Özlenen Rehber Dergisi

31.Sayı

Mesneviden Damlalar

Sümeyra ÇAKMAK Özlenen Rehber Dergisi 31. Sayı
Çöl ortasında fakir bir bedevi, çadırında hanımıyla oturuyordu. Bir gece hanımı:
?Bütün yoksulluğu, cefayı biz çekiyoruz. Herkesin ömrü bollukla geçiyor. Sadece biz fakiriz. Ekmeğimiz yok, katığımız üzüntü. Testimiz yok, suyumuz gözyaşı? Gündüzün elbisemiz güneş, geceleyin döşek ve yorganımız ay ışığı. Açlığımızdan dolunayı, okkalık ekmek sanarak gökyüzüne saldırıyoruz? Bizim halimiz ne olacak?? diye dert yandı. Bedevi şöyle cevap verdi:
?Be kadın, daha ne zamana dek dünya malını arayıp duracaksın? Şu dünyada ne kadar ömrümüz kaldı? Akıllı kişi artığa eksiğe bakmaz. Gençken daha kanaatkâr idin, yaşlandın hırsın arttı; altın istiyorsun. Hâlbuki önceden sen altın gibiydin? Ne oldu sana??
Hanım bunları dinlemiyor, üstelik azdıkça azıyordu. Devamla:
?Ey namustan gayri bir şeyi olmayan adam? Artık senin yaldızlı sözlerinden bıktım. Halimize bak da utan! Bana kanaatten bahsediyorsun. Ne vakte kadar bu çalım? Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın? Sen bunları geç de yola gel!? Kocası cevap verdi:
?Sen kadın mısın, yoksa keder misin? Yoksulluğumla ben iftihar ederim. Başıma kakma! Mal, mülk ve para başta külah gibidir. Külaha sığınan keldir. Zengin, kulağına kadar ayıp içine dalan kişidir. Malı vardır da o ayıbını örter. Yoksulluk senin anlayacağın şey değildir. Yoksulluğa hor bakma! Allah göstermesin, benim dünyaya karşı tamahım yok. Gönlümde, kanaatten bir âlem var. Ey kadın, kavgayı, darılmayı bırak! Ben iyiyle kötüyle kavga edemem; kavga ile işim yok. Savaşlar şöyle dursun, gönlüm barışlardan bile ürkmekte? Susacaksan ne ala, eğer susmazsan, şimdi evimi, barkımı alır başımı giderim??
Kadın kocasının hiddetini görünce ağlamaya başladı, güya pişmanlık gösterdi. Bedevi karısının gözyaşlarına dayanamadı, söylediklerine pişman oldu. Onun bu pişmanlığını sezen kadın, kocasına şu aklı verdi: ’Testimizde yağmur suyu var. Malımız mülkümüz de bundan ibaret. Bu testiyi al, git Padişahlar Padişahının huzuruna gir, armağanını sun. De ki: Bizim bundan başka, hiçbir malımız mülkümüz yok, çölde de bundan iyisi hiç bulunmaz? Padişahımızın hazineleri varsa bunun gibi suyu yoktur. Bu su az bulunur.?
Zavallı kadın, Bağdat’ın ortasından şeker gibi Dicle’nin akıp gitmekte olduğunu ne bilsin, testisindeki suyu övüp duruyordu. Kocası da bu övgüye katılmış:
?Kimin böyle bir armağanı olabilir? Gerçekten de bizim bir testi yağmur suyumuz ancak padişahlara lâyık?? diyordu.
Bedevi testisini bir keçeye sardı, ağzını sıkıca kapadı. Sırtına alarak Bağdat yoluna düştü. Testi kırılmasın, hırsızlar çalmasın diye gece gündüz gözü gibi koruyordu. Günler haftalar sonra Bağdat’a geldi. Sora sora, Halifenin sarayını buldu. Kapıya dayandı. Muhafızlar ne istediğini sordular. Bedevi:
?Ey muhterem kişiler! Ben garip bir bedeviyim. Padişahın lütfunu umarak çöllerden geldim. Bu armağanı o sultana götürün, padişahtan murat isteyeni ihtiyaçtan kurtarın! Tatlı, lezzetli su. Çölde yağmur sularından biriken gölden toplanmıştır. Testim de güzel yepyeni.?
Halifenin adamları, bu saf, tertemiz yürekli bedeviye önce gülecek oldular, sonra da onun bu iyi niyetlerle bezenmiş armağanını canla başla kabul ettiler. Bedevi, sarayın hemen altında gürül gürül akan Dicle’den habersiz bekliyordu. Bedevinin su testisi Halifeye sunulunca, Halife bundan çok memnun olmuş, bedeviyi huzuruna kabul etmişti. Gönlünü aldı, yeni elbiseler giydirdi sonra da adamlarına:
?Testiyi altınla doldurup, ona verin. Dönerken de onu, gemi ile Dicle yolundan götürün. O çöl yolundan gelmiş. Dicle yolu yurduna daha yakındır. Buradan memleketine dönsün.? emrini verdi.
Bedevi gemiye binip Dicle’yi görünce büsbütün şaşmıştı. Asıl şaşkınlığı, bu kadar suyu bol Dicle nehri varken, Halifenin, bir testi çöl suyunu kabul etmesiydi. Ve Allah’a şükrediyordu.
MESNEVİ: ’Ey oğul! Bütün dünyayı, ağzına kadar ilimle güzellikle dolu bir testi bil; fakat bu ilim ve güzellik, fevkalade dolu olduğundan, derisine sığmayan kişinin zuhuru, zatının muktezası olan ve zuhur etmemesine imkân bulunmayan Allah’ın Dicle’sinden bir katredir. O gizli bir hazine idi. Pek dolu olduğundan yarıldı, kendisini izhar etti. Toprağı, göklerden daha parlak bir hale getirdi. Gizli bir hazineyken coştu; toprağı, atlas giyen bir sultan haline soktu. O bedevi, Allah’ın Dicle’sinden bir katreyi görse idi, hakikatte bir deniz olan o katrenin önünde testisini atardı.(Beyt: 2860?2864.)
Hikâyede, Halife kapısını temsil eylediği dergâh-ı ilâhîdir. Mü’min her ne kadar ilim, irfan, mal mülk ve ibadet sahibi olursa olsun, bu meziyet ve imkânlarına aldanmamalı ve güvenmemelidir. Bu değerlerin hepsini Rabb’inin lütfu bilip, şahsî amellerinin de Dicle’nin yanında, bir testi su olduğunu unutmamalıdır. Çöl bedevisinin çölde bin bir çile ile biriktirip Halifeye takdim ettiği bir testi su onun için hayat iksiri idi. Hâlbuki Dicle’nin içine dökülünce kaybolup gitti. İnsanoğlunun beşerî imkânlarla hakikatine ermeye çalıştığı, ilâhî tanzim ve sanattan anlayabileceği, onun aslî hakikati karşısında Dicle’nin bir damlası bile değildir. Karıncanın kendi ufacık yuvasını, balığın akvaryumunu bir kâinat zannetmesi gibidir. İnsan da, gafleti neticesi kendi cüceliğine bakmadan adeta bir dev aynasının yalanlarına kanar. Misalimizdeki karınca ve balığın durumuna düşer.
Rasûlullah (s.a.v): ’İlâhî, Seni tenzih ve takdis ederim. Biz Sen’i, sana lâyık bir marifetle tanıyamadık.? buyurmuştur.
Necib ümmetin yüksek âlimleri acziyetlerini itiraftan çekinmemişlerdir. İmam Ebu Yusuf’a, Halife Harun Reşid bir mesele sorar. İmam Ebu Yusuf: ’Bilmiyorum.? diye cevap verir. Halifenin yardımcısı İmam Ebu Yusuf’a: ’Maaş ve tahsisatınız varken bilmiyorum diyorsunuz!? der. Cevaben İmam Ebu Yusuf da: ’Benim maaşım ilmime göredir. Cehlime göre verilecek olsa hazine yetmezdi.?
Allame İmam Gazali: ’Bildiklerime nispetle bilmediklerimi ayaklarımın altına alabilseydim, başım göklere değerdi.? buyurmakla aczini itiraf edip tevazuunu göstermiştir. Bu büyük insanlar, bildiklerinin değil, bilmediklerinin çokluğunu itiraftan çekinmemişlerdir. İnsanoğlunun istinat temayülünde bulunduğu amellerine ehemmiyet izafet etmesi Dicle’nin yanında bir testi su değil midir? Allah korusun, keşif bulutları güneş ışığına mani olması gibi kalbin şeytana taht olması halinde Rahman’ın hidayeti oraya ne kadar ulaşabilir. İnsan Dicle’den habersiz olduğu için bir testi suyu umman zannedebilir. Kendi zannında boğulur gider.
Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri buz satan bir satıcıya rastlar. Satıcı: ’Sermayesi erimekte olan insana yardım ediniz.? diye nida eder. Cüneyd Hazretleri bu sözü duyunca düşüp bayılır. Dünya sermayesini ahiret sermayesine tebdil edemez isek, dünyadaki gayretler, şeytanların paylaşacakları nasipler olur. Netice hüsran ve acı bir aldanıştır. İsraf çılgınlığı ve merhamet yoksunluğu dünyada baş belası ahirette azap sermayesidir. Geçmiş günlerimizin dosyaları kapanmıştır. Bunlarda değişiklik yapabilmenin imkânı yoktur. Gelecek günlerimizin varlığı ise şüphelidir. An bu andır. Bu anımızın gönül ve alın terlerini hayat tarlamıza tohumlar isek, inşallah ahiretimizin sırça sarayları olur. Şeyh Sadi’nin ifade ettiği gibi: ’Arzın sathı Rabb’in umumî sofrasıdır. Dünyada Rahman sıfatının tecellisi olarak bütün mahlûkat bol bol rızıklandırılır. İçirilir ve giydirilir. Dost hasım, itaatkâr ve isyankâr ayırt edilmez. Rabb’in merhameti bütün mahlûkatı ihata etmiştir. Dikenli bir kirpinin yavrusunu sinesine bastırması, hatta kâfir bile olsa mazlumun bedduasının kabul olması bu kuşatıcı merhametin muktezasıdır. Kâinattaki ilâhî sanat, hikmet ve ibret manzaraları nefsanî ve süflî his ve davranışlarla, aslı tabiatı bozulmamış insanı, ulviyet, halvet, safvet, rikkat ve haşyet gibi bediî duygulara gark eder.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.