Özlenen Rehber Dergisi

157.Sayı

Hudeybiye Seferi

Mehmet Ali KAPAR Özlenen Rehber Dergisi 157. Sayı
Ülkemizin sıkıntılı günler geçirdiği şu günlerde milletin birlik içerisinde olması ve devletin başkanına İslamî hükümlere açık bir şekilde karşı çıkılmadığı sürece itaat edilmesi büyük önem arz etmektedir. Bu noktada Hudeybiye seferi ve anlaşmasının içerisinde bizler için alınması gereken bir çok dersler vardır. Bu yazımızda Hudeybiye Seferi’ne neden çıkıldığı, Rasûlullah (s.a.v.)’ın sefer sırasında ve müşrikler ile görüşmeler esnasındaki tutumları ve Hudeybiye Seferi’nin sonuçları üzerinde durulacaktır.
Hudeybiye, Mekke ile Medine arasında, Mekke’ye yaklaşık 17. km. mesafededir. Orta büyüklükte bir köy olan Hudeybiye, Mekke-Medine arasında stratejik bir konuma sahiptir. Zira Mekke’den gelenlerin rahatlıkla görülebileceği bir yerde, düz bir alana sahiptir. İleride anlatılacağı üzere, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bey’at edilen ağaçtan dolayı buraya Şecere Mescidi de denilir.1 Günümüzde de hac ve umre yapmak isteyenlerin ihrama girdikleri mikat mahallerinden birisidir.
Rasûlullah (s.a.v.), bir gün rüyasında ashabı ile birlikte korkusuzca Mekke’ye girdiklerini ve Beytullah’ı (Kâbe) tavaf ettiklerini, sahabelerinden bazılarının saçlarını kazıttıklarını bazılarının da kısalttıklarını görmüştü2. Bu rüyasını ashabına anlatmış ve ’Ben bir rüyada gördüm ki; siz muhakkak Mescid-i Harâm’a gireceksiniz, başlarınızı kazıtacak, saçlarınızı kısalttıracaksınız!’ demişti3. Bundan sonra da Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) umreye, Kâbe’yi ziyaret etmeye niyet etti. Bunu duyan sahabe efendilerimiz hemen buna nail olacaklarını sanıp çok sevindiler4 fakat burada çetin bir imtihanın olduğundan haberleri yoktu. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu rüyası Kur’an’ı Kerim’de de onaylanmıştır. Şöyle ki: ’Andolsun ki; Allah, Resûlü’nün gördüğü rüyanın hak ve gerçek olduğunu doğrulamıştır. İnşallah, hepiniz, emniyet içinde, kiminiz başlarınızı kazıtarak, kiminiz de saçlarınızı kısaltarak, Mescid-i Harâm’a korkusuzca muhakkak gireceksiniz... 5’
Hz. Peygamber (s.a.v.), bundan sonra umreye niyet etmiş ashabından bazılarına da konuyu açmış, onlar da hemen hazırlıklara girişmişlerdi. Fakat bu esnada Rasûlullah (s.a.v.) her zaman olduğu gibi temkini elinden bırakmamış, şehri tamamen boşaltmamış ve ashabın bir kısmını herhangi bir tehlikeye karşı Medine’de ihtiyat kuvveti olarak bırakmıştır. Ayrıca İbn Ümmi Mektûm’u da Medine’de yerine vekil bıraktı6. Nümeyle b. Abdullah ile Külsûm b. Husayn’ı da Medine’nin korunması ve idare işlerine bakmak ile görevlendirdi7. Kendisi korunmuş olan Allah’ın Rasûlü’nün her şeye rağmen ihtiyatı elden bırakmaması günümüzde devlet ve şahsi işlerimizde izlememiz gereken yöntemi göstermesi açısından büyük bir ders niteliğindedir. Zira günümüzde yapılacak olan tüm işlerde özellikle devletin güvenliğini ilgilendiren konularda çok dikkatli olunmalı ve güvenilir-liyakatli insanlara emanet edilmelidir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), yola çıkmadan gusletmiş, Yemen işi bir elbise giymiş8 öyle harekete geçmişti. Yanında da 1500 civarında9 sahabesi vardı. Yolda diğer katılımlarla birlikte bu sayı 1700’e kadar ulaşmıştır10. Hendek Gazvesi’nde 3000 civarında savaşan Müslüman asker olduğu göze alınırsa Hz. Peygamber (s.a.v.) bu sefere, askerî kuvvetin yarısını getirmiş diğer yarısını ise Medine’de güvenlik maksatlı bırakmış olmalıdır. Bu sefere başta Hz. Peygamber (s.a.v.)’in eşi Ümmü Seleme olmak üzere 4 hanım sahabe de katılmıştır. Ayrıca 70 tane de kurban edilmek için deve hazırlanmıştı11. Sefere herhangi bir askeri maksat ile çıkılmadığını göstermek için ise yanlarına sadece yolcu kılıcı denilen ve savaşmak maksadı ile kullanılmayıp yolda kendilerine gelebilecek saldırılar için taşınan hafif kılıçlarını almışlardı. Yola çıkılmadan önce de, Rasûlullah Aleyhisselam yolun ve Mekkeli müşriklerin durumunu araştırmak için 20 kişilik bir süvari birliğini Sa’d b. Zeyd el-Eşhelî başkanlığında önden göndermiştir12.
Bu esnada Medine çevresinde oturan Cüheyne ve Müzeyne kabilesinin de bu sefere katılmaları istenmişse de, onlar hem bu daveti reddetmişler hem de moral bozucu şekilde konuşarak ashabın ve çevredekilerin sefere katılmalarına engel olmak istemişlerdi13. Bunun üzerine yine Allah (c.c.), Fetih suresinde bu kişileri açıkça kınamıştı14. Diğer yandan Hz. Ömer ve Sa’d b. Ubâde, Rasûlullah (s.a.v.)’e savaş malzemelerini alıp öyle çıkılması konusunda ısrar ettilerse de, O (s.a.v.) kabul etmemiş ve kendisinin ancak umre niyeti ile yola çıktığını, hal böyle iken savaş malzemelerini almayacağını söylemiştir15.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı Zü’l-Huleyfe’de öğle namazını kılıp ihrama girdiler ve iki rekat namaz kılıp umreye niyet ettiler16. Bu arada Peygamberimiz (s.a.v.), Büsr b. Süfyân’ı çağırıp gözcü olarak Mekke’ye gönderdi ve: ’Benim umre yapmak istediğimi Kureyşîlere ulaştır. Onlardan elde edebileceğin bilgileri de dönüp bana bildir!’ buyurdu17. Ardından yola çıkıp Zü’l-Huleyfe üzerinden Beyda yolunu geçtiler18. Salı günü Melel’de sabahlamış, akşam yemeğini de Seyyâle’de yemişlerdi19, oradan da Revha’ya, sonra Rasûlullah (s.a.v.)’in annesinin kabrinin de bulunduğu20 Ebva’ya21 ve Veddan mevkiine gittiler22.
Bu esnada Mekkeli müşrikler de müslümanların bu hareketini öğrenmişler ve kendi aralarında istişarelere koyulmuşlardı. Onlara göre Hz. Peygamber (s.a.v.), umre yapmak bahanesi ile Mekke’ye girecek ve burayı işgal edecekti. Bu düşüncede oldukları içinde ne suretle olursa olsun müslümanları Mekke’ye sokmamaya yemin ettiler23. Ardından da 200 kişilik bir birliği Hâlid b. Velid komutasında kontrol ve ihtiyat amaçlı olarak Gamime denilen mevkiye gönderdiler24. Kureyş müşrikleri yandaş kabilelerini de alıp beş ayrı evde ziyafetler tertip ettiler ve kendi aralarında bir ittifak yaptılar25. Bundan sonra da her tepenin başına bir gözcü koyarak Rasûlullah (s.a.v.)’in bütün hareketlerini kontrol etmeye başladılar.
Bu arada Peygamber efendimiz (s.a.v.), Gadîrul-Eştât gölü kenarına gelip konakladılar26. İslam ordusunun gözcüsü Büsr b. Süfyân’da Mekke’de olup bitenleri aktarmak için buraya geldi. Büsr Mekkelilerin durumunu aktarınca Rasûlullah (s.a.v.):
’Eyvah! Kureyş helak oldu! Zaten harp onları yiyip tüketmiştir. Ne olurdu, kendileri, benimle öteki Araplar arasından çekilseydiler, beni onlarla baş başa bıraksaydılar! Onlar beni yenecek olurlarsa, zaten kendilerinin de istedikleri bu olduğuna göre, istekleri gerçek­leşmiş olurdu. Eğer Allah beni onlara galip kılacak olursa, ya onlar akın akın İslamiyet’e girerlerdi yahut savaşır­lardı. Kureyş müşrikleri ne sanıyorlar? Vallahi, Allah’ın yaymak üzere beni göndermiş olduğu din için çarpışmaya devamdan geri durmay­acağım! Allah ya bu dini galip ve üstün kılar, ya da bu yolda şu boynumun yanı gider!’ buyurdu27.
Ardından bu günkü Hudeybiye kuyularının kenarına gelinip orada sabit kalındı. Sefere iştirak eden sahabe efendilerimizden bazıları burada su yokluğundan şikayet ettiler. Hz. Peygamber (s.a.v.) ok çantasından bir ok çıkarıp orada bulunan fakat suyu çok az miktarda olup hayvanların bile sulanacak kadar suyu olmayan Semed kuyusunun dibine saplan­masını emretti.28 Oku ashabdan Naciye b. Cündüb alıp kuyunun içine indi29 ve o oku kuyunun dibine saplar saplamaz, su fışkır­maya başladı30. Müslümanlar, bu kuyunun kıyısına oturarak, su kaplarını doldurdular.31 Rasûlullah (s.a.v.) de, kuyunun başına gelip oturdu. İçinde biraz su bulunan bir kap istedi. Getirilen su ile abdest aldıktan sonra, ağzını çalkaladı ve içinden dua etti. Abdest aldığı ve ağzında çal­kaladığı suyu kuyunun içine döktü. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emriyle, Müslümanlar bir süre kuyudan su almadılar ve kendi haline bıraktılar. Bundan sonra Kuyu’nun suları iyice arttı ve Müslümanlar da, Müslümanların hayvanları da ondan kana kana içtiler.32 Kuyunun suyundan içenler sayısı 1400 kişi idi ki bir kuyunun suyunun normal şartlarda aynı anda bu kadar kişiyi doyurması imkânsızdı. Allah (c.c.), Hz. Peygamber’in duası bereketine kuyunun sularını oldukça yükseltmişti.33 Bu kuyu hala aynı yerde bulunmakta ve hacılar tarafından ziyaret edilmektedir. Yine başka bir rivayette sahabeler Hudeybiye bölgesinde susuz kaldıkları sırada Rasûlullah’a gelmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.), o sırada abdest alıyordu. ’Size ne oluyor!’ diye sordu.
’Mahvolduk yâ Rasûlallah! Mahvolduk yâ Rasûlullah!’ dediler.
Hz. Peygamber (s.a.v.):
’Ben sizin aranızda iken, siz mahvolmayacaksınız!’ buyurdu.
’Yâ Rasûlallah! Yanımızda, senin ibriğindekinden başka, ne abdest alacağımız, ne de içeceğimiz su kalmadı ’ dediler.
Bunun üzerine, Rasûlullah Aleyhisselam elini ibriğin üzerine koydu.
’Alınız, Bismillah=Allah’ın ismiyle’ buyurdu.
Bundan sonra hemen parmaklarından pınardan akar gibi, su akmaya başladı!
Müslümanlar, ondan hem su içtiler, hem de abdest aldılar.
Câbir b. Abdullah’a:
’O zaman siz kaç kişi idiniz?’ diye soruldu.
Câbir:
’On beş tane yüz kişi idik! (yani bin beş yüz kişi)’ dedi34.
Müslümanlar Hudeybiye’de konakladıkları esnada Kureyşli müşrikler de Mekke’de neler yapacaklarına dair planlar üretmeye devam ediyorlardı. Bu esnada Hudeybiye bölgesine, Hz. Peygamber’in yanına Huzâa kabilesinden Büdeyl b. Verkâ ve yine Huzâa kabilesinden bazı kimseler gelip Mekkelilerin durumları hakkında haberler verdiler. Huzâa kabilesi üyeleri eskiden beri Rasûlullah ile ilişkilerini iyi tutarlardı ve Müslüman olsunlar ya da olmasınlar Mekke ile ilgili haberleri getirirlerdi. Büdeyl ve arkadaşları gelip Hz. Peygamber’in yanına oturdular ve:
’Biz, sana, kavmin olan Ka’b b. Lüeyy ile Âmir b. Lüeyy kabilelerinin yanlarından gelmiş bulunuy­oruz.35 Onları; Ehâbiş ile kendilerine bağlı bulunan birçok kabileleri sana karşı çağırıp toplamış, sütlü ve yavrulu develeri, kadınları ve çocukları da yanlarında bulundukları,36 Hudeybiye’nin su kuyularının başlarına tutmuş oldukları halde geride bıraktım, geliyorum!37. Onlar, muhakkak, seninle çarpışacaklar!38 Cemaatleri dağılıncaya kadar, Beytullah ile senin arana gerilmeye ant içmişledir!39 Beytullah’ı ziyaretten seni alıkoyacaklardır!’ dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) de:
’Biz, savaş niyeti ile gelmedik. Ancak, umre yapmak, Beytullah’ı tavaf ve ziyaret etmek niyeti ile geldik40. Bununla birlikte kim bizi Beytullah’ı ziyaretten alıkoymaya çalışırsa muhakkak onunla çarpışırız41.
Şu bir gerçektir ki bu güne kadar yaptıkları savaşlar (kast edilen Bedir, Uhud, Hendek savaşları ve diğer seriyyeler olsa gerek), Kureyşîleri çok yıpratmış, zayıflatmış, birçok zararlara uğratmıştır. Eğer onlar isterlerse, bir anlaşma yapalım ve silahları belirli bir müddet bırakalım42. Bu müddet içinde, kendileri benden emniyet ve selamette bulunsunlar43. Kureyşliler, benimle oradaki halk arasına girmesinler, beni onlarla baş başa bıraksınlar44. Orada bulunan insanlar, karşımıza çıkıp bizi engelleyen insanlardan daha kalabalıktırlar.45 Eğer ben o insan topluluklarına üstün gelirsem ve onlar İslâm’a girmek isterlerse girebilirler. Bu arada Kureyş müşrik­leri de, halkın girdikleri dine girmeyi arzu ederlerse, onlarda girebilirler46. Şayet ben, zannettikleri gibi, insan topluluklarına üstün gelemez, yenilirsem, o halde, kendileri de rahata kavuşmuş, güçlenmiş bulunurlar, benimle çarpışırlar zaten, çarpışmak için toplanmışlardır47.’ buyurdu. Ardından:
’Eğer Kureyş müşrikleri böyle bir mütarekeden kaçınırlar, beni kendilerinin dışındaki insan topluluk­larıyla baş başa bırakmaya yanaşmazlar, benimle çarpışmaya kalkışırlarsa, varlığım Kudret Elinde bulu­nan Allah’a yemin ederim ki; şu yaymaya çalıştığım din uğrunda, başım gövdemden ayrılıncaya kadar, onlarla çarpışacağım! O zaman, Allah da, bana yardım edeceği hakkındaki vaadini muhakkak yerine getirecektir!’ buyur­du.48
Rasûlullah’ın bu sözlerinden çok etkilenen Büdeyl b. Verkâ:
’Ben, senin söylediğin şeyleri onlara ulaştıracağım!’ dedi ve oradan ayrıldı, doğruca Mekke’nin yolunu tuttu49. Mekkeliler onları görünce hemen tanıdılar ve kendi aralarında:
’Bu gelenler, Büdeyl ve adamlarıdır. Onlar ancak sizden haber sormak, toplamak maksadıyla gelmişlerdir. Siz, onlardan tek harf bile sormayınız!’ dediler ve onlara hiçbir şey sormadılar. Bunun üzerine Büdeyl kendisi konuyu açmış ve:
’Biz Muhammed’in yanından geldik. Size ondan haber vermemizi istemiyor musunuz?’ diye sordu. İkrime b. Ebu Cehil50 ile Hakem b. Âs:
’Hayır! Vallahi, senin ondan haber vermeni istemiyoruz! Bize ondan haber verilmesine bizim ihtiy­acımız yoktur. Fakat, sen bizden ona haber ver ki; o ne bu yıl, hatta ne de hiçbir zaman, bizden tek kişi sağ kalmayıncaya kadar, sakın yanımıza uğramasın! Mekke’ye girmesin!’ dediler.
Bu sırada henüz Müslüman olmamış Urve b. Mes’ud51:
’Vallahi, ben bugünkü kadar şaşılacak bir görüş görmedim! Siz ne diye Büdeyl ve arkadaşlarını dinlemek istemiyorsunuz? Onların söyleyecekleri şeyi, eğer hoşunuza gider, işinize gelirse, kabul edersiniz. Hoşunuza gitmez, işinize gelmezse, bırakırsınız! Böyle dik kafalılık eden kavim, hiçbir zaman felah bulmaz!’ dedi.52
Bunun üzerine Büdeyl, Kureyş müşriklerine:
’Biz şimdi o zâtın (s.a.v.) yanından çıkıp sizin yanınıza geldik. Onun söylediğini işittiğimiz sözünü size arz etmemizi isterseniz, arz edelim?’ dedi. İçlerinden bazıları hala Rasûlullah ile ilgili bir şeyler duymak istemeseler de bir kısmı haberleri öğrenmek istemiş ve Büdeyl’e haberleri söylemesini istediler. Büdeyl b. Verka da olan biteni aktardı53. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.)’in barış teklifini ilettiler54.
Yazının devamı gelecek sayıda…

* Tarih Öğretmeni

KAYNAKÇA:
ABDURREZZAK, Ebû Bekr Abdurrezzâk b. Hemmâm es-San’ânî (211/827); el-Musannef, I-XII, thk. Habîburrahman el-Azamî, el-Mektebet’ül-İslamî, Beyrut 1970.
AHMED B. HANBEL, Ahmed b. Hanbel Ebû Abdillâh eş-Şeybân (241/855), Müsned, I-VI, Matbaatu İslamî, Beyrut 1969.
BEYHAKÎ, Ebû Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali el-Beyhakî el-Hüsrevcirdi el-Horasani (458/1066); Delâilü’n-nübüvve, I-VII, Darunnasr, Kahire 1969.
BUHÂRÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil (ö. 256/870), Cami-us-Sahih, I-VIII, Mtb. Amire, İstanbul 1329, (çev. Kâmil Miras, Sahîh’u Buhârî, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. , Ankara 1979 ).
EBÛ NUAYM, Ahmed b. Abdillah el-İsfehanî (430/1038), Delâilü’n-nübüvve, I-II, Haydarâbâd 1369
HAMİDULLAH Muhammed, ’Hudeybiye Antlaşması’, DİA, İstanbul 1998, XVIII, s.297- 299.
İBNÜ’l ESİR, Ebû’l-Hasan İzzeddin Ali b. Muhammed b. Abdülkerim (ö. 630/1232, el-Kâmil fi’t-Târîh, I-XIII, Beyrut 1965. (çev. Ahmet Ağırakça-Abdülkerim Özaydın-M. Beşir Eryarsoy vd., Bahar Yay, İstanbul 1985.)
İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Cemâleddin Abdülmelik (ö. 213/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakkâ ve dğr., I-IV, Beyrut 1971. (çev. Hasan Ege, Kahraman yay., İstanbul 2006).
İBN KAYYİM el-Cevziyye, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ebî Bekr b. Eyyûb ez-Züraî ed-Dımaşki el-Hanbelî ’Za’du’l-mead’, (çev. Şükrü Özen), I-VI, İklim Yay., İstanbul 1988.
İBN SA’D, Muhammed b. Sa’d b. Meni el-Haşimî el-Basrî (230/884), ’Kitâbü’t-Tabakâti’l- Kebir, Tabakât,’ thk. Ali Muhammed Ömer, Mektebetü’l-Hanci, Mısır, 2001, (çev. edt. Adnan Demircan), Siyer Yay. İstanbul 2014.
İBN SEYYİDİ’N-NAS, Muhammed b. Abdullah b. Yahya (734/1332), ’Uyûni’l-Eser fî Fununi’l-Megâzî ve’s-Semâil ve’s-Siyer, I-II, Beyrut t.y.
KÖKSAL M. Asım, İslam Tarihi, I-XVIII, Köksal Yayıncılık, İstanbul 1991.
SEMHÛDÎ Nûriddin Ali b. Muhammed (911-1506), Vefâü’l-Vefâ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafa, I-II/1-4, nşr. M. Muhyiddin, Beyrut, 1374-1955.
TABERÎ, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd (ö. 310/923), Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk (Târihu’t Taberî), I-XIII, Mısır 1326.
VÂKIDÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer (ö. 207/822), Kitâbu’l-Meğazî, I-III, thk, Marsden Jones, (çev. Musa K. Yılmaz), İlk Harf Yay. İstanbul 2014.
YA’KÛBÎ, Ahmet b. Ebi’l-Yakûb b. Cafer b. Vehb b. Vâdıh (292/905), Kitâbü’l-Büldân, thk. T.G. Juynboll, Brill, Leiden 1861
ZEMAHŞERÎ, Ebû’l-Kâsım Mahmud İbn Ömer ez-Zemahşerî el-Harezmî ( 538/1143), el- Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fı Vücühi’t-Te’vîl, I-IV, Mısır 1385-1966


(Endnotes)
1 Yâkût, C. 2, s.229.
2 İbn Hişam, Sîre, C. 3, s.336, Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s.572, Taberî, Tefsir, C. 26, s.107.
3 Taberî, Tefsir, C. 26, s.107.
4 Zemahşerî, Keşşâf, C. 3, s. 549
5 Kuran’ı Kerim, Fetih Suresi, 27.
6 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 572, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, C. 2, s. 95.
7 Halebî, İnsânu’l-uyûn, C. 2, s. 689, Zürkâni, Mevâhibü’l-ledünniye, C. 2, s. 180, Köksal, İslam Tarihi C. 5, s.252-253.
8 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 573; İbn Sa’d, Tabakât, C. 2, s. 95.
9 İbn Seyyid, C. 2, s. 113.
10 Kastallânî, Mevâhibü’l-ledünniye, C. 1, s. 163.
11 İbn Hişam, Sîre. C. 3, s.322, Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 573, İbn Sa’d, Tabakât, C. 2, s. 95. 21.
12 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s.574,575; Köksal, İslam Tarihi, C. 5, s.254.
13 İbn Hişam, Sîre, C. 3, s. 322.
14 Kuran’ı Kerim, Fetih, 48/11-12; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C. 5, s. 255.
15 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 573, Halebî, İnsânu’l-uyûn, C. 2, s. 689, 690.
16 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 573; Abdurrezzâk, Musannef, C. 5, s. 330, Kastallânî, Mevâhibü’l-ledünniye, C.1, s. 163; Zürkâni, Mevâhibü’l-ledünniye, C. 2, s. 182; Diyarbekrî, Târîhu’l-hamîs, C. 2, s. 18.
17 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 573; Köksal, İslam Tarihi, C. 5, s. 257.
18 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 574.
19 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 575.
20 Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, C. 1, s. 79, Semhûdî, Vefâü’l-vefa, C. 4, s. 1118-1119.
21 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 577.
22 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 575.
23 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 579.
24 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 579, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, C. 2, s. 95, Köksal, İslam Tarihi, C. 5, s. 261.
25 Yâkût, Mu’cemu’l-büldân, C. 2, s. 214, Kalkaşendi, Nihâyetü’l-Ereb, s. 164.
26 Buhârî, Sahih, C. 5, s. 67.
27 İbn Hişam, Sîre, C. 3, s. 322, 323, Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 4, s. 323, Taberî, Târih, C. 3, s. 73, İbn Esîr, Kâmil, C. 2, s. 200, İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, C. 2, s. 114.
28 Vâkıdî, Meğâzî, C. 2, s. 587 Abdurrezzâk, Musannef, C. 5, s. 332, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, C. 2, s. 96, İbn Ebi Şeybe, Musannef, C. 4, s. 430, 431.
29 İbn Hişâm, Sîre, C. 3, s. 324, Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 4, s. 323.
30 İbn Hişâm, Sîre, C. 3, s. 324, Vâkıdî, C. 2, s. 587, İbn Sa’d, C. 4, s. 314, 315, Ahmed b. Hanbel, C. 4, s. 323.
31 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 587, İbn Sa’d, C. 2, s. 96.
32 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 4, s. 290, Buhârî, Sahîh, C. 5, s. 62, 63.
33 Ebu Nuaym, Delâilü’n-nübüvve, C. 2, s. 409, 410. Köksal, İslam Tarihi, C. 5, s.272-274.
34 İbn Sa’d, Tabakât, C. 2, s. 93, Buhârî, Sahih, C. 5, s. 63, Ebu Nuaym, Delâil, C. 2, s. 407, Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, C. 4. s. 115-116. Köksal, C. 5, s.274-275.
35 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 593.
36 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 593, İbn Sa’d, C. 2, s. 96.
37 Abdurrezzak, C. 5, s. 333, Buhari, C. 3, s. 179, Taberî, C. 3, s. 74, İbn Esîr, C. 2, s. 2, s. 201.
38 Vâkıdî, C. 2, s. 593, Abdurrezzak, C. 5, s. 333, İbn Sa’d, C. 2, s. 96.
39 Vâkıdî, C. 2, s. 593, İbn Sa’d, C. 2, s. 96.
40 Vâkıdî, C. 2, s. 593 Abdurrezzak, C. 5, s. 333, İbn Sa’d, C. 2, s. 96, Buhârî, C. 3, s. 179.
41 Vâkıdî, C. 2, s. 593, İbn Sa’d, C. 2, s. 96.
42 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 593, Abdurrezzak, C. 5, s. 333, Buhârî, C. 3, s. 179, Taberî, C. 3, s. 74.
43 Vâkıdî, Megâzî, C. 2, s. 593.
44 Vâkıdî, C. 2, s. 593, Abdurrezzak, C. 5, s. 333, Buhârî, C. 3, s. 179, Taberî, C. 3, s. 74.
45 Vâkıdî, , C. 2, s. 593.
46 Vâkıdî, C. 2, s. 593, Abdurrezzak, C. 5, s. 333, Buhârî, C. 3, s. 179, Taberî, C. 3, s. 74.
47 Vâkıdî, C. 2, s. 593.
48 Vâkıdî, C. 2, s. 593, Abdurrezzak, C. 5, s. 333, Buhârî, C. 3, s. 179, Taberî, C. 3, s. 74, İbn Kayyım, C. 2, s. 138.
49 Abdurrezzak, C. 5, s. 333, Buhârî, C. 3, s. 179, Taberî, C. 3, s. 74, Köksal, C. 5, s.276-278.
50 Mekke’nin fethinden sonra müslüman olacak ve özellikle Hz. Ebu Bekir döneminde dinden dönenler ile savaşıp İslâma büyük hizmetler bulunacak olan bir sahabedir.
51 Sakîf (Tâ’if) halkındandır ve Müslüman olduktan sonra Sakîflileri İslam’a davet ettiği sırada şehit edilmiştir. Onun şehadeti Sakîfliler arasında çok ses getirmiş ve müslüman olmalarında büyük etki etmiştir.
52 Vâkıdî, C. 2, s. 594.
53 Abdurrezzak, C. 5, s. 334, Buhârî, C. 3, s. 179, Taberî, C. 3, s. 74.
54 Vâkıdî, C. 2, s. 594;Köksal, C. 5, s.278-279.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.