Özlenen Rehber Dergisi

142.Sayı

Bana Bir Harf Öğretenin Kölesi Olurum

Özlenen Rehber Özlenen Rehber Dergisi 142. Sayı
Bizleri kulluğuyla şereflendiren Hz. Allah’a hamdolsun. Selâmet yolunu Hakkın kullarına öğreten Habib-i Kibriya Efendimize sonsuz salat ve selâm olsun.
Güzel dinimiz İslam, karanlıklara doğan bir güneş misali, şirk ve küfrü, iman nuruyla yok etmiştir. Kalbinde imanı kuvvetli olan her mümin; sapık inançlardan, bozuk itikadi fırkalardan, küfür menşeli akım ve ideolojilerden, ahlaki çöküntülerden ve kısacası iman ve İslam’dan doğmayan tüm bilgi, inanç, amel ve sûî ahlaklardan Allah’ın bir ikramı olarak selâmet bulacak yola hidayet olunmuş demektir.
Kalpte iman yoksa kulun bulabileceği ecir dünyayla sınırlı kalır. Ancak ahiretten bir nasibi olamaz. Demek ki kulu ahiret saadetine kavuşturacak yegâne değer ve ölçü iman ve bu imanın gereği olarak bir kula hayat bulan salih amel ve güzel ahlaktır. Ancak ne sahih bir imana, ne salih bir amele ne de güzel ahlaka ilim olmadan kavuşmanın bir imkânı vardır. Kulluk gemisi, imtihan ummanında ilim kaptanı olmadan yol bulamaz, yol alamaz. Kendisine ilmi rehber edinmeyenler asla muvaffak olamazlar.
İlim, Yüce Rabbimizin sıfatlarındandır. ’O (Allah), hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.’ (Bakara, 2/137) ’Şüphesiz yerde ve gökte Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz.’ (Âl-i İmran, 3/5)
Yüce Rabbimiz, her şeyi bilendir. O’nun bilgisi asla ihata edilmez. Kullar ancak onun öğrettiği kadar bilgi sahibi olabilirler. O, (c.c.) ’Oku! Senin Rabbin en cömert olandır.’ Emriyle okumayı emredendir. ’O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.’ (Kalem, 96/4-5) ve Kulları içerisinde bilenlerle bilmeyenleri asla bir tutmaz: ’De ki, ’Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.’ (Zümer, 39/9)
’İnsan hüsrandadır. İman eden ve amel-i salih işleyenler müstesna…’ (Asr, 103/3) İlim öğrenmek başlı başına bir amel-i salihtir. İlim gibi şeref bulunmaz.
Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.) ilim öğrenen ümmetini tebşir ettiği bir hadis-i şerifleri şöyledir: "Bir kimse, ilim elde etmek arzusuyla bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim kişiye Allah’tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüşü miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur." (Ebû Dâvûd, İlim 1)
İlim öğrenmenin kıymetini izah sadedinde Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu hadis-i şerifleri fazlasıyla kâfidir. Elbette bu hadis-i şerifte murad olunan ilim nafî’ (kulun dünya ve ahiretini mamur eden, faydalı) bir ilimdir. Vahiy menşeli bir ilimdir. Yoksa insana fayda saplaman ilimden Kâinatın Efendisi (s.a.v.) Allah’a sığınmıştır.
Âlimlerin Fazileti

Âlim-i mutlak Hz. Allah’tır. Kullarına Zât’ını bilme ve kulluk etme imkanı veren Allah (c.c.) nihayetsiz hamdlere layık olan yegane Mabudumuzdur. Rabbimiz bir kulunu sevdiği zaman, ona herkese açmadığı lütuf ve ihsanlarıyla tecelli buyurur. İlim, marifet, yakîn ve ince anlayış (kavrayış) nimetleri işte bu hususi inamların başında gelmektedir.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz: ’Allah, hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir anlayış verir." (Buhârî, İlim 10, Humus 7) buyurarak hakiki âlimlerin;
a) Allah’ın, haklarında hayır dilediği kimseler oldukları
b) Din hususunda kendilerine büyük bir anlayış lütfedildiğini haber vermiştir. Bu yüce şerefe kim ermek istemez?
İşte gerçek âlimlerle, malumat sahibi olan kimseleri birbirinden ayırt eden mikyas, ölçü; Hakk’ın sadırlarda sakladığı bu anlayış nurudur. Âlim onunla vahyin, sünnetin dilini anlar, murad olunanı kavrar, insanlar için hidayet kandili olurlar. Gerçek bir Âlimin Allah (c.c.) indindeki derecesini en veciz bir ifadeyle Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) söyle tarif eder: "Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir’ (Tirmizî, İlim 19 ) Tabi burada bir husus da gözden kaçırılmamalıdır ki, aynı zamanda âbid olan bir âlim, âbid olmayan âlimden elbette derece bakımından üstündür. İslam’a dair derin vukufiyeti olmadan kendini ibadete veren âbidler ise âlimlerin derecesine yetişemezler.
Rabbim bizleri ve nesillerimizi, hakkında hayır dilediği, anlayış verdiği kullardan eylesin!..
İlmi Öğreten Müderris ve Muallimlerin fazileti
İlim yolunda nice fedakârlıklara katlanarak âlim olma vasfını kazanan bahtiyar kullar da kendi içerisinde farklı kıymetlerde bulunurlar. Gerek ilim sahibi olma, gerek bildikleriyle amel etme, gerek zühd yolunu tutma ve gerekse ilmini hapsetmeyip talebe yetiştirme gibi çeşitli nimetlerle mücehhez olma olmaları açsısından elbette ilim sahipleri bir olamazlar. Bir kulda toplanabilecek bütün hayır ve güzelliklerin kendisinde cem olduğu Sevgililer Sevgilisi Efendimiz (s.a.v.), yaratılmış kulların en âlimi olarak kendisini bir öğretmen olarak da tanımlamıştır. ’Ben gerçekten muallim olarak gönderildim.’ (İbn Mâce, Mukaddime 17)
’Allah, beni zorlaştırıcı ve şaşırtıcı değil; lakin muallim ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.’ (Müslim, Talak 4) sözleriyle hem ilim öğrenmeyi hem de öğretmeyi teşvik etmiş, ilim öğretmenin peygamber mesleği olduğu müjdesini vermiştir. Kendisindeki ilmi başkalarına öğreten kimseler gıptaya şayan kimselerdir.
’Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir: Allah’ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.’ (Buhârî, İlim 15)
Âlim bir zatın kıymetini ifade eden bu hadis-i şeriflerdeki müjdelere şaşırmamak lazımdır. Zira ’Tek bir fakih, şeytana bin abidden daha yamandır’ (Tirmizi, İlim 19) buyurur Sevgili Peygamberimiz. Onlar olmasa kullar şeytanın çeşitli tuzaklarını görüp anlayamazlar ve farkına varmadan nice batıl inanç ve amel içinde bulurlar kendilerini. Âlimlerin derece ve kıymetleri bunlarla da bitmez. Öyle ki her kime bir hayır hususunda vesile olsalar, kendileri de o hayrı yapan kimseler gibi sevaba ererler. İlmin kapısı, Hayber Fatihi Hz. Ali (k.v.) efendimizi cihad meydanına gönderirken Komutanlar Komutanı Efendimiz (s.a.v.): ’Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır." (Buhârî, Fezâilü’l-ashâb 9) buyurarak, hem cihaddan maksadı hem de bir kulun hidayete ermesine vesile olmanın ne derece büyük bir nimet olduğunu ümmetine ne güzel öğretmiştir.
Âlimler, Allah’u Teâlâ’nın (c.c.) ’Hem sizin içinizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten nehyeden bir topluluk mutlaka bulunsun. İşte onlar felah bulacaklardır.’ (Âl-i İmran, 3/104) emrinin hamileridir. Ve onlar "Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur’an’dan) bir âyet bile olsa insanlara ulaştırınız….’ (Buhârî, Enbiyâ 50) emriyle âmil olan güzide insanlardır.
İlmi Öğretmenin Faziletini Beyan Eden Bazı Hadis-i şerifler
"Hidâyete davet eden kimseye, kendisine uyanların sevabı kadar sevap verilir. Bu onların sevaplarından da hiçbir şey azaltmaz." (Müslim, İlim 16)
"Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allah’ı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci bundan müstesnadır." (Tirmizî, Zühd 14)
"Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice insan vardır ki, o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anlar ve korur." (Tirmizî, İlim 7)

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.