Özlenen Rehber Dergisi

109.Sayı

Şarkın Sevgili Sultanı Selahaddin-i Eyyubi

Mehmet Ali KAPAR Özlenen Rehber Dergisi 109. Sayı
Eyyûbîler Devletinin kurucusu. Künyesi, Melik Nâsır Ebû Muzaffer Yûsuf bin Eyyûb bin Şâdî’dir. 1137’de Tekrit’te doğdu. Babası Necmeddîn Eyyûb; Âzerbaycan’da Erivan’ın Devin kasabasındaki Hazbânî kabîlesine mensup olup, Büyük Selçuklu Sultânı Mes’ûd Şâhın Tekrit muhâfızıydı.
Selâhaddîn Eyyûbî’nin çocukluğu, babasının muhâfızlığını yaptığı Tekrit ve Baalbek’te geçti. Tekrit, Baalbek ve Şam’da yetişip, iyi bir tahsil ve terbiye gördü. Baalbek ve Şam’dayken, babasıyla berâber, Selçuklu atabeklerinden Nûreddîn Mahmûd Zengî’nin yanında Haçlılara karşı yapılan muhârebelere katıldı. Muhârebelerde cesâret ve yiğitliğiyle dikkat çekti. On yedi yaşındayken, Atabek Nûreddîn Mahmûd Zengî’nin sarayına alındı. Böylece devlet teşkilâtı ve idâresini de mükemmel bir şekilde öğrendi. Bu sırada babası Necmeddîn Şam, amcası Şirkûh da Humus vâliliğine getirilmişti.
Büyük İslam kumandanı ve Kudüs fatihi Olan Selahattin-i Eyyubi’nin etnik kökeni hakkında değişik tartışmalar süre gelmiştir. Ağırlıklı olarak kabul edilen görüşe göre Babası Kürt annesi Türk kökenlidir. Fakat bu mesnetteki tartışmaları bir hiçe sayarak onun etnik kimliğinin bir öneminin olmadığının, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ’Bütün müslümanlar bir vücudun azaları gibidir’ ve ’Bütün müslümanlar kardeştir’ hadis-i şeriflerine göre değerlendirmek gereklidir. Onun İslam dünyasına hizmetleri bizim asıl referans kaynağımızdır.
Çocukluğu ve Eğitimi;

Şam’da büyüyen Selahaddin, ayrıcalıklı bir çocukluk geçirmedi. İyi bir tahsil aldı. Askeri eğitimden ziyade dini derslere meraklıydı. Sanatla ve ilimle uğraşırdı. Selahaddin’in biyografisini yazan al-Wahrani Onun; Öklid Geometrisi, Astronomi, Matematik ve Aritmetik konularında uzman olduğunu belirtir. Mantık, felsefe, sosyoloji, fıkıh (İslam hukuku) ve tarih öğrendi, Şam’daki Dar’ul-Hadis’den (Hadis Üniversitesi) mezun oldu.
Gençliği ve İlk Askeri ve İdari Hizmetleri;

Yirmi altı yaşındayken amcası tarafından eğitilmek üzere kendi hizmetine alındı. Daha sonra Haçlı ordusunun elinde bulunan Mısır’daki Bilbeis şehrinin ele geçirilmesinde görev aldı. Bilbeis’in ele geçirilmesinden sonra karşılaştıkları Haçlı ordusuna karşı amcasının ordusunun sol kanadını oluşturan Kürt süvari birlikleri ile elde ettiği başarılar sayesinde kendini gösterdi.
Selahaddin; henüz 31 yaşındayken hem Suriye birliklerinin komutanlığına, hem de melik unvanıyla Mısır vezirliğine atandı. 1171’de, Haçlı seferleri sırasında haçlılarla işbirliği yapan, Sünni Dünyası’nın başına sürekli dert olan ve ayrılıkların temel kaynağı durumundaki Şii Fatımilere son veren Selahaddin Eyyubi, Mısır’da hutbeyi yeniden Abbasi halifesi adına okutmuş ve Mısırda Sünniliği yeniden başlatmıştır.
Bağdat’taki Abbasi halifeliğine bağlılığını ilan eden Selahaddin Eyyubi böylece Mısır’ın tek yöneticisi durumuna geldi ve İslam dünyasındaki iki başlılık son bulmuş, biri Bağdat’ta, biri de Mısır’da olmak üzere mevcut olan iki halifeli yapı değiştirilmiş oldu. Artık İslam dünyasında tek bir halife vardı. Bu olay Müslümanların haçlılara karşı birleşmesinde tarihi dönemeçlerden birisi olmuştur.
1186’ya değin Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır’daki tüm Müslüman topraklarını kendi bayrağı altında birleştirmeye girişti ve İslam birliğini tekrar kurdu. Zamanla sahtekârlık, ahlaksızlık ve gaddarlıktan uzak, cömert, erdemli, ama kararlı bir hükümdar olarak ünlendi. O zamana değin iç çekişmeler ve yoğun rekabet yüzünden Haçlılara direnmede güçlük çeken Müslümanların maddi ve manevi açıdan güçlenmelerini sağladı.
Kudüs’ü Fethi;

Kudüs Hz. Ömer (r.a.) tarafından 638 yılında Yermük Zaferi ile Müslümanların eline geçmişti. Bundan yaklaşık 460 yıl kadar sonra 1099 yılında I. Haçlı seferi düzenlenmiş ve Hıristiyan batı dünyasının barbar temsilcileri Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Miraç güzergâhı ve Müslümanların da ilk kıblegâhı olan bu beldeyi ele geçirmişlerdi.
Haçlılar şehri ele geçirdikten hemen sonra şehirde akılların alamayacağı tarzda bir vahşilik örneği göstermiş ve şehirde bulunan tüm Müslümanları katletmişlerdi. Hatta bu vahşilik o denli boyutlara ulaşmıştı ki sokaklarda oluk gibi kan akmıştı. Zamanın tarihçilerinin anlattıkları incelendiğinde o denli Müslüman kanı dökülmüştü ki şehirde haçlıların atlarının dizlerine kadar kandan çamur deryalarına battıkları ve şehrin su tanklarının dahi kana bulanarak içilemeyecek duruma geldiğini yazmışlardır.
Katliam tam üç gün sürmüş yüz binlerce Müslüman acımasızca katledilmişti. Müslümanların cesetleri üst üste yığılarak piramitler oluşturulmuş ve yakılmıştı. Şimdi günümüzde bütün dünyaya insanlık ve demokrasi dersi veren Avrupa dönüp kendi geçmişine bakmalı ve özellikle sözde Ermenileri katlettiğimiz söyleyerek akıllarınca bizi cezalandırmaya çalışanlar öncelikli olarak Haçlı seferlerinin hesabını vermelidirler.
Selahaddin Eyyubi Haçlıların Kudüs’ü ele geçirdikleri esnada yaptığı bu vahşetleri biliyor ve tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul Rüyası ile büyüdüğü gibi oda Kudüs rüyası ile her dem iştigal oluyordu.
Bahaüddin b. Seddad, Selâhaddin’deki bu derin hicranı şu muhteşem sözlerle şâhikalaştırmıştı: ’O, Kudüs hakkında o kadar gamlı idi ki, onun bu gam ve kederini dağlar kaldıramazdı. O, çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi şaşırmış kalmıştı. Atını bir yerden bir yere koşturup Müslümanları, Kudüs’ü kurtarmak için cihada davet ediyordu. Daima hüzünle gözyaşı döküyor, göz pınarları hiç kurumuyordu. Hele Akka’ya baktığı zaman, kendine bir türlü hâkim olamıyor, halkına yapılan zulüm ve işkenceleri hatırlamak istemiyordu. Boğazına bir türlü yemek girmiyordu. O şöyle diyordu: ’Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlıların işgalinde olduğu müddetçe, ben nasıl olur da gülebilirim, sevinebilirim, istediğim gibi rahat yemek yiyebilirim ve hele gözüme uyku girebilir?!’
Haçlıların tekrar İslam dünyası üzerine saldırmaları üzerine Selahattin harekete geçmiş ve ilk olarak Hıttin savaşında Haçlılara güzel bir ders vermiş daha sonra diğer stratejik noktaları alarak Kudüs’ün Fethi yolunda adım adım ilerlemiştir. Hıttin zaferi’nin İslâm Tarihi’ndeki önemi söyle belirtilmiştir: ’Haçlılar, Doğu sahillerine geldiklerinden beridir Müslümanlar, böyle bir zafer kazanmamışlardı. Diğer hükümdarların yapamadığını Allah, Sultan’a nasip etti.’
Sultan Selahaddin daha sonra hazırlıklarını tamamladıktan sonra Kudüs üzerine yürümüş ve 2 Ekim 1187 Cuma günü Miraç Kandilinde Kudüs’ü teslim almıştır. Fethin ardından Mescid-i Aksa’ya gelen muzaffer Sultan, Haçlılarca tahrip edilen ilk kıblegâhı elleriyle süpürüp gül yağı ile yıkamıştı. İlk Cuma Namazı’nda, Zekiyyüddin Ali el-Kuraşi, fethin emsâlsiz mevkiini şu hutbeyle taçlandırmıştı: ’Allah, kulları arasından sizi seçmemiş olsaydı, bu fazileti kazanamazdınız. Ne mutlu size! Rasûlullah’ın mucizesi Bedir vakaları, Hz. Sıddık’in idealleri, Hz. Ömer’in fetihleri, Hz. Hâlid’in hücumları sizinle yeniden gerçekleşti! Allah Nebisi Hz. Muhammed (s.a.v.) sizi en güzel övgü ile övdü. Düşman içine dalarak gösterdiğiniz kahramanlığın ecrini verdi. Ona yaklaşmak için döktüğünüz kanları kabul etti. Size, mutlu insanların karargâhı olan cenneti verdi.’
Kudüs’ün yeniden Müslümanlara geçmesi, Haçlı âleminde öyle bir şok meydana getirmişti ki, hemen Papa’nın çağrısıyla tüm Avrupalı Devletler, fevkalâde kalabalık ve kuvvetli yeni bir haçlı ordusu düzenlemekten geri kalmamışlardı. ’Krallar Savaşı’ olarak da bilinen III. Haçlı Seferinin başında, Alman İmparatoru Frederick Barbarossa, Fransa Kralı Philippe Auguste ve İngiltere Kralı meşhur Arslan Yürekli Richard’in yanı sıra, şöhretli komutanlar vardı. Bunlardan Alman İmparatoru Barbarossa, Kudüs önlerine gelmeye muvaffak olamadan Silifke Irmağında boğularak can verecekti. Bir ara iki ordu arasındaki dengesizliği gören Sultan Selâhaddin’in askerleri, çekingenlik göstermişlerdi. Selahaddin ise, şu müthiş sözlerle azim ve cesaretlerini bilemeye kâdir olmuştu: ’Mâdem ki ölümden korkuyoruz; niçin evlerimizde oturup çoluk çocuğumuzla zevk ve sefa içinde yaşamıyoruz? Bizim vazifemiz düşmanın azlığını ve çokluğunu mukayese etmek değil, onun karşısına çıkmaktır!’ Neticede Richard’in öncülüğünde sulh istemek zorunda kalan Haçlılar, 1 Eylül 1192′de imzalanan anlaşmayı müteakip çekilmişlerdi. Selâhaddin, Haçlıları tek başına perişan edip muhteşem bir ders daha vermiş ve hüsranla geri dönmeye mahkûm etmişti. Selâhaddin şahsında, Müslümanların üstünlüğünü Haçlılara bir defa daha tasdik ettirmiş; Kudüs ve Ortadoğu’daki İslâm varlığını ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını tekrar ispatlamıştı.
Vefatı:
Kudüs İmamı Şeyh Murad Efendi, Selahaddin Eyyubi’nin yanına vardığında, onu devamlı tekbir getirir halde buldu. Her zaman ulemaya hürmet etmiş olan Selahaddin, Murad Efendi içeri girince ayağa doğrulmak istemişse de bu mümkün olmamıştı. Selahaddin’in başında Kur’ân-ı Kerim okuyan Murad efendi bir ara, okumaya ara vermiş ve vasiyetini bildirmesini istemişti. Selahaddin ise şehre münadiler göndermiş dağılan münadiler, mızrağa geçirilmiş kefenini göstererek şu ibret yüklü sözü haykırmışlardı: ’Ey ahali!.. Şarkın hâkimi Sultan Selâhaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir. Öyleyse, Allah’a kullukta gevşeklik göstermeyin!..’ Şöhreti cihâna mâlolan İslâm mücâhidi vefat ettiğinde, geride miras olarak bıraktıklarının dünya namına hiçbir değeri yoktu. Tüm mal varlığı şundan ibaretti: 1 Mısır dinarı, 36 veya 37 Nasiri dirhemi. Koca Sultan, züht ve takva içinde kâmil bir hayat sürmüştü.
Kişiliği;
Selahaddin Eyyubi, 1193 kışı Şubat’ında hastalandı. On dört gün hasta yattı. 4 Mart 1193 tarihinde-56 yaşında- Şam’da vefat etti. Kabri Şam’da Medresetü’l-Aziziye’dedir.
Yirmi beş senelik vezirlik ve sultanlık hayatı, hep İslâmiyet’e hizmetle geçmiştir. Tarihte pek nadir yetişen şahsiyetlerden biriydi.
Sultan Selahaddin, ilme çok değer verir, âlimleri himaye ederdi. Yüksek insani meziyetlere sahip, iyi huylu, cömert, âdil, kültürlü ve müsamahakâr bir hükümdardı. Ülkesine her taraftan, ilim sahipleri gelir, verdikleri derslerle insanlara hizmet ederlerdi. Onun zamanında Şam Medreselerinde ders veren altı yüzden fazla fakih (fıkıh, din, şeriat ilminin üstadı) vardı. Tabipler, edebiyatçılar, şairler, matematikçiler, kimyagerler, mimarlar ve diğer ilim sahipleri memleketin gelişmesi için canla başla çalışırlardı.
Selahaddin Eyyubi, komutan ve memurlarıyla bir arkadaş gibi samimi olarak konuşur, yumuşaklıkla muamele ederdi. Bundan dolayı herkes, fikrini ve arzusunu çekinmeden söylerdi. Zamanında yetişen âlimlerden İmâdüddîn el-Kâtib onun hakkında şöyle demektedir:
’Sultan ile oturan bir kimse, onunla oturduğunun farkına varmaz, bir arkadaşıyla oturuyor zannederdi. Anlayışlı, dinine bağlı, temiz, hataları affeder, kusurları görmezlikten gelir ve kızmazdı. Asık suratlı durmaz, daima tebessüm eder vaziyette olurdu. Bir şey isteyeni boş çevirdiği görülmezdi. Herkese çok nazik davranır, kimseye kaba hareketlerde bulunmazdı. Söz verdiği zaman yerine getirirdi.’
Abdüllatîf el-Bağdâdî’nin de onun hakkındaki sözleri şöyledir: ’Selâhaddîn-i Eyyûbî’yi heybetli bir kimse olarak gördüm. Sözleri, kalplere tesir ediciydi. Yanına ilk girdiğim gece, meclisini âlimlerle dolu gördüm. Her biri çeşitli ilimlerden konuşuyorlardı. Sultan’ın yakınları, onu kendilerine örnek alıyorlar, iyilikte yarış ediyorlardı. Müslüman olsun, kâfir olsun herkes Sultan’ı çok seviyordu. Onun ölümüyle, insanlar hakiki bir babayı kaybettiler, ölümüne üzülmeyen kimse kalmadı.’
Selâhaddîn-i Eyyûbî, düşmana karşı da, İslâmiyet’in adalet ve ihsan kurallarından hiçbir zaman ayrılmazdı. Haçlılar esir Müslümanları kılıçtan geçirdiği zaman, elindeki Hıristiyan esirlere, İslâmiyet’in emrettiği şekilde güzel muamelede bulundu. Hiçbir zaman onlar gibi yapmadı.
Ilık su istediği hizmetçisinin önce kaynar, sonra da buz gibi soğuk su getirmesi karşısında bile onu azarlamayıp; ’Sübhânallah! İstediğimiz gibi bir su dahi içemeyeceğiz.’ demekle yetindi.
Mısır ve Kudüs’ü fethedip, hazinelere sahip olduğu hâlde, ömrü boyunca bir asker gibi yaşadı. Lüzumsuz hiçbir şeye harcama yapmayıp, parayı zaruri ihtiyaçlara ve askerî malzemelere sarf etti. Öldüğü zaman cebinden bir altın ile birkaç gümüş para çıktı. Çok cömertti. Akka Muhasarası için geldiğinde, on binden ziyade atını askerlerine dağıttı ve binecek bir ata muhtaç kaldı.
Çok cesurdu. Baştanbaşa çelik zırhlarla kaplı olan Haçlıları, göğsü açık, imanlı bir grup askeriyle perişan ederdi. Hatta bir defasında da; ’Et iken demirle çarpışıyoruz, yüz olursak, karşımıza bin düşman çıkıyor, kaleler ateş saçıyor, denizler düşman kusuyor.’ demekten kendini alamadı. Yaptığı bütün harplerde, askerlerinin sayısı, düşmandan daima azdı. Bütün muhârebelerini, İslâmiyeti yüceltmek ve Müslümanları Haçlıların zulmünden korumak, devletini düşman çizmesinden muhâfaza etmek için yaptı.
İlme ve ilim sâhiplerine çok ehemmiyet veren Selâhaddîn Eyyûbî, Mısır Sultânı olunca, Şafii, Maliki, Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre tedrisat yapan medreseler yaptırdı. Kahire, Şam, İskenderiye gibi şehirler birer ilim merkezi oldu. Kendisinden önce yapılan pek çok câmiyi tâmir ettirdi. Haçlılar tarafından saray hâline getirilen Mescid-i Aksâ’yı yeniden câmi hâline getirdi. Mihrâbını ve birçok kısımlarını mermer ve mozaiklerle kaplattı. Sultan Nûreddîn’in Halep’te inşâ ettirdiği meşhur Âgah Minberini de getirtip, câmiye yerleştirdi.
Yararlanılan Kaynaklar:
1- Buharî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66
2- M. İsmail Çolak - Temmuz - 2002 Yeni Dünya-104
2- http://www.istanbultarih.com/sarkin-en-sevgili-sultani-selahaddin-eyyubi/
3- Yeni Rehber Ansiklopedisi, Selahaddin maddesi
4- http://tr.wikipedia.org/wiki/Selahaddin_Eyyubi
5- Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c. 6, İst.1989, Çağ Yay., s. 329-342.
6- Necati Kotan, Tarih Fıkraları, İst.1988, M.E.B. Yay., s. 80.
7- Burhan Bozgeyik, Meşhurların Son Anları, İst. Nisan 2007, s. 49
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.