Özlenen Rehber Dergisi

33.Sayı

Üstad'ımızın Dilinden Farukiyye Yolu ve Anlayışları / Konya Tv Röportajı 1995

Özlenen Rehber Özlenen Rehber Dergisi 33. Sayı
’Bizim yolumuz Kur’an ve Sünnet yoludur.?

- Hoş geldiniz Efendim.
- Hoş bulduk, Allah razı olsun.
- Konya’mıza şeref verdiniz.
- Konya TV ailesine, cemaatine, mensuplarına teşekkür ediyorum, bu programı düzenlediğiniz için Allah sizlerden ve izleyicilerden razı olsun inşallah.
- Efendim, bize kendinizi tanıtır mısınız? Abdullah Çetin Farukî Hazretleri kimdir?
- Ben aslen Bitlisliyim. Hz. Ömer’in soyundanım. Baba tarafım Hz. Ömer’e, anne tarafım Hz. Ali’ye dayanmaktadır... Baba tarafından Ömerî, anne tarafından da seyyidiz. Tahsillerimi Bitlis’te yaptıktan sonra Malatya’ya göç ettik. Manevî bir işaretle Şeyh Alâeddin Fersafî Hz.lerine intisap ettikten tahminen bir yıl kadar sonra beni veysiliğe(1) aldılar, orada terbiye ettiler.
Sene 1982’de Ankara’ya Zülfadıla yani Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin bulunduğu, doğduğu yere yerleştim. Buraya şimdi Solfasol da diyorlar. Halen orada oturmaktayız ve Allah’ın izniyle irşada devam ediyoruz. Şimdi de Konya’ya misafirliğe geldik.
- Tarikat nedir, şeriat nedir, açıklar mısınız Efendim?
- Tabii, hay hay. Tarikat; Arapça yol manasına gelen bir kelimedir. Istılahî manası ise Allah’ın (emrettiği) ve Rasûlullah’ın gittiği bir yoldur. Şeriat da Cenâb-ı Hakk’ın emirleridir...
- Tarikatsız şeriat, şeriatsız tarikat düşünülebilir mi?
- Mümkün değil. Nasıl ki bir yol olmadan arabanın dosdoğru gitmediği gibi, bir ray olmadan şimendiferin vagonların oradan gitmediği gibi şeriat olmayan yerde de tarikat olmaz.
- Farukiye kolunu, daha doğrusu tarikatınızı, yolunuzu tanıtır mısınız?
- Tabi. Bizim yolumuz cehrî ve hafîyi ihtiva eder. Yani Kâdirî ve Nakşî kollarına bağlı, ’veysî? olarak, Ömerî-Müceddidiyye yollarını kapsar. Çünkü bize gelen silsile, İmam-ı Rabbanî Hazretlerinden gelir. Yani İmam-ı Rabbanî’den bize kadar gelen saadatların hepsi Ömerî’dir. Hepsi Müceddidîdir. Onun için bu yolun adı ’Müceddidî? tarikatıdır. Türkiye’de Müceddidî olarak yalnız biz varız. İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin Müceddidî tarikatının böyle icazetli şeyhi yalnızca biz varız. Başka kimse yoktur...
- Efendim, sizin gayeniz nedir? Görüyorum ki birçok kardeşlerimiz, ihvan kardeşlerimiz sizden istifade için ders halkalarınızı dolduruyorlar.
- Peygamber Efendimiz (a.s.) bir hadis-i şeriflerinde buyurmuşlar ki: ’Cenâb-ı Hakk’ın insanlar arasında en çok sevdiği insan, O’nun kullarına hizmet eden, yardım eden insanlardır.? Bu gaye ile biz insanların ahlâklarını tekâmül ettirme, onları topluma kazandırma, cemaate katma ve insanlara hizmet için onları eğitim sisteminden geçiriyoruz. Dolayısıyla Allah ve Rasûlullah’ı biliyorlar, Allah’a itaat ediyorlar. İnsanlara nasıl hizmet yapılır. Nasıl insanlara şefkatle yaklaşılır. Bu ilimleri alışıyorlar. Dolayısıyla gayemiz, bütün insanlara hizmet etme gayesidir ki bu da Allah rızası içindir. Başka da bir gayemiz yoktur.
- Efendim, her Müslüman’ın mutlaka bir mürşid-i kâmile bağlanması gerekir mi? Bir tarikata girmesi gerekir mi?
- Tarikat Peygamber Efendimiz’in yaşadığı bir yoldur. Bu yol birinci ve üçüncü asra kadar geldi. Ondan sonra bozulmaya başladı. Bozulmaya başlayınca fıkhî yoldan mezhep imamlarımız ortaya çıktılar ve fıkıh dalında Efendimiz’in emirlerini, görüşlerini Kur’an ve sünnete uygun olarak topladılar... Belki yetmiş seksen tane belki daha fazla mezhep oluştu, ulema bunları eledi. Dört tanesi Peygamber Efendimize, hadislerine, sünnetlerine ve Kur’ân-ı Kerime uygun olarak görüldü ve yayıldı... Bu fıkıh dalının uzantısına mezhepler denildi. Tasavvuf yolunda da insanları tekâmül ettirmek için büyüklerimiz gerek cehrî olarak gerekse de hafî olarak insanların nefislerini tezkiye ettirdiler, onlara Peygamberimizin güzel ahlâklarını aşıladılar. Onların uzantısına da tasavvuf, tarikat diyoruz. Peygamberimizin manevî ve ahlâkî güzelliklerinin uzantılarına tasavvuf ve tarikatlar denildi...
Müslüman her kişinin tarikata girmesi gerekir. Herkesin nefsini tezkiye etmesi kendisine elbette lazımdır. İnsanda kin var, kibir var, haset var, cimrilik var, kendisini üstün görme var. Şimdi bir Müslüman’ın kendini böyle görmesi tabi ki uygun değildir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuş ki: ’Kimde kin varsa, onda din yoktur. Kimde zerre kadar kibir varsa, o mutlaka cehenneme gidecektir.? İşte büyüklerimiz buradaki bu kötü ahlâkları, suî ahlâkları terbiye edip onların yerine Peygamber Efendimizin güzel ahlâklarına sevk ederler ve dolayısıyla bunların da bütün insanlığa faydası dokunur. Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak Şems Sûresinde 8 ve 9. âyette ’Herkese iyilik ve kötülüğü bildirdiğini ve (insan şayet) nefsini tezkiye ederse kurtuluşa erdi.? diyor. Bu âyet-i kerime (ışığında) her insanın nefsini tezkiye etmesi, kötülüklerini atması, Peygamber Efendimizin güzel ahlâkları ile ahlâklanması bir nevî kendisine vacip oluyor.
- Mürşidi kâmilde bulunması gereken vasıflar nelerdir?
- ’Mürşid-i kâmil’ demek, ’Peygamber Efendimizin vekili’ demektir. ’Halîfetullah’ demektir. Yani hem Allah’ın halîfesi, hem de Rasûlullah’ın halîfesidir... Bu mertebeye ulaşan bir insanın mutlaka fenâ ve beka sırlarına aşına olması gerekir. Sadece ’fenâ fi’ş-şeyh’ de olmaz, ’fenâ fir’-Rasûl’ de olmaz. En azından ’fenâ fi’llâh’ ve ’bekâbi’llah’ olması lazımdır. Daha doğrusu, ’bekâbi’llah’ olması lazımdır ki mürşid-i kâmil olabilsin.
Yani bu kişinin doğrudan doğruya Allah’tan ve Rasûlullah’tan emirleri (ilhamla) alabilecek kuvvete gelmesi şarttır. Ondan sonra bu (insan-ı kâmil) Peygamber vekilidir. Allah’ın halifesidir. Bunun hâli Kur’an ve sünnettir. Hangi hareketine baksan, Peygamber Efendimizin sünnetini görürsün. Onda şeriata aykırı tek kelime, zerre kadar bir şey göremezsin. Hep sünnet görürsün. Bütün hareketleri sünnettir. İşte bu hâli yaşayan insanlar, bu dereceye ulaşanlar, ’Mürşid-i Kâmil’dir ve bunlar Peygamber’in varisleridirler.
- Peki, Efendim sizin soy isminize ’el-Müceddidî’ deniliyor. Müceddidîlik ne demektir?
- Müceddid’in kelime manası ’yenileme’ demektir.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri bizim hem büyüğümüz, hem pîrimiz, hem de ceddimizdir. İkinci bin yılın yenileyicisidir. Onun zamanında bidatler, haramlar, hurafeler alıp yürümüştü. Dinle iç içeydi... Peygamber Efendimiz onun hakkında ’Ümmetimden bir kişi ki ona ’sıla’ derler. İşte o benim ümmetimin içindeki fitneleri, bidatleri, haramları toparlar kaldırır ve benim şeriatımı olduğu gibi açık bir şekle getirir.? anlamında bir hadis-i şerif buyurur. Bütün ulema söz birliği ile ’Bu vasıflar İmam-ı Rabbânî Ahmed Farukî Serhendi’de vardır? derler. Müceddidîlik ona Allah tarafından verilir... O zamanki ulema da müceddidîlik vasfını ona layık görmüşlerdir. Yenileyicidir. Ekber Şah’a karşı büyük amansız bir mücadele göstermiş, 9?10 yılını hapishanelerde geçirmiş ve nihayet Ekber Şah öyle zulümler yapmış ki, binlerce müridi hapishanelere salmış; fakat onun oğlu Cihangir Şah Hazretleri de onun yerine geçiyor ve gördüğü bir rüyayla da elhamdülillah, hem babasının dininden dönüyor, Müslüman oluyor, hem de İmam-ı Rabbânî Efendimizin tarikatına giriyor, hapishaneleri açıyor, İslâm dini elhamdülillah izzet buluyor.
Müceddidî tarikatında olan bütün zâtlar onun evlatlarıdır. Yani onun soydan gelirler ve hepsi müceddiddir. Bunların vazifeleri; bid’atları, haramları, hurafeleri bu dinden ayıklamak ve tertemiz sünnet, farz üzere yaşamaktır. İşte bizim yolumuz budur. Bizim yolumuz Kur’an ve sünnet yoludur. Başka bir şey bulamazsınız. Mümkün değildir. Ve bizden sonra da evlatlarımız yine böyle devam edecektir inşallah...
- Efendim, medet nedir? Doğru mudur?..
- ... Bu bir nevî vesiledir. Yani bir aracıdır. Bunun gayesi bir aracı bulmaktır. Bunun adı vesiledir. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de (2) buyuruyor ki: ’Ey İnananlar! Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya vesile arayın...?
Peygamber Efendimiz, ’Duanızın kabul edilmesi için beni vesile yapın.? öyle dua edin diyor. İşte bu nedir? Bu bir vesiledir. Bu bir medettir.
Bir gün, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.) Hazretlerinin ayağı felç oluyor... Orada bulunanlardan birisi, ’En çok sevdiğin insanın ismini kuvvetli bir şekilde yâd et, ayağın açılır diyor.? O da gücünün yettiği kadar ’Ya Muhammed!? diyor ve anında ayağı açılıyor.
Buraya sizden yarım saat evvel bir felçli hasta getirdiler. Buradaki herkes şahittir. Felçli bir şekilde geldi, burada yürüdü, koştu elhamdülillah. Yalnız başına, kimse dokunmadan merdivenlerden yürüyerek indi ve gitti elhamdülillah. Bizim sülalemize, müceddidî koluna bu verilmiştir elhamdülillah. Bizler felçli gelsin, Allah’ın inayetiyle yürür. Kanserli gelsin iyileşir. Çok kanserli geldi ve iyileşti. Tıbbın aciz kalmış olduğu bütün hastalıkların şifası Kur’an’da mevcut. Biz okuyoruz, Cenâb-ı Hak da şifa veriyor. Tecrübesi bedava, kim isterse gelsin. Okuyoruz, para da almıyoruz kimseden. Bizzat Ankara’da büyük hastanelerin tıp doktorları kendileri getirtiyorlar. Artık çareleri bitiyor. Ya doktorlar kendileri getiriyor ya da tavsiye ediyorlar, hastalar geliyorlar. Para da almıyoruz tabi. Çok muazzam bir şey. Birçok kişi para almak için, dünya kadar yalan şeyler uyduruyorlar, kâğıtlar yazıyorlar çiziyorlar bilmem neler yapıyorlar, dünyanın parasını alıyorlar. Biz de öyle bir şey yoktur. Karşılıksız okuyoruz elhamdülillah.
- Zaman zaman, tarikat adı altında bazı yerlerde, kadınlarla erkeklerin aynı yerde zikir etmeleri, şeyhlerin kadınlara ellerini öptürmeleri vb. şeyler duyuyoruz. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
- Kadınlarla erkeklerin beraberce ibadet edebilecekleri tek yer yalnız Mekke’de Kâbe’nin etrafında tavaf ederkendir. Yalnız oraya ruhsat vardır. Bunun haricinde hiçbir yerde kadınlı erkekli yan yana, iç içe ibadet edemezler, etmeleri haramdır. Namaz kıldığı zaman erkekler önde olurlar, kadınlar arkada. Büyük boşluk bıraktıktan sonra arkada kapalı şekilde kılabilirler; fakat oturup da kadın erkek karışık şekilde zikir yapmak, coşmak haramdır.
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de helâli haramı birbirine karıştırmayın (3) buyuruyor. Allah korusun. Onun için bu haramdır, haramdır, haramdır. Bir ikincisi Peygamber Efendimiz biat zamanı dâhil hiçbir kadına elini öptürmemiştir. Biat ettikleri zaman da kadınlar gelmişler, bir bakraç su getirmişler, ellerini ona sokmuşlar, perde arkasından biat etmişlerdir. Yani hiçbir zaman hür kadınlar Peygamber Efendimizin elini vermemiştir.... Kim kime helâldir, kim kime haramdır, zaten Kur’an bunları açık açık söylüyor. Bizim de yolumuz Kur’an sünnet yolu olduğuna göre, kadının bir şeyhin, bir erkeğin elini öpmesi haramdır...
- Efendim, günümüzde yine duyuyoruz. Kadınlardan evliya olması, bilakis şeyh olması nedir? Dinimizde var mıdır?
- Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerif buyurmuşlardır. ’Benden sonra iki tanesi de kadın olmak üzere 30 tane yalancı peygamber çıkmadıkça kıyamet kopmaz.? Peygamber Efendimiz zamanında iki tanesi çıkmıştır.
Kadınlara gelince, mürşit ve şeyh olabilirler mi? Olamazlar. Çünkü mürşit, Allah’ın vekili (halifetullah), Peygamberin de vekilidir. Vekil asıl gibidir, aslın görevlerini yerine getirir. Kadın mürşit ve şeyh olamaz ama) saliha bir kadın olabilir, evliya bir kadın da olabilir. Dinimizde hanım sahabeler vardır. Onlar evliyanın en büyükleridir. Hz. Hatice annemiz, Hz. Fâtıma annemiz, Hz. Âişe annemiz... Kur’ân-ı Kerim’de hakkında birinci derecede âyet-i kerime var. Meryem annemiz de birinci derecede cennete girecek hanım evliyalar içerisindedir... Bu annelerimizin büyüklükleri hadis-i şerifte bildiriliyor, müjdeleniyor. (Kadından velî olur ama mürşit ve şeyh olmaz) Onun için kendisini böyle şeyh mürşit ilan edenlerin işleri tuzaktır. Bunların şerlerinden Allah’a sığınırız.
- Peki, bu tür kadınlar bazı haberler veriyorlar, doğru mudur?
- Bazı süfli cinlerin vasıtasıyla, olan şeyleri haber veriyorlar. Yoksa cinler aslında gaybı da bilmezler. Yalnız olan hadiseleri haber verebilir. Mesela bu gün İstanbul’da olan bir hadiseyi ruh kuvveti olduğu için sen daha işitmeden, onlar gidip oradan o andaki haberi bir anda getirip verebilirler.
Hz. Süleyman (a.s.) Mescid-i Aksâ’yı cinlere yaptırmıştır. Hz. Süleyman’ın (a.s.) canını Cenâb-ı Allah alınca, ölü bir vaziyette bir sene asasına dayandı kaldı. İnşaat bitmediği için Hz. Süleyman’ın emrindeki cinler o binanın yapımında bir sene daha çalıştılar ve bitirdikten sonra, Allah bir kurt gönderdi, Süleyman (a.s.)’ın bastonu yedi. Baston kırıldı. Süleyman (a.s.) yere düşünce baktılar ki Süleyman (a.s.) ölmüş. Hepsi birden kaçtılar. İşte Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan bu olay cinlerin gaybı bilmediklerinin delilidir.
Ama bazı süfli cinler vardır. Bunlar bu dini bozmak için kötü insanlara alet olurlar. Söyledikleri şeyler, gayb değil, olan şeyleridir. Biz onları görmüyoruz ama ahirette de onlar bizi görmeyecekler. Bunu Peygamberimiz (s.a.v.) bildiriyor...
- Efendim bizleri kırmadınız, Allah razı olsun. Son olarak sevgili seyircilerimize neler söylemek istersiniz?
- Allah sizden de razı olsun, bu hayırlı hizmeti yaptınız ve dinleyenlerden de razı olsun...
Cenâb-ı Fahr-i Âlem (s.a.v.) buyurmuş ki: ’Ahir zamanda, fitnelerin zuhur edeceği zamanda, kim unutulan sünnetlerimden bir tanesini ihya ederse, yaşar ve yayarsa Allah onun için yüz şehit sevabı verir.? Bütün din kardeşlerime tavsiyem: Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılmaları; hurafelerden, bidatlerden arınarak Rasûlullah Efendimizin sünnetlerine yönelmeleri; hadislerini okuma, hadislerini ezberleme, hadisleriyle amel etmeleri ve Rasûlullah Efendimizin ve sahabelerin hayatını okumaları ve onlara göre amel etme, yeniden Rasûlullah Efendimizin hayatını canlandırmalarıdır... İşte insanlık için kurtuluş ancak böyle olur. Başka türlü olması mümkün değildir.
Bütün kardeşlerime selâm ediyorum. Allah’ın rahmeti bereketi size ve bizi dinleyenlerin üzerine olsun Âmin.

----------------
1. Veysîlik: Tasavvufta ender kişilere nasip olan özel manevî bir terbiye usûlüdür ki, müridin zâhirdeki mürşidinden istifadesi yanında silsiledeki zevat-ı kiramın ruhaniyetlerinde ve nezaretinde manen ruh eğitimi alma, terbiye görme, ilâhî aşk ile hemdem olma ve tasavvufun sırlarına aşinalık kazanma bahtiyarlığıdır.
2. el-Maide, 5/35.
3. bkz. en-Nahl, 16/116.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.