Özlenen Rehber Dergisi

11.Sayı

Îmanın Halâveti Hadîsi Hakkında Yapılan Şerhler

Erol KILIÇ Özlenen Rehber Dergisi 11. Sayı
Enes bin Malik (r.a.), Hz. Peygamber’in şöyle dediğini anlatıyor; ’Kimde ?u üç haslet bulunursa imanın tadını duyar: Allah ve Rasûlü’nü bu ikisi dı?ında kalan her ?eyden ve herkesten fazla sevmek, sevdi?ini sırf Allah rızası için sevmek, iman ettikten sonra küfre dönmeyi ate?e atılmak gibi çirkin görmek’. (1)

Enes bin Malik (r.a.) tarafından rivayet edilen bu Hadîs-i Şerîf, sahih kaynakların tamamına yakınında mevcut olmakla birlikte hadisle alakalı birçok da ?erh yazılmı?tır. Kaynaklarda ulema bu hadîsi ?öyle açıklıyor:

“İmanın tadı bir kimsenin imandan lezzet almasıdır. Bu öyle bir lezzettir ki, gücü kuvveti yerindeyken yaptı?ı ibadetlerle gönlünün imana, etine ve kanına i?leyecek ölçüde açılmasıdır. Nasıl ki safra hastalı?ına yakalanmı? olan bir kimse bal yese dahi onun tadını alamaz ise, imanı zayıf olan kimse de i?ledi?i amellerin zevkine ermekten mahrum kalır.”(2)

Ayrıca tatlılıktan maksadın: “İbadetin zevkine eri?mesi, Allah rızası u?runda sıkıntı ve me?akkatlere sabır ve tahammül etmesi, dünyalık ?eylere ve kul sevgisine Allah ve Rasûlü’nü tercih etmesidir.” demi?lerdir.(3)


Allah ve Rasûlü’nü her ?eyden fazla sevme ise, el-Hafız’ın beyanına göre el-Beyzâvî; ’Buradaki sevgiden maksadın nefsin sevmesi de?il aklın sevmesidir.’ demi?tir. Bunu da ?öyle bir misalle izah etmi?tir:

“Bir hasta normalde ilâç almaktan ho?lanmadı?ı hâlde bilir ki kendisinin ?ifa bulmasına vesile olacak olan bu ilâçtır. İ?te içine dü?tü?ü marazdan kendisini kurtarması için ilâcı almaya yönelik aklî tercih ve kendisini eski sa?lıklı, dinç hâline ula?tıraca?ı için ilâca duydu?u ihtiyaç gibi, aklı ba?ında olan Mü’min de Allah’ın emir ve nehiylerinde mutlak suretle hayır oldu?unu, bunun kendisi için faydalı oldu?unu anlar. İman etmi? kimse böyle yapmakla aklın ürünü olan lezzet ve zevke kavu?ur. Çünkü akla dayalı zevk ve lezzet, izlenen yolun en hayırlı ve en kazançlı yol oldu?unu idrak etmektir.’demi?tir.(4)

Kadı İyaz, ’Muhabbetin aslı, sevgiye uygun dü?ene meyletmektir. Bu meyil maddî olan ?eylere yönelebilir; ancak aklını kullanan kimse manevî ?eylerden lezzet alabilir, âlim ve sâlih kimselerin hali böyledir.’ demi?tir. ’Allah (c.c.)’yu sevmek kula farzdır. Bu farziyet emirleri yapıp, nehiylerden kaçınmak, kadere rıza gösterme ?eklinde olan sevgidir.

Nefsin harama meyleden istek ve arzularına boyun e?mek, ilâhî rızaya bunları tercih etmek, Allah (c.c.)’yu sevmede kusur sayılır.’ Hatta mubah olan ?eylerde ölçüsüz olmak bile bu sevgiye gölge dü?ürebilir. Peygamber (a.s.)’ı sevmek ise O’nun sünnetini sevmek ve hayatına tatbik etmektir.’(5)

Herhangi bir kimseyi sırf Allah için sevmek, sevildi?ini iddia edilen kimseyi hiçbir dünyalık menfaat gütmeden, yalnızca Allah rızası için sevmektir. Yahya bin Muaz: ’Gerçekten Allah için sevmek, seven kimseye sevilen tarafından iyilik veya kötülük etmesi, sevgisinde artma ve eksilme olmaması ile olur.’ demi?tir.

“Hakikat, bir kul imanlı oldu?u, Allah’a kulluk etti?i, emirlerini yapıp yasaklarından kaçındı?ı için sevmelidir. Ayrıca Allah (c.c.) Mü’minlere birbirini sevmelerini emretmi?tir.”(6)

Hadîs-i Şerîf’te imanın tadına erebilmek için bulunması gerekli üçüncü ?artı Allah Rasûl’ü (s.a.v), ’İmandan sonra küfre dönmeyi ate?e atılmaktan çirkin görmektir.’ ?eklinde belirlemi?, ulema ise buna ?öyle bir yorum getirmi?tir: “Kulun imanı öyle bir seviyeye gelmi?tir ki artık küfre dönmektense ate?e atılmak onun için daha ho?tur. Çünkü iman nuru kalbine girmi? olan kimse artık küfrün çirkinli?ini anlamı?tır. Artık bilir ki kendisine dünya ve ahiret mutlulu?unu sa?layacak olan imanıdır.”(7)

Âlemlerin Rabbi’ne hakikî kulluk Allah ve Rasûlü’nü her ?eyden ve herkesten fazla sevmekle gerçekle?ebilir. Bunun aksi oldu?u zaman kulun gerek imanında gerekse de ibadetlerinde noksanlık var demektir. Cenâb-ı Hakk Âyet-i Kerîme’de: “Rasûl’üm de ki: Babalarınız, o?ullarınız, karde?leriniz, e?leriniz, akrabalarınız, elde etti?iniz mallar, durgun gitmesinden korktu?unuz ticaret, ho?unuza giden evler size Allah’tan, Rasûl’ünden ve Allah yolunda sava?maktan daha sevgili ise Allah’ın buyru?u gelene kadar bekleyin.

Allah fâsık kimseleri do?ru yola eri?tirmez.”(8) buyurarak konunun önemini gözler önüne sermi?tir. Allah (c.c.)’yu ve Nebîsi’ni sevmenin nasıl olaca?ını ise ba?ka bir ayette ?öyle vurgulanmı?tır:

’De ki E?er Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı ba?ı?lasın.’(9) Âyetlerde açıkça görülmektedir ki sevgi duyulması muhtemel her ?ey sayıldıktan sonra bunların Allah ve Rasûlü’nden fazla sevilmesinin ne kadar yanlı? oldu?u büyük bir tehditle vurgulanıyor. Allah’ı sevdi?ini iddia edenlere ise bunun ancak Peygamber’e tâbî olmakla gerçekle?mesinin mümkün oldu?u açıkça beyan ediliyor. Gerçekten Allah (c.c.)’yu ve Rasûlü’nü sevebilmek Cenâb-ı Hakk’ın kullarına sundu?u en büyük nimetlerden biridir.

Zira bu nimete kavu?mu? olan kimse kurtulu?a ermi? demektir. Çünkü e?er kul iman etmi? ve Allah’ı ve O’nun sevdiklerini sevebilmi? ise i?te o zaman ibadetlerinden zevk alır, emirleri yapmak, yasaklardan kaçınmak ona sıkıntı bir yana mutluluk verir o kul için bunları yapmak bedenini canlı tutma vesilesi olan su gibi vazgeçilmez bir ihtiyaç olur.

Oysa Allah’ı sevgisinden yoksun yapılan ibadet i?kence gibi gelir. Misal olarak Cenâb-ı Hakk Kur’ân’da, namazın zor bir i? oldu?unu ancak gerçekten iman etmi? olanlara ise zor gelmeyece?ini bildirmi?tir.(10) Çünkü seven sevdi?inin iste?ini yerine getirirken asla sıkıntı duymaz, tam aksine bu, onu rahatlatan, huzura kavu?turan bir durumdur. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili isimli eserinde Bakara Suresi’nde geçen bu ayet için ?unları söyler :

“Şüphesiz sabır ve namaz kolay de?il, a?ır ve büyük bir i?tir; ancak hâ?iîn (lâyıkıyla korkanlar)’a de?il, ba?ını öne alıp dü?ünen saygılı kimselere a?ır gelmez, hatta zevk verir, meleke (alı?kanlık) olur. (11)

Sevdi?ini sırf Allah için sevmeye gelince, Allah sevgisine mazhar olmu? kimse O’nun kullarını da sever. Allah için sevmek ancak böyle gerçekle?ebilir. Kendisi Allah’ı ve Peygamberini sevmiyor, itaat etmiyorken ba?ka birini Allah için sevebilmek zayıf bir ihtimalden ibarettir. Bizim için kendisinde en güzel örneklerin bulundu?u Rasûlullah ve O’nun güzide ashabı Allah için sevme ameliyesini doruk noktada ya?amı?lardır.

Gökteki yıldızlara benzetilen bu ulvi ?ahsiyetler, İmanın tadına öyle varmı?lardır ki, Allah’a itaat ve sevgi noktasında canlarını mallarını ortaya koymaktan hiçbir zaman çekinmemi?ler, Ensar (r.a.), Allah yolunda Medine’ye hicret eden muhacirlere kar?ı sergilemi? oldukları tavır ile Allah için sevmenin nasıl olaca?ını kıyamete kadar e?ine bir daha rastlanmayacak ?ekilde gözler önüne sermi?lerdir.

İmandan sonra küfre dönmenin kerih görülmesi noktasında ise yine Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz’in eri?ilmez bir seviyeyi yakaladıklarını mü?ahede ediyoruz. Ashâb imandan sonra küfre dönmeyi öylesine kerih görmü?lerdir ki; Mekke döneminin o i?kence ve sıkıntı dolu günleri onlara bir adım dahi geri attıramamı?tır. Mü?rikler tarafında yakalanıp i?kence görmelerine ra?men kendilerine:

“Şuanda sizin yerinizde peygamber oldu?unu iddia eden arkada?ınızın olmasını ister miydiniz?” sorusuna: “De?il O’nun burada olması, Medine’de aya?ına bir diken batmasına bile razı olamayız.” deme cesaretini gösterebilmi?lerdir.

Oysa mü?riklerin istedi?i sözleri söyledikleri taktirde i?kenceden necat bulacak, özgürlüklerine kavu?acaklardı oysa o büyük insanların cevabı imanlarının ne kadar sa?lam, Allah’a ve Peygamberi’ne sevginin ne derece fazla oldu?unu anlatmak için yeter de artar. İ?te onlar imandan sonra bırakın küfre dönmeyi Peygamber (a.s.)’a kalben ba?lı oldu?u halde, sözle dahi en ufak bir kusur etmekten uzak durmu?, O’na kötü söz söylemektense canlarından olmayı tercih etmi?lerdir.

İman nuru gönlüne yerle?mi? olan Mü’min için de imandan sonra küfre dönmek ate?e atılmaktan daha çirkindir. Oysa ate? kul için azapların en ?iddetlisi iken, nasıl böyle dü?ünülebilir? İmanın nuruyla mü?erref olmu? kimse belki de küfrü kendisini cehenneme götürece?i için de?il de iman nimetine erdikten sonra kendisine her türlü nimeti sunan Aziz ve Celil olan Allah’a nankörlük etmi? olaca?ından böyle dü?ünür. O’nun sevgisini tattıktan sonra O’ndan ayrı olmanın ne kadar zor ve acı oldu?unu bildi?i için küfrü çirkin görür.

Mü’min’in Allah (c.c.)’yu ve Rasûlü’nü her ?eyden ve herkesten fazla sevebilmesi, Mü’min karde?ini sadece Hakk’ın rızası için sevmesi ve küfrü ate?ten daha çirkin görebilmesi için, ancak Allah yolunda olmak, O’nun rızası do?rultusunda hayatını devam ettirmesi gerekir. Allah’ı ve O’nun sevdiklerini sevebilmenin ilk ?artı bizatihi Cenâb-ı Hakk’ın kendisini sevebilmekten geçer. Zaten Allah için sevmek, Allah sevgisi ile ?ereflenmi? bir gönlün ürünüdür.

Allah’ı, Rasûlü’nü ve O’nların sevdiklerini iddia edenlerin bu sevginin âlametinin itaat ve ibadet oldu?unu unutmaması gerekir. E?er itaat ve ibadet terk edilip, bunlara gereken önem verilmezse, kul her geçen gün nefsinin esiri olmaktan kurtulamadı?ı gibi, zamanımızda da çe?itli örneklerine rastladı?ımız kötü ahlâklar ortaya çıkar ki, bunlar hem bireyin kendisini ve yakınlarını hem de toplumu olumsuz etkileyerek dünya ve ahiret saadetini mahveder.

Şayet kul Allah’ın rızasına aksi istikamette fiilleri gerçekle?tirmede ısrarlı ve devamlılık arz eden bir tavır sergilerse, öyle bir zaman gelir ki, artık inanmakla imansızlık arasında onun için hiçbir fark kalmaz. Bu durumda olan kul için ise, ebedî bir azap söz konusudur. Yaratılı? gayesi, sırf Aziz ve Celîl olan Allah’a kulluk olan insan, bu gayeden tamamen uzakla?arak O’na nankörlük etmi? olur. Oysa her türlü nimeti kullarının hizmetine sunan Âlemlerin Rabbi:

“Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz ki rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.’(12) buyurmu?tur. Bu manevî ça?rı hiçbir ?eye muhtaç olmayan ve sınırsız güç sahibi olan Yaratıcı’nın herhangi bir farazî “ihtiyac’ından do?mu? de?ildir; tersine her ?eyi ku?atan ilâhî iradeye bilinçli olarak kendini teslim etmek suretiyle bu iradeyi kavramayı ve böylece bizatihi Allah’a daha yakın olmayı ümit eden kulun ruhî geli?mesinin bir aracı olarak öngörülmü?tür. (13)

İmanın kemâle ermesi ve hakikî kulluk için Allah’ı sevmek, Allah’ı sevebilmek için de elçisini sevmek ve O’na her hususta ittibâ etmek ?arttır. Şayet kul dünya ve ahiret mutlulu?unu elde etmek istiyorsa bunu yapmaktan ba?ka çarenin de olmadı?ını anlamak zorundadır. Bunun aksi oldu?u taktirde netice hüsran olacaktır.

Kaynakça:
1. Buhârî, İman 9, Edeb 42 ; Müslim, İman 67 (43) ; Tirmîzî, İman 10 ; İbn-i Mâce, Fiten 23 ; Nesâî, İman 2-3.
2. İr?âdü’s-Sârî (Kastallânî) ve Tenvirü’l-Hevalikî (Suyûtî).
3. Tuhfet’ul-Ahfazî.
4. A.g.e.
5. Hatipo?lu Haydar ; İbn-i Mâce, Şerh ve Tercümesi.
6. Tenvîrü’l-Hevalikî.
7. A.g.e.
8. et-Tevbe 9/24.
9. Âl-i İmran 3/31.
10. el-Bakara 2/45.
11. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, c.I, s. 342.
12. ez-Zâriyât 111/56-58.
13. Kur’ân Mesajı, Muhammed Esed.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.