Özlenen Rehber Dergisi

159.Sayı

Oryantalizm

İbrahim Özdoğan Özlenen Rehber Dergisi 159. Sayı
Oryantalizm ya da müsteşriklik; din, dil, bilim, düşünce, sanat, tarih gibi alanlarda Doğu dünyasını inceleyen ve Doğu hakkında değer yargıları üreten Batı kaynaklı araştırma alanlarının tümüne verilen ortak addır.
Oryantalizm bir düşünce biçimi ve uzmanlık alanı olması itibariyle ilk olarak Avrupa ve Asya arasında değişken tarihsel ve kültürel ilişkiyi, ikinci olarak XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren çeşitli Doğu kültürlerinin ve geleneklerinin incelenmesinde uzmanlaşmayı ifade eden Batı’daki bilimsel disiplini, üçüncü olarak da dünyanın Doğu olarak isimlendirilen bölgesi hakkındaki ideolojik varsayımlar, imgeleri ve hayali resimleri içerir. Türkçe’de şarkiyat, daha sonra doğu bilimi, Arapça’da ise istişrak kelimeleriyle karşılanmış, oryantalist için müsteşrik kelimesi kullanılmıştır. Doğu toplumlarının dilleri, kültürleri, tarihleri ve coğrafyaları hakkında bilgi sahibi akademisyenleri adlandırmak için kullanılan oryantalist kelimesi aynı zamanda Doğu dünyasının resmini yapan Batılı ressamları da ifade eder.
Oryantalizmi masum bir akademik merak ürünü olarak değerlendiren bu tanımların dışında söz konusu disiplini Hıristiyan misyonerliği ve sömürgecilikle iş birliği içerisinde değerlendiren görüşler de bulunmaktadır. Oryantalizm’in en kapsamlı tarifi Edward Said’e aittir: ’Antropolog, sosyolog, tarihçi yahut dilbilimci olsun özel yahut genel bir açıdan Şark’ı öğ­reten, yazıya döken yahut araştıran kimse şarkiyatçıdır ve yaptığı şey şarkiyattır. Oryantalizm’in daha geniş bir manası daha vardır: Oryantalizm Doğu ile Batı arasında antolojik ve epistemolojik ayırıma dayalı bir düşünüş biçimidir. Bir başka mana ile oryantalizm: VIII. yüzyıl sonlarını kabaca belirlenmiş bir başlangıç noktası kabul edersek oryantalizm, Şark ile uğraşan toplu müessesedir: yani Şark hakkında hükümlerde bulunur, Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir, Şark’ı tasvir eder, tedris eder, iskan eder, yönetir: kısacası Doğu’ya hakim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için Batı’nın bulduğu bir yoldur.’
Bir diğer ismiyle müsteşriklerin tarihi, miladın 16. yüzyılına kadar ulaşır. Müsteşriklik fikrini doğuran amiller dini, siyasî ve iktisadidir. Dinî amilin anlaşılması gayet kolaydır. Bunların maksadı Hıristiyanlığı yaymak ve bu daveti tebliğ etmektir. Bunun için İslâm’ın eksik ve yanlış olduğunu anlatarak Hıristiyanlığın Müslümanlıktan üstün ve değerli olduğunu göstermeye çalışacaklardır. Böylece kültürlü ve aydın kitleler arasında Hıristiyanlığı teşvik edeceklerdir. Bundan dolayıdır ki çoğunlukla müsteşriklerle misyonerlerin ortak faaliyetler yaptıklarını görüyoruz. Müsteşriklerin (oryantalist) çoğunluğu papazlar ve Yahudi din adamlarıdır.
Müsteşriklik hareketinin genel anlamda siyasî etkenine gelince: Bunlar genellikle Batı devletlerinin Doğu memleketlerindeki ajanlarıdır. Görevleri ilmî güçleriyle Batının egemenliğini sürdürmek, bunun için de Şark memleketlerinin alışkanlıkları ve gelenekleri üzerine tafsilatlı bilgiler edinmek, onların hayat ve çalışma tarzlarını öğrenmek, dil ve edebiyatlarını iyice öğrenerek psikolojik yapılarını ortaya koymaktır. Bunlardan aldığı bilgilerle batılılar, doğu ülkelerindeki nüfuz ve egemenliklerini sürdürmenin yollarını öğrenmektedirler.
Ayrıca müsteşrikler Batı devletleri için problem çıkaracak ve engel olabilecek düşünce ve fikir hareketlerini kamçılayıcı veya dindirici rol oynamaktadırlar. Öyle bir ortam meydana getirmeye çalışmaktadırlar ki, kimse onlara dokunamamakta, kendi görüş ve medeniyetleri çevresinde bir nevi saygı ve kutsiyet meydana getirmektedirler. Onların yaptığı her şey mutlaka uyulması ve taklit edilmesi gereken ve memleketin gelişip kalkınması için tutulacak biricik yol olduğu izlenimini vermektedirler. Böylece Batı medeniyetinin ve düşüncesinin kafalardaki egemenliğini devam ettirmeyi hedef almaktadırlar.
Müsteşrikler Kur’an, Sünnet, Peygamber’in hayatı, Fıkıh ve Kelâmın her konusunda araştırma yaptıkları gibi; Sahabe’nin, Tabiin’in, müçtehit imamların, fakihlerin, hadisçilerin, hadis ravilerinin, Cerh ve Tadil ilminin, rivayet sahiplerinin hepsine temas eden çalışmalar yapmışlar, sünnetin delil olup olmayacağı, tedvin şekli ve İslâm hukukunun kaynağı konularını araştırmışlardır. Bütün bu araştırmaları, şüpheye davet edici bir üslup ile yapmışlardır. Yaptıkları tek şey bu konularda derin görüşleri olmayan zeki bir kişinin İslâm konusundaki görüş ve inancında büyük sarsıntılar meydana getirmektir.
Ve bu haince yaklaşım ülkemizde hayli etkin bir rol oynamaktadır. Ehlisünnet görünüp hadislerin güvenilirliği, Peygamberin dindeki yeri ve bir takım fıkhî hükümler hususunda ehl-i bidatin görüşlerini savunanlar bu akımın birer ürünüdür. Ve yine bunlar Rasulullah (s.a.v.)’in mü’minlerin gözündeki azametini zayıflatmayı kendilerine şiar edinmiş kimselerdir. Rahip Louis Massignon tarafından söylenen şu sözler Müslümanların ne kadar hain bir planın hedefinde olduğunu açıkça gösteriyor: ’Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların manevi değerlerini, Batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık. İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu, tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar…’1
Oryantalizmin oluşumunda Kitâb-ı Mukaddes incelemelerinin, batılıların düşman olarak tanımladıkları Müslümanların güçlerinin nereden kaynaklandığını anlamak amacıyla İslâm’ın temel kaynaklarını tercüme faaliyetlerinin, her iki konuyla da yakından ilişkili olarak gelişen filoloji çalışmalarının, yeni rakip (Müslümanlar) karşısında kendi birliklerini korumak için Müslümanlar hakkında oluşturulan karalama kampanyalarının ve negatif imajların, Hıristiyanlığı yaymaya yönelik misyonerlik faaliyetlerinin ve Avrupa’nın sömürgeci arzularının kuşkusuz çok önemli etkileri bulunmaktadır. Bütün bu uğraşlara ve uzun tarihsel geçmişine rağmen oryantalizm akademik bir disiplin olarak ancak XIX. yüzyılda kurumlaşabilmiştir.
XIX. yüzyıl, Batı dünyasının endüstri devrimini gerçekleştirdiği, siyasal ve ekonomik kurumlarını her yönüyle oturttuğu, sömürgeci yayılımını ve egemenliğini dünyanın geri kalan toplumları üzerinde kesinleştirdiği bir dönemdir. Batı, bu dönemde elde ettiği askerî ve ekonomik gücü kültürel bir güce dönüştürmeyi de başarabilen konumuna uygun olarak gerek kendi tarihini gerekse bütün dünyanın tarihini yeniden kurguladı. Çıkarlarına uygun olarak ve yapay biçimde coğrafyayı yeniden şekillendirip dünya haritasını yeniden çizdi. Bütün bu kurgularını da elinde bulundurduğu askerî, siyasî ve iktisadî güç aracılığıyla dünyanın diğer toplumlarına kabul ettirdi.
Dünyayı sömürgeleştirme projesinde başarıya ulaşan Avrupa’nın eş zamanlı olarak egemenliği altında bulundurduğu toplumların dillerini, kültürlerini, geleneklerini, toplumsal yapılarını, inançlarını daha akademik bir düzlemde ve daha sistemli biçimde inceleyecek bir disiplin olarak akademik oryantalizmi teşekkül ettirmeyi ve sürekliliğini sağlamayı ancak bu yüzyılda gerçekleştirebilmesi şaşırtıcı değildir. Sömürgeciliğin oryantalist çalışmalardaki belirleyiciliğini ya da oryantalist çalışmaların Avrupalı ulusların sömürgecilik faaliyetlerinde ifa ettiği hizmetleri görmek için yalnızca Napolyon’un Mısır’ı işgal girişimi ve İngiliz sömürgeciliği döneminde Hindistan’da William Jones’un ve Bengal Asya Cemiyeti’nin faaliyetleri gibi iki örneği hatırlamak yeterlidir.
Bugün birçok yönüyle meşruiyeti tartışılan bir disiplin haline gelen oryantalizmde araç, yöntem ve söylem düzeyinde yaşanan değişikliklere, 1973 yazında Paris’te toplanan XXIX. Uluslararası Oryantalistler Kongresi’nde oryantalist teriminin kullanılmaması hakkında alınan karara ya da dünyanın dört bir yanından yükselen oryantalizm eleştirilerine bakarak oryantalizmin sona erdiğini düşünmek yanıltıcı olacaktır. Tam aksine oryantalist çalışmalar hâlâ sıkı bir ilişki ağı içerisinde güçlü ve sistemli bir şekilde sürdürülmektedir. 11 Eylül olayları sonrasında özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde dillendirilen oryantalist çalışmalar yapan kurumların yetersizliğine ilişkin resmî eleştiriler aynı zamanda bu çalışmaların Batı dünyası için taşıdığı hayatî önemi göstermekte, oryantalizmin genel yaklaşımları, araştırma araçları ve yöntemleri gibi konularda kendisini yenilemesi gerektiğine yönelik bir uyarı ve teşvik özelliği taşımaktadır.
Günümüzde çeşitli oryantalist dernekler ve kongreler çağın ruhuna uygun biçimde isimlerini değiştirmiş de olsalar faaliyetlerini aynı hızla, fakat daha fazla uzmanlaşmış olarak sürdürmekte ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınan pek çok enstitü Avrupa ve Amerikan üniversitelerinde varlığını korumaktadır. Emperyalizmin hâlâ bütün dünyada olduğu gibi Doğu’nun çeşitli bölgelerinde, özellikle de Ortadoğu’da menfaatlerinin devamı için çalışması, bu münasebetle bölgenin devlet ve toplumları hakkında yapılacak araştırmaları ve araştırmacıları desteklemesi, oryantalizm açısından şartlara ve zamanın ihtiyaçlarına uyum sağlayan yenileyici ve diriltici bir işlev görmektedir.
Oryantalizmin üzerinde geliştiği temeli ilk kez Hıristiyan misyonerler ortaya attı. Bu ilgi özellikle 19. yüzyılın ilk yarısıyla 20. yüzyılın ilk yıllarında zirvesine ulaştı. Bu dönemlerde, Belçikalı, Fransalı, İngiltereli, Hollandalı, İspanyalı ve Amerikalı misyonerlerin hepsi çalışmalar yaptı. S.Svemer, H. Lammens, D.B.Mac Donald, M.A.Palacious, C.De Faucault, M. Watt, K. Cragg gibi isimler çalışmalarını yayınladı. İslâm konusundaki şüpheler ortaya serildi ve onu ikinci sıradan bir konuma düşürme çabaları başladı.
D.Mac Donald Müslüman toplumlarının Avrupa medeniyetiyle karşılaştıkları zaman İslâm inancının çöküntüye uğrayacağına inanıyordu. ’Muhammed efsanesi’ çöktüğünde yani ’onun kişiliği ve hayatı hakikat ışığı altında incelendiğinde’ ’bütün inanç çökecekti’. ’Bu insanların, Hıristiyan okulları ve rahipleri tarafından kurtarılması, kazanılması gerekiyor’ diyordu. Misyoner faaliyetlerinin en etkili biçimde gerçekleştirilebileceği şekil, ’Muhammedizm’e cepheden saldırma değil’di. ’Aksine yeni fikirlerin, bu inancın temelini aşındırmasını beklemek yeterliydi’.
Montgomery Watt vb. kimseler ise ’Muhammed’in İslâm’ı çok eski bir din gibi şekillendirmeye çalıştığına’ inanıyordu. Eski din, Musevilikti. Müslümanların ilk kıblesi Kudüs’tü. Watt daha ileri giderek, Musevilerin Muhammed’le ilişkilerinin olduğunu, İslam’ın ’Bir Musevilik mezhebi olabileceğini’ ileri sürdü. Gerçekten de misyoner oryantalistlerin bir tek amacı vardı. O da ’Peygamberin peygamberliğini reddetmek ve Kur’an’ın vahiy olduğu konusundaki inancı çürütmekti’. Bir başka deyişle İslâm konusundaki çabaları, onu anlamak için değil, gözden düşürebilmek içindi.
Misyoner çıkarlarla ticari çıkarlar 17. yüzyıl sırasında çakışmaya başladı. İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz, Hollanda ve İspanyalı kişiler Müslüman ve gayrimüslim topraklarda ticarî şirketler kurmaya başladılar. Müslüman ülkeler ana ilgi odağını oluşturuyordu. Çünkü Hindistan’ın büyük bir bölümü Moğol; Ortadoğu ise Osmanlı yönetimi altındaydı. Avrupalı ticaret şirketlerinin siyasî boyutlar kazanması için uzun zaman geçmesi gerekmedi. Bu bölgelerdeki kullanılmamış hammaddelerin talan edilmesi işi, tekelleştirme ve kârın devamlılığı için siyasî kontrolü gerekli kılıyordu.
Avrupalıların bu ülkelerdeki ekonomik ve siyasi çıkarları gelişirken, bir taraftan da buraların kültür, dil ve dinleri hususunda ilgileri artmaya başladı. Gezginlerin ve ilim adamlarının yazdığı yazılar her yana yayıldı. Onlara göre Doğu egzotik ve sır dolu bir diyardı. Abraham Hgacinthe, Anguetil Duperron ve Sir William Jones gibi ilim adamları İran Zerdüştlüğünün Avestalarını, Hinduizmin Upanişadlarını Batı dillerine çevirmişler ve 1784’de Bengal Asyatik Derneğini kurmuşlardı. Bilimsel Oryantalizm denen dönemin ise Silvestre de Sacy’in 1795’te Paris’te ’Oryantal dilleri Ekolü’nü kurması ile başladığı düşünülür. Napolyon’un Mısır’ı fethi sırasında pek çok ilim adamını yanında götürdüğü ve Mısır üzerine yirmi üç ciltlik bir kitap yazdırdığı bilgisi hiç de şaşırtıcı değil. Böylelikle Mısıroloji denen bir disiplin kurulmuş olmaktadır.
’Bölgeyi içinde yüzdüğü barbarlıktan kurtarmak ve muhteşem mazisine döndürmek, Doğuya Batı hakkında bilgiler vermek’ planları yapılıyordu.
’Doğunun siyâsî olarak baş eğdirilişi sırasında kazanılan muhteşem bilgiler askeri amaçlara hizmet edecek, Doğu, formülleştirilecek, şekil verilecek, kimlik ve tanım kazandırılacak, hatıralardaki yerine oturtulacak, imparatorluk için önemi belirlenecek ve Avrupa’ya bağlı rolü irdelenmiş olacaktı.’ Bu tür meraklar ve çıkarlar, bir sürü çeviriler, sözlükler, seyahat kılavuzlarının yayınlanmasını sağladı. Hepsinin amacı Doğunun daha kolay anlaşılabilir hale gelmesini sağlamaktı. Ama 19. yüzyıl ile beraber bu düzensiz ve bağımsız çalışmalar, döneme hakim olan bilimsel bilincin gelişmesiyle daha bir sistemli hale geldi. Doğu çalışmalarına nasıl yaklaşılması gerektiği hususunda, Doğubilimciler arasında yavaş yavaş bir uzlaşma belirginleşmeye başlamıştı.
Kısaca müsteşrikler, kendi din ve kültürlerini Doğu toplumlarında hakim kılmak; İslâm’ı uluslar arası planda küçük düşürmek gayretinde olan ve çoğu Yahudi ve Hıristiyan din adamlarından ibaret bir kesimdir. Fakat bu arada, insaf sahibi olup da Doğunun ve özellikle İslâm’ın güzellik ve üstün yönlerini görüp, bunları eserlerinde yansıtma durumunda kalanlar da -az da olsa- görülmüştür. Buna rağmen rahip Samuel Zwamer’in misyonerlere yönelik bir konferansta yaptığı konuşma bu akımın asıl amacını gözler önüne sermektedir: ’Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, Hıristiyan adetlerini, Hıristiyan bayramlarını, Hıristiyan kültürünü, Hıristiyan ahlakını aşılayalım…’2

Sonuç olarak:
Müslüman olmayan, Müslüman olmaya niyeti olmayan, İslam’ı beğenmeyen ama senelerce Kur’ân, hadis, fıkıh ilminde çalışma yapan bir insandan ne beklenir? İslam’ı aydınlatmak istiyor olabilir mi? Müslümanları Kur’ân’larıyla buluşturmak istiyor olabilir mi? Elbette hayır. Onların amaçları Rasûlullah (s.a.v.)’in müminlerin gözündeki azametini zayıflatıp onu yanlış tanıtmak, geçmişteki fetihleri yanlış göstererek Müslümanları tarihlerinden utanır hale getirmek, hadisler başta olmak üzere İslam’ın bilgi kaynaklarını müminlere sorunluymuş gibi tanıtmaktır. Bu durumda bizlere düşen onların ömür çürüttükleri bu yolu yıkma uğrunda ömür çürütmektir.

Kaynakça:
- BULUT, Yücel, ’Oryantalizm’ Maddesi, DİA, Ankara 2007, XXXIII, 428-437.
- ŞENER, Sami, ’Müsteşrik’ Maddesi, Şamil İslam Ansiklopedisi.
- TOPRAK, Ubeydullah, ’Emperyalizm’in Keşif Kolu: Oryantalizm’ http://www.gencbirikim.net/emperyalizmin-kesif-kolu-oryantalizm/

(Endnotes)
1 İlkadım Dergisi, Mayıs 2004 Sayısı.
2 İlkadım Dergisi, Mayıs 2004 Sayısı.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.