Özlenen Rehber Dergisi

27.Sayı

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ve Hak Dini Kur'an Dili Tefsirinin Özellikleri

Erol KILIÇ Özlenen Rehber Dergisi 27. Sayı
Muhammed Hamdi Yazır (1878-1942), yakın dönem Türk fikir ve ilim hayatında müstesna yere sahip şahsiyetlerden bir tanesidir.
Hamdi Yazır, dinamik bir din ve İslâm anlayışı ile fikrî ve ilmî yönden İslâmiyet’i yeniden yorumlayarak çağımızda Müslümanlara yeni ufuklar açmaya çalışmış, kafalardaki, ruhlardaki donukluğu gidermenin yollarını göstermiş önemli bir şahsiyet olup uzun yıllar iyi tanıtılmamış, sadece tefsiri ile ön plana çıkartılmıştır. Oysa Hamdi Yazır’ın tefsiri dışında daha pek çok alanda çalışmalar yaptığını görmekteyiz. H. Yazır, tefsirinin yanında fıkıh, kelâm, tasavvuf, felsefe, hat sanatı, Türkçe, Farsça ve Arapça yazdığı şiirler gibi çeşitli alanlarda da faaliyet göstermiş ve eserler ortaya koymuştur. Yazır’ın ortaya koymuş olduğu eseler ise emsalleri karşısında gerçekten söz sahibi olacak bir konumda olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca onun mebusluk, senatörlük ve bakanlık yapmış olan bir devlet adamı niteliği de bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin son döneminde yetişip Cumhuriyetin ilk yıllarını idrak eden Elmalılı, felsefî, itikâdî, fıkhî, tasavvufî ve içtimaî meseleler üzerine derinlemesine düşünen bir din âlimidir. Dini sorunları yeni ilmî verilerle teyit etmesi, özellikle Allah’ın varlığına ilişkin delilleri materyalist, pozitivist ve evrimci fikirleri reddeden bir yaklaşımla ele alması, nübüvvete felsefî temeller bulamaya çalışması ve bu hususu, tartışma ortamına çekmeye gayret etmesi, itikâdî konulara yeni yorumlar getirmesi onun mütefekkir bir âlim olduğunun delilleridir.
Hamdi Yazır, Osmanlı medreselerinde yetişen İslâm’ın evrenselliğini ve insan fıtratına uygunluğunu iyi anlayan ’sosyal değişme’ olgusunun farkında olan, çağı yakalamasını bilen büyük bir âlimdir. Onun din anlayışı, oldukça dinamiktir.
Çağdaşları arasında benzerine az rastlanan, geniş kültürlü mütefekkir bir din âlimi olan Elmalılı Muhammed Hamdi İslâm ümmetinin içtimaî vicdanını kaybetmesinin büyük felaketlere sebep olacağını, Müslümanları Avrupalılaştırmanın bir hata olduğunu ve kurtuluşun Avrupa’yı içimizde eritip kendi değerlerimizi korumakla mümkün olabileceğini yazılarında ısrarla belirtmiştir. Ona göre Batı’nın değerlerinden değil ilminden faydalanmak gerekir. Çünkü insanlar ancak İslâmî esaslara bağlı kalmakla mutlu olabilirler. Esasen insanlık kendi türünü devam ettirebilmek için bir gün mutlaka İslâmiyet’i benimsemeye mecbur kalacak ve gelecekte İslâm dini daha iyi anlaşılıp uygulanacaktır. Muhammed Hamdi, İslâmi ilimlerdeki derin vukufunun yanı sıra felsefî düşünce ve pozitif ilimler alanında sağlam bir anlayışa sahipti. Nitekim dinî endişelerle pozitif ilimlerin önüne engel konulmaması gerektiğini kuvvetle savunmuştur.
Dini, kendi arzularıyla iyilik yapacak ve kemale erecek insanlar yetiştiren bir eğitim müessesesi veya insanları kendi istekleriyle tabiatta gözlenen ve baskıların üstüne yükseltecek olan bir hürriyet yolu olarak gören Elmalılı’ya asıl ününü kazandıran eseri ’Hak Dini Kur’an Dili’ adlı meşhur tefsiridir.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsir anlayışını bir çerçeveye oturtabilmek için geleneksel Fatiha-Nâs türü Kur’an Tefsirlerinin özelliklerini tanımak gerekir. Çünkü Elmalılı’da mütedavil Kur’an tefsirlerine kaynak olarak kullandığını söylemekte ve en azından onlar tertip bakımından ilk bakışta benzerlikler arz etmektedir.(1)
İlk dönemlerde Peygamber, sahabe ve tabiinden rivayet ağırlıklı bir mecrada yürüyen tefsir, sonraları tefsir terminolojisinde ’dirayet tefsiri’ olarak adlandırılan yeni bir yapıya kavuşturuldu.(2) Dirayet tefsiri grubuna dâhil edilebilecek tefsirlerde artık müfessirlerin kendi birikimlerine dayalı olarak Kur’an âyetleri hakkında fikir yürüttüklerini görüyoruz.
Böylece tefsirin kaynakları arasına Kur’an, sünnet ve sahabe görüşleri yanında kişilerin şahsî görüşleri de katılmış oldu. Yani Kur’an müfessirleri artık sadece rivayetler arasında tercih yapmakla sınırlı kalmıyor, kendi eğilimlerine, fikrî ve ilmî seviyelerine göre kendileri de yorumlar yapabiliyorlardı.(3) Bu arada tefsir alanında metot ağarlıklı müstakil çalışmalar da zamanla İslâm ilim ve kültür hayatında yerini buluyordu. Ulûmu’l-Kur’ân’a dair eserlerle, bütün Kur’an ilimlerini cem eden eserler Kur’an tefsirlerinin yanında bir başka mecrada gelişmesini sürdürüyordu. Bu süreç içerisinde Kur’an tefsirleri, tefsir terminolojisinde yerini bulan ve problem olarak ortaya çıkan unsurları da bünyesine aldı. Artık Kur’an tefsirlerinde; Kur’an, sünnet ve sahabe görüşlerinin yanında yeni kavramlar ve yeni problemler de münakaşa ortamı buldu. Bunlar, muhkem-müteşabih, nasih-mensuh, amm-hass, mutlak-mukayyet, müphemat, hakikat-mecaz, icaz, tenasüp, yedi harf, kıraat, esbabı-nüzul, müşkilü’l-Kur’ân v.s. konulardır.(4)
Bilindiği gibi bunların bir kısmı tamamen nakle dayalı, bir kısmı, bizatihi Kur’an’ın kullandığı terimlerden kaynaklanmıştır. Bir bölümü Kur’an kelimelerinin tasnife tâbi tutulması sonucu oluşmuş bir kısmı metinin tespiti ile bir kısmı da metinin tezyini ile alâkalıdır.
Geleneksel Fatiha-Nâs türü tefsirlerde bu kavramlar hemen bütünüyle yerini bulmuştur; fakat müfessirin mezhebi ve fikrî temayülüne ilmî seviyesine ve birikimine dayalı olarak tefsirlerde bazen bir takım unsurlara fazla yer verilmiş bir kısmına da az temas edilmiştir.(5)
Elmalılı’nın tefsir anlayışını niteliklerini ana hatları ile bu sayılan geleneksel Fatiha-Nâs türü Kur’an tefsiri yazan müfessirlerin anlayışından ve metodundan ayrı düşünmek doğru olamaz. Şu halde diyebiliriz ki, Elmalılı’nın tefsir anlayışında da dile getirilen temel noktalarda geleneksel Kur’an tefsiri yazan müfessirlerin anlayışı ile büyük bir benzerlik vardır.
Yani önceki Kur’an tefsirlerindeki unsurların hepsini, Elmalılı’nın tefsirinde de bulmak mümkündür. Kelimelerin lügatî ve ıstılâhî manalarının ele alınmasından, metnin eşsizliğinin, sureler ve âyetler arası tenasübün vurgulanmasına, âyetlerin nüzul sebeplerinden nasih-mensuh konusuna, sahabe ve tabiin müfessirlerinin görüşlerinden, daha sonraki müfessirlerin yorumlarına kadar akla gelebilecek bütün unsurlar mevcuttur. Zaten en çok başvurduğu kaynaklarda mütedavil Kur’an tefsirleridir.(6)
Tefsirinin mukaddimesine bakıldığı zaman tefsirin kaynaklarını dört ana noktada topluyor. Bunları kendisi mukaddimesinde şöyle belirtmiştir: ’Şunu da hatırlatalım ki, Kur’an’ın tefsirinde birinci esas yine kendisidir.’ İkinci esas, Rasûlallah (s.a.v.) Efendimizin hadislerinde bulunan tefsirlerdir. Üçüncü esas da sahabe ve tabiînden tefsir olarak naklolunan açıklamalardır ki, bunlarda bir taraftan hadis olma şüphesi, bir taraftan da te’vil şüphesi vardır. Dördüncüsü de bu üç esas araştırıldıktan sonra Arapça ve şer’î ilimler ile aklın uygun bulduğu ilmî görüşler içinden mânâ çıkarmak suretiyle yapılan te’vil kısmıdır.’(7)
Gerek mukaddimesindeki tefsirle ilgili genel, tefsiri ile özel metodik yaklaşımlarından, gerekse bizatihi tefsirinden anlaşıldığına göre Elmalılı geleneksel tefsir çizgisinde yapısal bir değişiklik yapmayı düşünmemiştir, denebilir.
Hamdi Yazır’ın aldığı eğitim, içindi yaşadığı kültür, o dönem dünyasının siyasi, sosyal, ekonomik, ilmî ve felsefî açıdan taşıdığı özellikler itibariyle önceki müfessirlerden çok daha farklı bir dünyanın insanı olduğu son derece açıktır.
Bu basit gerçek, doğal olarak Yazır’a, Kur’an’ı anlama ve yorumlama da yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Ayrıca özellikle batı Felsefesini yakından tanıması, onun kendinden önceki müfessirlerden farklı bir bakış açısı yakalaması neticesini vermiştir.
Tefsir ilmini, ’Tefsir öyle bir ilimdir ki, onda Kur’an lafızlarının telaffuz şeklinden, delâlet ettikleri mânâlardan, yalnız başına ve cümle içinde kullanıldıklarında kelimelerden çıkan hükümlerden ve cümle içinde kullanıldıklarında delâlet ettikleri mânâlar ile bunları tamamlayan diğer hususlardan bahsedilir’(8) şeklinde tarif eden Elmalılı’ya göre, ’Kur’an-ı Kerim’in ihtiva ettiği manaları keşfetmek çok zor olmakla birlikte Kur’an’ı tefsir edebilmek için kelimelerin gerçek anlamını belirlemek, lafız ve mana bakımından ilişkili olan kelimeler arasında bağlantı kurmak, lafızların yer aldığı metnin genel kompozisyonunu dikkate almak ve neticede kastedilen asıl mana ile tâlî manaları ayırt etmek gerekir.’(9)
Elmalılı Hamdi Yazır, tefsirini şu iskelet üzerine bina etmiştir:
Önce âyet-i kerîmeler yazılarak altına meâl-i şerifi ve bundan sonra tefsir ve açıklama yazılmıştır. Tefsir ve açıklama kısmında aşağıdaki hususlar göz önünde bulundurulmuştur.
1. Âyet-i kerîmeler arasındaki ilişkiler,
2. Âyetlerin iniş sebepleri,
3. Kırâat-i aşereyi (on kırâati) geçmemesi gerekir,
4. Gereğine göre kelimeler ve terkiplerin dil açısından açıklamalarını yapmak.
5. İnanç açısından ehl-i sünnet mezhebine ve amel bakımından Hanefî mezhebine riâyet edilerek âyetlerin ihtiva ettiği dinî, şer’î, hukukî, sosyal ve ahlâkî hükümleri; işaret ettiği veya ilgili bulunduğu hikmet ve ilme ait konuları açıklamak. Özellikle tevhid, ahireti hatırlatma ve öğütlerle ilgili âyetlerin mümkün olduğu kadar uzunca açıklanması, aralarında ilişki bulunan İslâm tarihi olaylarına işaret edilmesi.
6. Avrupalı müelliflerce yanlış veya maksatlı olarak bozmaya yönelik bazı şeylerin araya sokuşturulduğu görülebilen yerlerde uyarıyı içeren not.
7. Baş tarafa önemli bir önsöz yazmak suretiyle Kur’an gerçeklerinin ve Kur’an’la ilgili önemli meselelerin açıklanması.(10)
Elmalılı’nın tefsirinde takip ettiği metodu ise şöyle sıralanmıştır:
1. Sureler hakkında genellikle şu bilgileri vermiştir: a- Surenin ismini, şayet var ise muhtelif isimlerini, b- Var ise nüzul sebebini, c- Âyetlerin sayısını, d- Kelime sayısını, e- Harf sayısını, f- Fasılasını, g- Surenin Mekkî veya Medenî oluşunu.
2. Elmalılı, Fatiha ve Bakara surelerinin tefsirlerini çok geniş ve tafsilatlı yazmış, bununla da Türkçe mükemmel bir tefsir meydana getirme gayesini gütmüştür.
3. Üslûbu ağır olmakla beraber kendi neslinin güzel bir Türkçe’sidir. Elmalılı, dilde taassuba sapmadığını, yabancı kökenli kelimelerden dilimizin malı haline gelmiş olanları kullanmakta tereddüt göstermediğini beyan etmiştir.
4. Kaynak gösterme tarzı modern ilmî anlayışına uygun olmakla beraber, okuyucuya güven vermektedir; ancak Elmalılı’nın kaynak gösterme tarzı eleştirilmiştir.(11)
5. Hadis isti’mal tarzına gelince: Asıl tefsirini, rivayete bağlı olan açıklama olduğunu ifade eden Elmalılı, âyetlerin tefsirinde bazen metin, bazen metinle birlikte anlam, bazen parçalar halinde, bazen de yalnız anlam olarak hadisler isti’mal etmiştir. ’Her halde doğrusunu söylemeye özendim.’ diyen Elmalılı, rivayet nakli hususunda oldukça titiz davranmış ve her bulduğunu nakletmemiştir.
Elmalılı tefsirinin en başta gelen özelliği, yazarının, birçok müfessirler gibi, sadece nakletmekle yetinmeyip yerine göre nakiller arasında tercihler yapması, yanlış bulduklarını tenkit etmesi ve bazı konulardaki kendi görüşlerini ortaya koymasıdır.(12)
Elmalılı tefsirinin başından sonuna kadar Kur’an’ı anlama ve açıklamayı Kur’an’ın insanlara yüklediği bir görev olduğuna inanarak bu şuurla hareket etmiş okuyucu ile Kur’an arasında sıcak, heyecan verici, duygulandırıcı, hem fikrî hem de kalbî bir ilişki kurmaya çalışmıştır.(13)
Eski ve yeni ilmî teorilerin hepsi doğru veya yanlış addedilmemesi gerektiğini düşünen Elmalılı, Kur’an tefsirini, bir zaman için geçerli görülen belli ilmî ve felsefî görüşlerin sınırlarına çekerek fikirleri ve vicdanları daraltmaması gerektiğini düşünür. Tefsirde hem rivayet hem dirayet metodunu kullanan Elmalılı, İbn Cerir et-Taberî, Zemahşerî, Ragıb el-İsfahanî, Fahreddin er-Razî, Ebü Hayyan el-Endelûsî, Şehabeddin Mahmüd el-Alûsî gibi belli başlı müfessirlerin eserlerinden geniş ölçüde faydalanmıştır. Tasavvufî konularda Muhyiddin ibnü’I-Arabî’nin kitaplarından alıntılar yaparak fikirlerini bazen tasvip etmiş, bazen eleştirmiş, fıkhî konularda da genellikle Hanefî kaynakları ile yetinmiştir. Kur’an’ı tefsir ederken döneminin tartışma konularına da yer ve bunlardan Kur’an’a uygun olan görüşleri belirlemeye çalışmıştır. Aklî bir zaruret olmadıkça âyetleri mutlaka zahirî manada anlamayı gerekli görmüş, Muhammed Abduh’un, Fil suresini tefsir ederken ebabil kuşlarının Ebrehe ordusuna attığı taşların kızamık veya çiçek mikrobu taşımış olabileceğini ileri sürmesi örneğinde olduğu gibi zorlama te’villeri Kur’an’ı tahrif olarak kabul etmiştir. Elmalılı, ilmî tefsir tarzına da önem vererek çiçeklerin rüzgâr vasıtasıyla aşılanmasından söz eden âyetin (el-Hicr 15/22) çiçeklerin de erkek ve dişilerinin bulunduğuna işaret ettiğini belirtmiş, bu tür bilgileri Kur’an’ın ilâhî menşeli bir kitap olduğunu kanıtlayan mûcizeler saymıştır.(14)
Hak Dini Kur’an Dili’nin umumiyetle geleneksel tefsir çizgisinde yer aldığı kabul edilmekle birlikte Hz. Îsa’nın babasız olarak dünyaya gelişini, monomer (bir analı) bir hücreden teşekkül etmiş olabileceği şeklinde açıklayan yorumunda olduğu gibi (Hak Dini, II.1126) çağdaş ilmî verilerden hareketle Kur’an’a yeni yorumlar getiren Muhammed Hamdi’nin önceki âlimlerin bazı âyetlere verdiği manaları isabetsiz bularak onlara yeni anlamlar vermesi onun orijinal tefsir yapabilen bir âlim olduğunu kanıtlar mahiyettedir.(15)

Müfessir Muhammed Hamdi Yazır’ın Tercüme Hakkındaki Düşünceleri
Müfessir Muhammed Hamdi Yazır’a göre Kur’ân-ı Kerîm hiçbir dile asla hakkıyla tercüme edilemez. Kur’an’ın tercüme dilmesi hakkında mukaddimesinde kendi ifadeleri ile şunları söylemelerdir:
’Kanunu tanımayan kanun karşısında ayılır. Kitabı tanımayan hesapta uyanır. Kur’ân’ı anlamayan da tercemesine dolanır. Bundan dolayı memleketimizde Kur’ân-ı Kerîm tercemesi ismi altında neşredilen şöyle böyle bazı yayınlar görüldü. Öyle ki, bu tercemeler arasında Kur’ân’dan değil de yabancı dillere yapılmış tercemelerden terceme edilenler de bulundu. Gerçi bunu yapanların maksatlarının ne olduğunu Allah bilir. Şu kadar var ki dış görünüşe göre en büyük itici sebep, hissedilen bir ihtiyacı (Kur’ân’ı anlama ihtiyacı) bahane edinerek bazı kitapçıların ticaret sevdasına düşmüş olmaları görülüyor. Bu da bilerek veya bilmeyerek ’Hem kendilerini helak etmek, hem de dinlerini karıştırıp içinden çıkılmaz bir hale sokmak için’ (En’âm, 6/137) âyetinin ifade ettiği vadiye girmek oluyordu. Buna karşı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bir vazife yüklenmişti. Bunun üzerine bir teveccüh eseri olarak benden bir tefsir ve terceme yazmam istendi. Ben, başlangıçta özür diledim. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in hiçbir dile gerçek anlamda terceme edilmesinin mümkün olmadığını bilmeyen kimselerden değildim; fakat durumun gösterdiği lüzumdan dolayı mümkün olduğu kadar bir tefsir yazmaya çalışmam ve bunun bir özeti olarak bir meâli arasına sıkıştırmam için ısrar edildi.
Bunu reddetmek bana yaraşmazdı. Bilakis ’Onu insanlara açıklayacaksınız!’ (Âl-i İmrân, 3/187) âyetinin anlamı gereğince bu bir vazife idi. Kalemim kırılmış, mürekkebim tükenmiş iken Allah’ın yardımına sığınarak, rahmete ve günahlarımın affına vesile olmasını ümit ederek tefsire başladım. Sonra mefhum tarzında bir meâl yazmaya başladım. Yüce Allah, kısa zamanda rızasına uygun olarak hayırlısı ile sona erdirmeyi ve katında beğenilmeyi nasib eylesin! Âmin.’(16)
Elmalılı’ya göre tercüme; bir sözün mânâsını diğer bir dilde, dengi bir ifade ile aynen olduğu gibi dile getirmektir. Tercümenin, aslının mânâsına tamamen uygun olması için açıklıkta, delalet ettiği mânâda, özetlemede, etraflıca açıklamada, umûmî mânâda, özel mânâda, kayıtsız ve şartsız olmada, kayıt ve şarta bağlamada, kuvvette, isabet etmede, güzel anlatmada, beyan üslûbunda; kısacası ilimde, sanatta, asıldaki anlatım tarzına uygun olması gerekir. Yoksa tam bir tercüme değil, eksik bir anlatım olmuş olur. Hâlbuki değişik diller arasında ortak noktalar ne kadar çok olursa olsun her birini diğerinden ayıran birçok özellikler de vardır. Onun için dille ilgili bir özelliği olmayıp yalnız akıl ve mantığa hitap eden kuru ve teknik eserlerin, ilmî seviyeleri ilerlemiş olan dillere tam anlamıyla tercüme edilmesi mümkün olduğu hususunda söylenecek bir söz yoksa da; hem akla, hem de kalbe yahut yalnız zevk ve hislere hitap eden ve dil açısından edebî değere ve sanat zevkine sahip bulunan canlı ve güzel eserlerin tercümelerinde başarı görüldüğü çok azdır. Bunların benzerini yazmak, onları tercüme etmekten daha kolaydır.(17)
Açıklama ve yorum yapmadan bu farkları her dilde göstermek mümkün değildir. Asıl olay anlatılırsa da en azından sözün inceliği kaybolur ve bundan da ters (beklenmeyen) sonuçlar çıkabilir. Mesela tercümeyi okuyan kimse, hoşlanacağı bir yerde ürker, ürkeceği bir yerde hoşlanabilir. Barış içinde olacağı yerde savaş ilan edebilir. Savaşacağı yerde anlaşma yapmaya kalkışır.(18)
Kur’ân Arapça’dır. Çünkü ’Biz, muhakkak bu kitabı okuyup anlamanız için Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.’ (Yusuf, 12/2) nassıyla açıkça belirtilmiştir. Düşünmeli ki Kur’ân’ı tefsir etmek üzere Peygamberin buyurduğu hadislere bile Kur’ân denemez, denirse küfür olur. Hülâsa tercüme, Kur’ân’dan mütercimin anlayabildiği kadar bazı şeyleri anlatabilirse de gerçek anlamıyla anlatamaz. Anlattığı şeyler de Kur’ân hükmünde ve değerinde olamaz. Bununla beraber, şunu da unutmamak gerekir ki Kur’ân anlaşılmaz bir kitap değildir. Hatta ’Muhakkak biz, bu Kur’ân’ı düşünülüp ibret alınsın diye kolaylaştırdık. Hiç düşünen var mı?’ (Kamer, 54/17) buyuruluğu üzere mânâsını en kolay ve açık bir şekilde anlatan ve zorlamasız, yapmacıksız, su gibi akan, nur gibi parlayan apaçık bir kitaptır. O, kendisini bütün insanlığa duyurmak ve anlatmak için inmiş ve duyurmuştur; ancak onun mânâları tam olarak anlaşılıp bitirilemez. Bir mânâsı meydana çıkınca arkasından bir mânâ daha, arkasından bir mânâ daha yüz gösterir. Nurunun açık parlaklığı içinde gizlilik ortaya çıkar. Mümine hitap ederken kâfire bir korkutma fırlatır, kâfiri korkuturken mümine bir müjde nüktesini uzatır. Halka hitap ederken ileri gelenleri düşündürür. Âlime söylerken cahile dinletir. Cahile söylerken âlime dokundurur. Geçmişten bahsederken geleceği gösterir. Bugünü tasvir ederken yarını anlatır. En basit gözlemlerden en yüksek gerçeklere götürür. Müminlere gaybı (geleceği) anlatırken, kâfirleri şimdiki zamandan usandırır. Ve bütün bunları duruma, makama, yere, zamana ve konuya göre en uygun, en güzel kelimelerle anlatır.(19)
27 Mayıs 1942’de ebedi âleme irtihal eyleyen büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır’ı rahmetle anıyoruz.

Kaynakça:
1. ALBAYRAK, Halis, Elmalılı M. Hamdi Hamdi Yazır’ın Tefsir Anlayışı, M. Hamdi Yazır Sempozyumu, Ank. 1993, s. 152.
2. CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Tarihi, Fecr Yay., Ank. 1996. s. 65, 108.
3. CERRAHOĞLU, İ., a.g.e., s.65.
4. ALBAYRAK, H., a.g.e., s. 153.
5. ALBAYRAK, H., a.g.e., s. 153.
6. ALBAYRAK, H., a.g.e., s. 153.
7. Elmalılı, M. Hamdi Yazır, a.g.e., ’Mukaddime’ s.21, 22.
8. Elmalılı, M. Hamdi Yazır, a.g.e., ’Mukaddime’ s.21, 22.
9. Elmalılı, M. Hamdi Yazır, a.g.e., s.122.
10. Elmalılı, M. Hamdi Yazır, a.g.e., ’Mukaddime’ s.12, 13.
11. ERSÖZ, İsmail, ’Elmalılı M. Hamdi Yazır ve Tefsirinin Özellikler’, s. 174, 175.
12. ERSÖZ, İ., a.g.e., s. 174, 175.
13. ALBAYRAK, H., a.g.e., s. 154.
14. İslâm Ansiklopedisi, c.XI, s.58.
15. A.g.e., s.58.
16. Elmalılı, M. Hamdi Yazır, a.g.e., ’Mukaddime’ s.1, 2.
17. Elmalılı, M. Hamdi Yazır, a.g.e., ’Mukaddime’ s. 2.
18. Elmalılı, M. Hamdi Yazır, a.g.e., ’Mukaddime’ s. 3.
19. Elmalılı, M. Hamdi Yazır, a.g.e., ’Mukaddime’ s. 8, 9.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

2 kişi yorum yazdı.