Özlenen Rehber Dergisi

93.Sayı

Âşıkların Mâşuku'na Vuslat Anları

Mehmet Ali KAPAR Özlenen Rehber Dergisi 93. Sayı
Kamçı darbeleriyle şehit edilen büyük imam; İMÂMI-I A’ZAM EBU HANİFE (k.s.):
İmam-ı Şafiî hazretlerinin ’Bütün insanlar fıkıhta Ebu Hanife’nin talebesidir’ dediği büyük âlim İmam-ı A’zam, Abbasi halifelerinden Ebu Ca’fer Mansur devrinde yaklaşık olarak yetmiş yaşlarına gelmişti.
Halife Ebu Ca’fer Mansur zulümle işbaşında olan bütün idareciler gibi, âlimlerin nüfuzundan yararlanarak halktan gelebilecek olan isyanlara bir set koymayı düşünmüştür. Abbasi halifesi de İmam-ı A’zam’ı Bağdat kadılığına getirmek istemiş fakat Halifenin adaletsizliğini bilen İmam (rh.a.) bunu defalarca kez reddetmiştir. Durumu kabullenemeyen halife İmam’ı tutuklatmış ve işkencelere maruz bırakmıştır. Halk bunu kabullenmek istememiş ve devlet ricalinden bazı kimseler araya girmişse de Halife zulümlerini ve hırsını daha da artırmıştır.
İşkence ve zulümlerin günden güne artması üzerine Ebu Hanife hazretleri şu şekilde Cenâb-ı Hak’tan niyazda bulunmuştu: ’Allah’ım kudretinle benden onların şerrini uzak kıl’ Bu duadan birkaç gün sonra, Ebu Hanife, kamçı darbelerinin tesiri ile şehit olmuştur.

Dinin bir tek hükmünden taviz vermemek için kırbaçlanmayı ve zindanı göze alan İmam; AHMED İBN-İ HANBEL (k.s.):
Abbasi halifesi Mu’tasım o dönem içinde sapık bir inanç olarak yayılmaya başlayan Kur’ân-ı Kerim’in mahlûk olduğu, bir yaratık olduğu fikrini benimsemiş ve bütün âlimlere bunu kabul etmelerini yoksa başlarının kesilmesini emretmişti.
İmam Hanbel ise bu fikre kesinlikle karşı çıkmış ve ’Kur’an mahlûk değildir! Allah’ın sıfatları gibi O’ndandır ve O’nunladır.’ demişti. Çevresindekiler kalben inanmasa da hayatını tehlikeden korumak için diliyle söylemesi için yalvarmışlarsa da ’Âlimler hakikati söylemekten çekinirlerse, cahiller ne yapmaz?’ demiştir.
Bunun üzerine yakalanan ve Bağdat’a götürülen İmam, Halifenin yüzüne de gerçeği haykırmış ve buna öfkelenen Halife, İmam İbn-i Hanbel’i kırbaçlatmış ve zindan attırmıştır. Yaklaşık 28 ay zindanda kalan İmam’a başına gelenler hakkında ne düşündüğünü soranlara ’Akıllarınca, Allah yolunda bir hayır işlemek için beni kırbaçlayanlara Allah’tan hidayet dilerim’ demiştir.
Büyük müçtehidin zindanda sıhhati iyice bozulmuş ve çıktıktan sonrada hastalığı ilerlemiştir. O vaziyette iken bile çevresindekilere nasihatler etmeye devam etmiş ve hicri 241 yılında vefat etmiştir.

Dinden taviz vermediği için işkencelere maruz kalan müçtehit; İMAM MÂLİK (k.s.)
Abbasiler döneminde kendi ihtiraslarını halka kabul ettirmek için, âlimleri kullanmaya çalışan idareciler musallat olmuştu. Dönemin Medine valisi doğru olan neyse onu kabullenmeye yanaşmamış, illa kendi görüşünü kabul ettirmeye çalışmıştır.
Medine valisi; tıpkı İmam-ı A’zam’a olduğu gibi kendi fikirlerini kabul etmeyip istediği yönde fetva vermeyen İmam-ı Malik’in tutuklanıp dövülmesini emretti. Emrini alan gözü dönmüş adamları halkın gözü önünde acımasızca halkın göz bebeği âlimi dövmüşlerdi.
İmam-ı Malik’in omuzları çıktı, vücudunun her tarafı yara bere içerisinde kalmıştı. O vaziyette iken bile, hakikati haykırmaktan geri durmadı.
Talebeleri ve ahali onun bu vaziyeti karşısında ağlaşmaya başladılar. İmam-ı Malik ise onları teselli ediyor ve zalimin zulmünün yanına kar kalmayacağını söylüyordu. Bu yaranın tesiriyle beka âlemine göçtüğünde taşkınlıkta bulunulmamasını, kendisini için dua edilmesini istedi. Çok geçmeden de H.179 senesinde Medine’de vefat etti.

Hüccetü’l İslâm İMÂM-I GAZALİ (k.s.):
Yazdığı eserlerin yanı sıra, evinin yanında yaptırdığı binalarda talebe yetiştiren İmam-ı Gazalî, son günlerde daima ahretten bahseder olmuştu.
O gün de akşama kadar talebelerine ders vermiş, yatsı namazından sonra yine onlara uzun uzun sohbet edip iman hakikatlerinden ders yapmıştı.
Gecenin büyük kısmını ibadetle geçirirdi. O gün de öyle yapmıştı. Birazcık uyuduktan sonra uyanmış ve sabah namazı için abdest almıştı. Sabah namazını kıldıktan sonra yakınlarına seslenerek kefenini istedi. (Kefenini çok önceden hazırlatmıştı.) Yakınları şaşırmıştı. O zamana kadar ’Huccetü’l İslam’ hiç böyle bir talepte bulunmamıştı. İmam-ı Gazalî kefeni aldıktan sonra öpüp başına koydu. Yüzüne gözüne sürdü. Daha sonra şöyle dedi: ’Ey benim Rabbim ve Mâlik’im, emrin başım, gözüm üstüne!’
Bu sözleri işiten yakınları, talebeleri büyük âlimin dünyaya veda edeceğini anlamış ve gözyaşı dökmeye başlamışlardı. İmam ise elinde kefen kıbleye döndü ve âyet-i kerimeler okudu, tekbir getirdi, kelime-i tevhidi devamlı surette tekrarlamağa başladı. Daha sonra secdeye varırcasına yüzükoyun uzandı. Yakınları bir müddet beklediler, bir hareket göremeyince tutup kaldırdılar. Büyük âlimin ruhunu Rahman’a teslim etmiş olduğunu görerek ağlamaya başladılar.

Çifte gül sahibi, hem Seyyid hem Şerif , Ebû Muhammed, Muhyiddîn , Gavsü’l-A’zam , Kutb-i Rabbânî, Sultânu’l-evliyâ, Kutb-i A’zam, beşikte iken oruç tutan, ayağı bütün velilerin boynu üzerinde olan Sultan; ABDÜLKADİR GEYLANİ (k.s.)
Vefat edeceği sırada, oğullarına buyurdu ki: ’Yanımdan ayrılın! Çünkü zâhirde, görünüşte sizinle, bâtında Allah ile beraberim. Yanımda sizden başkaları da vardır. Onlara yer açın. Onlara ebedi gözetin. Burada büyük rahmet vardır. Onları sıkıştırmayın!’
Yine; "Aleykümü’s-selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü. Allah beni ve sizi mağfiret etsin! Allah benim ve sizin tövbelerimizi kabul etsin!" Bir gün bir gece hep böyle buyurdular.
Gavsü’l-âzam, o esnâda, ellerini kaldırıp, uzattı ve: "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü! Tövbe ediniz!" buyurdu.
Vefat ederken iki defa: "Allahümme refîk al a’lâ." deyip; "Size geliyorum, size geliyorum.’ buyurdu. Tekrar buyurdu ki: "Durun!" Bunun ardından, ona ölüm ve sekerât hâli geldi. Bu halde iken; "Bana kimse bir şey sormasın. Ben, Allah’ın ilminde bir hâlden başka bir hâle geçmekteyim." buyurdu.
Son anlarında, oğlu Abdülcebbâr; "Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?" diye arz edince; "Bütün uzuvlarım acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allah iledir." buyurdu.
Daha sonra; "Kudret ile hâkim, kullarına ölüm ile gâlib olan Allah, her ayıp ve kusurdan münezzehtir. Lâ ilâhe illallah Muhammedü’n-Rasûlullah!" Sonra da; "Allah Allah Allah!..." deyip sustu, dilini damağına yapıştırıp, mübarek ruhunu teslim eyledi.

Onun açtığı yolda asırlarca Kur’an Âşıkları yetişti; ŞÂH-I NAKŞİBEND (k.s.):
Ömrünü Kur’an hakikatlerini anlatmakla geçiren Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin hazretleri hastalanınca, yakınlarını ve talebelerini çağırdı ve onlarla helalleşti. Gelenlere Şâh-ı Nakşibend hazretleri vâz-ü nasihatlerde bulunmaya devam ediyordu.
Hasta yatağının başında toplananlar mübareğin daha önce birçok kerametine şahit olmuşlardı. Fakat o kerametleri gizlemeye çalışır bunu göstermekten imtina ederdi. Çevresindekilere ’Kerameti gizlemek, göstermekten daha büyük keramettir. Esas olan, Hakkın rızasını ihlâslı bir şekilde muhafaza etmektir’ demiştir. Fakat bu son anı diğer kerametlerinden daha da büyük ders verici idi.
Şâh-ı Nakşibend hazretleri ahiret âlemine göç etme anının yaklaştığını hissedince, etrafındakilere dönerek ’Kur’ân-ı Kerim okuyunuz’ dedi. Talebeleri okumaya başlayınca kendiside devamlı olarak kelime-i şehâdet getiriyordu.
Talebeleri Yâsin suresini okurken Şâh-ı Nakşibend hazretleri de tekrar ediyordu. Hâli, bir müddet misafir kaldıktan sonra, misafir kaldığı yerin ahalisine ve o beldeye veda eden yolcunun haline benziyordu. Yâsin suresinin tam ortasına gelmişlerdi ki odanın nurla dolduğunu gördüler. Hayretle birbirlerine baktılar ve Nakşibend hazretlerine döndüklerinde ise sevgilisine vuslat ettiğini gördüler.

İkinci bin yılın ışığı ; İMÂM-I RABBANİ (k.s.)
Vefatından biraz önce, kendinden geçme hali görüldü. Büyük oğlu: "Bu kendinden geçme halinin şiddeti, hastalık mı, yoksa istiğrâk sebebi ile midir?" diye arz etti. Cevabında: ’İstiğrak sebebi iledir. Çünkü, bâzı hâller görünüyor. Bunun için onlara teveccüh ediyorum, tâ ki hepsini oldukları gibi görebileyim ve bunlarla her şey tam ve mükemmel olsun." buyurdu. Bu derin sırlardan oğullarının kulaklarına fısıldadı. Bu kendinden geçme halinden kurtulunca, müridâna "elvedâ" sözünü hatırlatan, vasiyetlerini söylemeye başladı. Bu vasiyetlerin çoğu; Rasûlullah’a tâbi olmaya teşvik, sünnete yapışma, bid’atten kaçınma, zikr ve murâkabeye devâm etme hakkında idi.
Vefat ettiği Safer ayının yirmi dokuzuncu Salı günü, gece kendine hizmet eden hizmetçilerine: ’Çok zahmet çektiniz, bu sizin son zahmetinizdir.’ buyurdu. Gecenin sonunda: ’Bu gece de bitti, sabah oldu.’ buyurdu. O günün işrâk zamanında; ’Beni yatağıma yatırın.’ buyurdu. Sedirin üzerine yatınca, sünnet üzere sağ elini sağ yanağının altına koyup, zikirle meşgul oldu. Büyük oğlu Muhammed Saîd, babasının sık sık nefes aldığını görünce; ’Hâliniz nasıldır babam?’ diye sordu. ’İyiyim ve kıldığım o iki rekât namaz kâfidir.’ buyurdu. Bundan sonra bir daha konuşmadı. Yalnız Allah’ın ismini söyledi ve biraz sonra da vefât etti. Bu hususta da Rasullerin Serveri’ne tâbi oldu.

Hak aşkıyla pervane gibi dönen gönüller sultanı; Hz. MEVLÂNÂ (k.s.):
Hz. Mevlânâ’nın hastalığını işiten uzak ve yakın talebeleri ve ahali Konya’ya akın ediyorlardı. Ziyaretine gelenler Hz. Mevlânâ’ya şifa dileğinde bulunuyorlardı. Mevlânâ’nın ise cevabı ’Dilediğiniz şifa artık sizin olsun. Sevenle, sevilen arasında kıldan bir gömlek kadar bir şey kalmıştır. İstemez misiniz ki nur, nura ulaşsın’ olmuştur.
Hz. Mevlânâ yine yakınlarına ve talebelerine dönerek şu vasiyette bulundu ’Size içinizden ve dışınızdan Allah’a takvayı vasiyet ederim. Ve az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, günahlarınızdan ızdırap duymayı, oruca devam etmeyi, namaza kalkmayı, şehvetleri bırakmayı, insanlara cefa vesilesi olmamayı hatırlatırım. Sefihlerin, aşağı takımının sohbetlerini bırakınız ve yalnız salih olanlarla düşüp kalkınız. İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır. Sözlerin hayırlısı da az ve manalı olandır.’
Hz. Mevlânâ teslim etmeden önce âyet-i kerimeler okudu. Bir ara eliyle uzakları gösterdi ve şöyle dedi: ’Dostlarımız bizi bu taraftan çekiyor. Naçar gideceğiz.’ Daha sonra ağır ağır kelime-i tevhidi söyleyen Hz. Mevlânâ sükût etti. Uykuya dalar gibi bir hâle büründü. Ruhu ten kafesinden uçmuş, beka âlemine gitmişti.

’Her bir Sünnet-i Seniyyeyi yaşamak nefis tezkiyesidir’ düsturu ile âhir zamanda, tâlib-i irfanâ ; ilim, irfan, itaat, aşk ve kurbiyet meydanında rehberlik eden;
Hz. ABDULLAH FARUKÎ el-MÜCEDDİDÎ (k.s.):
Zemheride açan çiçekler misali Abdullah Farukî hazretleri, önce Malatya sonra Ankara’da kurduğu Hak ocağında ilm-i irfanını büyük bir gayret ile yaymış, ömrünü rızayı Barî uğruna dur durak bilmeksizin, hastalık, yorgunluk, üzüntü ve keder demeksizin Peygamber ve Ehl-i Beyt aşkıyla dolu dolu geçirmiştir. Onu tanıyıp, anlayıp da birlikte bulundukları zamanın ’kadrini kıymetini bilemedik, o mübarek insanı hakkıyla anlayamadık’ demeyen kimse yok gibidir.
Ömrü; ilim, irfan, itaat, aşk ve kurbiyet meydanında rehberlikle geçen Abdullah Farukî hazretleri son günlerinde Yüce Rabbine olan hasretini açıktan daha da çok dillendirmeye başlamış, irtihaline işaret eden çok önemli nasihatlerde bulunmuş, yolunun esasını ’Tevhidin hâkimiyeti, Sünnet-i Seniyyenin iştiyakla yaşanması ve Ehl-i Beyt-i Rasûlullah’ın sevgisi’ olarak özetlemişti. Abdestli bulunmayı hiç terk etmeyen Abdullah Farukî hazretleri son saatlerinde yine abdestini acelesi olan bir insan gibi tazelemiş, iki rekât namaz kılmış, dua etmişti. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin günah ve sâir tüm kötülüklerden risaletinden önce ve sonra korunmuş oluğunu savunmak için bir TV programında telefon ile katılmıştı. Daha sonra sekine içinde Hakkı (c.c.) zikre koyulmuş bir halde iken sağ elinin işaret parmağını kaldırmış ve ’lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l aliyyi’l azîm’ zikrini söylerken son nefesini 11 Aralık 1999’a teslim etmiştir. Rabbimiz şefaatlerine nail eylesin.

Yararlanılan kaynaklar:
1- Burhan BOZGEYİK, Meşhurların Son Anları, Cihan Yayınları, İstanbul,2007
2- Mehmet DOĞRAMACI, Meşhurların Diriliş Anları, İstanbul, 2002
3- Menkıbeler,’Hülasatü’l Mefahir fi menakıbı’ş-şeyh Abdülkadir, Abdülkadir Geylanî, Mütercim; Seyfullah KILIÇ, Rehber Yayıncılık, Ankara, 2010
4- Şa’rânî ,Tabakâtü’l-Kübrâ, c.1, s.126
5- İmam-ı Rabbani, Mektubat-ı Rabbani Tercümesi, 1.cilt
6- İslam Âlimleri Ansiklopedisi
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.