Özlenen Rehber Dergisi

20.Sayı

Aranan Adam Sa'd Bin Ebî Vakkas (r.a.)

Rahime KÖYLÜ Özlenen Rehber Dergisi 20. Sayı
Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur. Salât ve selam kâinatın efendisi, Allah’ın habîbi, peygamberlerin sonuncusu ve insanlık âleminin medâr-ı iftihârı Hz. Ahmed (s.a.v.)’in ve O’nun âli’nin ve ashâbı’nın üzerine olsun!

Allah Rasûl’ünün emirlerine en ziyade itaat edenler muhakkak ki Allah’ın, Habîb’ine arkadaş olarak seçtiği sahâbelerdir. Onlar ilâhî vahye tanıklık eden ve o vahyin nuruyla yaşayan asr-ı saâdetin gülleridir. Bu din onlar sayesinde güç kazanmış ve yayılmıştır.

Allah’ın ehli olanları, yani dostlarını anmak, Allah’ın rahmetinin inmesine vesiledir. Hele de bu dostlar Rasûl’ün yârenleri olan Ashâb-ı Güzîn olunca inşallah bu rahmet sağanak sağanak yağar. Rasûlullah Efendimizin: ’Benim ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz.’ buyurarak beyan ettiği o yıldızlardan birisi de Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a.)’dir. Sevmek ve itaat etmek için tanımak ve anlamak şarttır. İşte sizlere Allah ve Rasûl’ünün kara sevdalısı Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas’ın hayatı!

Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a.) İslâm tarihinde kahramanlığı ve cesaretiyle ün yapmış mümtaz sahâbelerdendir. Miladî olarak tahminen 595 senesinde Mekke’de doğmuştur. Babası Ebû Vakkas Mekke’nin ileri gelenlerindendir. Hz. Sa’d’ın nesebi peygamberimizin nesebi ile büyük dedeleri Kilâb’da birleşir. Ayrıca Rasûlullah Efendimizin anne tarafı Zühre oğullarına dayanmaktadır. Hz. Sa’d da yine babadan dolayı Zühre oğullarına akrabadır. Rasûlullah (s.a.v.) ile hem baba, hem de anne tarafından nesepleri birleşmektedir.

Rasûlullah Efendimize peygamberlik verildiği zaman Hz. Sa’d daha 17 yaşındaydı. O sıralar İslâm’a davet henüz gizli yapılıyordu. Müslümanlar sadece üç kişiydi. O ilkler arasında Hz. Ebû Bekir Efendimiz de vardı. Hz. Ebû Bekir Efendimiz Müslüman olunca en yakınlarına bu dini anlatmaya başladı. Sa’d b. Ebî Vakkas Hazretleri Hz. Ebû Bekir Efendimizin vesilesiyle bu dine girmiştir. Müslüman oluşunu Sa’d b. Ebî Vakkas Hazretlerinin kızı babasından şöyle naklediyor: ’İslâmiyet’e girmeden üç gün evvel rüyada kendimi kapkara bir yerde gördüm. Derken bir ay doğdu. Onun aydınlattığı yolu takip ediyordum. Benden önce bu yolda giden Hz. Ebû Bekir, Zeyd bin Hârise ve Hz. Ali vardı. Ben Ebû Bekir’e giderek: ’Siz ne zaman buraya geldiniz?’ dedim. ’Şimdi geldik.’ dedi. Uyandığımda içimde ayrı bir ferahlık duydum. Bu rüyadan sonra araştırdım. Rasûlullah (s.a.v.) gizli davette bulunuyordu. Ebû Bekir bana her şeyi anlattı. Ben de kâinatın Efendisine giderek İslâm’ı kabul ettim.’ demiştir. Böylelikle Hz. Sa’d Efendimiz de ilk Müslümanlardan olmuştur. Hatta oğlu Amr’ın kendisinden rivayetine göre Müminler üç kişi iken o, bunlardan biriydi.(Buhârî) Saîd ibn-i Müseyyib Hazretleri, Hz. Sa’d’dan şu sözü nakleder: ’Benim Müslüman olduğum günden önce başka kimse İslâm’ı kabul etmedi. Tam yedi gün İslâm’ı üç kişiden biri olarak yaşadım.’(Buhârî) demiştir.

Hz. Sa’d Efendimiz genç yaşta İslâm’la şereflenmiştir. Bu dine ilk girdiği andan itibaren canıyla, malıyla hizmet etmiş ve hiçbir zorluk karşısında dininden taviz vermemiştir. İlk Müslümanlardan olması hasebiyle bir çok sıkıntılara maruz kalmış, ama gönlüne akan Allah ve Rasûl’ünün sevdası ona bu sıkıntılara karşı tahammül gücünü vermiştir. Hz. Sa’d daveti duyar duymaz hemen kabul etmiştir. Onun Müslüman olduğunu öğrenen annesi kendisine şöyle der: ’Ey Sa’d! Eğer sen bu sonradan çıkma dini bırakmayacak olursan ve tekrar eski dinine dönmezsen ben ne yerim ne içerim. Ölünceye kadar ağzıma bir lokma koymam. Sen de anne katili olarak insanlarca lekelenirsin.’ dedi. O güne kadar her zaman annesine itaat eden Hz. Sa’d iş îman ve İslâm davasına gelince şöyle haykırdı: ’Sus anne sus! Senin bin canın olsa ve her birini benim İslâm’dan dönmem için feda etsen ben yine de bu yoldan dönmem.’ Oğlunun dinine karşı sebatını gören annesi hayretler içerisinde kalmıştır. Öte yandan annesine karşı çıktığı için rahatsız olan Hz. Sa’d Efendimiz Rasûl-i Ekrem’in yanına gider ve olayı anlatır. O zaman Rasûlullah Efendimiz ona şu âyeti okur: ’Eğer onlar (annen-baban), seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa anlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber veririm.’(Lokman 31/15) Kutlu sahâbî içini kemiren mesuliyet duygusundan kurtulmuş ve Cenâb-ı Hakk tarafından da desteklenmiştir. Bu âyet-i kerîmenin bu olaydan sonra nâzil olduğu rivayet edilir.

Başta anlattığımız gibi davet o sıralar gizli yapılıyordu. Rasûl-i Ekrem Efendimizin gösterdiği ve anlattığı şekilde yapılan ibadetler de gizli gizli eda ediliyordu. İlk Müslümanlar namazlarını Şi’bî denilen mevkie giderek kılıyorlardı. Yine bir gün namaz vaktinde oraya gittiklerinde müşrikler onları takip etmişlerdi. Namaz kılacakları anda onlar sahâbelerle alay edip hakaret etmeye başlayınca Hz. Sa’d Efendimiz birden celâllenerek eline geçirdiği bir sopayla onlara saldırır. Ve bir müşrikin kafasını yaralar. İşte bu olayda İslâm’da ilk defa bir müşrikin kanını akıtan sahâbî olarak tarihe geçer. İslâm’da dökülen ilk kan budur.

Kalp gözlerine ilâhî nurun sürmesi çekilen Hz. Sa’d Efendimiz Kâinatın Efendisi’ne öyle bir bağlanmıştı ki, hiç yanından ayrılmıyordu. Her an onunla olmak, O’nun (s.a.v.) ilminden, aşkından kana kana içmek istiyordu. Hep Rasûlullah Efendimizi takip eder, her şeyi onun yaptığı gibi yapmak isterdi. Rasûlullah Efendimiz de bu gayretli ve cesur arkadaşına ayrı bir muhabbet duyardı. Hz. Sa’d Efendimizin Rasûl-i Kibriyâ’nın yanında ayrı bir kıymeti vardı. Rasûlullah (s.a.v.) onu görünce: ’İşte bu Sa’d benim dayımdır. Bu ne güzel dayıdır. Kimde var böyle dayı.’ diyerek ona iltifat ederdi.

Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas diğer sahâbiler gibi müşriklerin tüm eziyetlerine katlanmıştır. Malında ve bedeninde her türlü imtihanı yaşamıştır. Rasûlullah Efendimizin hicret anına kadar onunla Mekke’de kalmıştır. Hicret emri gelince Medîne’ye, Allah’ın dinini daha güzel yaşamak için göç etmiştir. Nur şehri Medîne sahâbeler için yeni bir ışık, yeni bir ümit, Muhâcirîn’in gönlünde yaşayan bir hürriyet çiçeği olmuştur. Ebediyet yoluna ayak basmak isteyen herkes Medîne’ye koşuyor, kâinatın sultanından nur devşiriyordu.

Hz. Sa’d (r.a.) Medîne’ye hicret edince Rasûlullah Efendimizle birlikte bütün gazalara iştirak etmiştir. Birçok seriyyelerde Rasûl’ün kumandanlık görevini yapmıştır. Yani Hz. Sa’d Efendimiz aynı zamanda da Rasûlullah’ın kumandanı idi. Rasûlullah Efendimiz kendisinin de katıldığı bir çok savaşta onu kumandan tayin etmiştir.

Bedir ve Uhud Savaşı’nda büyük kahramanlıklar göstermiştir. Hele Uhud Savaşı’nda adeta destan yazmıştır. İşte Uhud Savaşı ve Hz. Sa’d Efendimiz... Savaşın en şiddetli anında okçuların tepesinden dağılıp da ortalığın kızıştığı zamanda herkes kaçıyordu. Önce galip, sonra mağlup olunduğu sırada Hz. Sa’d Efendimiz Allah Rasûl’ünün yanında ve O’nu korumaya çalışıyor, bir sağına, bir soluna geçip mübarek vücuduna siper oluyordu. Kafirlere kılıçla ve okla saldırarak Allah Rasûl’ünü savunuyor, öyle ok yağdırıyordu ki, her attığı ok bir kafiri öldürüyor ve hiçbiri Allah’ın izniyle boşa gitmiyordu. Müşriklerin yağdırdığı oklar sanki onu daha da coşturuyor, adeta îmanına ve cesaretine güç katıyordu. Rasûl-i Kibriyâ, Hz. Sa’d ok atıp düşmanı helak ettikçe hiçbir faniye nasip olmayacak şu sözlerle onu coşturup iltifat ediyordu: ’Fedâke ebî ve ümmî/Anam babam sana feda olsun ey Sa’d! Durma at hadi.’ Ve her oku attığında: ’İlâhî, Sa’d’ın atışını doğrult! Yâ Rabbi! Sa’d sana dua ettiğinde icabet et!’ diye yalvarıyordu. Bir taraftan da terikesinden okları çıkarıp Hz. Sa’d’a vererek: ’Hüdâ senden razı olsun! Al şunları da at!’ diyordu.

Hz. Ali Efendimiz buyurur ki: ’Hz. Peygamber (s.a.v.) Sa’d b. Ebî Vakkas’tan başkasına ’Anam babam sana feda olsun!’ dememiştir.’(Müslim)

Yine Uhud Savaşı esnasında yaralılara su taşımakla görevli Hz. Ümmü Eymen’i su taşırken İbn-i Urfe isimli bir kafir ok atarak yere düşürmüş ve buna kahkahalarla gülmüştü. Bu durum Rasûlullah Efendimizin çok ağrına gitmişti. Hz. Sa’d’a bir ok vererek: ’Al bunu at!’ buyurdu. Hz. Sa’d Efendimiz peygamberden aldığı oku İbn-i Urfe’ye atınca kafir yere serildi. Bunun üzerine kâinatın efendisi: ’Ümmü Eymen’in intikamını Sa’d aldı. Allah onun dualarına icabet etsin!’ buyurdular. Hz. Sa’d Efendimizin hiçbir duası reddolunmamıştır. Ona ’duasına icabet edilen’ denilirdi.

Hz. Sa’d Efendimiz şöyle anlatır: ’Uhud’da öyle bir an oldu ki, terikede ok bitmişti. Rasûlullah’ın terikesinde de bitmişti. Düşman iyice yaklaşıp hücum ediyordu. Rasûlullah Efendimiz yerde bir ok parçası buldu. Onun ucu kırılmıştı. ’Al bunu da at!’ diyerek bana verdi. Onunla üç tane düşmanı öldürdüm. Düşmanla karşılıklı atıştığım için böyle olmuştu. Onlar bana attığında ben alıp onlardan birini öldürüyordum.’

Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas’ın Uhud günü 1000 kadar ok attığı rivayet edilmiştir. Onun, bu oklardan her birini atarken Rasûl’ün iltifat ve duasına mazhar olduğu hesap olunursa o gün Hz. Peygamber’in ondan hoşnut ve razı olduğunu 1000 kez beyan ettiği anlaşılır. Bu kadar teşvik ve iltifat, bu kadar rıza ve hoşnutluğa nâiliyet Hz. Sa’d’ın hasletlerindendir.

Peygamber sevdasıyla bahtiyar olmuş şanlı sahâbî ömrünü neredeyse harp meydanlarında tüketmiştir. Allah Rasûl’ünün yanından bir nefes dahi ayrılmamıştır. Huneynde de Uhud’da olduğu gibi büyük fedakarlıklar göstermiştir. Daha sonra Tebük ve Tâif seferlerine de iştirak etmiştir. Ancak yanıp tutuştuğu hâlde Veda Haccı’na katılamamıştır. Nedenini ise kendinden dinleyelim: ’Veda Haccı esnasında ağır bir hastalığa uğradım. Ölecek gibiydim. Peygamber gelip hâlimi sordu. Ona dedim ki: ’Yâ Rasûlallah! Uğradığım hastalığı görüyorsunuz. Mal sahibiyim. Tek varisim kızımdır. Malımın üçte ikisini tasadduk edeyim mi?’ O ’Hayır!’ dedi. ’O hâlde üçte birini vereyim mi?’ dedim. Rasûl: ’O da çoktur. Senin varislerini zengin bırakman onları fakir ve muhtaç bırakmana tercih edilir. Sen Allah yolunda infak edeceğin her şeyin ecrini alırsın.’ buyurdular. Bunun üzerine yaşayıp yaşamayacağımı sordum. Buyurdular ki: ’Yaşarsın ve Allah yolunda çalışıp derecen, makamın yükselir. Bazılarına menfaat getirmek ve düşmanlara zarar vermek için bunu ümid ediyorum.’ Sonra şöyle dua etti: ’Yâ Rabb! Ashâbımın hicretini ikmal et! Onları geri (Medine’ye) döndür!’(Müslim)

Rasûlullah’ın ashâbı Mekke’de ölmeyi istemezlerdi. Çünkü onlar Mekke’den İslâm uğruna ayrılmışlardı. Daha çok hicret yurtlarında, Rasûl’ün nur şehrinde Allah’a kavuşmayı arzu ederlerdi. Bundan dolayı Hz. Sa’d hastalandığı zaman ağlamış, Rasûlullah’a sebebini; ’Hicret ettiğim yerde ölmekten endişe ediyorum.’ diye bildirince, Hz. Rasûl (s.a.v.); ’Allah’ım! Sa’d’a şifa ihsan et!’ diye dua etmiştir. Rasûlullah’ın duası bereketiyle Hz. Sa’d (r.a.) iyileşmiş ve uzun yıllar yaşamıştır. Daha sonraki dönemlerde onun kumandanlığı sırasında büyük hikmetiyle İran ve Irak fetholunmuştur. Böylece Rasûlullah’ın hadisi gerçek olmuştur.

Hz. Sa’d ashâbın en güzidelerinden ve en yüksek makam sahiplerindendi. Zeka ve dirayetiyle, şecaat ve çalışkanlığıyla nam salmıştı. Meclislerde ’aranan adam’dı. Yine doğru sözlülük onun hasletlerinden biridir. Onun rivayet ettiği hadisler en yüksek payeye haizdir. Hz. Sa’d Efendimiz, Rasûlullah (s.a.v.)’in mest üzerine meshettiğini nakletmiş, bunu dinleyen Abdullah bin Ömer meseleyi babasına arz ederek bunun doğru olup olmadığını sorunca Hz. Ömer (r.a.) oğluna: ’Oğlum! Sa’d, Rasûl’den bir hadis rivayet etti mi, artık onu bir başkasından sorma.’ demiştir. Hz. Ömer’in bu sözü, onun Allah Rasûlü’nden her sözü ne kadar dikkatle dinlediğini ve ne kadar derinlikle telakki ettiğini gösterir.

Hz. Sa’d’ın oğlu Amr, babasından şu olayı nakleder: ’Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bir cemaate hediyeler veriyordu. Ben de bu mecliste idim. Rasûl onlardan birini atladı. Halbuki bunların içinde benim gözüme giren bu adamdı. Rasûl’ün ona bir şey vermediğini görünce: ’Yâ Rasûlallah! Filanı niçin bıraktın? Vallâhi ben onu mümin biliyorum.’ dedim. Rasûlullah: ’Öyle deme, müslim de!’ buyurdular. Biraz sustum. Olmadı, yine dayanamadım, tekrar sordum. Yine aynı cevabı verdiler. Üçüncüsünde sorunca Rasûlullah (s.a.v.): ’Ey Sa’d! Bir adama, Allah onu yüzü koyun ateşe atmasın diye başkasını daha ziyade sevdiğim hâlde hediye verip ihsanda bulunduğum da olur.’ buyurdular.(Buhârî)

Hz. Sa’d’ın ahlâkı Rasûl’ün ahlâkıydı. Onun amellerine, hükümlerine vakıftı. Kendisini, bütün hareketlerinde peygamberden gördüklerine ve öğrendiklerine uydururdu. Kûfeliler Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas’ı Hz. Ömer’e şikayet ederler. Namazı iyi kıldıramıyor, diye. Hz. Ömer kendisine bu durumu sorunca Hz. Sa’d: ’Vallâhi ben, sadece Rasûl’ün kıldırdığı namazı kıldırıyorum.’ demiştir.(Müsned)

Hz. Sa’d Efendimiz, dünyalık maişetini temin etmek için ziraatla uğraşırdı. İlk başta fakir olduğu rivayet edilir. Daha sonra Hayber’de payına düşen ganimetten (bir tarladan) malını çoğaltmıştır. Son zamanlarda çok zengin olmasına rağmen dünya malına asla tenezzül etmeyip eski mütevazı hayatını sürdürmüştür.

Tarihçiler Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas’ın şemâilini tarif ederken orta boylu, güçlü kuvvetli, iri başlı, sert elli, ama çok sevimli bir zât ifadelerini kullanmışlardır.

Sa’d b. Ebî Vakkas Hazretleri cennetle müjdelenen on sahâbedendir. Vefatına yakın günlerde Medîne’deki Akîk tarafındaki evine çekilmiştir. O dönemde Hz. Osman’ın şahadetinden sonra meydana gelen olaylara iştirak etmeyip evinde kalmıştır. Vefat edeceğini anlayınca ’Beni Bedir’de savaştığım cübbemle kefenleyin!’ diye vasiyet etmiştir.

Oğlu Mus’ab b. Sa’d şöyle anlatıyor: ’Babam, başı benim kucağımda olduğu hâlde ölümle pençeleşmekteydi. Bir ara ağladığımı görünce; ’Oğlum, niçin ağlıyorsun? Sakın benim için ağlama! Çünkü ben cennet ehli olduğumdan Allah bana azap etmez. Allah, müminleri kendisi için yaptığı amellerden dolayı mükafatlandırır. Kafirleri ise cezalandırır. Hasenatlar bittikten sonra: ’Herkes amelinin sevabını kimin için işlemişse karşılığını ondan istesin.’ denilir.’ buyurmuştur.

İşte sahâbenin Allah’a tevekkülü. Ömür güzelliklerle dolu ve sonu güzel. Onlar Allah’tan razı, Allah da onlardan razı. Cenneti garantilemiş, sadece Rabblerine kavuşmayı arzu ediyorlardı. Hz. Sa’d Efendimizin ömrü h. 55 yılında 83 yaşındayken nihayete erdi. Dolu dolu geçen bir hayat, hakiki âleme irtihalle son buldu. Mübarek nâşı sahâbeler tarafından Akîk’ten alınarak omuzlar üzerinde Medîne’ye getirildi. Hücre-i saâdetin önünden geçirilirken Hz. Âişe annemiz: ’Siz bilmezsiniz, Rasûlullah, Sa’d’ın cenaze namazını sizden önce kıldırdı.’ demiştir. Cenaze namazını Medîne Valisi Mervan el-Hakem kıldırmış ve Bâkî Kabristanlığı’nda dostlarının yanına uğurlanmıştır.

Allah onlardan razı olsun! Hayatlarındaki o itaati, kulluğu bizlere de nasip etsin! Onları razı olacağı şekilde bize ve bizi de onlara sevdirsin!

Faydalanılan Eserler:
1. Meşâhir-i Ashâb-ı Güzîn, İbrahim Rıfat.
2. Müjdelenmiş On Kişi, Hüseyin Hilmi IŞIK.
3. Büyük İslâm Tarihi (Asr-ı Saadet, Peygamber ve Ashabı)
4. Üsdü’l-Ğâbe, İbnü’l-Esîr.
5. İbn-i Asâkir Tarihi.
6. Tabakât-ı İbn-i Sa’d, Birinci Kısım.
7. Hayâtü’s-Sahâbe, Yusuf el-Kandehlevî.
8. Aşere-i Mübeşşere, M. Necati BURSALI, Çelik Yay.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.