgi ve şefkattir. Büyüklerde takdir edilme ihtiyacı ne ise, çocuklarda da sevilme ve şefkat görme ihtiyacının aynı şey olduğu söylenebilir. Sevgi, çocuğun duygusal hayatının gelişmesi için gıdadan daha önemli bir faktördür. Çocuğun ileriki yaşlarda birtakım ruhi bozukluklar göstermesi, ailesinden yeteri kadar sevgi ve ilgi görememesi, kötü muamelelere maruz kalması ile izah edilebilir.(4)
Sevgi konusunda başka bir gerçek daha vardır. O da sevilme gereksiniminin yaşam boyu sürdüğüdür. Sevgi, açlık ve susuzluk gibi sürekli doyurulmak isteyen bir duygudur. Yaşamda sevgi boşluğunu dolduracak, onun yerine geçebilecek başka bir şey gösterilemez. Doğaldır ki, her çağda sevilme gereksinimi bir değildir. İlk yaştan başlayarak, anadan alınan sevgi gelişerek ve çevreye yayılarak zenginleşir; ama sevilme gereksinimi azalmadan, yalnız biçim değiştirerek sürüp gider.(5)
Sevgiye dayalı yakın ilişkilerin bedensel gelişiminden kişilik gelişimine çocuğun tüm gelişmesini yakından etkilediği bilinmektedir. Çocuk kendisini yönetebilmeyi, doğru davranışlar sergilemeyi de sağlıklı olarak, ana baba korkusuyla ya da cezadan kaçınma duygusuyla değil, ana babasına sevgiyle bağlı olduğu için ve onların sevgisini sürdürebilme duygusuyla öğrenir. Sevdiği anne ve babasına benzemek çocuk için en güçlü eğilimdir. Anne ve babasının sevdiği davranışları yineleyerek, o davranışları zamanla özümser. Önce çok yüzeyde olan bir taklit ile başlayan bu benimseme, giderek ana babanın özelliklerinin kendi kişiliğine sindirilmesi yolunda gelişir. Başka deyişle, çocuk anne ve babasıyla özdeşim yapar; onlara kendini uydurarak daha çok sevilme çabasına girer. Bu çaba, onu daha uysal ve söz dinler hale getirir. Anne baba, doğru davranışları hayatlarına hâkim kılmış, bununla birlikte çocuklarına yeterli sevgi ve ilgiyi gösteren kişilerse, doğal olarak çocukları da bu istikamette yetişecektir.
Çocuğun ancak sevilerek sevmeyi öğrenebileceği, çocukluğunda yeterli sevgi görmeyen insanların, başkalarını sevmekte güçlükler yaşamaları gerçeği, Allah ve peygamber sevgisi başta olmak üzere, dini boyuttaki sevgileri ona kazandırabilmek için, aile fertlerinin ona olan sevgilerini hissettirebilmeleri ve sevilme duygusunu çocuğa yeterince yaşatmalarının önemini de gözler önüne sermektedir.
Korku ise, tehlikeler karşısında duyulan heyecan halidir. Korku, kişide, korkulan kişi, olay ya da nesneden çekinme, kendini geri çekme, sakınma ya da kaçma davranışlarına yol açar. Canlıların mevcudiyetini tehlikelere karşı korumada ve hayata intibaklarında önemli rol oynar.
Bu heyecan hali çocuğun fıtratında mevcuttur; ancak eğitimle gelişir ve çeşitlenir. Bu bakımdan korku duygusundan gereği gibi istifade edebilmede eğitimin rolü büyüktür. Yanlış eğitimle çocuklara kazandırılan yersiz korkular ve bunların marazileşmiş şekli fobiler, onların ruhunda telafisi imkânsız bozukluklar meydana getirebilir. Korkunun marazileşmiş şekli olan kaygı ve fobinin temelinde yanlış eğitimin de yattığı bilinmektedir.(6)
Çocukta korku uyandıran durumlar başlıca üç gurupta toplanabilir: Çocuğun yalnız kalması, karanlıkta bulunması, kendisine aşina kimsenin yerine bir yabancıyı çevresinde görmesi. Yine yapılan araştırmalar sonunda çocuklarda en sık görülen korkular şu şekilde sıralanmıştır: Karanlık mekânlar ve hayvanlar (%96); bedensel sakatlanma (%95); hayaletler, cinler, dışardan eve zorla giren insanlar (%91), otoriter kişiler (%82), korkulu düşler (%81); yabancılar, kötü insanlar (%80); anne ya da baba tarafından terk edilmek (%63).(7)
Çocuğun faaliyet ve ilgilerinin sahası genişledikçe, korkuların sahası da genişler ve değişir. Mesela çocuk hayali faaliyetlerle meşgul olabilecek ve gelecekte meydana gelebilecek olayları önceden kestirebilecek bir seviyeye eriştiğinde, hayali ve uzak tehlikelerin korkularını peşin olarak duyabilecek seviyeye de erişmiş olur. Bu aşamaya gelmiş bir çocuk, korku ve telaş için yakın bir sebep olmasa bile, gelecek zamanda başına gelme ihtimali bulunan felaket ya da talihsizliklerin de korkusunu yaşamaya başlar. İlkokul yılları daha çok bu çeşit uzak gelecekle ilgili korkuların yoğun yaşandığı yıllardır.(8)
Çocuklarda doğal olarak, Allah, cehennem vb. korkular mevcut değildir. Bu korkular genellikle yetişkinlerin hatalı telkinleriyle oluşurlar. Nitekim karanlık ve yalnız bırakılma, terk edilme korkusu çocuklardaki temel korkulardandır. Bu korkuları yoğun bir şekilde yaşayan çocuğa ölümle, kabir hayatıyla, cehennemle ilgili tasvirler, bir de olabildiğince korkunç şekliyle anlatıldığında, çocuk bu anlatılanlarla sürekli olarak zaten hissettiği karanlık ve terk edilme, yalnız başına bırakılma korkularıyla bağlantı kuracak, iç dünyasında yaşadığı korkularla bu konuları ilişkilendirmekte geç kalmayacaktır.(9)
Çocuklar çok küçük yaşlarda konuşmaya, yürümeye başladıktan hemen sonra ’Allah? kavramı ile karşılaşırlar. Gelişme dönemi özelliklerinin ortaya koyduğu ufak tefek saldırgan, atılgan, başkaldıran, bağımsız hareket etmeye özenen çocuğun, kendi istekleri doğrultusunda hareket etmesini isteyen büyükler, kendi tehdit ve cezaları boşa gittiği zaman: ’Annenin sözünü dinlemeyeni Allah taş yapar.?, ’Yemeğini tabağında bırakanı cehennemde yakar.? gibi uyarılarla Allah korkusunu kafasına yerleştirirler. Çocukta doğal olarak var olan öğrenme merakı onu, çok işittiği Allah’ın kim olduğunu, nerde olduğunu, neye benzediğini öğrenmeye yöneltir. Ancak düşünceleri henüz işlem öncesi ya da somut düzeyde olduğundan soyut kavramları anlayamazlar. Bu yüzden genellikle verilen yanıtlar onu yalnızca korkutmaya yarar. Böyle bir korkunun ortaya çıkardığı bozukluklar diğer nedenlerle ortaya çıkan bozukluklardan çok daha ağır ve tedaviye çok direnç gösteren bozukluklar olmaktadır. (10) Ayrıca böyle bir yaklaşımla, çocukluk döneminde zaten yaşanan pek çok korkuya Allah korkusunun ilâvesi çocuğun belki de hiçbir zaman Allah ile sevgi temelinde bir ilişki kuramamasına neden olacaktır.(11)
Çocuklara Allah korkusunun, onların vicdan gelişimlerine uygun düşen 10?11 yaşlarından sonra ve gerektiği zaman telkin edilmesi doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü bu yaşlarda haklı-haksız, suç-ceza, sevap-günah, cennet-cehennem gibi soyut kavramların anlaşılmasına yardımcı olan zihinsel gelişim yeterince oluşmuştur. Bu yaşlara gelinceye kadar, çocuklara Yüce Allah’ı tanıtırken, Rabb’imizin merhametinden, şefkatinden ve bizleri ne kadar çok sevdiğinden bahsetmeli, bunlarla ilgili örnekler vermelidir. Meleklerin daima insanların iyiliğini isteyen ve bizleri koruyan varlıklar olduğu, bu dünyada iyi olan insanların Allah tarafından cennetle ödüllendirileceği anlatılmalı, bu devrede cennet tasvirleri üzerinde çokça durulmalı ki, çocuğumuzun fıtratında mevcut olan Allah’a bağlılık ve O’nu sevme duygusu gelişsin ve davranışlarına yön versin.


1. YAVUZ, Kerim, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, DİB Yay., Ankara-1983, s.27.
2. YÖRÜKOĞLU, Atalay, Çocuk Ruh Sağlığı, 2. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara-1979, s.137.
3. BİLGİN, Beyza ve Mualla Selçuk, Din Öğretimi, 5. Baskı, Gün Yay., Ankara-2000, s.46.
4. TÜTÜNCÜ, Mehmet, ’Çocukta Duygu ve Heyecan Eğitimi?, DEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:4, İzmir, s.270.
5. YÖRÜKOĞLU, Atalay, a.g.e., s.138.
6. TÜTÜNCÜ, Mehmet, a.g.e., s.275.
7. ZULLİGER, Hans, Çocuklarımızın Korkuları, 2. Baskı, çev., Kamuran Şipal, Cem Yay., İstanbul- 2000, s.99.
8. GATES, Arthur I. ve diğerleri, Eğitim Psikolojisi, 13. Baskı, çev., Nemci Z. Sarı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul-1975, s.99.
9. JERSİLD, Arthur, Çocuk Psikolojisi, çev., Gülseren Günce, AÜ Eğitim Fakültesi Yay., Ankara-1979, s.388.
10. ÖZTÜRK, Mualla, ’Din Eğitimi ve Çocuk Ruh Sağlığı?, Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri, İlahiyat Vakfı Yay., Ankara 1981, s.208.
11. GÜLÇÜR, Musa Kazım, Çocuğun Din Eğitimi, Feza Gazetecilik A.Ş., İstanbul-2001, s.38.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.