Özlenen Rehber Dergisi

93.Sayı

İslâmi Feminizm Bahsine Tetimme...

Sema Betül ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 93. Sayı
Modern dönemde ortaya çıkan algısal yeniliklerin kadın adına kadim kültürle pek uyuşmayan arızalar ortaya çıkarttığı malumdur. Gerek dünya genelindeki kadın eksenli hareketlerin ve gerekse de ülkemizdeki yeni oluşum ve tasavvurların büyük ölçüde hâkim kültür tarafından şekillendirildiği aşikârdır. Bütün bunların nihayetinde ise modern dünya düzeni tarafından ’özgürlük ve eşitlik’ sloganlarının çekim alanına vakumlanan modern kadın fıtratına yabancılaştığının ve bu yabancılaşma sonucunda zihin dünyasının tarumar edildiğinin çokta farkında değil maalesef.
Kendisine tevdi edilen görevleri mesela ’anneliği ve ev hanımlığını’ öteleyen modern kadın şartların eşit olmadığı ve hiç de adil olmayacak şekilde kendisini erkekle rekabet eden bir alana konuşlandırıyor. Asılda ’takva’ sahibi bir insan olma çabası içinde olması gereken kadın adeta erkek olma mücadelesi içine girmiş durumda. Netice itibariyle ise İslâmî değerlerle modern değerler arasında gide gele başı dönmüş şizofren bir kişiliğe dönüşmüş. Allah’ın kendisine biçtiği rolü gönül rahatlığıyla benimsemesi gereken Müslüman kadın erkeğe biçilen rolü üstlenme çabası içerisine girerek insani dengenin bozulmasına katkıda bulunmayı adeta kendisine şiar edinmiş gibi. Elma ile armudun her ikisinin de meyve olduğu gerçektir ama ikisinin de aynı şey olduğunu söylemek cehalet değilse de bir tür akıl tutulmasından başkaca bir şey değildir.
Egemen modern kültürün kendisini kadın üzerinden pazarladığı ve toplumları kadın üzerinden dönüştürdüğü bir vakıadır. Belki de burada en müteessir olunacak durum ise bu paradigmaya, modern ve küresel sömürgeciliğe karşı durduğunu söyleyen kimi müslüman kadınların bilinçli ya da bilinçsiz şekilde bu çarka su taşımasıdır. Kapitalist tüketim sistemiyle paslaşarak tesettür kreasyonları üreten tekstil firmaları, kozmetik ürünler tüketimindeki devasa artış, iş kadını olma histerisi, hızla artan boşanmalar, isimlerini burada zikretmek istemediğim ama kadın erkek hemen herkesin bildiği temizlik ve kozmetik ürünler içerikli, satılan mamule endeksli kâr payı sistemli, kapıdan pazarlamacılığın hızlı artışı gibi durumlar düşünülürse genelde toplumun özelde ise kadının neye ve nereye akredite olduğu daha net anlaşılacaktır.
Bütün bu söylenenlerin nihayetinde ise her nimetin olduğu gibi Allah’ın kadına ihsan ettiği güzellik ve letafet nimetinin de bir bedelinin olduğu asla unutulmamalıdır. O bedel ise o nimetleri fitneye ve fesada vesile kılıp çirkinleştirmemek ve asıl en önemlisi iffetle korumak ve muhafaza etmektir. Kaşlarını inceltenlerin lanetleneceğini bildiren hadisleri, kaşların tamamen kazınarak yerine dövme gibi şeylerin yapılması olarak açıklayan; recm, talâk, mirasta kadının payı, şahitlik vb. konular karşısında bir modernist guruya dönüşen ’albenili’ ve ’tehlikeli’ alanlarda cahilane bir güvenle dolaşan ağzı kalabalık insanları ’âlim’ olarak görmek ve kadına ilişkin ahkâmı bu bulanık kafaların inisiyatifine bırakmak modern çağın eskilerde olmayan bir hastalık halidir. Tam da bu noktada Luis Borges’in ’Tanrım, ilahiyatçılara rağmen sana/varlığına inanıyorum!’ sözünü hatırlamak, yıllar evvel söylenmiş bir tespit onu haklı çıkarırken modern dönemlerin etkisi altında olan biz müslümanları derin bir hüzne sevk etmektedir.
Genel manada dergimizdeki ’kadın ve aile’ bölümünü temel zemin olarak algılayıp mevcut toplumsal resmi göz önüne sererken ve özelliklede kadın merkezli problemleri konuşurken erkeğin rolünü ıskaladığımız sanılmasın. Kadın temelli bu problemlerin hatırı sayılır bir kısmının oluşmasında erkeklerin ciddi bir rolü olduğunu unutmamak gerekir. Eğer erkek hanımının ifa etmeye çalıştığı annelik ve ev hanımlığı vazifelerine gerekli ihtimamı göstermeyerek eşinin yaptığı işleri angarya olarak görürse, kadın kendisinin önemini hissettirecek başka araç ve vasıtaların peşine düşecektir. Sabahtan akşama kadar evinin düzeniyle ve çocukların terbiyesiyle meşgul olan bir kadına ’sabahtan akşama kadar yatıyorsun’ ya da ’sabahtan akşama kadar ne iş yapıyorsun’ saygısızlığıyla yaklaşmak kadını istemeyerek de olsa modernitenin, küresel zihni istilanın kıskacına itmektedir.
Mevzu ile paralellik arz ettiğini düşündüğüm için tam bu noktada olayın belki de asıl önemlilik hissettireceği alan olan ’dini ve dinden olanları modern algı perspektifinden okuma’ boyutuna da değinmek, üzerinde çalıştığımız fotoğrafı daha sağlıklı görebilme adına son derece mühimdir. Modern dönemde genel olarak dinî hükümlerin, özel olarak da ibadetlerin, kendine mahsus "şart" ve "rükün"lerden bağımsız olarak ele alınması/anlamlandırılması, Din’in kategorize edilmesi vakıasının tabiî bir uzantısıdır. Din, kendisine teslim olunarak "Allah rızası"nın hedeflendiği biricik "urve-i vüska" olmaktan çıkarılıp Sosyal Bilimler’in "konusu" haline getirildiğinde, mutlak ile izafî, evrensel ile tarihsel yer değiştirmiş oldu/oluyor. Modern insan ve tabiî kaçınılmaz olarak Modern Müslüman, kendi tarihselliğini varlığın merkezine yerleştirip hayatı, eşyayı, olayları ve Din’i böyle bir pencereden bakarak "değerlendirmeye" başlamakla Kur’an’ın "tuğyan" dediği zemine kaymış oldu. Bu, hayatî bir kırılma noktasıdır ve bu noktada Din’in ve onun tezahürlerinin anlam, ruh ve içerik kaymasına uğratılmış olarak karşımıza çıkması sadece bir göstergedir, sonuçtur.
Kur’an ve Sünnet’i "erkek egemen kültür/toplum yapısının prangalarını kırarak" okuma başarısını (!) gösteren kadın ve erkek çağdaş Müslümanlar’ın, Kur’an ve Sünnet’i çağdaş değer yargılarıyla uyumlu yorumlara tabi tutma (yani "tahrif etme") dışında nasıl bir marifete sahip oldukları sorusu bu noktada çok önemlidir. İslam’ın erkekle kadını "eşit" gördüğünü; bu durumun zaman içinde mezhepler ve Fukaha tarafından erkek-egemen toplumsal yapıya kurban edildiğini söyleyen "feminist İslamcı" yazar-çizerlerin –bilerek ya da bilmeyerek– gözden kaçırdığı belki de en önemli nokta, "eşitlik" ile "adalet"in farklı şeyler olduğu gerçeğidir.
Kur’an ve Sünnet’te kadınlarla ilişki bağlamında erkek zikredildiğinde güzel davranış, hakkını koruma… gibi mükellefiyetler ön plandayken, erkekle ilişkisi bağlamında kadın zikredildiğinde "itaat" başta olmak üzere iffetini ve kocasının emanetlerini koruma gibi hususlar ön plandadır. Evet Kur’an, Mü’minler arasında "takva"dan başka bir üstünlük kriteri bulunmadığını ve genel manada ’müslüman erkekler’ ve ’müslüman kadınlar’ hitabını söylüyor; ama saliha kadının "itaatkâr" kadın olduğunu vurgulayarak bir şey daha söylüyor: "Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Şu kadar ki, erkekler için kadınlar üzerinde bir derece ziyade hak vardır."
Evet Efendimiz (s.a.v.): "Muhammed’in ev halkına pek çok kadın kocasını şikâyet ediyor. O kocalar sizin hayırlılarınız değildir" ve "Sizin en hayırlılarınız kadınlarına karşı hayırlı olanlarınızdır" buyurmuştu; ama aynı zamanda kadınlar hakkında şu uyarı da bulunmuştu: "Kadın beş vakit namazını kılıp Ramazan orucunu tutar, iffetini korur ve kocasına itaat derse, kendisine ’Dilediğin kapısından cennete gir’ denilir."
Keçi sağan, kendi söküğünü diken, hamur yoğuran, ev süpüren peygamber imajı kadınsı İslâmcı söylem bakımından problemsizdir; hatta bulunmaz örnektir; ama sıra "Bir kimsenin başkasına secde etmesini emredecek olsaydım, üzerindeki hakkının büyüklüğü sebebiyle kadının kocasına secde etmesini emrederdim"e gelince işin rengi birden değişiveriyor. Böyle buyuran bir peygamberin ümmeti olmayı içimize sindiremediğimiz için ya "tarihsel" ya da "uydurma" diyerek işin içinden sıyrılıveriyoruz!!
Netice itibariyle Allah’ın kendisine verdiği görev ve değerin farkında olmayarak, kendince üstünlük arama tutkusu içerisinde olmak düşüncenin ana zeminini oluşturan modern paradigmanın başından beri kaybettiği noktadır. Ya da şöyle söyleyelim, siz ne kadar ve hangi gerekçelerle olursa olsun kendinizi devamlı suretle ve mesnetsiz bir şekilde karşı cinsin yerine koyarsanız koyun, asla siz o değilsiniz. Buna ’sizin’ kendinizi ’o’ gibi hissetmeniz de dâhil. Siz farkındasınız ya da değilsiniz Yaratıcı tarafından size tevdi edilen görevleri yerine getirip, sorumlulukları ’takva’ zemininde ifa etmedikçe kaybetmektesiniz ve kaybetmeye mahkûmsunuz. Kadın ya da erkek fark etmez, adı her ne olursa olsun hayatı anlamlandırma zemininde temel nirengi noktası ’takva’ değil ise, kazanımlar aslında en büyük kaybetmedir, yükselmeler ise aslında aşağıya doğru en şiddetli meyletmedir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.