Özlenen Rehber Dergisi

17.Sayı

Rü'yetullâh'ın İmkanı

Erol KILIÇ Özlenen Rehber Dergisi 17. Sayı
Kur’ân âyetlerinin ve Hz. Peygamberden rivâyet edilen bir kısım hadislerin delaletiyle, Yüce Allah’ın kıyamet günü mü’minler tarafından görülmesi meselesi, bir çok konuda olduğu gibi, meseleye farklı boyutlarda bakılmasının bir sonucu olarak, bu konuda da İslâm ekolleri arasında farklı görüşler belirtilmiştir. Bazı bilginler ve ekoller rü’yetin mümkün olamayacağını ileri sürerek, Allah’ın görülmesi inancına İslâm dışı bir hüviyet kazandırırken, bazı fırkalar da mümkün olacağını kabul ve ileri sürmekle kalmayıp, bir ifrat ve tefrit örneği sergileyerek, Yüce Allah’a cisim isnâd etme yolunu tutmuşlardır. Ehl-i Sünnet ekolü ise, geneldeki tutumunu devam ettirip, orta yolu takip ederek, Yüce Allah’ın âhirette mü’minler tarafından görülebileceğini, ancak bunun keyfiyetinin bilinemeyeceğini kabul etmiştir.
’Rü’yet’ kelimesi, Arapça’da ’ra-e-ye’ kökünden gelen bir mastardır. Bu kelimeye ise, sözlüklerde çeşitli anlamlar verilmektedir. Bunlar arasında görmek, bakmak, inanmak, bilmek, sanmak, sonunu düşünmek, tefekkür etmek, planlamak ve rüya görmek anlamları sayılabilir. Rü’yet denilince, İslâmî literatürde: Yüce Allah’ın mü’minler tarafından Cennet’te görülmesi meselesi akla gelmektedir. Bu mesele Kelam ilminde üzerinde en çok tartışılan konulardan birisi haline gelmiştir. Bazı Kelam kitapları, bu konuyu Allah’ın zatına ait bir mesele olarak kabul edip, onu Allah’ın zatı ile ilgili meseleler başlığı altında incelemişlerdir.
Rü’yet meselesi genel olarak iki noktada ele alınmaktadır. Birincisi; rüyetin, dünyada cevazı meselesidir. İkincisi ise; rüyetin âhirette vücûbu meselesidir.
Bunlardan birincisine, daha çok aklî izahlar delil olarak kullanılmakta olup, Kur’ân’dan ise, A’râf sûresi 143. âyet delil olarak getirilmektedir.
İkincisi, yani âhirette vücûbu hususuna ise, hem Kur’ân’dan, hem de hadislerden bir çok delil ileri sürülmektedir. Ancak burada özellikle bu konuya has bir durum vardır ki, o da hem rü’yetin imkanını, hem de mümkün olmayacağını ileri sürenlerce aynı âyetlerin delil olarak kullanılmış olmasıdır. Söz konusu olan nokta, sözü geçen âyetlerin çeşitli yönlerden tevil edilmesi ve farklı şekillerde anlaşılmasıdır. Bu da bize İslâm dininde esas olan meseleler ile, esasa dahil olmayan meselelerdeki farklılığı ortaya koymaktadır. Zira, rü’yet meselesinde, imkanını veya mümkün olmadığını ileri sürenlerden hiç birisi, İslâm dinine göre tekfir edilemez. Çünkü bu konu, dinin özünden telakkî edilmeyen bir husus olup, yorum ve anlayışa dayanan, temel kabul edilen prensiplere göre farklı anlaşılabilen meselelerdendir. Bu bakımdan her iki grup da aynı âyetleri delil olarak kullanmışlardır. Eğer böyle değil de, İslâm’ın temel meselelerden birisi olmuş olsaydı, bu derece bir serbestlik ve hoş görünün olması düşünülemez ve aynı âyetlerin her iki grup tarafından kullanılması mümkün olamazdı.

RÜ’YETİN DÜNYADA İMKANI
Rü’yetin dünyada imkanı konusunda daha çok aklî deliller kullanılmıştır. Bu delillerden hareketle Ehl-i Sünnet, rü’yetullahın aklen câiz, şer’en de vacip olduğunu savunmuşlardır.(1)
Akıl, arızî sebeplerden uzak olarak, kendi hâlinde bırakılırsa, rü’yetin imkansızlığına değil, imkanına, yani olabileceğine hükmeder. Çünkü görülme özelliği, var olan şeylerin ortak özelliklerindendir. İnsan fıtrî olarak da arzu ettiği, hem de iştiyakla arzu ettiği yüce yaratıcısını görmek ister ve bunun arzusuyla hayatını sürdürür.
Burada esas tartışma konusu olan husus, Yüce Allah’ın görülebilme imkanıdır. Yani O’nun, görülme özelliğine sahip olması meselesidir. Yoksa bu dünyada ve dünyevî gözle mutlaka görüleceği iddiası değildir. Tartışma dünyada câiziyyet konusu üzerindedir; yoksa âhiretteki vücûbiyyet konusu üzerine değildir. Bu noktanın özellikle belirtilmesi ve bilinmesi gereklidir.
Rü’yetin dünyadaki cevazı ile ilgili olarak delil getirilen A’râf sûresi 143. âyeti ele alalım:
Bu âyet, Hz. Musa’nın Yüce Allah’tan rü’yet talebinde bulunması hususunu ifade etmektedir ki, âyetin metni şöyledir:
’Musa, tayin ettiğimiz zaman için gelip de, Rabbi onunla konuştuğu zaman dedi ki: ’Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım.’ Allah, (ona şöyle) dedi: ’Beni göremezsin, fakat (şu) dağa bak; eğer yerinde durursa beni göreceksin.’ Rabbi dağa tecelli edince, onu un ufak etti. Musa da baygın düştü. Kendine geldiği zaman şöyle dedi: ’Yâ Rabbi! Seni tenzih ederim, sana tövbe ederim; ben mü’minlerin ilkiyim.’(2)
Bu âyet, rü’yetin ispatı ve nefyi yani mümkün olup olmayacağı açısından iki yönde ele alınmaktadır.
Birinci yön: Hz. Musa’nın, rü’yet isteğinde bulunması ve bu konudaki tartışmaları kapsamaktadır.
Hz. Musa’nın Yüce Allah’tan, O’nu görmeyi istemesi, O’nun görülebileceğine delildir. Zira açıkça ’Rabbim bana kendini göster. Sana bakayım.’ demiştir. Eğer, rü’yet mümkün olmasaydı, Hz. Musa, mümkün olmayan ve Allah üzerine câiz bulunmayan bir şeyi istemek durumuna düşmüş olurdu ki, Allah için mümkün olmayan bir şeyi istemek, bir peygamber için doğru olmayan bir harekettir.(3)
Burada Hz. Musa’nın bu isteğini aynı zamanda iki ihtimal dahilinde düşünmek mümkündür:
1. İhtimal: Hz. Musa’nın, Yüce Allah’ın görülmesinin imkansız olduğunu bilerek böyle bir istekte bulunmuş olması ihtimalidir ki, bu ihtimal, Hz. Musa’nın bir peygamber olması ve tevhid konusunda cahil olmasının imkansız bulunması hasebiyle son derece zayıf bir ihtimaldir.
2. İhtimal: Hz. Musa’nın, rü’yetin mümkün olup olmadığını bilerek böyle bir istekte bulunmuş olmasıdır. Bu da iki şekilde mümkün olabilir:
a) Hz. Musa (a.s.), rü’yetin mümkün olmadığını bildiği halde böyle bir istekte bulunmuştur, denilebilir ki; bunu söylemek biraz önce sözü edildiği gibi bir peygamber için düşünülemez. Öte yandan Kur’ân’da Allah’ın kanunlarına aykırı isteklerde bulunan bazı peygamberlerin Allah tarafından nasıl serzenişe maruz bırakıldıklarını gösteren âyetler vardır. Mesela; Hz. Nuh’un tufana kapılan oğlunu kurtarmak istemesi ile Hz. Âdem ile Havvâ’nın yasak ağacın meyvelerini yemek istemeleri üzerine Yüce Allah’ın onlara ikazda bulunup dikkatlerini çekmesi ve serzenişte bulunması bu hususa örnek teşkil eder. Burada yani Hz. Musa’nın isteğinde ise, böyle bir durum söz konusu değildir. Zira, Hz. Musa’nın rü’yet isteği karşısında, Yüce Allah, Hz. Musa’ya itâb etmemiş, Hz. Nuh’a dediği gibi ’Böyle bir şeyi benden isteme! Sana öğüt veriyorum, cahillerden olma!’ dememiştir.
b) Hz. Musa rü’yetin mümkün olduğunu bilerek böyle bir istekte bulunmuştur. Zira biraz evvel sözü geçtiği üzere, Yüce Allah Hz. Musa’ya Hz. Nuh ve Hz. Âdem’e olduğu şekilde cevaplandırmayıp onlara olduğu gibi bir itâbla karşılık vermemiştir. Bu da bizde Hz. Musa’nın rü’yetin mümkün olduğunu bilerek böyle bir istekte bulunmuş olduğu kanaatini oluşturur ki; bu talep, rü’yetin imkanı ile ilgili önemli bir delildir.(4)
İkinci yön: Rü’yetin, dağın istikrarına taalluk etmesi hususu ve bununla ilgili tartışmaları içine almaktadır.(5)
Yüce Allah biraz önce sözü geçtiği üzere, Hz. Nuh hadisesinde olduğu gibi Hz. Musa’yı bu isteğinden dolayı suçlamamış ve; ’Beni göremeyeceksin, fakat şu dağa bak. Eğer yerinde durursa beni görürsün.’ demiştir. İşte bu ifade tarzı bir diğer yönden rü’yet için delil teşkil eder.(6)
Burada sayılan ve benzeri açıklamalarla, rü’yetin dünyada câiz olabileceği kanaatine varılmıştır. Burada unutulmaması gereken önemli bir husus; rü’yet ile ilgili tartışmanın câiziyyet noktasında olduğu, yani işin mümkün olup olmaması meselesidir. Yoksa bu hâlimizle mutlak surette görüleceği iddiası değildir. Böyle bir iddiada bulunabilmek için çok kuvvetli, kesin deliller olması gerekir ki; yukarıda görüleceği üzere, ileri sürülen âyetlerle ilgili istidlal farklı izahlara dayanmakta olup, aynı âyet her iki farklı görüşte olanlar tarafından kullanılmaktadır. Ulaşılan netice farklı izahlara göre şekil kazanmaktadır.

RÜ’YETİN ÂHİRETTEKİ VÜCÛBU
Rü’yetin âhiretteki vücûbu ile ilgili olarak bazı âyetler delil olarak kullanılmaktadır. Burada özellikle âhiretteki vücûbiyyetin söz konusu edilmesi, bu âyetlerde, âhiret hâlinden ve cennetten söz edilmesinden dolayıdır.
Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: ’O gün yüzler vardır, Rablerine bakıp parıldayan.’(7). Rü’yetin âhirette vücubu ile ilgili olarak, Ehl-i Sünnet nazarında en kuvvetli delillerden birisi bu âyettir. Âyetin öncesine dikkatle bakıldığında; âyetin içinde bulunduğu sûrenin isminin bile, âhiret ahvâlinden bahsedildiğine işaret ettiği görülecektir. Zira, sûrenin ismi ’Kıyâme’dir. Sûrenin başında kıyâmet ahvâlinden bahsedilmekte ve bu âyetten bir iki âyet öncesine kadar, müşriklerin acıklı hâllerinden söz edilirken, sıra mü’minlere gelmekte ve cennet ahvâline geçilmekte; o arada da, rü’yet ile ilgili bu âyetin zikri geçmekte ve o gün mü’minlerin büyük bir neşe ve sürur içinde oldukları ifade edilmektedir. Dolayısıyla açık ve net bir şekilde rü’yetin vukuu ifade edilmektedir.(8)
Ehl-i Sünnet âlimleri; ’Nice yüzler o gün parlaktır.’ âyetini, ’başarılı olma neşesiyle sevinç içinde ışıl ışıl parıldar’ manasında; ’Zira onlar Rabbine bakıcıdır. O’nun cemâline bakmaktadır.’ âyetindeki bu bakışı da ’görme’ mânâsında anlayarak âhirette müminlerin Allah’ın cemalini göreceğini ispat etmişlerdir.(9)
’O gün yüzler vardır ter ü tazedir. Rablerine bakacaklardır.’ (7)
Haricîler, Mu’tezile ve Mürcie’den bazıları; ’Görme işi, görülen şeyin mahluk olmasını, bir mekan işgal etmesini gerektirir.’ mülâhazasıyla rü’yetullâhı inkar etmişler(10), mezkur âyette geçen (görecek) kelimesini (bekleyecek) diye te’vil etmişlerdir. Kendi görüşlerine delil olarak da: ’O’nu gözler idrak edemez’(11) âyetiyle, Hz. Musa hakkında söylenmiş olan ’Sen beni göremeyeceksin’(2) âyetlerini zikretmişlerdir. Ancak Ehl-i Sünnet, bu âyetlerin dünyadaki görmeyi nefyettiğini söyleyerek, onların iddiasına itibar etmemiştir. ’Beni asla göremezsin.’(2) âyetine sarılan Mutezile de bu bakışı ’bekleme’ mânâsına yorumlamışlardır. Oysa gayesine ulaşmayan beklemenin neticesi neşe değil, hayal kırıklığı ile üzüntü olacağından burada sadece bekleme mânâsının doğru olamayacağını açıktır.(12)
Netice itibariyle, bu âyetin delaletiyle rü’yet, âhirette vacibtir ve mü’minler Yüce Allah’ı keyfiyeti belli olmayacak bir şekilde göreceklerdir. Keyfiyeti belli olmayacak şekilde diyoruz; zira âhiret âleminde söz konusu olacak şeyler hakkında keyfiyet belirtmek, şekli ve durumu şöyle veya böyle olacaktır demek mümkün değildir. Sevgili Peygamberimiz, cennet ile ilgili bir hadislerinde: ’Cennette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği nimetler vardır.’ buyurmuşlardır. Şu ana kadar gözlerin görmeyip, kulakların işitmediği bir şey hakkında herhangi bir tavsifte, vasıflandırmada bulunmak doğru değildir. Yapılan, zannî bir tahminden öteye geçmez. (13)
Rü’yetin mümkün olup olmadığı hususunda kullanılan bir başka âyet ise En’âm sûresi 103. âyettir: ’Gözler O’nu idrak edemez. O bütün gözleri idrak eder.’ Bu âyet-i kerime de diğer âyetler gibi hem Ehl-i Sünnet, hem de Mutezile tarafından kuvvetli bir delil olarak ileri sürülmüştür. Tartışma, esas itibariyle daha çok, âyette geçen ’idrâk’ kelimesinin değişik manalara gelmesinden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki; idrâk, mahdut olan bir şeyi ihâta etmek, demektir. Mahdut ise, hududu ve nihâyeti olan bir şeydir ki, idrak o hudutla vukû bulur. Renk, tad, zevk ve koku gibi şeyler de böyledir. Her birinin kendine has yönü ve hududû vardır. Onları idrak etmek, ancak bununla mümkün olabilmektedir. Kısacası idrak, bir şeyin hududunu; rü’yet ise, genelde görmektir. Buradan anlaşılıyor ki, idrak ile rü’yet aynı şey değildir. İdrak hususi, rü’yet ise umumidir.
Bu açıklamalar ışığında sözü geçen âyete bakacak olursak; Yüce Allah bu âyette idrâki nefyetmiş olsa bile, onun nefyi, rü’yetin nefyini gerektirmez. Bu âyette Yüce Allah, kendisinin yön ve hududu olmadığını, bu bakımdan da gözlerin O’nu görse bile idrâk edemeyeceğini bildirmiştir. Görmek, idrak etmek demek değildir. Zira, idrak etseydik, Yüce Allah sınırlı bir varlık olmuş olurdu ki, bu Yüce Allah için düşünülemez. O, hududu ve sınırı olmayan, düşündüklerimizin de ötesinde olandır. Bu duruma göre, âyetin manası şöyle ifade edilebilir: ’Gözler Allah Teâlâ’nın hakikatini ihata edemez. O ise bütün gözleri görür ve ihata eder’.(14)
Âyetin delil olarak ele alındığı bir başka yön de; Yüce Allah’ın burada kendisini methetmesi yönüdür. Bu konuda hemen hemen bir ittifak söz konusudur. Şâyet, rü’yet mümkün olmasaydı, tıpkı, görülmesi imkansız olduğu için görülmemesi övgü konusu olmayan ’yokluk’ gibi, ’Gözler O’nu idrak edemez’ sözüyle bir medh söz konusu olamazdı. Bir şeyin görülmesi mümkün olur da, büyüklükte tek ve eşsiz olduğu için, şartlar müsait olmadığı için görülmez ise, o zaman bir medh söz konusu olur. Yoksa, şâyet görülmesi mümkün değil ise nasıl bir medh söz konusu olacaktır? Zaten görülmesi o anlayışa göre mümkün değildir.(15)
Hadislerde geçen ibarelere gelince:
’Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O’nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiç bir namaz hususunda size galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın (namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin).’ Cerîr der ki: ’Rasûlullah, sonra şu âyeti okudu: ’Rabbini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile tesbih et!’(16)
Hz. Süheyb (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Cennetlikler cennete girince Allah Teâlâ hazretleri: ’Bir şey daha istiyorsanız söyleyin, onu da ilaveten vereyim!’ buyurur. Cennetlikler: ’Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden kurtarmadın mı (daha ne isteyeceğiz?)’ derler. Derken perde açılır. Onlara, yüce Rablerine bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir.’ Süheyb der ki: ’Rasûlullah bu sözlerinden sonra şu âyeti tilavet buyurdular: ’İyi iş, güzel amel yapanlara daha güzel iyilik, bir de ziyade vardır.’ (Yunus 10/26)’(17)
Ehl-i Sünnet âlimleri yukarda zikri geçen ve buna benzer hadisleri rü’yetullah konusunda delil olarak ileri sürmüşlerdir.

Kaynakça:
1. Sabunî, Maturidiye Akaidi, D.İ.B. Yay., Ankara 2000, s. 38.
2. El-A’râf 7/143.
3. Ebû Mansur el-Mâturidî, Kitâbu’t-Tevhîd, Daru’l Câmiati’l Mısriyye, 22, souther Street-Alexandria., s.77.
4. Ebû Mansur el-Mâturidî, a.g.e., s.78.
5. Ebû Mansur el-Mâturidî, a.g.e., s.78.
6. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yay., c.IV, s.129.
7. el-Kıyâme, 75/22-23
8. Elmalılı M., a.g.e., c.VIII, s.444.
9. Elmalılı M., a.g.e., c.VIII, s.444.
10. Nesefî, Tabsıra, D.B.Y., Ank. 1993, s.508.
11. el-En’âm 6/103
12. Canan İbrahim, Kütüb-i Sitte, Akçağ Yay., c.XIV, s.286.
13. Aliyyü’l-Kârî, Şerhü’l-Emâlî, s.13-14.
14. Nesefî, a.g.e., s.509.
15. Nesefî, a.g.e., s.509.
16. Buhârî, Mevakîtu’s-Salât 6, 26; Müslim, Mesâcid 211; Ebû Dâvûd, Sünnet 20; Tirmizî, Cennet 16.
17. Müslim, Îman 297; Tirmizî, Cennet 16.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.