Özlenen Rehber Dergisi

153.Sayı

İslam'da İlmin ve Bilimin Önemi

Mahmut KÖKVER Özlenen Rehber Dergisi 153. Sayı
Meşhur-i âlem olarak İslam’ın ilk emri ’ikra’ yani ’oku’dur.1 Okumak, ilmin elde ettiği verilerin, nesilden nesile intikalini temin eden yegâne vasıtadır. Böyle olmasaydı, insanlar geçmişteki ilmî muhtevadan habersiz olurlar ve her şeyi yeniden öğrenmek mecburiyetinde kalırlardı. Esasen bu lâzıme iledir ki, Kur’ân-ı Kerim’de bine yakın ayet-i kerimede, geçmiş kavimlerin ibret alınacak kıssaları nakledilmiştir. Diğer taraftan pek çok ayet-i kerimede: ’Düşünmez misiniz?’, ’Akıl etmez misiniz?’ gibi çeşitli ikazlarla insanoğlunu düşünmeye davet etmektedir. Hem de bu ikazlar, sual yoluyla manayı kuvvetlendirecek bir surette varit olmuştur.
Cenâb-ı Hak: ’Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’2 ayet-i kerimesini de te’kîd-i istifhâmî yoluyla bildirerek alimlerin üstünlüğünü ifade buyurmuştur.
Diğer taraftan Allah’ın -sıfat itibariyle de olsa- ancak ilim yoluyla bilinebileceğini ifade için: ’Allah’tan ancak kullarından âlim olanlar korkar (O’na karşı derin saygı duyar).’3 mealindeki ayet-i kerimeyi inzal buyurmuştur. Çünkü kendisinden korkmak için Allah’ı layığı ile bilmek gerekir. Bu ise, ilim sayesinde mümkündür.
İlim tahsili, erkek ve kadın, her Müslüman için farz kılınmıştır. Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’den bu ayet-i kerimeleri teyit eden pek çok hadis varit olmuştur. Bunlardan birkaçını dikkatlerinize sunalım:
’Hikmetli söz, müminin yitiği (gibi)dir. Onu nerede bulursa onu al­maya en çok hak sahibidir.’4
’Çin’de dahi olsa ilmi öğrenin (arayın). Zira ilim öğrenmek her Müslüman üzerine farzdır.’5 Buradaki Çin kelimesinde maksadın, en uzak bir mevki olduğundan şüphe yoktur.
’Her kim bir ilim tahsil etmek üzere bir yola düşecek olursa, Allah da onu cennet yollarından bir yola sokmuş olur. Muhakkak ki melekler, razı olduklarından dolayı ilim talibi için kanatlarını sererler. Göklerde ve yerde bulunan (yaratık)larla suyun içindeki balıklar (Allah’tan) âlim için istiğfar (bağışlanma) dilerler. Muhakkak ki âlimin, (cahil) abide üstünlüğü, ayın on dördüncü gecesindeki ayın diğer yıldızlara (olan) üstünlüğü gibidir. Muhakkak ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, miras olarak ne dinar ne de dirhem bırakırlar. (Onlar miras olarak ancak) ilim bırakırlar. Her kim de o (ilmi) alırsa çok büyük bir nasip almış olur.’6
Bu ve benzeri hadis-i şerifler, layıkıyla yazılsa koca bir cilt teşkil eder.
Günde beş vakit namazın farz olması, oruç vb. ibadet ve ameller, her yerde evkat-ı şer’iyenin tayini meselesini ortaya çıkarıyor ve böylece Müslümanları Güneş’in ve Ay’ın hareketlerine dair tetkikler yapmaya sevk ediyordu. İşte bütün dini zaruretler daha miladın yedinci asrında iken Müslümanlar teşri, ahlak, siyaset ve ticaret ile meşgul oldular. Riyazî-felsefî ilimlerde araştırmalar ve incelemeler yaptılar. Halife Mansur ve onun yolunda yürüyen Me’mun, ilim adamlarını ve mütercimleri toplayarak kütüphaneler, medreseler, akademiler tesis ettiler.
Bunlar her şehirde herkese açıktı. Yunanca, Süryanice ve Sanskirit dilinden Arapçaya tercüme ettikleri kitapların ağırlığınca tercüme yapanlara altın para verdiler.
Avrupa’nın en ücra köşesinden gelen Hıristiyanlar, İslam medreselerine devam ediyorlardı. Sonradan Hıristiyan kilisesinin reisliğine kadar yükselmiş olan birtakım adamlar, İslam medreselerinde okumuşlardı. (2. Papa Silvester, Kurtuba’da tahsil etmiştir.)
Antakya ile Harran, doktorluk ilimlerinin en önemli tahsil merkezleri idi. Reyli Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriya er-Râzî’nin çiçek hastalığı ve kızamık hakkında yazdığı risaleleri bütün dünya okumuş ve istifade etmiştir. Râzî, tıbba ait 200 risale yazmış ve bunlardan bir kısmı Latince’ye tercüme edilmiş ve 1510’da Venedik’te basılmıştır.
Ebu’l-Kasım’ın mesane taşını çıkarmak için yaptığı ameliyat, asrımızda en ileri giden cerrahların, operatörlerin yaptıkları ameliyatın aynı idi. İbn-i Sina’nın ’el-Kanun’ isimli eserinin asırlarca Avrupa’nın üniversitelerinde, tıp fakültelerinde okunduğu malumdur.
Türk filozofu Farabî, İbn-i Sina ile el-Kindi’nin, Râzî, İbn-i Rüşd, Gazali, Tusi ve Musa Biraderler gibi dâhilerin muhalled eserleri, bir milleti bütün manasıyla yükseltecek, bir nesli her türlü terakkilere müstaid bir hale getirecek prensipler ve usullerle doludur. Bunların hepsi, hızını ve feyzini İslam Dini’nden almıştır. Çünkü İslam Dini bu yolda çalışmaları en büyük ibadet olmak üzere tavsif eder.
Eczacılık sanatını ilk önce Müslümanlar icat ediyor. Bir ilim olarak kimya, hiç şüphesiz Müslümanların icadıdır. Tarsuslu Ebû Musa Cabir, asri kimyanın hakiki babasıdır. Bugün dahi Avrupalılar şarkın bu büyük kimyagerinin usullerinden istifade etmektedirler.
Müslümanlar, ticarette ve sanatta da hayatın şeklini değiştirecek kadar ileri gitmişlerdi. İslam fabrikalarında yapılan kâğıt, İspanya’dan Fransa, İngiltere, İtalya ve Almanya’ya Miladın on üçüncü asrında gitmiştir.
Dünya’nın her türlü güzelliklerinden ve zevklerinden meşru bir surette faydalanmak İslam’ın açık emirlerinden idi ve bunların birçoklarını Avrupalılara öğreten Endülüs Müslümanları olmuştu. Avrupalıların elbise diye giydikleri şeyler, paçavra yığınlarından başka bir şey değildi. Avrupalılar keten ve pamuktan iç gömlekleri giymek usulünü Müslümanlardan öğrenmişlerdi.
İşte Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’in tebliğ eylediği Müslümanlık; ilim, irfan, terakki ve medeniyet sahasında böyle dev adımlarla yürüyüp dünyayı yeni bir hayata kavuştururken Hıristiyanlık ve onu temsil edenler, ilim ve felsefeyi imha ediyor ve ’Cehalet, sadakatin anasıdır.’ diyerek âlimleri en büyük cezalara çarptırıyorlardı. Avrupa’da asırlarca süren tereddi devrinde Müslümanlık terakkinin alemdarı olmuştu. Avrupa’da hakiki ilim adamları ateşlerde yakılırken, Avrupa cinlere secde ederken, paçavra parçalarına ve kemiklere tapınıyorken İslam memleketlerinde ilim ve irfan en yüksek hikmet ve itibarı görüyordu.
Ne yazık ki, İslam’ın vücuda getirdiği bu medeniyet, bir taraftan kendilerine Ehl-i Salib (Haçlılar) adını veren bir sürü haydudun İslam diyarına kudurmuşçasına saldırmalarıyla, diğer taraftan Endülüs’ten çıkarılan Müslümanların yerlerini işgal eden Hıristiyanlar eli ile yok edilmişti. Müslümanların İspanya’da vücuda getirdikleri irfan ateşe verilmişti. Kütüphaneler yakılmış, Müslüman olan erkek ve kadınlar öldürülmüş, yakılmış veya esir alınmıştı. Kaçabilenler de Afrika sahillerine birer dilenci olarak düşmüştü.
İslam dini terakkiye engel olsaydı, İslam en kuvvetli zamanında bu muazzam medeniyetin, ilim ve terakkinin her şubesinde akıllara hayret verecek bir süratle görülen bu yükselmelerin meydana gelmesine imkân olur muydu? Bu, aynı zamanda, şunu da izah eder ki, Müslümanların son asırlarda uğradıkları gerileme ve zaaf, ancak İslam’ın bu asil ve hayat verici ruhundan, bu ilim ve ışık ruhundan, yine Avrupalıların çeşitli şekil ve surette yaptıkları tazyik ve tesir ile uzaklaşmış olmalarından ileri gelmiştir.
Müslümanlığın ilme, medeniyete, terakkiye düşman olduğunu Müslümanların hayat alanında başka milletlerle koşu yapabilmekten aciz bulunduklarını ikide bir ileri sürenler, Müslümanlığın hakikatini bilseler veyahut İslam tarihini garazdan uzak olarak inceleselerdi, verdikleri bu hükmün ne kadar yüz kızartıcı olduğunu anlamakta gecikmezlerdi. İlmî terakkiler hususunda Avrupa medeniyetinin Müslümanlara borçlu bulunduğu minnettarlığı unutmak istemesi acınacak bir şeydir. Avrupa ve Amerika’nın en faziletli tarafsız fikir adamları, bu hakikati itiraf ettikleri halde taassup veya herhangi bir maksatla İslam Dini’ni terakkiye engel gibi göstermek, öğle zamanı Güneş’i inkâr etmeye benzer.7

Faydalanılan Eserler:
- Kadir Mısıroğlu, İslam Dünya Görüşü.
- M. Şemsettin Günaltay, ’İslam’da Fen ve Felsefe’ makalesi.
- Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr, İslam ve Bilim.



(Endnotes)
1 el-Alak, 96/1.
2 ez-Zümer, 39/9.
3 el-Fâtır, 35/28.
4 Tirmizî, İlm, 19.
5 Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Bâb:17, c.2, s.253, h.no:1663, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2000.
6 Ebû Dâvûd, İlm, 1.
7 Daha fazla bilgi edinmek isteyenler Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr’ın ’İslam ve Bilim’ eserine bakabilirler.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.