Özlenen Rehber Dergisi

41.Sayı

Kıblenin Hakikati, Hayırda Yarış ve Allah'ın Kudreti -ıı-....mevhîbe-i Ledünniyye....

Âlemleri yaratan, bizleri yoktan var eden Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamdlerin en güzeli; O’nun Habîbi ve Edîbi Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.)’e, ashâbına, ezvâcına, evlâdına, ona tâbî olanlara, ehl-i beytine, annesine ve babasına dünya ve âhirette yaratılan her şeyin adedince tahiyye ve selâmların en üstünü olsun! Âmîn!...

HAYIRDA YARIŞ

Buraya kadar tefsirini yapmaya çalıştığımız Bakara sûresi 148. âyet-i kerîmesinin ilk kısmı, yâni; “Herkesin yöneldiği bir yönü (kıblesi) vardır.” bölümü idi. Şimdi de âyet-i kerîmenin ikinci kısmı olan: “O hâlde hayır işlerinde yarışınız.” bölümünü tefsir etmeye çalışacağız.

Cenâb-ı Hakk Azîmü’ş-şân Hazretleri, âyetin bu bölümünde mü’minlere; “hayır işlerinde yarışın” diye emir buyuruyor. Hayırdan maksat; tevhit akidesini yaşayıp insanlara en güzel bir şekilde anlatıp, tevhit akidesinin özüne çağırmaktır. Bu da münferiden değil, toplulukla olur. Zira Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız...”(15)

İnsanları tevhit akidesinin etrafında toplarken o insanlara gücü nispetinde maddî ve mânevî yardımlar da esirgenmemelidir. Tevhit akidesinden maksat; Allah’ın birliğini ve Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in risâletini tasdik etmektir. Bu arada Allah’ın vahiy yoluyla Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.)’e bildirip Sahâbe-i Güzîne de tarif ettikleri gibi bu dini yaşamak gerekir. Nitekim bir insana yapacağımız dünyalık yardım, vereceğimiz dünyalık hediyeler eskiyecek, hatta unutulacak ve tüm bunlar dünyada kalacaktır. Fakat insanları tevhit akidesine davet edip onlara bu güzelliği kazandırmak; sadece bu dünyanın değil, aynı zamanda âhiret hayatının da mamur olmasına vesile olmak demektir. En güzel yardım, hediye ve kazanç budur.

TEBLİĞ ve HAYRI YAYMAK

Şimdi de âyet-i kerîmenin üçüncü bölümünün tefsirini yapmaya çalışacağız:
“Nerede olursanız olun, muhakkak ki Allah hepinizi bir araya toplar...”
Cenâb-ı Hakk’ın hitâb-ı ilâhîsi şöyledir: “Sizler yeryüzünde hangi bölgede, hangi kıtada, ülkede, şehirde vb. yerlerde olursanız olun, bulunduğunuz yerlerde hayrı yayın ve insanlara doğru yolu gösterin.”(16)

Yine: “Çünkü âhir zamanda yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı topluluk şüphesiz ki Müslümanlardır.” buyuruyor.(17)

İşte dünyanın çeşitli yerlerinde bulunmalarına rağmen her imanlı insanın, bulunduğu mevkii iman nuruyla parlatması gerekir ki, diğer insanlar bu hidayet ışığından faydalanıp şirk bataklığından kurtulabilsinler. Bu da o Müslüman’ın, Allah (c.c.) ve Rasûl’ünün (s.a.v.) emirlerine teslim olup o emirleri yaşamasıyla mümkün olur.

Cenâb-ı Hakk’ın kelâmı nur karşılığıdır. Zaten Kur’ân’ın bir ismi de “Nur”dur.(18) Allah’ın emirleri olan namaz, oruç, zekat vb. ibâdetler de nur karşılığıdır.(19) İnsan bu emirleri yaptığı zaman nurları artar. Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetleri ile bu nurlar parlaklığını ve sahasını daha da ziyadeleştirir. Nitekim Hz. Âişe (r.anhâ), bir gün Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’e: “Yâ Rasûlallah! Siz bu kadar ümmetinizi âhirette nasıl tanıyacaksınız?” diye sormuştu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de:
“Yâ Âişe! Onları abdest aldıkları azalarından tanıyacağım. Zira abdest suyunun değdiği yerler bembeyaz olacaktır. Velev ki; Cehennem’e girip çıksalar bile, azalarındaki beyazlık kaybolmayacaktır.” buyurmuştur.

Görüldüğü gibi, Müslümanlar Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini ve Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in sünnetlerini işlerlerse o kadar nurları ziyadeleşir. Ve bütün vücutları nur hâline gelir. Bütün bu, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini yaptıktan sonra Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in sünnetleri kişiyi Allah’a yaklaştırır ve nurlandırır.

Çünkü Efendimiz (s.a.v.) bir dualarında:
“Allah’ım! Bana kalbimi nur eyle, kabrimi nur eyle. Önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan, üstümden, altımdan nur ver. Kulağımda nur ver, gözümde, saçımda, derimde, etimde ve karnımda, kemiklerimde nur ver. Allah’ım! Nurumu büyüt, beni nur eyle ve benim için bir nur yarat.”(20) buyurmuştur.
Aslında Rasûl-i Kibriyâ’da nur vardır. Fakat Efendimiz daha da ziyadeleşmesini istemektedir. Nasıl ki elektrikli aletler şarj ediliyorsa, işte; Allah’ın emirleri, Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetleri de böyledir. Çünkü insanlar bu sünnetleri yaptıkça Allah (c.c.) onların nurlarını artırır. Bir mü’min, Allah’ın emirlerini, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in sünnetlerini yaptıkça vücudu nur kaynağı olur. Öyle ki, şirk bataklığında olup da hidayetten nasibi olanlar o nuru görür ve o nura gelip hidayeti bulurlar.
Bunun en güzel örneği Hz. Ömer (r.a.)’dır. Öyle ki, Hz. Ömer (r.a.) aslında Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.)’i öldürmeye gidiyordu. Fakat yolda, kız kardeşinin Müslüman olduğunu öğrenince kardeşinin evine gitti. Kapı dışında, okunan Kur’ân-ı Kerîm’i işitti. Hz. Ömer (r.a.)’ın ruhu, Kelâmullah’ta bulunan nurlardan etkilendiği için imana hazırdı. Ama azgın nefsi bir türlü iman etmiyordu. Bu nedenle nefsinden dolayı kardeşi ve eniştesine vurdu. Ama daha sonra: “Getirin o okuduklarınızı bana.” deyip de, ikinci kez okunduğunda Kur’ân’ın nurları kalbinde daha da ziyadeleşti. Ruhu daha çok kuvvet buldu ve nihayet ruhu nefsine galip geldi. Daha sonra Hz. Ömer (r.a.), nur kaynağı olan Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.)’in huzuruna vardı ve O’na iman etti. Rasûlullah’a yaklaştıkça nuru öyle ziyadeleşti ki, Cenâb-ı Hakk’ın “Adl” sıfatı onda tecelli edip adaletin güneşi oldu.
İşte burada Hz. Ömer (r.a.)’in ikinci defa okunan Kur’ân’ı dinlemesi üzerine Kur’ân’ın nurları Hz. Ömer (r.a.)’ı tesiri altına aldı. Ne kadar Kur’ân-ı Kerîm’i okursak, manasını düşünürsek bizlere de o kadar çok faydası olur.
Ahmed b. Hanbel (rh.a.) buyuruyor ki: “Ben Cenâb-ı Hakk’ı 99 defâ rüyâmda gördüm ve ‘Yâ Rabbi! Bu insanlar sana nasıl yol bulurlar?” diye sordum. Allah Teâlâ buyurdu ki: ‘Kur’ân-ı Kerîm okuyarak!” Ben: “Yâ Rabbi! Anlayarak mı okusunlar, anlamayarak mı?” dedim. Cenâb-ı Hakk buyurdu ki: “Gerek anlayarak, gerekse anlamadan okudular mı bana yol bulurlar.”

KIYAMET ve ALLAH’IN KUDRETİ

Âyet-i kerîmenin üçüncü bölümü olan: “Nerede olursanız olun Allah (c.c.) muhakkak ki sizleri bir araya toplayacaktır...” kısmındaki “Nerede olursanız olun” bölümünde Mü’minlerin bulundukları yerlerde nasıl bir yaşayış içerisinde olmaları gerektiğinden bahsetmiş bulunuyoruz.
Şimdi de âyet-i kerîmenin üçüncü bölümünü burada topluca tefsir etmeye çalışacağız.

Âyette geçtiği üzere: “Sonunda muhakkak ki Allah (c.c.) sizi bir araya getirecektir.” (el-Bakara, 2/148) yani dünyada nerede olursanız olun; hangi kıtada, ülkede, şehirde vs. olursanız olun, sonunda Allah (c.c.) sizi bir araya toplayacaktır. Kıyamet vakti geldiğinde Allah (c.c.) insanları bir araya toplayacaktır. Fakat Mü’minler Allah (c.c.)’nun vaat ettiği Cennet’te toplanacaktır.
Buna işaret ederek, Rabbu’l-âlemîn, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
“Allah (c.c.), Mü’min erkek ve kadınlara içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan Cennetler ve ‘Adn’ Cennetlerinde güzel meskenler vaat etti...”(21)
Ve muhakkak ki Allah (c.c.) sözünden dönmeyeceğini de şu âyet-i kerîme ile şöyle hatırlatır:

“Muhakkak ki Allah (c.c.) vaadinden dönmez.”(22)
Ama kâfirlere gelince yine “sonunda”, yani kıyamette, Allah (c.c.) onları Cehennem’de toplayacaktır. Zaten Allah Teâlâ da Kur’ân-ı Kerîm de:
“Allah (c.c.) münafıkları ve kâfirleri Cehennem’de bir araya getirecektir.” buyurmuştur.(23)

İşte bu manada, Allah (c.c.) inanan Mü’minleri Cennet’te, inanmayan kâfirleri ise
Cehennem’de bir araya toplayacaktır.
Görüldüğü gibi Cenâb-ı Hakk’ın âyetleri yine diğer bir âyet-i kerîmeyi tefsir ediyor, bir âyetin manasını yine bir başka âyet açıklıyor.
Şimdi ise âyet-i kerîmenin en son bölümü olan; “Muhakkak ki Allah (c.c.) her şeye kâdirdir.” kısmını tefsir edelim.

İyileri Cennet’te cemale davet ederken, emirlerine isyan eden kimseleri de adalet evi olan Cehennem’de toplayacaktır ve muhakkak ki her şeye kâdir olan Allah, bunu da yapmaya muktedir (gücü yeten)dir.

Cenâb-ı Allah’ın âyetleri birbirini tefsir etmektedir. İşte tasavvufî (ledünnî) tefsirini yaptığımız Bakara sûresi 148. âyetini de başka âyetleriyle tefsir buyurmakta ve konuyu en güzel bir şekilde sonuca bağlamaktadır.
Ve’s-selâmu alâ men ittebe’a’l-hüdâ!

* Dergimizin önceki sayısında 1. bölümünü yayınladığımız Abdullah Fârukî EL-MÜCEDDİDÎ (k.s.)’nun “KIBLENİN HAKİKATİ, HAYIRDA YARIŞ VE ALLAH’IN KUDRETİ” adlı makalesinin bu bölümü Özlenen Fark Dergisi 26. sayısından (sayfa 5-7) iktibas edilmiştir.

Kaynakça:
15. Âli İmrân, 3/110.
16. el-Bakara, 2/148.
17. Âli İmrân, 3/110.
18. B.k.z. et-Teğâbün, 64/8.
19. Bu konudaki hadîs-i şerîf için b.k.z. Müslim, Tahâre 1.
20. Tirmizî, c. VI, s. 39, h.no: 3641 (Duâ Bâbı).
21. et-Tevbe, 9/72.
22. Âli İmrân, 3/9.
23. en-Nisâ, 4/140.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.