Özlenen Rehber Dergisi

153.Sayı

Tarikatın (yolun) Âdâbı

Ömer Faruk EJDER Özlenen Rehber Dergisi 153. Sayı
Sekizinci Fasıl:
Bil ki tarikatın yolu ve edebi vardır. Edep ise: Eşyayı yerli yerine koymaktır. Diğer bir tanımda denildi ki; iyi ve uygun olan şeylerle beraber olmaktır edep. Havas ehli ise tanımında şöyle dediler: Edeplerin çoğu kalplerin temizliğinde, ’sır’ ların1 gözetiminde, ahitlere vefa (sözlere bağlı kalmada), vakti (zamanı) muhafaza etmede ve yakınlık yollarında talip olduğun hususlarda güzel edeple uyum içinde olmandadır.
Yine bil ki yolumuz baştan aşağı edeptir. Edebi olmayanın da tarikatı yoktur. Kendinin edepli biri olduğuna inanman büyük bir hata, cehalet ve nefsinin senin üzerinde bir hilesidir. Edep: Kurtuluş gemisidir, kişi cahil olup ona binse de necat bulur (kurtulur). İlim sahibi olduğu halde ona binmese helak olur. Denildi ki: Vuslata eren erdiyse de edep ile ermiştir; ondan mahrum olduysa da edebi terk ettiği için olmuştur.
Bir beyitte denildi ki:

Kişinin edebi et ve kan gibidir, her kim bunlara sahipse salih olur (düzelir)
Edepli bir kimseyi bin cahil ile tartarsan edep sahibi kişi ağır gelir

Tasavvufî tarikatların yolları ve edepleri şeriatın ta kendisidir. Lakin bununla beraber tasavvuf ehli zahirî ve batınî edepler ile amel ederek felâha (kurtuluşa) ermişlerdir. Bazı fukaha ise şeriatın zahiri ile iktifa edip terakkiden mahrum bırakılıp şeriatın esrarından da perdelenmişlerdir. Şunu bil ki zahir ve batın her ikisi de aynı şeylerdir. Zira batın: Zahirin batınıdır (içidir). Zahir batınsız olmayacağı gibi, tarikat ve hakikat da şeriatsız olamaz. Fâtiha suresinde geçtiği gibi: ’(Rabbimiz!) Ancak sana ibadet ederiz’ ayetinde şeriatın muhafazası ’ve ancak senden yardım dileriz’2 ayetinde hakikatin ikrarı vardır. Şeriata, kulluğa ve hakikate bağlılık Rabb’lığı müşahede ettirir. Hakikate bağlı olmayan her şeriat makbul olmaz; keza her hakikat şeriata bağlı olmaz ise bir getirisi olmaz, yani hakiki değildir. Şeriat ve hakikat her ikisi aynı şeylerdir. Zira hakikatten murat: Şeriatın hakikatidir. Hiçbir mümine şeriattan kopması ebediyen caiz olmaz. Şeriata muhalif kendisine bir keşif açılırsa keşfine iltifat (itibar) edilmez. Zira keşifte hata olma ihtimali vardır lakin şeriatta yoktur. Bazı insanlar hakikatin şeriattan farklı olduğunu zannederler. Bu zan ise hem doğru değil hem de apaçık bir hatadır.
Deylemî’nin Hz. Ali (k.v.) Efendimizden rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki: ’Batın ilmi, Allah Teâlâ’nın esrarından bir sır, hikmetlerinden bir hikmettir. Allah onu kullarından dilediğinin kalbine bırakır.’3
Bu sır ise şeriatın hakikatine muttali olmaktır. Ancak bu sırrın kalpte nur olarak zuhur etmesi o kalbin mezmum (yerilmiş) olan sıfatlardan temizlendiğinde gerçekleşir. Bu ise Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in kastettiği sır ilmidir. Bir hadis-i şerifte: ’Öyle ilimler vardır ki çok gizlidir. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir.’ ’Öyle ilimler vardır ki gizli hazine gibidir. Onu ancak aziz ve celil olan Allah’ı yakinen tanıyan marifet ehli âlimler bilir. Onlar bu ilimlerden bahsettiklerinde, yüce Allah’tan gafil kimseler bu ilimleri inkâr ederler.’4
Bazı arifler dediler ki: ’Her kimde iki haslet bulunursa o kimseye bu sırların hiçbirisi açılmaz. O iki haslet ise bidat ve küfürdür. Ve her kim dünya sevgisi ve hevasında ısrar ediyorsa o kimse tahkik ehli olamaz.’ Râmûz adlı eserde biraz ziyade ile bu şekilde geçmektedir.
Enes b. Mâlik (r.a.)’dan rivayet edilen diğer bir hadis-i şerifte Efendimiz: ’Âlimlerle otur kalk, onlarla diz dize otur. Zira yeryüzü göğün yağışıyla hayat bulduğu gibi aziz ve celil olan Allah da ölmüş olan kalpleri hikmet nuruyla ihya eder.’ buyurmaktadır.5
İbn-i Hibbân’ın ’Ravdatu’l-Ukalâ’ adlı eserinde geçen bir diğer hadis-i şerifte Efendimiz: ’Büyüklerle oturun, âlimlere sorun ve hikmet ehli ile beraber olun!’ buyurmaktadır.6
Hadis-i şerifte ’âlimler’ kelimesinin muradı: İhlâs sahibi olup amel eden âlimlerdir. Zira yüce Allah (c.c.) buyurdular ki: ’Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar.’7
Her kim Allah’tan haşyet duyarsa amelinde ihlâslı olur; yine o kimse ki O’ndan haşyet duymaz ise ulemâ arasında sayılmaz.
Haşyet ise kalbin elem duyup gelecekte hoşlanılmayan bir durumun vuku bulabileceğinden korkmasıdır. Bu haşyet durumu bazen kulun çokça günah işlemesinden bazen de marifetullah ve O’nun heybeti neticesinde ortaya çıkar. Nebilerin haşyeti ise bu türdendir. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki: ’Bildiği ile amel eden kimseye yüce Allah bilmediğini öğretir.’8
Haşyet: Korkmak manasında Arapça bir kelimedir, istikbalde hoşa gitmeyecek bir şeyin beklentisinden kaynaklanan kalp üzüntüsüdür. Bu bazen, kuldan ortaya çıkan günahlar sebebiyle de olabilir. Bazen de Allah’ı bilmekten ve O’nun heybetinden de olabilir. Peygamberin haşyeti bu türdendir.9
Kendisine ihtiyaç duyulan ilimler dörttür:
1- Zat ve sıfatlar ilmi olan akait ilmi.
2- Fıkıh, fetva, tefsir ve hadis ilimleri.
3- Adap ve muamelâtta cereyan eden haller ve güncel meseleler ilmi.
4- Haller ve menziller ilmi ve onun etrafında cereyan eden meseleler. Bu ilimde ise tasavvuf erbabı ihtisas sahibi olmuştur. İnsanların önünde iki yol vardır. Birinci yol, Hakk’ın evvel emirde rüyeti (yolun başında) ve bu yolda amel ederek ona meyletmektir ki bu yol ise Şâzeliyye, Nakşibendiyye ve bu yola benzer diğer tarikatların metodudur.
İkinci yol olan nefsi görmek, Hakk’ın ona muttali olduğunu bilmesi ve bu yönde amel etmesi metodu ise; Gazâlî, Sühreverdî ve onların yolundan gidenlerin yoludur. Bütün yollar ise şu hadis-i şerife dayanır: Efendimiz (s.a.v.)’in ihsan kelimesini açıklarken: ’Allah Teâlâ’ya sanki O’nu görüyormuş gibi ibadet etmendir.’10 Bu hadis birinci yola işaret ediyor. ’Eğer sen O’nu görmüyorsan, şüphesiz ki O seni görüyor.’ Hadisin bu kısmında ise ikinci yola işaret vardır.
İlim üzerine kurulu olup, onunla iştigal edip, nefsin tedavisi ile uğraşan bu tarikata ’Burhan yolu’ adı verilir. Zira hiç kimsenin bu yola ta’n (itiraz) etmesi veya dalaletin (sapkınlığın) bulaşması söz konusu değildir. Bu terbiye metoduna ancak büyük ve seçkin kişiler güç yetirebilir. Avam kişinin seyr-i süluküne gelince şayet o kimse dinine güvendiği bir âlimden itikadını sıhhatli bir şekilde öğrenir; gönlüne şifa olacak halini sual eder, nefsi de huzur bulur; haline dikkat ederek takva ve istikamete gücü yettiğince bağlı kalır, bununla beraber yorum ve ihtimal dâhilinde olan meselelere girmez, mezhep imamı dışında başka imamlara uymaz, lakin dört mezhebi bir anda cem etmeden hepsine riayet eder ise bu yolda ilerler. Sonra ise bütün hallerinde bunların hepsini tecrübe etmiş nasihatçi bir şeyh veya salih dostun nasihatlerine uyar. Tutunması gerektiği bütün işlere tutunur ve diğerlerini bırakır.
Daha önce de geçtiği üzere Nakşibendiyye tarikatının usulleri;
- Ehlisünnet itikadına tutunmak,
- ruhsatları terk etmek, azimetlere tutunmak,
- murakabe haline devam etmek,
- Allah’a yönelmek,
- dünya süsünden yüz çevirerek bütün mâsivadan kurtulmak,
- huzur-u ilâhî melekesini kesbedebilmek,
- celvette halvet (toplum içinde uzleti ve halveti yaşamak),
- bununla birlikte dinî ilimlerde hem istifade edip hem de fayda vermek,
- halkın giyindiği kıyafeti giyinmek,
- zikr-i hafî yapmak,
- nefesleri alıp verirken kalbin Allah’tan gafil olmaması için tutmak,
- yüce ahlak sahibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ahlakı ile ahlaklanmak üzerine kuruludur.
Bu yolun şartlarına gelince:
- Sahih bir itikat ve sadık tövbe.
- Hak sahipleri ile helalleşme ve onlara haklarını iade etmek.
- Husumet ettiğimiz kişilerin gönlünü alıp onları razı etmek.
- Bütün işlerde Sünnet-i Seniyye’nin adabına tam riayet etmek.
- Şeriatın sahih olan amellerini titizlikle yerine getirmek.
- Bütün münker ve bidat olan (sonradan dine dâhil edilen) amellerden ehemmiyetle sakınmak.
- Heva ve mezmum (yerilmiş) olan amellerden uzaklaşmak bu yolun şartlarıdır.
Hz. Ali (k.v.) şöyle demiştir: ’Allah’ın, Rasûlullah’ın ve Allah dostlarının sünneti üzerine olmayan kimse, gerçekte hiçbir şeye sahip değildir.’
’Allah’ın sünneti nedir?’ denildi.
’Sırrı gizlemektir.’ cevabını verdi.
’Rasûlullah’ın sünneti nedir?’ denildi.
’İnsanlar arasında güzel ahlak ile idare yolunu bulmaktır.’ dedi.
’Allah’ın dostlarının sünneti nedir?’ denildi.
’İnsanların eziyetlerine katlanmaktır.’ dedi.

Bu yolun üç ameli vardır
1- Her kim ahireti için çalışırsa Allah onun dünya işlerini yola koyar.
2- Her kim sırrını (kalbini) güzel eyler ise Allah da onun dışını güzel eyler.
3- Ve her kim Allah ile arasını düzeltirse Allah da onu ve insanlar ile arasını düzeltir.

Yine bu yolun üç hasleti (sıfatı) vardır
1- Belaya sabır,
2- bolluğa şükür
3- ve kazaya rıza…

Bu yolun zahirî ve batınî tahareti vardır.
Batınî olan taharet; kalbin hırs, haset, kin, kibir ve benzeri yerilmiş ahlaklardan temizlenmesidir.
Zahirî olan taharet ise bedenin, kıyafetin ve mekânın temizliğidir.

Bu yolun huzuru (iç rahatı) vardır.
Zikirde ve sair amellerde, mutlaka gerekli olan huzur-u kalp yani Allah’ın huzurunda bulunmak vardır. Halvet ve riyazet ise dünyevî işlerden boşalmak için gerekli kılınmıştır. Zira bu sayede Allah’ın huzurunda bulunma hali tahsil edilir. Zakir Allah’ı zikrederken ibadet maksadıyla yapar; yoksa keşif, keramet ve makam sahibi olabilmek maksadıyla yapmaz.


(Endnotes)
1 Çoğulu esrâr ve sirâr olup, Arapça sır, gizli şey, kök, kıymetli, vadinin orta yeri, asıl, nikâh, bir şeyin halisi, efdali gibi anlamları ihtiva eden bir kelime. Sır, kalpte bulunan Rabbânî bir latifedir. Ruh sevginin, kalp marifetin, sır da müşahedenin mahallidir. Ruhanî bir nur olup, nefsin haletidir. Sır olmaksızın nefis iş yapmaktan aciz kalır. Nefsin beraberinde sırrın himmeti olmazsa bir fayda elde edilmez. Sırra, ’kalbin bir buutudur (boyutudur)’ diyenler olduğu gibi, ’ruh’tur veya ’ruhtan daha yüce ve daha latif bir ruh buutudur’ diyenler de vardır.
2 el-Fâtiha, 1/5.
3 Deylemî, Suyûtî, Câmiu’l-Ehâdîs; Münâvî; Gümüşhânevî, Râmûzu’l-Ehâdîs, hadis no:3925.
4 Deylemî, Firdevsü’l-Ahbâr, hadis no: 802, Essânî Min Fevâidi Ebî Osmân Buhayrî, hadis no:66. Münzirî, Terğîb, c.1, s.58 hadis no:141.
5 Rivayetlerde Hz. Lokman’ın oğluna nasihati olarak geçmektedir. (Çev.) Şemseddin Muhammed Es-Sehâvî, Mekâsidu’l-Hasene Fîme’ş-tehere Ale’l-Elsuni, hadis no:351.
6 Taberânî Cuheyfe’den bu lafız ile rivayet etmiştir.
7 el-Fâtır, 35/28.
8 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Esfiyâ, 10/14-15.
9 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, Otto yay., 2014, s.106.
10 Buhârî, Îmân, 50; Müslim, Îmân, 9 Ebû Hureyre’den rivayetle.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.